Arama


KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #9
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
KOMŞULUK
"Ne kadar uzakta olursa olsun eskiden, yayan bile olsa yola koyulup cenazeye gidilirmiş. Şimdi ise, cenaze evine otomobille götürülmedikçe gidilmiyor, 'karşılaşırsak başsağlığı dilerim' demekle yetiniliyor".
"Eskiden köy gençleri köy meclisinde toplanırmış. Şimdi ise toplandıkları yegane yer ya kahvehane ya meyhane."
"Eskiden babasının sözünü kıran kimse kınanır ve dışlanırmış. Ya şimdi? Elinde yüklüce para olan, bırakın kalbini babasını kırmayı, tekmil köyün ardı sıra atıp tutsa alkışlanıyor."
"Ya o eskiden üç beş aile toplanıp yapılan sohbetler."
Eskiden... Eskiden... Eskiden...
Yaşlılar hep böyle başlar konuşmaya. Ama yalnız yaşlılar mı?
Yaşlısı, genciyle herkes eskideki bir şeylere özlem duymuyor mu?
Genç yaşta olanlarımız bile çocukluklarının bayramlarına iç geçirmiyorlar mı?
Ya da eski komşulukları aramıyor mu kimse?
Eskiden komşuluk da bir başkaydı.
Şimdi kötü. Her geçen gün de daha kötüye gidiyor. Adeta yok olmak üzere.
Peki niçin? Nasıl oldu? İnsanlar mı kötüleşti? Yoksa?.. Yoksa ne?
Egemenler bölünmüş, parçalanmış, kendine ve çevresine yabancılaşmış bir toplum yaratmayı hedeflerler. Niçin? Çünkü, böyle bir toplumun sömürü ve saltanatları açısından bir tehlike yaratmayacağını, birlik olup direnemeyeceğini bilirler.
Kapitalizm, paranın, bencilliğin, çıkarcılığın sistemidir. İnsana ait olmayan, onun özüne ters düşen ne varsa bir "kültür" haline getirilmesiyle sömürü ve zulüm düzeni ömrünü daha da uzatıyor. Birbirinin acısından, yoksulluğundan, sevincinden, derdinden habersiz; dayanışma, paylaşma, dostluktan uzaklaşmış ve yalnızca kendi küçük dünyasına hapsolmuş insanların, yaşadığı koşulları doğru biçimde değerlendirebilmesi ve doğru çözümler bulabilmesi mümkün değildir. Yabancılaşmanın egemen olduğu bir toplumda düşünce ve davranışlara yön verecek olan, "her koyun kendi bacağından asılır" "gemisini kurtaran kaptandır" felsefesidir. Böyle bir düşünce halkın tüm kesimlerine, tüm bireylerine nüfuz ettiğinde, karşımıza vahim bir tablo çıkacaktır.
Denilecek ki, kapitalizmin yarattığı ekonomik koşullar bireyleri buna zorluyor. Ama tek neden bu değildir. Burjuvazi ideolojisiyle, kültürüyle de bunu teşvik ediyor. Tüm güçleri ve propaganda araçlarıyla halkın olumlu değerlerini dejenere etmeye, yoketmeye çalışıyor, insana yabancı ne kadar düşünce ve davranış varsa bunları öne çıkarıyorlar.
Mesela bu çerçevede komşuluk ilişkilerimizi ele alalım. Halk kültürümüzde önemli bir yeri olan komşuluk ilişkileri de kapitalizmin yarattığı ekonomik-sosyal koşulların ve burjuva düşüncesinin hedefi durumundadır. Kapitalizm, hayatın her alanında ilk olarak halk arasındaki bağı, bağlılığı, sıcaklığı, dayanışmayı, dostluğu ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bunun "doğal" bir sonucu olarak yalnızca kendisi için yaşayan, adeta birer robot haline getirilen insanlardan oluşmuş bir toplum yaratılmak istenmektedir. Robotlaşan ve mekanikleşen insanların sosyal ilişki diye bir sorunu olmayacağına göre, burjuvazi açısından herhangi bir tehlike kalmamış olacaktır.
Burjuva düşünürler bile insanı tanımlarken, onun "sosyal bir varlık" olduğunu kabul ederler. Ancak burjuvazinin sosyallikten, insan ilişkilerinden anladığı, çeşitli biçim ve nedenlerle biraraya gelen amaçsız, ne istediğini bilmeyen, kişisel kaygıların her şeyin üstünde olduğu, bireysel tutkuların belirleyici olduğu bir sosyalliktir.
Onların "sosyal faaliyetler" diye adlandırdıkları şeyler bile böyle suni bir şekillenme üstünde gelişir. Örneğin, sosyal hizmet ve yardım dernekleri adı altında kimi burjuva çevreler çeşitli faaliyetler gerçekleştirmektedirler. Bunların bir kısmı yoksul, kimsesiz çocuklar için etkinlikler düzenlemekte, güya toplumsal dayanışma örneği vermekteler. Oysa bu ülkede yoksulluğun, yardıma muhtaç yaşamanın sorumluları bizzat kendileridir. Bir çeşit gösteri ve günah çıkarma, daha da önemlisi şirin görünmeden başka bir şey olmayan yalancı dayanışmadır ortaya konulan. Bu anlayışın komşuluk ilişkilerine yansıması da çok farklı değildir. Geleneksel komşuluk ilişkileri kapitalist mantıkla ele alınarak tam bir ticaret ilişkisine dönüştürülmüştür. Esasında dayanışma, paylaşma, acıya ve sevince ortak olma amacı olan komşuluk geleneği kapitalizmin çıkarcı kültürüyle birlikte "altın günü", "döviz günü" haline getirilerek, paranın belirlediği bir biçime dönüştürülmüştür. Dolayısıyla merkezinde maddi beklentiler olan bu ilişkilerin içeriğini de aynı düşünceler belirlemektedir. Komşuluk ilişkilerindeki bozulma kentlerden giderek ilişkilerin çok daha güçlü olduğu köylere kadar uzanabilmektedir. Dayanışmanın, yardımlaşmanın en güzel örneklerinden olan "imecelik" geleneği bile giderek ölmektedir.
Komşuluk ilişkilerinin bozulması veya en asgari düzeyde sürmesi, hatta neredeyse katlanılması gereken bir zorunluluğa dönüşmesi elbette halkın tercihi değildir. Ortaya çıkan durumun sorumlusu düzenin yarattığı koşullardır. Düzen kültürü adım adım tüm insanlarımızı etkisi altına almaktadır. Oysa halkımızın binlerce yılın deneyimiyle ifade ettiği gibi "komşu komşunun külüne muhtaçtır", "ev alma komşu al" sözleri boşuna söylenmemiştir. Bir değeri, bir ihtiyacı, bir "olması gerekeni" anlatıyor bu sözler.
Ama işte şimdi, bazen ekonomik koşullar engel oluyor komşunun yardımına koşmaya. Halkımızın konukseverliğini göstermek sözkonusu olduğunda yine ekonomik engeller dikiliyor karşımıza. Ne var ki, "ekonomik koşullar böyle" diye mevcut durumu kabullenmek de işin kolayıdır. Düzenin ekonomik, kültürel saldırılarına karşı ayakta kalabilmek, halklarımızın değerlerine sahip çıkmakla, onları yeni biçimlerle zenginleştirip, geliştirmekle mümkündür. Düzenin yarattığı düşüncelerden sıyrılıp, yaşadığımız ilişkileri sorgulayıcı tarzda ele aldığımızda, çok çarpıcı gerçeklerle karşılaşacağız. Çarpık kentleşme ile çok katlı apartmanlardaki insan ilişkilerini gözümüzün önüne getirelim. Adeta küçük bir köyü barındıran bu apartmanlarda aynı saatlerde çok farklı olaylar yaşanmakta ve hiçbirinin diğerinden haberi olmamaktadır. Sözkonusu apartmanın bir dairesinde cenaze kaldırılır, acılı feryatlar duyulurken, hemen alt dairede düğün veya eğlence yaşanabilmektedir. Yine aynı anda yeni bir komşunun apartmana taşınma telaşına kimsenin oralı olmadığı görülebilir pekala. Bu nedir yani; açıkça adını koyarsak insanlıktan uzaklaşmaktır. Halk kültürümüzden bir ko****ur. Ama her şeye rağmen tümüyle öldürülememiştir bu gelenek. Komşuluk, şu veya bu düzeyde hala köylerimizde ve kentlerimizde ağırlıkla da gecekondu mahallelerinde kapitalizmin bireyci kültürüne karşı direnmeye çalışmaktadır.
Düzen hergün değerlerimizden, geleneklerimizden bir parça koparıp alıyor. Buna karşı çıkmak, değerlerimizi korumak, geleneklerimizi yaşatmak, kolektif bir tavır alışla mümkündür. Bulunduğumuz her yerde, her mekanda geleneklerimizi hayata geçirmekte ısrarlı olmalıyız. Bu anlamda Susurluk eylemleri öğretici bir örnektir. Yukarıda sözünü ettiğimiz tablonun nasıl değişeceğine ışık söndürme eylemlerinde hepimiz tanık olduk. Birbirine selam vermeyi unutan, daha ötesi oturduğu apartmanda, sokakta kendinden başka kimsenin böylesi bir eyleme katılmayacağını düşünen birçok insan, eylemle birlikte yeni dostluklar, komşuluk ilişkileri geliştirdiğini, çevresine artık daha duyarlı yaklaştığını ifade etmeye başlamıştır.
Bugünün koşullarında komşuluk ilişkilerine yeni bir muhteva, yeni bir biçim kazandırılabilir. Ama yine dayanışma, yardımlaşma temelinde olmalıdır bu yeni şekil. Halkımızın bu değeri esas olarak yaşamaktadır. Bakın, üslerinde katledilen SDB savaşçılarına ilişkin halkın anlatımlarını hatırlayalım. Savaşçılar bir gün bir komşunun hastasının yardımına koşmuş, bir gün alt kattaki yaşlı insanların kömürünün taşınmasına yardım etmişlerdir. Ve işte bu davranışlarıyla o insanların yüreklerinde taht kurmuşlardır. Üstelik onlar bunu illegalite koşullarından dolayı devrimci kimliklerini gizleyerek yapmak zorunda kalmışlardır. Ama legalde, demokratikte bulunun binlerce Cepheli, bunu kendi açık kimlikleriyle yaptıklarında hem komşuluk gibi halk değerlerimizin yaşatılmasına katkıda bulunmuş, hem halka bunun mümkün olabildiğini göstermiş, hem de halk değerlerini kimin savunduğunu, kimin yoketmeye çalıştığını ortaya koymuş olacağız.
Halk Meclisi çalışmaları da bu anlamda düzenin kültürüyle savaşıp halk değerlerini korumanın bir mevzisidir. Yıllarca biraraya gelemeyen, kendi dertleriyle başbaşa kalmış, çözümsüzlük içerisinde kaderine razı olmuş insanlarımız Halk Meclisleriyle birlikte dostluğun, dayanışmanın ve paylaşmanın en güzel örneklerini yaşamaya başlamışlardır. Artık birbirinin kapısına daha rahat, daha güvenli gitmektedirler. Düzenin kültürüne, geleneklerimizden aldığımız güçle ve halk örgütlülükleriyle karşı çıkmalıyız. Koruduğumuz geliştirdiğimiz her komşuluk ilişkisi burjuva yaşam biçimine vuracağımız bir darbedir.