PARTİ YASAKLARININ İHLALİ
Anayasa, yukarıda sayılan yasaklar karşısında, siyasal partilerin tüzük ve programlarının bu yasaklara aykırı olması ile eylemlerinin aykırılığını birbirinden ayırmıştır. Bu, siyasal partilerin söz konusu yasakları iki şekilde ihlal edebilecekleri anlamına gelir. Birincisi tüzük ve program yoluyla ihlal, ikincisi ise, eylem yoluyla ihlaldir.
A- Tüzük ve Program Yoluyla İhlal
Anayasa, bir partinin tüzük ve programının 68. maddenin dördüncü fıkrasında sayılan esaslara (parti yasaklarına) uygun olmaması durumunda doğrudan kapatılacağını hükme bağlamaktadır. Anayasanın bu hükmü, daha yeni kurulan ve hiçbir eylemi olmayan partilerin bile kapatılmasına yol verir niteliktedir ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuya ilişkin tutumuyla bağdaşmamaktadır.
Oysa, Türk doktrininde de savunulduğu gibi, bu durumdaki partilerin doğrudan kapatması yoluna gidilmeyip, en azından, daha önce bir ihtar mekanizmasının devreye sokulması ve böylece partiye amacını aşan hususları düzeltme olanağının verilmesi isabetli olurdu.
B- Eylem Yoluyla İhlal
Siyasal partiler, Anayasada gösterilen yasakları tüzük ve programlarıyla olduğu gibi, eylemleriyle de ihlal edebilirler. Bu da bir kapatılma nedenidir. Fakat bir partinin, Anayasada gösterilen esaslara aykırı eylemde bulunmaktan dolayı kapatılabilmesi için, ”odaklaşma” olgusunun gerçekleşmesi gerekir. Kuşkusuz böyle bir koşulun aranması, siyasal partiler için önemli bir güvence teşkil etmektedir. Fakat bunun gerçek anlamda bir güvence olarak kabul edilebilmesi için, siyasal parti eylemlerinin parti kapatma nedenlerine aykırılığında odaklaşma olgusunun açıklığa kavuşturulması, yani odak olmanın kriterlerinin belirgin bir biçimde ortaya konması gerekmektedir.
ODAKLAŞMA OLGUSU
Odak Kavramı
Sözcük anlamıyla, ışık ya da ısı kaynağından çıkan ışınların toplandığı nokta olarak tanımlanan ”odak” kelimesi, dilimizde, ”merkez nokta” manasında da kullanılır. Dolayısıyla, sözcüğün bu asıl anlamına sadık kalarak, bir partinin, parti yasaklarına ilişkin eylemlerinden ötürü kapatılabilmesi için, o eylemlerin merkezi haline gelmesinin gerektiğini söyleyebiliriz. Kuşkusuz bir partinin yasak fiillerin odağı sayılması için, Anayasada sayılan yasak eylemleri, amacına ulaşmış olma biçiminde gerçekleştirmiş bulunması beklenemez. Çünkü böyle bir durumda demokratik düzen yıkılmış ve partinin kapatılması da olanaksız bir hale gelmiş sayılır. Bu yüzden partinin faaliyetleriyle bu amacı güttüğünün anlaşılmış olmasını yeterli saymak gerekir.
Odaklaşma olgusunun gerçekleşmiş sayılabilmesi için, partinin yasaklanan amaca yönelik faaliyetlerinin belirli bir yoğunluğa ulaşmış olması ve bunun partinin bütününe mal edilebilmesi şarttır. Partinin, tek ya da sınırlı sayıda eyleminin odaklaşmaya neden olabileceğini düşünmek, hem odak sözcüğünün anlamına sığmaz, hem de kavramın sağlamış olduğu güvenceyi manasız kılar.
Özetle, bir partinin yasak eylemlerin odağı haline gelmesi, onun bu tür faaliyetlerin merkezi olmasıyla mümkündür. Bu çerçevede, bir siyasal partinin Anayasada gösterilen ilkelere aykırılığı konusunda soyut bir aykırılıkla yetinilmemeli ve bu konuda belli bir kastın ortaya çıkması aranmalıdır. Bunun göstergesi de, partinin yasak eylemleri belirli bir yoğunluk ve kararlılıkla işlemesi olmalıdır.
Son Değişiklikler Çerçevesinde Anayasada Odaklaşma Olgusunun Kriterleri
Genel Olarak Odak Olmanın Koşulları
Anayasa Mahkemesinin, Siyasi Partiler Kanununun 103. maddesinin ikinci fıkrasını iptal etmesi üzerine, parlamento sorunu, odak olmanın kriterlerini Anayasaya taşıyarak çözme yoluna gitmiştir. Anayasadaki düzenleme ile iptal edilen yasa hükmü karşılaştırıldığında, yasada sözü geçen organlar arasına genel başkanın dahil edilmesi dışında bir farklılığın olmadığı görülmektedir. Bu çerçevede Anayasa odak olmayı şu kriterlere bağlamıştır:
1. Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında sayılan nitelikteki fiiller parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenecek ve bu durum o partinin,
2. Büyük Kongre
3. Genel Başkan
4. Merkez Karar ve Yönetim Organları
5. TBMM Grup Genel Kurulu
6. TBMM Grup Yönetim Kurulunca, zımnen veya açıkça benimsenmiş olacak
7. Yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlenmiş olacak.
Parti Yasaklarının Üyeler Tarafından İşlenmesi Halinde Odak Olma
Anayasa, parti üyelerinin parti yasaklarına aykırı fiillerini odak olmanın koşulu kılarken, bunu bir yoğunluğa bağlıyor. Yani, bu tür fiillerin sayıca fazlalığını şart koşuyor. Fakat bununla da yetinmiyor ve pek isabetli olarak, bu fiillerin partinin önemli organlarınca, açık ya da örtülü bir biçimde benimsenmesi koşulunu getiriyor. Yani, partinin gövdesi ile yönetimi arasında, yasak fiillerin işlenmesinde, bir anlayış birliğinin oluşmasını arıyor. Böylece Anayasa, bireysel eylemin kapatılmaya konu olmasını, benimseme yoluyla, parti eylemi haline gelmesi şartına bağlıyor.
Kuşkusuz üyelerin parti yasaklarına aykırı davranışlarını tek başına odak olmanın koşulu saymamak ve önemli parti organlarının bunu benimsemelerini şart koşmak, partiler için önemli bir güvence sağlayacaktır. Fakat partilerin üye sayılarının milyonu, hatta milyonları bulduğu ve bunların takiplerinin ne denli zor olduğu düşünülürse, yeni düzenlemenin sanıldığı kadar güvence teşkil etmediği anlaşılır.
Parti Yasaklarının Parti Organları Tarafından İşlenmesi Halinde Odak Olma
Anayasa, 68. maddenin dördüncü fıkrasında sayılan ve parti yasakları olarak nitelendirilen fiillerin, bir partinin, büyük kongresi veya genel başkanı veya merkez karar veya yönetim organları veya TBMM’deki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulu tarafından, doğrudan doğruya işlenmesini de odak olmanın bir kriteri sayıyor. Fakat burada da, çok yerinde olarak, sözü geçen fiillerin parti organlarınca kararlılık içinde işlenmesini şart koşuyor.
Kuşkusuz ”kararlılıkla işleme”, hem eylemli bir durumu ifade eder, hem de bu durumun süre ve sayı olarak tekrarını gerektirir. Dolayısıyla, anılan parti organlarından birisinin tek bir eylemi odaklaşma olgusunun gerçekleşmesi için yeterli sayılmaz. Kaldı ki, üst yönetim organlarından birinin eylemleriyle partinin doğrudan bağlanması, sadece bir odaklaşma karinesi olup, diğer organların gerekli tepkiyi göstermeleriyle bu karinenin aksi kanıtlanabilir.
Diğer taraftan, adı geçen organların, Anayasa ile belirlenmiş yasaklar konusunda, ceza hukuku anlamında somut bir madde hükmünü ihlal etmeleri şart değildir. Çünkü burada söz konusu olan, tüzel kişi ile ilgili bir tedbirdir. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesinin, partinin, söz konusu organlarının eylemleri aracılığıyla, böyle bir amaç taşıdığını fark etmesi yeterli sayılacaktır.
Görüldüğü gibi Anayasa, partinin en önemli organlarını çekip almış ve sadece bu organların eylemlerini odaklaşmada hesaba katmıştır. Diğer parti organlarının eylemleriyse üye sıfatıyla değerlendirmeye alınacaktır. Ayrıca Anayasada sayılanlar dışındaki parti organlarının eylemleri, Siyasi Partiler Kanununun 102. maddesi dolayısıyla da değerlendirilecektir. Yasaya göre bu tür organların Anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükümlere aykırı fiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten başlayarak iki yıl geçmemiş ise Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu organ, merci veya kurulun işten el çektirilmesini partiden isteyecek ve bu istem yerine getirilmese kapatma davası açılabilecektir.
Odak olmanın Yaptırımı
Anayasa, Anayasa Mahkemesinin, temelli kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre, ilgili siyasi partinin devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebileceğini hükme bağlamakta ve böylece kapatma rejimi açısından önemli bir yenilik getirmektedir. Yeni düzenleme, partinin eylemi ile maruz kalacağı yaptırım arasında orantılılık sağlamaya fırsat tanıması açısından, son derece yerindedir. Bu hüküm çerçevesinde Anayasa Mahkemesi, partinin yasak fiilleri işlemek suretiyle yaratmış olduğu tehlikenin daha hafif bir tedbirle önlenebileceği kanaatine varırsa, kapatma kararı yerine, yine fiillerin ve dolayısıyla tehlikenin ağırlığını dikkate alarak, devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakma kararı verebilecektir. Devlet yardımının partiler açısından taşıdığı önem dikkate alınırsa, bunun da etkili bir önlem olduğu anlaşılır. Öte yandan, devlet yardımından yoksun bırakılma partiyi sadece önemli bir gelir kaynağından mahrum bırakmakla kalmaz, aynı zamanda prestij kaybına da neden olur. Sonuçta bütün bunlar, devlet yardımından yoksun bırakmanın etkili bir önlem olduğunu kanıtlar.
Anayasa Mahkemesine böyle bir olanağın verilmiş olması, partilerin kapatılmasının istisnai durumlarda, demokratik toplumlarda zorunlu sayılabilecek bir önlem olarak düşünülmesi gereğinin hayata geçirilmesine imkan vermesi açısından hayli önemlidir. Üstelik bu durum, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğinin hazırlatmış olduğu Venedik Komisyonu Raporunun, ”Hükümetler ya da devletin diğer organları, yetkili yargı organından bir partinin yasaklanmasını ya da kapatılmasını istemeden önce, ülkenin durumunu dikkate alarak, söz konusu partinin özgür ve demokratik siyasal düzen için gerçek bir tehlike oluşturup oluşturmadığını, bu tehlikenin daha hafif önlemlerle engellenip engellenemeyeceğini değerlendirmelidirler” şeklindeki yargısına da uygundur.
Kısacası, yeni düzenleme, amaçla araç arasında, yani demokratik siyasal düzenin korunması ile partiye uygulanacak yaptırım arasında, bir orantılılığın sağlanmasına imkan tanıması bakımından çok büyük bir önem arz etmektedir.
SONUÇ
Demokratik rejimlerde, bu rejimlerin vazgeçilmez öğeleri sayılan siyasal partilerin serbest bir biçimde faaliyette bulunmaları esastır. Fakat, yine demokratik rejimin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi için, siyasal parti faaliyetlerinin sınırlandırılması ve giderek partilerin yasaklanması ve kapatılması mümkün olmuştur. Bu durum liberal demokratik teori çerçevesinde tartışma yaratmış ve parti kapatmalarına sıcak bakmayan bir eğilim varlığını her zaman sürdürmüşse de, son tahlilde, liberal demokrasinin kendi yıkılışına seyirci kalamayacağını savunan görüş ağır basmış iktidara geldikleri zaman demokrasi dışına çıkacak olan partilere karşı savunma tedbirlerinin alınması söz konusu olmuştur.
Militan demokrasi adı verilen ve AİHM kararlarına konu olan bu anlayış, bizim anayasal sistemimiz tarafından da benimsenmiştir. Bu anlayış çerçevesinde Türkiye’de dine dayalı partilerin, milli devlet ilkesini ihlal eden partilerin ve sınıf egemenliğini öngörme anlamında komünist partilerin kurulması yasaklanmış ve bu tür program ya da eyleme sahip olan partilerin kapatılması esası kabul edilmiştir.
Ne var ki, Türkiye’deki uygulamasıyla militan demokrasi anlayışı, özellikle AİHS ve AİHM kararları esas alındığında, abartılı sayılabilecek cinstendir. Gerçekten ülkemizde onlarca parti kapatılmış ve Türkiye, AİHM önüne gidip karara bağlanmış olan davalardan, sadece birisinde haklı bulunmuştur.
Anayasanın, parti üyelerinin parti yasaklarına aykırı fiillerini odak olmanın koşulu kılarken, bunu bir yoğunluğa, yani sayıca fazlalığa bağlaması ve bununla da yetinmeyerek, bu fiillerin partinin önemli organlarınca, açık ya da örtülü bir biçimde benimsenmesi koşulunu getirmesi son derece olumlu bir gelişmedir. Böylece bireysel eylemin kapatılmaya konu olması, benimseme yoluyla, parti eylemi haline gelmesi şartına bağlanmış olmaktadır. Fakat partilerin üye sayılarının fazlalığı ve bunların denetiminin güçlüğü dikkate alınırsa, durumun sanıldığı kadar güvenceli olmadığı görülür. Bu gerçekten yola çıkarak, parti üyelerinin eylemlerinin odak olmada esas alınmasında, hüküm giyme koşulunun aranmasının daha isabetli olacağını söylemek mümkündür. Böyle yapmamakla, Anayasa Mahkemesi çok sayıda kanunsuz fiili saptayacak bir yargı mercii durumuna sokulmuştur. Öte yandan hüküm giyme koşulu aranmadığı için, partiler, üyelerinin 68.maddenin dördüncü fıkrasındaki fiilleri işleyip işlemediklerini taktir ve tespit etmek zorunda kalacaklardır. Bu ise son derece güçtür. Kaldı ki, parti, Anayasa Mahkemesinin ileride 68/4’e aykırı bulabileceği eylemleri, o çerçevede değerlendirmeyebilir. Bu konuda Türk Ceza Kanununda boşluk olduğu iddiasına gelince, eğer boşluk varsa, bu Türk Ceza Kanunu çerçevesinde ele alınabilecek bir sorundur. Bunun bedelini siyasal partilere ödetmek doğru değildir.
Bütün bunların dışında, odaklaşma olgusunun kriterleri ile ilgili olmasa da, Anayasa Mahkemesine, fiillerin ağırlığına göre, temelli kapatma yerine devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakma imkanının verilmesi çok isabetli olmuştur. Çünkü böyle bir düzenleme, Anayasa mahkemesine amaçla araç arasında, yani demokratik siyasal düzenin korunması ile partiye uygulanacak yaptırım arasında, bir orantılılığın sağlanması imkanı tanımaktadır. Ayrıca son değişikliklerle birlikte, siyasal parti davalarında kapatılmaya karar verilebilmesini beşte üç oy çokluğu şartına bağlamak da, partilerin kapatılmasını güçleştirmeye yönelik önemli bir hükümdür.
Kaynaklar:
Türk Anayasa Hukuku / Ergun Özbudun
Devlet ve Demokrasi / Server Tanilli