Ya Muhammed, bu gece teşrif ettin dünyaya
Gelişinle son verdin ,karanlık heyulaya.
Ne zulmetler son buldu,Kisra ateşi söndü
Sayenizde efendim,karanlık ,güne döndü.
Emaneti koruyan,Muhammedül-emindin
İtimadın kalesi,Sen en sağlam Yemindin.
Yetimdin,kimsesizdin,kimsesizler kimsesi
Şefkatle uzanan el,Hak yolunun gür sesi.
Allah,Kitap bilmezdik,Karanlığı severdik
Doğru yola gelmezdik,Put`umuzu överdik.
Nefislerin mahkumu zincirli kölelerdik
Senin nurlu yolunda,şükür kulluğa erdik.
Allah gönderdi Seni, beşer şaşmasın diye
Bir daha sapkınlaşıp,haddi aşmasın diye
Habibullah Muhammed son Nebi,son Peygamber
Gel,Gör ne hallerdeyiz,sesimize cevap Ver.
Unuttuk öğretini,öğretini unuttuk
Hakkı yerlere attık,batılı üstün tuttuk.
Adı barış dinini ,terörle anıyorlar
Ümmetin karanlıkta,ışığı arıyorlar.
Herkes kendi halinde kurtarıyor gemiyi
Vahşete yollanırken eskitiyor yeniyi.
Rehbersin Sen ya Resul,terkettik Hadisini
Bıraktık elimizle,BİR ALLAHın ipini.
Gül kokuna hasretiz,Ebu cehil hortladı
Zalimin zülmü devam,BİR ALLAH tan korkmadı.
Yoluna set çektiler,ümmetin gelemiyor
Canı kıymetli oldu,yolunda veremiyor.
Batılın oyuncağı,ümmetinin hanesi
Evimizde gürlüyor,Şeytanların bet sesi .
Ezanlar batar oldu,kulaklara ezanlar
Küfrü savunur oldu,köşelere yazanlar.
Sadece künyelere İslam diye yazıldık.
Garip kaldık ya Resul,haramlara ezildik.
Kur`anın ışığında kurtuluşun müjdesi
Elbette rehberimiz,Muhammedin gür sesi .
Şefaatini gönder umutsuz ümmetine
Muhtacız Peygamberim,muhtacız Himmetine.
Sen canımdan azizsin,anam babamdan önde
“canım arzular seni”,ruhum hapis bu tende.
Seni sevmek ya Resul,yolunda yürümektir,
Senden habersiz olmak,yaşarken çürümektir.
“Cihad “desem ya Resul ,ürkerler kelimeden
Kurtar bizi ya Resul,ömrümüz erimeden.
Gül kokundan uzakta,ne huzur var ne rahat
Bu garip ümmetine,eder misin şefaat?
Efendime gidiyorum
Aldım elime başımı
Efendime gidiyorum
Akıtarak gözyaşımı
Efendime gidiyorum
Ağlıyorum coşa coşa
Dere tepe aşa aşa
Hiç durmadan koşa koşa
Efendime gidiyorum
Hasretlik yaktı bağrımı
İlaç dindirmez ağrımı
Ele duyurup çağrımı
Efendime gidiyorum
İtikat etmem fallara
Tahammülüm yok yıllara
Göz yaşı döküp yollara
Efendime gidiyorum
Yollar uzun, günler kısa
Çekmiyorum hiçbir tasa
Sıcak kuma basa basa
Efendime gidiyorum
Dışım soğuk, içim volkan
Görüşmeye var mı imkan
Belalara olur kalkan
Efendime gidiyorum
Sular gelmiyor kurnama
Hasretlik tüttü burnuma
Taşlar bağlayıp karnıma
Efendime gidiyorum
Benlik putunu yıkmadan
Basamak bile çıkmadan
Rezil halime bakmadan
Efendime gidiyorum.
Kâinatın ve Külliyatın ruhu, Nur-u Muhammedî’dir (asm) 
Risâle-i Nur konusunda gündeme getirilen tartışmaların bir kısmında, "Neden hep risâleler okunmakta ve Kur'ân ve hadislere fazla önem verilmemektedir?" gibi hakikatin çok uzağında endişeler dile getirilmektedir. Risâle-i Nur'u Kur'an ve hadis kitabı olarak okumayan bir fert onun hakikatinin çok uzağında demektir.
O yüzden nurları Kur'ân ve hadisler ile kıyaslamak kadar anlamsız bir yaklaşım olamaz çünkü Risâle-i Nur'un kaynağı ve hayatı Kur'an ve hadislerdir. Bu hakikatlerde bir güzellik varsa o da Kur'ân ve hadise dayanmalarından kaynaklanmaktadır.
Her insanın doğru arayışı yanında insanlığın da topyekûn bir arayış içinde olduğu ve ortak aklın tüm insanlık namına tarih boyunca geçirdiği bir süreç olduğu gözlenmektedir. İnsanlığın gelişim seyri içinde ortaya çıkan farklı kültür ve medeniyetler varlık alemini kendi iç dünyalarını şekillendiren değer yargıları çerçevesinde, yani ayinelerinin rengine ve özelliğine göre anlamlandırmaktadırlar. Bu noktadan bakıldığında ferdin varlık aleminin içinde şekillenen doğrular hiç bir zaman mutlak doğruyu ifade etmeyecektir. Yani zaman ve mekânın sınırlılığı ve her yönü ile izafi olan varlık âleminde hiç kimse mutlak doğruyu, her şeyin gerçek hakikatini bulduğu iddiasında olamayacak ve doğrular varlık gereği hep izafi olacaktır. Yani her hüküm, elde bulunan veriler ve doğruya götürdüğüne inanılan yollar çerçevesinde doğru olduğuna inanılan konumda kalacaktır. Mutlak doğruya ulaşabilecek güç insanlarda olmadığına göre, "her meslek sahibinin başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "mesleğim haktır", yahut "daha güzeldir diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını ve çirkinliğini ima eden "hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturu" herkesçe rehber edinilmelidir. İşin hakikatinde bu dünya ve insanın özellikleri mutlak doğruyu bulmanın rahatlığını yaşatacak özellikler barındırmamaktadır. Elde olan tek şey ihlâs ve samimiyet, doğru olduğuna inandığını bulana kadar aramak, bulduktan sonra da bu doğruları anlayıp anlatmaya çalışmak olmalıdır.
Günümüzün en temel problemlerinden biri belki de maddî âlemin yapı ve kuralları dışına çıkamayan düşünce sığlığıdır. Olurlar ve olmazlar şeklinde hükümler çok aceleci ve çok sınırlı verilerle çok net olarak ortaya konabilmektedir. Bu doğruluk konusundaki hassasiyetin zayıflamasının da bir yansıması olabilir. Oysa doğruluk, her insanın, özellikle de vahye dayanan din mensuplarının ve bilhassa Müslümanların hayatını şekillendiren kavramlar içinde doğruluk en merkezi konumdaki değerler ve kavramlardan olmalıdır. Bu kâinatın ve insan hayatının en değerli meyvelerinden olmalıdır. Dolayısı ile olur ya da olmaz şeklinde bir hüküm ortaya koyarken çok ihtiyatlı davranmalı hiç bir ifade ve insanî hüküm mutlak olamayacağı için ifadelerimizde bir esneklik hep bulunmalıdır.
Risâle-i Nur'un, Kur'ân, Hz. Peygamber (a.s.m.), Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Azam (k.s.) gibi sönmez ve söndürülemez güneşlerden aldığı enerji ile bu asırda Kur'ân medeniyetini ihya edecek bir kaynak ve bu sağlam dayanaklarından dolayı sönmez ve söndürülemez olduğuna inanıyoruz. Külliyattan aldığımız enerji ile bu inancımızda en ufak bir şüphe taşımıyoruz. Barış içinde yeni bir dünya her kimliğin kendini çatışmalara gerek kalmaksızın ifade edebileceği bir zemin olmalı. Böyle bir zemini hazırlayacak olan ise ancak bütün dinleri kuşatan ve barışı en net şekilde temsil eden ve insanlık âlemi içinde etkileri en derin, söylemleri en güçlü olan İslâmiyet olabilir. İslâmiyet'in bu tarzda insanlığa sunuluş şekli ise Risâle-i Nur'dur. Bunu içinde bulunduğumuz zaman açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Gelecek zamanlar çok daha netleştirecektir. Bu hal aslında istikbal inkılâpları içinde en yüksek ve gür sada olarak duyulacak İslâmiyet için ağzın açıldığı andır. O mukaddes avazın duyulması da pek yakındır diye bütün ruh u canımızla inanıyor ve rahmet-i Rahman'dan talep ediyoruz. Bu samîmî talepler inşaallah karşılıksız kalmayacak ve bütün insanlık namına yapılan bu duâlar yeryüzüne barış ve selameti İslâm'ın eliyle getirecektir. Risâle-i Nur hakikatlerinin tüm insanlığı kuşatan bir boyutunun olduğu farklı din mensuplarının ona rahatlıkla ve kendi dinlerinin perspektifi ile muhatap olabilmelerinden anlaşılmaktadır. Bu külliyat içinde yer alan hakikatlerin nübüvvet yolunun asrın idrakine uygun ifadesi olduğu kabul edilmelidir. Hz. Muhammed (a.s.m.) ile bütün dinleri içine alacak şekilde nübüvvet yolunun ortaya konmasının ardından bu asra risâletin yansıması anlamında Risâleti'n-Nur şeklinde mânevî âlemlerden bir mektup ve enbiyaya veraset konumunda olduğu anlaşılmaktadır.
Risâle-i Nur Külliyat'ından derlenen Hz. Muhammed (a.s.m.) isimli eser bu külliyatın Nebi (a.s.m.)'a olan muhabbetinin ve onun (a.s.m.) anlattıklarını bu asra taşıma istidadının cisimleşmiş bir delili gibidir.