Arama


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #6
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Barınma
Günümüzden 11 bin yıl önce yeryüzünün iklim koşulları, insanların yerleşmeler kurmalarına uygun duruma gelir. Bugüne kadar saptanan en eski yerleşme Anadolu’dadır. Anadolu’da ilk yerleşimin öyküsü günümüzden dokuz bin yıl önce Elazığ’ın Çayönü tepesindeki yerleşmeyle başlamış, değişerek günümüze kadar gelmiştir. Bilimsel düzeyde incelendiğinde bu ilk yerleşmedeki evlerin günümüz Anadolu evleriyle benzeştiği gözlenmektedir. Ev ya da konut dendiği zaman aklımıza ilk olarak dört tarafı duvarlarla çevrili, üstü kapalı, bizi tehlikelerden koruyan mekan ve bu mekanın etrafını oluşturan yaşamımız için gerekli olan diğer unsurlar gelmez mi? Öyle ya insan hem doğadan gelebilecek tehlikelerden kendini koruyacak hem de doğadan yararlanarak; toplayarak, avlanarak, tarım yaparak, beslenerek yaşamını sürdürmeye çalışacaktır. İlk bakışta barınmanın amacı; yağmur, kar, fırtına soğuk, sıcak gibi doğa olaylarından korunmak gibi görünüyordu. Ancak tüm canlıların korunma isteğindeki temel neden doğaya uyum süreci içerisinde türünün devamını sürdürebilmeye ve doğada var olma savaşını kazanma amacına yönelik değil miydi? Böyle olunca da, sadece kendini korumak için etrafına dört duvar çevirip, üstünü kapattığı konut yetmedi insana. Konutunu oluşturmak için su ve verimli topraklar aradı ve bunları bulduğu yere halk tabiriyle “kondu”.
Doğayla savaşan ve doğayla bütünleşen halk doğadan temin ettiği malzemeyle, kendi ihtiyaçları doğrultusunda, ustaların ve kendi katkısıyla değişen koşullara göre konutunu daha kompleks hale getirdi. Bu yönüyle bakıldığında da aynı zamanda; her konut oluşturulduğu çağa da tanıklık eder. Bu yapılar bize o günün, aile ve akrabalık bağlarını, komşuluk ilişkilerini, o günün insanının dünyaya bakış açısını, hayatı algılayış biçimlerini, gelenek görenek örf ve adetlerini anlatır.
Doğaya uyum sürecinde doğal malzemelerden, yöre ustaları tarafından kolektif bilinçle oluşturulan yapılar, toplumsal yaşamın sosyal ilişkilerin daha düzenli ve sürdürülebilir olması bakımından da önem taşımaktaydı. Anadolu halkının konutu nasıl kullandığına; konutla ilgili çeşitli dinsel, büyüsel ve geleneksel uygulamalara değinerek bakalım. Günlük yaşamda ev içerisinde halkın bazen bilinçli bazen de farkında olmadan sergilediği bu davranışlar; toplumun dinsel, toplumsal, psikolojik ve kültürel yapısını gözler önüne sermesi bakımından önem taşımaktadır. İnsanın doğduğu büyüdüğü tüm hayatını geçirdiği ve öldüğü evin halk kültürüne olan derin etkisini günlük yaşamla ilgili hemen her konuda görmek mümkündür. Buna özellikle günlük yaşam içerisinde kümelenen birçok halk inanışlarında rastlanmaktadır.
Eski Anadolu evlerinde konutun yerinin seçiminden başlayarak, konutun tamamlanması ve konuta yerleşilmesi sürecinde dinsel büyüsel içerikli bir takım geleneksel uygulamalara başvurulmaktaydı. Temel kazılırken kurban kesilmesi ve kanının temele akıtılarak, olması muhtemel kaza bela gibi olumsuzlukları uzaklaştırması, temele para atılarak sembolik olarak ev yerinin satın alınması, temel kazımı sırasında temelden çıkan yılan, çıyan gibi canlılara göre evin uğurlu veya uğursuz olacağına dair çeşitli yorumların yapılması gibi örnekler verilebilir.
Evin önemli bir bölümünü oluşturan ateşin ve ocağın inanç boyutuyla gerek Anadolu’nun arkaik çağlarında, gerekse Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutması ve mukaddes olarak kabul edilmesi olgusu, konuyla ilgili dinsel büyüsel bir takım uygulamalarla karşılığını bulmaktadır. Ocağın evin büyükleri tarafından yakılması, kirletilmesine karşı kesin yasaklar konulması, külüne basılmaması, evin ateşinin söneceği ve uğursuzluk olacağı kaygısıyla ateşin suyla söndürülmemesi, külle üzerinin kapatılması, ateşe tırnak ve saç atılmaması, üzerinde ölü suyu kaynayacağı inancıyla saz ayağının üstü boşken ters çevrilmesi ateş kültünün ev içi yaşamına yansıyan örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu’nun birçok yöresinde tespit edilen bu uygulamalar günün koşullarında belli bir işlevi üstlenmiş, yaşamın kolaylaştırılmasına yönelik gereksinimlere de yanıt vermiştir. Bu davranışlar zamanla gerçek anlamını kaybederek gelenekselleşmiş, insanların bilinç altına kazınmış bazen dinsel bir kalıba sokulmuş davranış biçimlerine dönüşmüştür. Evde yalnızca ocak kutsallaştırılmamış, yine aynı amaca ve yaşamı kolaylaştırmaya yönelik olarak dış dünya ile ev içerisindeki özel yaşamı ve mülkiyeti birbirinden ayıran en belirgin sınır olan kapı ve eşik de kutsallaştırılmış ve onların etrafında da birçok yasak kümesi oluşturulmuştur. Eşikten birtakım özel davranış ve sözlerle geçilmesi bu sınırı vurgulayan en belirgin uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu’nun bir çok yöresinde eşikte oturan insan düşman ya da uğursuz olarak kabul edilir, bu insanların toplumda söz sahibi olamayacağına, başlarına bir bela geleceğine, kısmetlerinin kesileceğine inanılır. Halkımız kapı arkalarında ve merdiven boşluklarında her an kendisine zarar verebilecek cin ve perilerin eğleştiğine inanır. Aslında bu yasaklarla ve buralarda var olduğuna inanılan doğaüstü güçlerle; evin en işlek bölümü olan kapı ve eşiğin gereksiz yere işgal edilmemesi sağlanmıştır.
Eve yüklenen kutsallığı daha da belirginleştirmek için uygulamalara birkaç örnek daha vermek yerinde olur. Altında mezar olan evin uğursuzluğuna inanılır o evde, malın çoğalmayacağına; meftanın ev halkını rahatsız edeceğine ve o evde doğan çocukların sakat olacağına inanılır. Bu nedenle Anadolu’nun birçok yöresinde, temel kazımı sırasında, mezar çıkması halinde ev yeri değiştirilmektedir.
Sabah güneş doğmadan evin kapısının önünde sağ tarafta melayikeler, sol tarafta şeytan bekler, kapı erkenden ve besmeleyle açılırsa melek o evin o günkü nasibini verir. Temizlenmeyen evlere cin peri gelir bulaşıklar yıkanmamışsa onları yalar, kirli tabakların içlerini şeytan pisler. Bu ve benzeri uygulamalar ev içerisinde günlük yaşamı ve hijyeni sağlamak için dinsel büyüsel uygulamalar olarak oluşmuş ve zamanla geleneğe dönüşmüştür.
Anadolu kültüründe bolluk ve bereket önemli kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Akşam namazından sonra evden ateş, maya, tuz verilmez, verilirse evin bereketinin kaçacağına inanılır. Bahçe kazılmadan komşuya akrabaya tohum verilmez, verilirse o yıl bahçeden ürün alınmayacağına inanılır. Perşembe günü çamaşır yıkanırsa zengin olunacağına, Cuma günü çamaşır yıkanırsa evin bereketinin kaçacağına inanılır. Evin yapımı bitip, taşınılırken bolluk bereket olsun diye eve ilk olarak un, mısır, pirinç gibi yiyecekler götürülür. Eve karınca üşüşmesi karıncanın çalışkan bir böcek olması nedeniyle bereket; bolluk ve uğur olarak yorumlanır. Anadolu kültüründe; geçiş dönemleri etrafında oluşan uygulamaların ev içi yaşamına yansıyan bölümü de oldukça zengin uygulamalar içermektedir. İnsanın ilk evresi ve yaşamın başlangıcı olarak kabul edilen doğum etrafında oluşan eve dayalı uygulamalar geçmişte olduğu gibi günümüzde de yer yer geçerliliğini sürdürmektedir.
Kırk suyu tuvalete dökülmez, evin damlalıklarının altına dökülmez, buralarda cin ve perilerin eğleştiğinden çocuğa kırk basacağına inanılır. Kırk suyuyla kırklanan loğusa kadın ve çocuktan sonra leğende kalan su; “kırkımız çıktı korkumuz bitti diyerek” evin duvarlarına, dip ve köşelerine serpilir, bu yolla kırklanarak temizlenen loğusa ve çocuk gibi kırk gün kirli olduğuna inanılan ev de temizlenmiş kabul edilir. Kırk suyuna çıkı edilerek atılan arpa kırklama işleminden sonra evin ambarına atılır ki bolluk olsun. Artan kırk suyu kırklama işlemi bittikten sonra damların düzeltildiği taş silindirin üzerine dökülür ki çocuğun yüreği taş gibi olsun. Kırklı çocuğun evinden ateş alınmaz, alınırsa çocuğun huysuz olacağına inanılır. Kırklanan çocuk evden ilk dışarı çıkarıldığı zaman çocuk ileri gitsin çabuk büyüsün diye evden ileri bir yere götürülür. Kırklı çocuk ateş kenarına ve eşik yakınına bırakılmaz bırakılırsa şeytanın çocuğu, kendi çocuğuyla değiştireceğine inanılır.