İngiliz Art Nouveau Hareketi
İngiltere’de Art Nouveau hareketi mimarlık ve endüstri tasarımından çok, grafik tasarım ve illüstrasyon dallarında etkili olmuştur. Bu dönemde henüz W. Morris’in kurduğu Arts and Crafts hareketi etkisini sürdürmekte, el sanatları endüstriye üstün tutulmaktaydı. Sanatsal afişin –salt işlevsel afişin dışında- gelişmesi, yine bu zamanda iyi yönlenmiş seçkin bir sanatçı kesiminin, öncü anlayışıyla mümkün olmuştur. İngiltere eski büyük boyutlu yazı afişlerinin odak noktasıydı. Bundan dolayı bu ülkede uluslar arası sanat anlayışının yanında milli anlayış da ilk resimli afişlerin kendine özgü tarz ve üslubunda belirleyici bir rol oynamıştır. İngiliz Art Nouveau hareketini oluşturan en ünlü sanatçılardan biri Aubrey Beardsley’dir. Pre-Rafaelitlere ve Morris hareketinin düşüncelerine büyük hayranlık duyan Beardsley 1892’de yirmi yaşındayken Malory’nin “Mort d’Arthur” kitabını resimlemiştir. Alışılmamış, düşsel ve abartılı bir uzunlukta tasarlanmış insan figürleri ve ağır siyah biçimlerin yer aldığı bu illüstrasyonlarda Japon kalıp baskıları, W. Morris’in üslubu ile birleşerek yeni bir sentez oluşturmuştur. Sonradan Art Nouveau’nun örnek yapıtları olarak kabul edilecek olan bu illüstrasyonlar 1893’te tüm Avrupa’da okunacak olan “The Studio” adlı derginin ilk sayısında yayınlanmış ve mevcut sanat ortamını büyük oranda etkilemiştir. Beardsley’in 1894’te Oscar Wilde’nin “Salome” adlı eserinin İngilizce basımına hazırladığı illüstrasyonlar, kadın figürünü apaçık bir erotik duyarlılıkta resimlemesi nedeniyle, genç Viktorya dönemi İngiliz toplumunda, şok etkisi yaratmıştır. Yine 1894’te çıkmaya başlayan ve sanat yönetmenliğini Beardsley’in yaptığı bir yazın ve sanat dergisi olan “The Yellow Book” açık sarı renkteki kapağı ile Londra’da yenilik ve ahlaka aykırılığın sembolü olmuştur. Güçlü desenleri, şok etkisi yaratan egzotik, düşsel tarzıyla Aubrey Beardsley 26 yaşında ölmesine rağmen, tüm Avrupa ülkeleri ve Amerika’daki tasarım ve illüstrasyonun gelişmesinde etkili olmuştur. Grafik tasarım tarihinin ünlü iki ismi de, “The Beggarstaffs” (Beggarstaf’lar) takma adını kullanan James Pryde (1866–1941) ve William Nicholson (1872–1949)’dur. İngiltere’de ilk sanatsal afişlerin gelişmeye başladığı 1890’lı yıllarda Beggarstaff’lar modern anlamdaki afiş tasarımının örneklerini vererek, özgün tarzlarını duyumsatmışlardır. Sonradan kolaj adı verilecek olan yeni bir yöntemle o dönem için alışılmamış grafik montaj tekniklerini uygulamışlardır. Kompozisyonlarda, büyük alanlara yer vermek, sanatsal anlamda ise – ‘Less is more’ (az ve öz) görüşüne uygun olarak – son derece ekonomik çizgilerle çözümlemeye gitmek onların çalışmalarını belirleyen başlıca özelliklerdir. Bir perdelik oyun “Don Kişot Lyceum’da” afişinde pozitif ve negatif alanlar net olarak birbirinden ayrılmakta, az sayıda kullanılan çizgiler dikkati çekmektedir. Beggarstaffs gibi afiş ve reklâm tasarımını tercih eden bir ressam da Dudley Hardy’dir. Dudley Hardy, Fransız afişinin resimsel grafik niteliklerini İngiltere’ye taşıyarak, İngiliz afiş sanatının uluslararası alanda büyük bir atılım yapmasını sağlamıştır. Bu tutumun en tipik örneklerinden biri “A Gaiety Girl” (1893) afişidir. Hardy’nin güçlü yapıtlarının hemen hepsinde, yazı ve figürler düz, derinliği olmayan bir fonun önünde yer almışlardır.
Glasgow Okulu
Beardsley’in ürünlerinin sergilendiği “The Studio” isimli dergi, bir grup genç İskoçyalı sanatçıyı çok etkilemişti. Bu sanatçılar Charles Rennie Mackintosh (1868-1955) ve iki kız kardeş Margaret Macdonald (1865-1933) ve Frances Macdonald (1874-1921)’dır. Glasgow okulu olarak bilinen, aynı zamanda the Four Macs olarakta adlandırılan bu dört sanatçı Avrupa kıtası ve özellikle Viyana’da büyük beğeni toplayan, ancak İngiltere’de, çoğunlukla yadsınan, lirik bir özgünlüğe sahip, benzersiz bir stil geliştirmişlerdir. Glasgow Okulu çiçekli ve yuvarlak çizgilerden oluşan Fransız üslubu yerine, daha sade ve zarif bir geometrik düzen geliştirmiştir. Mackintosh başlıca tasarım elemanı olarak uzun düşey çizgiler kullanmış ve bu uzun çizgileri kavisli dönüşler yaparak yatay çizgilerle yuvarlak biçimde birleştirmiştir. Dar dik açılar ve ince uzun dikdörtgenlere karşıt olarak ovaller, daireler ve yaylar kullanarak karakteristik kompozisyonlar oluşturmuştur. Macdonald kardeşlerin güçlü dinsel inanışları nedeniyle, sembolizmi ve mistik fikirleri benimsemeleri, Mackintosh’un strüktürlerinde de kendini göstermiş, kadınca, masalsı bir fanteziyi çağrıştıran ve melankolik bir hüzünle tarif edilebilecek üstün bir stil ortaya çıkmıştır. Son derece nitelikli ve sade bir incelik içerisindeki grafik tasarımlarının yanında, Mackintosh’un asıl başarılarını mimari, endüstri tasarımı ve iç mekân düzenlemesi konularındaki çalışmaları, meydana getirmiştir. Glasgow Okulu, yapıtlarıyla başta Viyana Stili olmak üzere tüm Avrupa’yı etkilemiş ve 20. yüzyılın estetiğini oluşturma yolunda önemli bir köprü meydana getirmiştir.