Arama

Medya Haber - Tek Mesaj #72

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Nisan 2006       Mesaj #72
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Liberaller liberallik ile demokratlık arasındaki farkı anlamakta zorlanıyorlar. Çünkü onların dünyasında liberalizm insanlığın doğasına, yani özüne hitap eden en ileri anlayış. Öyle ki özgürlük, hak ve demokrasi gibi kavramların ‘doğru’ içerikleri hep liberalizmde yatmakta.

Böylece aynı kavramları farklı biçimde algılayan ve kullanan ideolojik yaklaşımlar, liberalizmin insanlık adına mücadele ettiği anlam dünyalarına dönüşebiliyor. Bu açıdan bakıldığında liberalizmin epeyce pozitivist bir temele oturduğunu, tam da bu nedenle sekülarizmin ‘ilerlemeci’ cazibesi altında ezildiğini ve sonuçta niçin Bush gibi insanların ‘demokrasi havariliği’ne dayanan otoriter tahakkümcülüğünü engelleyemediğini anlıyoruz.
Oysa liberalizm de diğer birçok ideoloji gibi belirli bir zihniyete dayanmakta ve ancak o çerçevenin ima ettiği varsayımlarla ayakta durmakta. Aydınlanma’nın ürünü olan relativist zihniyetten beslenen söz konusu kabule göre insanları bilgileri itibarıyla mukayese etmek mümkün değildir, çünkü kimsenin yaşam deneyimi tam olarak bir başkasınınkini kapsayamaz. Dolayısıyla bu bilgilere dayanan bireysel tercih ve taleplerin ‘nesnel’ bir biçimde değerlendirilmesi olanaksızdır. Bu nedenle toplumsal yaşam karşılıklı tavizler sayesinde varılan uzlaşma noktalarını gerektirir. Toplumun yüksek sayıda birey içermesi halinde ise, tek meşru çıkış yolu farklı talep ve tercihlerin sayılarak çoğunluğun isteğinin yerine gelmesidir. Kısacası liberalizm açısından demokrasi, hem anonim hem de toplumsal olduğu için aynı zamanda meşru da olan teknik bir uzlaşı mekanizmasından ibarettir. Sekülarizmden beslenen birey, hak ve özgürlük anlayışı ise, rasyonel ve eşit bireyleri ima ettiği ölçüde söz konusu uzlaşıyı felsefi açıdan mümkün ve meşru kılar...
Ne var ki bu algı biçimi dışımızdaki gerçekliği nasıl bilgiye dönüştürdüğümüz sorusuyla doğrudan bağlantılı. Liberalizmin dayandığı epistemolojik relativizm, tek tek her insanın duyu organları sayesinde gerçekliğin doğru bilgisine ulaşabileceğini ama bu bilginin daima eksik kalacağını ima eder. Dolayısıyla liberal birey gerçekliğe ilişkin eksik bilgi sahibi olduğunu bilse bile, kendi sınırlı bilgisinin sahihliğinden emindir. Tam da bu nedenle diğerleriyle ‘konuşması’ gerekmez... Liberal demokrasinin içsel mantığı tam da bu noktaya dayanır. Aksi halde oy vermenin ‘demokrasi’ olarak algılanması mümkün olmazdı.
Buna karşılık demokratlık epistemolojik relativizmi reddeder. Buna göre insanoğlu hiçbir konuda, hiçbir zaman sahih bilgi sahibi olamaz... Çünkü her şeyden önce insan olmanın getirdiği algı kısıtlamalarını aşamayız. İnsan olarak dışımızdaki gerçekliği hiçbir zaman ne kadar doğru algıladığımızı bilemeyeceğiz ve bu bilgisizliğe mahkum olarak yaşamak zorundayız. Dolayısıyla zihnimizin dış gerçekliği daima bir biçimde çarpıttığını, onu kategorize ettiğini kabul etmek gerekiyor. Burada da bir tür relativizm var ama bu ontolojik bir relativizm... Doğruyu söyleyecek hiçbir kamusal otoritenin olmaması yanında, bireysel kanaatlerin de gerçekliği temsilde doğruluk iddiasında bulunamayacağını söylüyor. Tam da bu nedenle insanlar birbiriyle ‘konuşmak’ ve ortak öznellikler üzerinde fikir birliği üretmek durumundalar. Demokrasi, doğruların ne olduğunu bilmediğimiz ve bu bilgisizliğimizin farkında olduğumuz bir dünyada ‘ötekilerle’ birlikte geçici ortak doğrularımızı arama çabasıdır. Demokratlık bu farklılık sayesinde liberalizmin yapamadığını yapar, toplumsal bir ahlakı mümkün kılar... Otoriterlikle mücadele süreci içerisinde Aydınlanma’nın bu iki damarı uzun süre iç içe algılandı. Bugün bizzat liberalizmin otoriterliğe doğru salınması, artık demokratlığı özgürleştirmenin zamanının geldiğini gösteriyor.