İş Alanı ve Geçim kaynağı Olarak Orman
Ormanlar, sağladıkları maddi yararların, manevi-kolektif-sosyal değerdeki işlevlerinin yanı sıra, sürekli ve geniş hacimli iş alanı olarak da insanlara büyük katkı sağlamaktadır. Çünkü ormanlar, gerek dikim, bakım, üretim; gerekse işletme, pazarlama vb. süreçlerde insan emeği gerektirdiğinden, sonuçta bir iş alanı olarak da büyük önem taşımaktadır. Bu alandaki işlenimler ve işlendirmeler, ülke ekonomisine katkının bir başka boyutunu daha dile getirmektedir. Çünkü,ş iş alanında ve işlendirme, işleme ilişkilerinden oluşan bu ekonomik zincir, etkisini ulusal ekonomide de göstermektedir. Nitekim, ormanların gayri safi milli hasılaya katkısının, resmi rakamların bir hayli üzerinde olduğu saptaması da bu gerçeği vurgulamaktadır.
Öte yandan orman alanlarının, kişi başına gelirin en düşük olduğu, işsizliğin yoğun görüldüğü yörelerde yayılış göstermesi, ormancılık sektöründeki işlendirmelerin çok önemli bir başka boyutunu daha ortaya koymaktadır. Yani ormancılık sektörü, işlendirme kollarında artış sağlayarak, orman çevresinde yeni sanayi kollarına rehberlik etmekte; sonuçta işsizliğin ve köyden kente göçün önlenmesi, bölgeler arası dengesizliğin giderilmesi, orman köylüsünün yaşam düzeyinin yükseltilmesi gibi işlevlerle toplumsal kalkınmada katalizörlük görevi üstlenmektedir.
Orman köylüsü, kendisine yönelik tarımsal uğraşlarının en alt düzeye indiği kış aylarında da işlendirilmektedir. Böylece bir yandan orman ürünlerinin teknik ve fizik özellikler açısından nitelikli olması sağlanırken, orman köylüsünün daha fazla kazanç elde etmesi olanağı yaratılmakta, bu yolla kendilerine “erken üretim primi” kazandırılmaktadır.
Ancak, tüm orman köylüsünün ormancılık sektöründe işlendirilebilmesin beklemek çor zordur, hatta olanaksızdır.
Orman köylüsü, ormanlardan, bir geçim kaynağı olarak da yararlanmaktadır. Bir başka anlatımla orman, köylüyü bir yandan işlendirirken, bir yandan yaprağı, çiçeği, meyvesi, tohumu, mantarı vb. yan ürünleriyle tenceresine girip onu aynı zamanda aşlandırmaktadır.
Ulusal Güvenlik ve Savunmada Orman
Orman, bütün işlevlerinin yanında insanlarda iyimserlik duyguları da uyandırmaktadır. Bu doğrultuda güven pekiştirmekte, yanı sıra ulusal güvenliğin ve savunmanın ana damarlarından biri olarak da önemli rol üstlenmektedir.
Ormanın, savaş ekonomisi ve tekniğine yönelik sağladığı katkılar bunlar arasında gösterilebilir. Örneğin savaş tesisleri, çeşitli araç, gereç ve silahın yapımı odun kullanmayı gerektirmektedir. Ormandan elde edilen yan ürünler, örneğin reçine, katran ve tanenli maddeler de savaş ekonomisinin işleyişi içinde yer almaktadır.
Ormanlar, bir yandan ulusal güvenlik ve savunma için kilit oluştururken, öte yandan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin olanaklarını da artırır. Çünkü orman, Silahlı Kuvvetlere, en azından hareket serbestisi kazandırır. Ayrıca ormanların, yurdu düşmanın gözünden ve silahlarından koruyabilmek gibi kimi yetenekleri de söz konusudur.
Nitekim Çanakkale Savaşları sırasında, ulusal güvenlik ve savunmada kazandırdığı yeteneği zayıflatmak amacıyla, orman da hedef alınmıştır.
Çevre ve Orman
Çevre, insan ve ekoloji sözcükleri, artık yüzyılımızı simgeleyen üçlü bir deyim haline gelmiş bulunmaktadır. Bilindiği gibi “çevre”, canlıların yaşamasını sağlayan ve onları sürekli olarak etkisi altında bulunduran faktörler kompleksidir.
Son iki yüzyılda insan; sanayi, tarım, tıp vb. alanlarda gerçekleştirdiği devrimlerle, doğada oynadığı rolünü tam anlamıyla ön plana çıkarmış, ama buna paralel olarak, peşine pek çok çevre sorununu da takmıştır.
Bu haliyle çevre sorunları, bir açıdan ve bir ölçüde "orman sorunlarına dönüş*mek durumunda kalmıştır. Çünkü çevre sorunlarının başlıcaları olarak gösterilen hava, su toprak, gürültü kirlilikleri ile öteki kirliliklerin önlenmesinde, hatta giderilmesinde çevre dostu" olarak ormanlar, doğrudan büyük işleve sahiptir Nitekim ormanlar, bazen çevre sorunlarından etkilenen bir hasta, bazen de onun koruyucu hekimi durumundadır.
Ormanları hasta eden kimi çevre sorunlarına başlıklar halinde değinelim:
ØDünya nüfusu son çeyrek yüzyılda hiç değilse dörtte bir oranında artmış bulunmaktadır. 2010 yılında toplam dünya nüfusunun bugüne oranla l milyar daha artarak, 7 milyara ulaşacağı, hatta bunu aşacağı kestirilmektedir.
ØDünyamızda yaklaşık 30 milyon civarında canlı türü vardır. Ancak bunun, yaklaşık 1.5 milyonu tanımlanabilmiştir. Tanımlanabilen canlıların 750.000'i bö*cekler, 41.000'i omurgalılar, 250.000'i bitkiler, geriye kalanı ise omurgasızlar, mantarlar ve mikroorganizmalardır. Ne var ki biyolojik çeşitlilik, geçmişe göre çok daha fazla tehlike altındadır. Araştırmalara göre, önümüzdeki çeyrek yüzyıl içinde dünyadaki türlerin ortalama %25'i yok olma tehdidiyle karşı karşıyadır. ABD'de bi*yolojik çeşitliliğin devamı konusunda yapılan bir araştırmanın sonucu, durumun ciddiyetini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu araştırmaya göre, 1600-1900 yıllan arasında 75 canlı türü yok olmuştur. 1900-1950 yılları arasında ise yine 75 canlı türünün yok olduğu saptanmıştır. Buradan yola çıkılarak yapılan uz-görü (projeksiyon) ve öngörülerle de, 2000 yılının sonuna kadar 50 000 türün yok olacağı hesaplanmıştır.
ØHabitatların bozulmasına bağlı olarak, dünyada her yıl 25 milyon tonun üzerinde verimli üst toprak taşınmakta, 1.5 milyon ha sulu arazi de kaybolmaktadır.
ØMavi gezegenimizde su açığı, her geçen gün artmaktadır. Dünyadaki su rezervlerinin %69'u tarımda, %23 u sanayide kullanılırken, yalnızca %8'i konutlarda Kullanılmaktadır. Bu arada suyun, son üç yüzyıl içinde 35 kat azaldığı tahmin edil*mektedir.
ØKentleşme, sanayileşme, turizm, bitki ve hayvan ticareti, atık maddeler vb. nedenlerle deniz kıyı şeridindeki ekosistemler, hızlı bir bozulma içindedir. Önümüzdeki 30-40 yıllık süreçte bu bozulmanın çok daha büyüyeceği, çözümü zor karmaşık sorunlarla boğuşulmak zorunda kalınacağı kestirilmektedir.
Øİklim değişikliği, küresel ısınma, sera etkisi, ozon tabakasının incelip delinme-si, asit yağmurlan, radyoaktif serpintiler, virütik salgınlar vb. terimler, 1980'lerde bilimin sözlüğünden çıkıp, küresel çevre sorunları olarak birer birer günlük yaşa*mın sözlüğüne girmiştir.
Dünyamızda, bilinen 2 milyon çeşitten fazla kimyasala, her yıl 50 000 çeşit yeni kimyasal daha eklenmektedir. Amerika Kimyacılar Derneği, kullanımda olan kimyasal sayısının 63 000 dolayında olduğunu sanmaktadır. Kimyasallardan ancak 6 000 kadarı, mutasyon yapma ve kansere yol açma potansiyelleri açısın*dan denenebilmiştir. Geriye kalanların ne çeşit etkileri olduğu konusunda ise ne yazık ki bilgimiz bulunmamaktadır. Oysa, çevresel kirleticilerin kansere yol açabi*leceği gerçeği, ilk kez İngiltere'de 1775'te baca temizleyicilerinde skrotum kanser*lerine daha sık rastlandığının ortaya çıkmasıyla öğrenilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, henüz yöresel konumda seyreden çevre kirliliği, ileride kıtalararası bir nitelik ka*zanacak; belki de savaş, açlık, doğal afet vb. büyük sorunlar konumuna girerek, in*sanoğlunun gündeminde ilk sırayı alacaktır.