Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #1595

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Mayıs 2008       Mesaj #1595
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Erdem nedir bunca yoksulluk içinde parasız ve işssizken oturup bir yerde olanları seyretmek mi? Erdem, insanları kendi devinimleri içinde elde çekirdek bi park bankı modunda seyretmek mi? Kılınıp kıpırdatmamak mı erdem, birileri sömürmekten, zenginlikten ve bol paradan mutlu oluyor diye onların mutluluğuna engel olmamak mı? Düzen dediğiniz nedir peki? Birilerinin mutlu, birilerinin mutsuz olması mı düzen? A tabi ya paraya, işe güce bağlı değil mutluluk değil mi? Ben bıktım biliyor musunuz... uyuşmaktan uyuşturulmaktan bıktım... artık bir insanın yaşama özgürlüğünü bile engelleyebilirim. Evet, size uyabilirim. Erdem, düzen ve özgürlük üstüne uydurduğunuz onca afyonu çekmeme rağmen... Bu kirli kokuşmuş ruhlarınızdan birini cennetinize yollayabilirim. Onun içinde çözümünüz var değil mi hapsedersiniz yıllarca.

Kemal, soluğunu tuttu boğulacak gibi oldu, sonra tekrar derin derin soluklandı. Sözcükleri bitmişti. Herkesin bir ağrı, bir isyan eşiği vardır. Onun eşiği de buraya kadardı. Yeniden rüzgarla dans eden yapraklara ve ağaç dallarına bakakaldı bir süre... rahatladı. Kalktı oturduğu banktan yürümeye başladı. Nereye gideceğini bilmeyen aylak adımlardı sahip olduğu. Sadece bu aylak adımlar... Uzun süredir işsizdi. Okulu bitireli 4 yıl olmuş ve Türkiyedeki üniversite mezunu işsizler ordusuna katılmıştı o da. Savaşmamak için yetiştirilmiş askerlerle dolu bu orduda kısa zamanda üst rütbelere kadar gelmişti.

Sabahları evden çıkıyor, taksim meydanı civarında Rizeli Hasan ustanın işlettiği çay ocağına gidiyor; gazetedeki iş ilanlarına bakıyor, bir tostla kahvaltısını yapıyordu. Hasan usta, o geliyor diye iş ilanlarının en çok olduğu gazeteleri alıyordu sabahları. İyi bir insandı Hasan usta, halden anlardı. O günde Hasan ustaya uğramış sonra, bir İnternet cafe de kariyer(!) sitelerindeki diğer ilanlara bakıp, gazetede cv isteyen işletmelere cv yollayıp; bir telefon kartı almış; yan yana dizilmiş telefon kulübelerinden birkaç yeri arayıp randevu almıştı. Öğleden sonrasını bu iş görüşmeleriyle geçirmişti. Görüşmeler iyi gitmiyordu. Artık yol parası da yetiştiremez olmuştu iş görüşmelerine.

Yine böyle bitmiş bir günü parkta sonlandırmış istiklal caddesindeki kalabalığa kendini bırakmış yürüyordu. Kalabalıklarda kaybolmak, kendini kalabalıklara bırakmak, ağaç dallarını, yapraklarını seyretmekten sonra bulduğu ikinci terapi yöntemiydi. Üçüncüsü de istiklalin ara sokaklarına sapıp, cihangirdeki dostlarının evini bulmaktı. Her seferinde farklı bir sokak deniyordu cihangirdeki bu dost evine giderken ve kendini labirentteki fare gibi hissediyordu evi bulduğunda. Peyniri, biraz alkol ve uyku olan bir fare.


Balıklı Rumda çalışırken iyiydi. Ama Maltepe’den Taksime gelmek her akşam iş çıkışı tam bir kabusa dönüşüyordu Cemal için. Allah’tan, Bostancıdan Karaköye bu deniz otobüsünü keşfetmişti de üç saatlik yolculuğu bir saate inmişti. Fındıklıdan yukarı doğru yürüyerek her çıktığında İstanbul’a, yedi tepesine, iş arkadaşlarına küfrediyordu. Gün boyu tek erkek asistan olmasının verdiği matemle, bayan asistanların makyaj ve marka konusundaki konuşmalarını dinlemişti yine. Hasta sayısı az olan serviste yapılacak bir şey yoktu. Arada hastanenin hemen yanındaki kafeteryaya uğruyor kafeterya sahibi Mahmut’la konuşuyor çay içiyor, kız arkadaşıyla telefon konuşmaları yapıyordu. Kız arkadaşı İstiklal de bir kafeteryada onu bekliyordu yine. Buluşup sinemaya ya da tiyatroya gidilecekti. Oradan eve geçilecek, sonrada Cemal, kız arkadaşını evine giden ilk otobüse bindirip tekrar kendi evine dönecekti. Sıradan bir iş çıkışı modu diye düşündü Cemal. Memleketteki babasını aradı. Annesinin şekeri yükselmişti yine hastaydı. Umreye gitmeyi düşünüyordu babası. Telefonu kapatır kapatmaz kafasına yediği darbeyle yere yıkıldı.

Kemal birden bire karşısına çıkan bu adamın yanından gelip geçişini seyretmiş, yerden aldığı taşı arkasından yaklaşıp kafasına indirmişti cemalin. Ne yaptığını bilmez bir halde taşı üst üste cemalin kafasına vurmaya devam etti. Yüzüne sıçrayan kan damlalarının birinin gözüne sıçramasıyla durdu. Taşı yere fırlattı. Cihangir camisine doğru yürüdü, camiye girip elini yüzünü yıkadı. Ellerine baktı uzun uzun. Sonra caminin bahçesindeki banka oturdu. Önündeki eşsiz boğaz manzarasına daldı bir süre. Uyudu...

Caminin imamı, onu fark etmeden kapısını kitleyip cami bahçesinin, caminin hemen altındaki evine gitti. Güneşin doğmasına yakın kuş seslerine, tenindeki üşümeye uyandı Kemal. İmam sabah namazı için kapıyı açmıştı. Çıktı camiden Kemal, yürümeye başladı bir yokuştan aşağı. Solunda yan yana kapılar gördü. Bir bahçenin etrafına dizilmiş eski hurda kapılar. Üzerinde yazılar yazıyordu bu kapıların; sevda kapısı, ilim kapısı... durup uzun uzun onlara baktı. Tophane’den Taksim’e; Hasan ustanın çay ocağına doğru yürüdü.