Arama


Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
13 Haziran 2008       Mesaj #3
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Gübre Üretimi

Bitkisel üretimin ve çiftçilerin gelirlerinin artırılabilmesinin verimliliğin artırılmasına bağlı olduğu, verimliliğin geliştirilmesinde ise en etkin yollardan birisinin doğru gübre kullanımı olduğu bilinen bir gerçektir. Gübrelerin verimlilik artışındaki payı koşullara göre değişse de, genel olarak % 50civarında olduğu ifade edilmektedir (Aydeniz, 1992). Yurtsever ve Ülgen (1992), Türkiye koşullarında yaptıkları bir hesaplamayla 1990 yılı fiyatları dikkate alındığında gübreleme için yapılan masrafın aynı yılın sonunda yaklaşık 10.5 kat olarak geri döndüğünü bildirmişlerdir. Bu hesaplamalar gübreleme yoluyla yapılan yatırımın çok karlı ve alternatifsiz olduğu gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu ekonomik kazanç yanında, gıda üretimi bakımından ülkemizin kendi kendine yeterliliğinin sağlayacağı stratejik ve sosyal yararları rakamlarla ifade etmek mümkün değildir. Bu ölçülerde önemli olan gübre kullanımı devletçe de desteklenmiş ve bunun sonucu olarak da gübre tüketim düzeyimiz hızla artarak bu günkü seviyelere ulaşmıştır. Ancak bu önemli girdi ile ilgili sektörün pek çok sorunu söz konusudur. Toplumsal hayatı dolaylı ama etkin biçimde etkileyen bu sektörün, yeterli dinamizmden yoksun olduğu görüşündeyiz. Pek çok sorunu olan gübre sektörünün her fırsatta durumunun gözden geçirilmesi, sorunlarının tartışılması ve çözümler üretilmesi ekonomik açıdan önemli olduğu kadar sosyal ve stratejik bir değere de sahiptir.



ÖZET

Bitkisel üretimde verimliliğin artırılabilmesindeki en etkin araçlardan birisi kimyasal gübrelerdir. Bu özelliği nedeniyle devletçe önemli bir kaynak ayrılarak bu girdi desteklenmektedir. Gübre kullanımının verim üzerine açık etkisinin görülmesi ve desteklemenin teşviki gibi nedenlerle ülkemiz gübre tüketimi hızla artmıştır. Ancak son yıllarda tüketim artış hızında bir yavaşlama eğilimi belirmiştir.Gübre sektörü; üretimi, taşınması, depolan-ması, uygulanması, bitkisel verim ve kaliteye etkisi gibi yönleriyle çok yönlü,dinamik, toplumsal hayatı doğrudan ve dolaylı olarak ciddi bir şekilde etkileyen sektörlerden birisidir. Sektörde zaman içerisinde önemli değişimler meydana gelmektedir. Bu değişimlerin gelecekte de hızlanarak devam edeceği açıktır.

Önemi ölçüsünde yeterince tartışılmayan gübre sektörü,bilgi üretme ve kullanımında yeterli dinamizmden yoksundur. Bu makale çok yönlü olan bu konuda bazı noktalarda tespitler ve öngörüler yapmak suretiyle, konunun tartışılması için mütevazı bir katkı olarak düşünülebilir.


1- GÜBRE ÜRETİMİ

Gübre tüketimimize benzer şekilde gübre üretimimiz de planlı kalkınma dönemi içerisinde önce hızlı bir artış göstermiş, daha sonra bu artışın hızı yavaşlamış ve VII. beş yıllık kalkınma döneminde ise maalesef düşüş göstermiştir (Şekil 7). Plan dönemlerindeki üretim ve tüketim arasındaki farka diğer bir ifade ile üretim açığına baktığımızda, üretim açığının II. plan döneminde arttığını, daha sonra azaldığını ancak V. plan dönemi ile birlikte yeniden artışa geçtiğini görüyoruz . Besin maddeleri bakımından üretim açığını plan dönemleri bakımından incelediğimizde VII. beş yıllık plan döneminde azotlu gübrelerde üretim açığının % 20.97, fosforlu gübrelerde % 25.17, potasyumlu gübrelerde ise % 4.08 olduğunu görüyoruz.

Mevcut gübre fabrikalarının kapasitelerine baktığımızda 1990-1994 yılları için yaklaşık 2.2 milyon ton’luk (N+P2O5) bir üretim kapasitesinin olduğunu görüyoruz (Çizelge 9). Aynı yıllardaki N+P2O5 tüketimimizin ise 1.8 milyon ton olduğunu dikkate aldığımızda üretimin tüketimi karşılaması beklenir. Ancak gerçekleşme yukarıda da bahsedildiği gibi hiç bir zaman böyle olmamıştır.

Gübre fabrikaları çeşitli nedenlerle tam kapasite ile çalışamamaktadır. Ancak bu kapasite kullanım oranları çeşitli gübre cinsleri için çok farklı olabilmiştir. Nitekim 1990-1994 döneminde üre gübresi üretiminde kapasite kullanım oranı % 97.6 olabilmişken, triple süper fosfat üretiminde % 29.4 olarak gerçekleşmiştir. Burada son yıllarda triple süper fosfat gübresinin kullanımına karşı olan ilginin azalması diğer bir ifade ile talep düşüklüğü rol oynamıştır. Talepteki bu düşmenin öngörülememesinin sektör için düşündürücü olması gerekir. Benzer şekilde gübre sektörünün kurulu kapasitesinin 1990-1994 yılları için N/P2O5 olarak 1.36 olduğunu görüyoruz. Halbuki aynı yıllardaki tüketim dengesinin 1.87 olduğunu dikkate aldığımızda, gübre fabrikalarının yatırım aşamalarında gübre tüketiminin geleceği konularında öngörü yetersizliklerinin olduğunu düşünüyoruz.

Gübre sektörünün üretim kapasitesini kamu ve özel kesim olarak irdelersek, sektörün hala yarıdan fazlasının kamunun elinde olduğunu görüyoruz. Bu durum sektörde tam rekabet kurallarının işletilmesinde önemli bir problem olarak durmaktadır. Zaten bu ve buna bağlı pek çok nedenle sektörde yeni yatırımlar yapılmamaktadır. Sektörün sermaye yoğun yatırımlar gerektirmesi ve sektördeki belirsizler yeni yatırım yerine, yenileme yatırımlarının tercih edilmesine neden olmaktadır. Kamu sektörünün içinde bulunduğu ekonomik dar boğazlar ve yatırım gücündeki yetersizlikleri dikkate aldığımızda yeni yatırımların mümkün olamayacağını, hatta yenileme yatırımlarında da önemli dar boğazların olacağını öngörmeliyiz. Bu nedenlerle kamu tesislerinin çeşitli yöntemlerle özel sektöre devri sektörün kendini yenilemesi bakımından pek çok yarar sağlayacaktır. Ancak, kamu tesislerinin özel sektöre devrinde üretici birliklerine tekelleşme sağlamayacak şekilde ama öncelikler sağlanması yoluna gidilmelidir. Bu konudaki çalışmaların detayı muhakkak tartışılmaya muhtaçtır.

Gübre üretiminde çeşitliliğinin artırılmasına özel bir önemin gösterilmesine gerek vardır. Özellikle kompoze gübrelere olan talep artışı bu konuda çalışmaların yoğunlaştırılmasını gerekli kılmaktadır (Kaplan, 1999). Nitekim son yıllarda farklı bileşimli yeni kompoze gübreler üretilerek piyasaya sürülmüştür. Ancak seçilen bazı kompozisyonlar yetersiz ön çalışmaların ve pazarlama metotlarının sonucu olarak piyasada beklenilen ilgiyi görememiştir. Bu konuda yeni öneriler var olmakla birlikte bazı olumsuz deneyimler üreticileri atak davranmaktan alıkoymaktadır. Ancak bu tür yeni gübrelerin diğerlerine göre daha fazla desteklenmesi, gübre üreticilerini daha istekli hale getirebilir. Bu çerçevede gübre üreticilerin sıvı gübre üretimlerine yönelmeleri, mikro element içeren gübreleri çeşitlendirmeleri hatta mikrobiyel gübre üretimine yönelmeleri sağlanabilir.

Gübre ham maddeleri bakımından dışa bağımlılığımız; ucuz ve kaliteli ham madde teminindeki güçlükler sektörün en zayıf noktalarıdır. Fosfat kayası, pirit, kükürt, potas, doğal gaz ve kömür ana maddeleri; bu maddelerden üretilen amonyak, sülfirik asit ve fosforik asit ara maddelerdir. Ana maddelerden fosfat kayası büyük potansiyeller sunmasına rağmen tenörlerinin düşük olması nedeniyle istenilen üretim sağlanamamaktadır. Üretim maliyetinin yüksek oluşu ve talebi karşılayamaması ithalatı gerekli kılmaktadır. Fosfat kayası ithalatı genellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden yapılmaktadır. Diğer ham maddelerden pirit ve kömürde şimdilik dar boğaz görülmemektedir. Kükürt için yeni yatakların bulunması gerekmektedir (Uncugil, 1991). Ham madde kaynaklarımızın rezervlerinin yetersiz, tenörlerinin düşük, üretim maliyetlerinin dış pazarlarla rekabet edememesi, ithalatı zorunlu kılmaktadır. Ancak bu alanda yapılacak çalışmalarla (arama ve uygun teknolojiler geliştirme) ithalat miktarları önemli ölçüde azaltılabilir. Amonyak üretimi için doğal gazın kullanımı maliyetlerin azaltılabilmesi imkanı sağlamaktadır. Ancak bu konuda mevcut linyit yataklarımızın değerlendirilmesi de uzun vadede gözden uzak tutulmamalı bu noktadaki teknolojik geliştirmeler üzerinde durulmalıdır. Kısa ve orta vadede ise doğal gaz temininde görülebilecek gelişmeler ümit verici gözükmektedir.

Gübre üretiminde meydana gelen emisyonlarda kükürt oksitler, azot oksitler ve toz genel kirleticiler olup amonyak ve flor bileşikleri bu çerçevede sayılabilir. Ayrıca atık sular üretim faaliyeti konusuna göre amonyak, azot, fosfor, sülfat, flor bileşikleri, kadmiyum ve askıda katı maddeler, klor, demir bileşikleri, hidrazin yağı, gres çökelebilen katı maddeler içerebilmektedirler. Gübre üretim tesislerinin bahsedilen bu maddeler yoluyla çevreye verdikleri zararlar çok çeşitli faktöre göre değişkenlik göstermektedir. Bu etkilerin azaltılması için yapılabilecekler de çeşitlidir, ancak genellikle ortak özellikleri büyük yatırımlar gerektirmeleridir. Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde bu yatırımlar bir gereklilikten zorunluluğa dönüşecek ancak bu konuda fonlardan çeşitli finansman olanakları elde edilebilecektir. Hükümetin bu konuda teşvik edici ve destekleyici olmasına gerek vardır.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 21 Mayıs 2010 18:26