Arama


Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #7
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi

YENİDEN İNŞA VE YENİ GÜNEY, 1865-1900.


Abraham Lincoln dönemi.

Ad:  Abraham Lincoln.jpg
Gösterim: 1606
Boyut:  23.0 KB

İç Savaş’ın başında Kuzeylilerin amacı, Birlik’i korumaktı. Çarpışmalar ilerledikçe Lincoln, askeri zaferin kazanılması için kölelerin de özgürlüklerine kavuşturulmaları gerektiğine inanmaya başladı ve Eylül 1862’de ilk Özgürlük Bildirgesi’ni ilan etti. Kölelerin kurtarılması, Cumhuriyetçi Parti’nin ikinci bir savaş amacı haline geldi. Partinin radikal üyeleri özgürleştirilecek kölelere yurttaşlık haklan ve siyasal haklar verilmedikçe özgürleştirmenin bir işe yaramayacağını düşünüyorlardı. Onlar için bütün yurttaşların yasalar önünde eşitliğinin sağlanması üçüncü bir savaş amacıydı. Yeniden İnşa döneminin tartışmaları bu noktalar üzerinde oldu.

Lincoln pragmatik ve esnek bir yaklaşımla Güneylilerin, yenildikleri takdirde yalnızca Birlik’e bağlılık yemini etmelerini ve kölelerini serbest bırakmalarını istiyordu. Güney eyaletleri teslim olunca buralara, düzenin yeniden sağlanmasını gözetmek için askeri valiler atandı. Bunlardan en güçlüsü Andrew Johnson’du, Johnson Tennessee’de Birlik’e bağlı bir yönetim kurmadaki başarısından ötürü 1864 seçimlerinde Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı seçildi. Lincoln Aralık 1863’te Güney eyaletlerinin düzenli bir biçimde yeniden inşası için genel bir plan önerdi. Anayasanın ve Birlik’in tanınmasına ve 1860 seçimlerine katılan seçmenlerin en az yüzde 10’u tarafından desteklenmesi halinde kölelerin serbest bırakılmasına söz verecek her yönetimi tanımaya hazırdı. Bu plan uyarınca Arkansas ve Tennessee’de Birlik’e bağlı hükümetler kuruldu. Bu hükümetler Birlik’e yeniden alınmak için başvurdu.

Radikal Cumhuriyetçiler, Güney’in toplumsal sisteminde pek az değişiklik öngören ve Güney eyaletlerinde iktidarı yeniden, Birlik’ten ayrılmanın sorumlularına bırakan bu planı yetersiz buldular. Radikaller yeniden inşa için kendi planlarını açıkladılar. Bu planı içeren Wade-Davis Yasası Kongre’de 2 Temmuz 1864’te kabul edildi. Önerileri sert ve katı bulan Lincoln planı veto etti. Bu konuda Lincoln’la Kongre üyeleri arasında bir anlaşmazlık çıktı.

Ad:  Andrew Johnson.jpg
Gösterim: 1313
Boyut:  23.0 KB

Andrew Johnson dönemi.


Lincoln’ın Nisan 1865’te öldürülmesi üzerine başkan olan Andrew Johnson’un yeniden inşa sürecinde Kongre’yle daha uyumlu bir biçimde çalışacağı sanılıyordu. Radikallerin Johnson’a olan güvenleri zamanla boşa çıktı. Her şeyden önce başkanın kendisi bir Güneyliydi. Johnson Demokrattı ve eski partisinin canlandırılmasını 1868 seçimlerinde yeniden seçilmesinin yolu olarak görüyordu. Daha da önemlisi, Güneylilerin Siyahlara ilişkin görüşlerini paylaşmaktaydı. 29 Mayıs 1865’te birçok Konfederasyon üyesi için af çıkarıp Kuzey Carolına’nın geçici valisine eyaleti yeniden düzenleme yetkisi verince asıl politikası açıklık kazandı. Kısa süre sonra Konfederasyon’un öbür eyaletleri için de benzer kararlar aldı. Her eyalette seçimle birer kurucu meclis oluşturulacak ve bu meclis ABD Anayasası’na bağlılık yemini edecekti. Bu meclislerin, köleliğe son veren Anayasa’nın 13. Ek Maddesi’ni de kabul etmesi bekleniyordu. Ama başkan, Güney eyaletlerinden Siyahlara özgürlük verilmesini istememişti.

“Siyah Yasaları”.


Güneyli beyazlar, yönetimlerini yeniden kurabilmek için geleneksel siyasal önderlere bel bağladılar. Güney eyaletlerinde kurulan yeni rejimler İç Savaş’tan önceki yönetimlere benzemeye başladı. Kölelik kaldırıldı, ama Güney’deki her eyalet, özgürlüğe kavuşturulan Siyahların hak ve ayrıcalıklarını düzenleyen “Siyah Yasaları”nı kabul etti. Eyaletten eyalete değişen bu yasalar, Siyahları ikinci sınıf ve bağımlı yurttaşlar olarak kabul ediyordu. Siyahların toprak edinme hakları sınırlanmıştı; silah taşlamıyorlardı ve işledikleri suçlardan ötürü zorunlu çalışmaya zorlanabilirlerdi. Güney’deki rejimler, Siyahların haklarını korumaya niyetli olmadıklarını göstermişti. Memphis (Mayıs 1866) ve New Orleans (Temmuz 1866) ayaklanmalarında Siyahlar acımasızca öldürüldü.

Medeni Haklar Yasaları.


Bu gelişmeleri izleyen Kuzeyli Cumhuriyetçiler kaçınılmaz olarak başkanla çatışma içine girdiler. Kongre, Özgür Siyahlar Dairesi’nin görev süresini uzatarak Siyahların haklarını korumaya çalıştı. Johnson bu konuyla ilgili yasayı veto etti. Siyahların temel medeni haklarını güvence altına almayı amaçlayan bir başka yasa da aynı biçimde veto edildi. Başkan Cumhuriyetçi Parti önderlerini hainlikle suçladı. Cumhuriyetçiler Güney’in yeniden düzenlenmesi için kendi planlarını ortaya koymaya çalıştılar. Bu amaçla, renk farkı gözetmeksizin bütün yurttaşların temel haklarını güvence altına alan Anayasa’nın 14. Ek Maddesi hazırlandı.

Başkan, Kuzeyli Demokratlar ve Güneyli Beyazlar Cumhuriyetçilerin yeniden inşa planını reddettiler. Johnson, Ağustos 1866’da Philadelphia’da toplanan Ulusal Birlik Kongresi’nde kendi siyasal partisini örgütlemeye çalıştı. Kendi politikasını Cumhuriyetçi liderlere karşı savunmak için ağustos ve eylül aylarında Kuzey ve Batı kentlerini dolaştı. Başkanın isteği üzerine Tennessee dışındaki bütün Güney eyaletleri 14. Ek Madde’yi reddetti. Sonbahar seçimlerinden zaferle çıkan Cumhuriyetçiler 1866-67 döneminde Güney eyaletleri için ikinci bir yeniden inşa programı hazırladılar. Radikal ve ılımlı Cumhuriyetçiler arasındaki uzun tartışmalardan sonra 1867’de, Birinci Yeniden inşa Yasası üzerinde uzlaşmaya varıldı. Bu düzenleme, Johnson’un Güney’de kurduğu rejimleri ortadan kaldırdı. Eski Konfederasyon eyaletlerini yeniden askeri denetim altına soktu. Yeni eyalet meclislerinin oluşturulması için seçimlere gidildi.

Bu meclislerin kabul edecekleri anayasaların Siyahların oy hakkını tanıması ve eski Konfederasyon önderlerini devlet görevlerinden yasaklaması hükme bağlandı. Buna uygun olarak, Birlik’e önceden kabul edilmiş olan Tennessee dışındaki bütün Konfederasyon eyaletlerinde yeni hükümetler kuruldu. Temmuz 1868’de bu eyaletlerin temsilcileri Federal Kongre’ye kabul edildi. Temmuz 1870’te de hâlâ Birlik’in dışında bulunan Güney eyaletleri yeniden örgütlenip Birlik’e alındı. Kongre’deki Cumhuriyetçiler, Başkan Johnson’un yeniden inşa yasalarını uygulayacağına inanmıyorlardı. Bu yüzden başkanın ordu üzerindeki denetimini sınırladılar. Johnson Güney’e yönelik radikal yasaların uygulanmasını engellemeyi sürdürdü. Cumhuriyetçiler başkanın görevden alınması için yargılanmasını istediler. Bu istek Temsilciler Meclisi’nde kabul edildi. Uzun süren bir yargılamanın sonunda Senato bir oy farkla Johnson hakkında beraat kararı verdi.

Ulysses S. Grant dönemi, 1869-77.

Ad:  Ulysses S. Grant.jpg
Gösterim: 1294
Boyut:  24.4 KB

Başkan Grant’in iki dönemlik yönetimi sırasında Cumhuriyetçilerin gücü giderek azaldı. Grant silik bir politikacıydı. Yardımcılarının dürüst sayılamayacak davranışları iktidarına gölge düşürdü. Grant onları sadakatle savundu. Öte yandan, Kuzeyliler yeniden inşa sorunlarıyla uğraşmaktan yorulmuş, Güney’de sık sık federal askerlerin kullanılmasını gerektiren şiddet olaylarından bıkmışlardı. Radikallerin Güney’e çekidüzen verme çabaları gittikçe daha başarısız oluyordu. 1870’te kabul edilen ve oy hakkının ırk ölçütüyle sınırlanmasını yasaklayan 15. Ek Madde ve buna benzer yasalar Güney’de pek az etkili oldu.

AMERİKAN TOPLUMUNUN DÖNÜŞÜMÜ, 1865-1900.


Nüfus artışı.


ABD ana topraklarının nüfusu 1880’de 50 milyonun biraz üzerindeydi. 1900’de ise 76 milyona yaklaşmıştı. Nüfus 20 yılda yüzde 50 oranında artmıştı. 1880-1900 arasında ülkeye 9 milyondan fazla göçmenin gelmesine karşın bu dönemin nüfus artış hızı, 19. yüzyılın öbür dönemlerininkinden daha düşüktü. Ayrıca nüfus artış hızı bütün bölgelerde aynı değildi. Nüfus New England’ın kuzey bölümünde yüzde 10 oranında, Uzakbatı’da ise yüzde 125’in üzerinde artmıştı.

Yüzyılın son 20 yılında ABD’ye gelen 9 milyon göçmen, o zamana değin gelen göçmen dalgalarının en büyüğünü oluşturuyordu. 1895’e değin göçmenler hep Kuzey ve Batı Avrupa’dan gelmişti. 1896’dan sonra gelenlerin çoğunluğu ise Güney ve Doğu Avrupa’dandı. Yeni gelen göçmenlerin Amerikan toplumu tarafından özümleneme- yeceğinden korkulmaya başlamıştı.

1880’de Amerikan nüfusunun yüzde 22’si Mississippi’nin batısında yaşıyordu. 1900’de bu oran yüzde 27’ye çıktı. Batı’nın gelişmesiyle Birük’e yeni eyaletler eklendi. Nebraska 1867’de, Colorado 1876’da, Kuzey ve Güney Dakota, Washington ve Montana 1889’da, Wyoming ve Idaho 1890’da, Utah 1896’da eyalet oldu. 1900’e gelindiğinde eyalet olmayı bekleyen yalnızca Oklahoma, Arizona ve New Mexico toprakları kalmıştı.

Nüfus Sayım Dairesi 1890’da, yerleşimin en Batı’daki sınırını belirlemek için artık kesintisiz bir çizginin çizilemeyeceğini gördü. Nüfusun sürekli olarak Batı’ya akmasıyla birlikte, kentsel alanların gelişmesi de hız kazandı. Amerikalıların kırsal kesimden kentlere göçü, geleceğin gelişmelerini daha kolay öngörülebilir hale getirdi. 1880’de Amerikan halkının yüzde 28’i “kentsel” sayılan alanlarda yaşıyordu. Bu oran 1900’de yüzde 40’a çıktı.

Batı.


California’da altın bulunmasından 30 yıl sonra Uzakbatı’nın bütün eyaletlerinde ve topraklarında altın ve gümüş bulunmuş durumdaydı. Her yeni bulunan altın ya da gümüş yatağı maden arayıcılarının gereksinim ve beğenisine yanıt veren bir kentin kurulmasına yol açıyordu. Maden yatağının toprak yüzeyine yakın olduğu durumlarda madenciler bu yeraltı zenginliğini kısa sürede tüketip arkalarında hayalet bir kent bırakarak başka yerlere gidiyorlardı. Damarların derinde olduğu durumlarda, gerekli makineleri satın alabilecek sermayeye sahip olan iş grupları kente geliyor ve maden kenti yerel bir sanayi merkezi olarak belirli bir istikrar kazanıyordu. Bu kentlerden bazıları ise, çevredeki tarım bölgelerinin ticari merkezleri haline gelmeyi başarıyordu.

İç Savaş’ı izleyen yıllarda Kuzey eyaletlerinde et fiyatları çok yüksekti. Texas ovalarında ise milyonlarca başıboş sığır vardı. Bu elverişli durum, hemen hiç sermaye gerektirmeyen sığırcılığın gelişmesine yol açtı. Demiryolunun 1867’de Kansas’taki Abilene’ye ulaşması taşımacılık sorununu da önemli ölçüde çözdü. 1880’lerde büyük bir gelişme gösteren sığırcılık 1886-87 kışının çok sert geçmesiyle önemli bir darbe yedi. Sonraki yıllarda Uzakbatı’da sığır çiftlikleri kuruldu. Batı eyaletlerini Chicago ve Büyük Okyanus kıyılarına bağlayan demiryollarının kurulmasıyla sığırcılık yeniden canlandı.

Demiryolu ağının genişlemesi.


Kongre 1862’de Mississippi Vadisini Büyük Okyanus kıyısına bağlayacak iki demiryolu hattının yapımına izin verdi. Bunlardan biri Iowa’daki Council Bluffs’dan batıya gidecek olan Union Pacific, öteki ise California’ daki Sacramento kentinden doğuya uzanacak olan Central Pacific demiryoluydu. Demiryollarının bir an önce tamamlanması için Kongre toprak bağışı ve kredi gibi desteklerde bulundu. İki demiryolu 10 Mayıs 1869’da Utah’da, Promontory Point’te törenle birleştirildi.

Bu sıralarda Batı’ya giden başka demiryollarının yapımına da başlanmıştı. Ne var ki, 1873’te yaşanan panik ve onu izleyen bunalım, inşaatların yavaşlamasına ve durmasına yol açtı. 1877’de ekonomik durumun düzelmesiyle demiryolu yapımına yeniden başlandı. Ortabatı’yı Büyük Okyanus kıyısına bağlayan demiryolları, demiryolu yapımcılarının İç Savaş’ı izleyen 25 yıl içindeki en büyük başarılarıydı. Ulusal ekonomi için bunun kadar önemli olan bir başka gelişme, Güney eyaletlerinin de demiryolu ağıyla donatılması ve Mississippi’nin batısında bulunan önemli merkezlerin demiryoluyla Chicago’ya bağlanması oldu.

Yerli politikası.


Batı’da geniş toprak parçaları yasayla Yerli kabilelerinin kullanımına ayrıldı. Ama 1870’te sınırın zorlanması ve Yerlilerle yapılan bir dizi savaş hükümetin Yerli politikası üzerinde ciddi sorular doğurdu. Yerli Dairesi’nin doğrudan kabilelerle ilgilenmekle görevli birçok yetkilisi gevşek bir tutum içindeydi; dairenin görevlilerinden bir bölümü de yozlaşmıştı. Batıkların çoğu ve ordudaki bazı subaylar Yerli sorununa en iyi çözümün, onları beyazların istedikleri topraklardan sürmek olduğunu düşünüyorlardı.

İç Savaş’tan hemen sonraki yıllarda reformcular Yerlilerin Amerikan toplumu içinde bütünüyle özümlenmesini sağlayacak programların kabulü için çalıştılar. 1869’da Başkan Grant’i ve Kongre’yi siyasal nitelik taşımayan, hükümetle Yerliler arasındaki ilişkilerin yürütülmesini denetleyecek bir Yerli Komisyonu kurulmasına razı ettiler. Ama komisyon, güçlü bir muhalefetle karşılaştı. Bunun üzerine reform yanlıları, çiftçi olarak yerleşik düzene geçmeye hazır durumdaki Yerli kabilelerine aile başına belirli miktarda toprak dağıtılmasını önerdiler. Kongre 1887’de başkana, her Yerli aileye 65 ha toprak verme yetkisi tanıyan Dawes Yasası’m kabul etti. Toprak bağışıyla birlikte Yerlilere Amerikan yurttaşlığı da verilmiş olacaktı.

Sanayinin büyümesi.


ABD 1870’lerin ortalarındaki uzun bir bunalımın ardından 1878’de yeniden refah dönemine girdi. Bundan sonraki 20 yıl içinde sanayi üretiminin hacmi, bu kesimde çalışan işçilerin ve imalat yerlerinin sayısı iki katından fazla arttı. Sanayideki büyümenin daha anlamlı bir göstergesi, mamul maddelerin 1879’da 5 milyar 400 milyon dolardan 1899’da 13 milyar dolara yükselen yıllık toplam değeriydi. Sanayi ekonomisinin belkemiği olan demir-çelik sanayisinin gelişmesi daha da çarpıcı oldu. 1880- 1900 arasında ABD’nin yıllık çelik üretimi 1 milyon 400 bin tondan 11 milyon tona ulaştı. ABD 19. yüzyıl sona ermeden demir-çelik üretiminde İngiltere’yi geride bıraktı ve dünya pik demir üretiminin dörtte birini karşılar hale geldi. Sanayi etkinliklerindeki bu patlama birçok etkenin bir araya gelmesiyle gerçekleşti. Amerika’nın batısındaki kaynakların, madenlerin ve kerestenin işletilmeye başlaması, daha iyi bir ulaşım sistemine olan talebi körükledi. Altın ve gümüş madenleri doğudaki yatırımlar için sermaye oluşturdu. Demiryollarının yapımı çelik raya gereksinimi artırarak çelik sanayisinin gelişmesindeki en önemli etkenlerden biri oldu.

Teknolojik ilerleme, örneğin çelik üretiminde Bessemer ve açık fırın yöntemlerinin kullanılmaya başlaması, daha ucuza daha iyi ürün elde edilmesini sağladı. Telefon, daktilo, linotip, fonograf, elektrik ampulü, yazarkasa, havalı fren, buzdolabı, otomobil gibi bir dizi yeni buluş yeni sanayilerin temelini oluştururken işlerin yürütülmesini kolaylaştırdı. Sanayide, evlerin ısıtılmasında ve aydınlanmada petrol ürünleri kullanılmaya başladı. İş örgütlenmesinde holdinglerin gelişmesi, işletmelerin geniş boyutlu yeni mali olanaklar elde etmesini sağladı, büyük bölümü Avrupalı yatırımcılara ait yeni sermayeyi iş alanlarına çekti. Bütün bu sanayi etkinliği ABD’de yeni önder tabakayı temsil eden enerjik bir girişimciler grubunca yönlendiriliyordu. Petrol alanında John D. Rockefeller, çelikte Andrew Carnegie, demiryollarında Cornelius Vanderbilt, Leland Stanford, Collis P. Huntington, Henry Willard ve James J. Hill gibi adlar bunlar arasında en çok bilinenlerden bazılarıdır.

Sanayinin yaygınlaşması.


Bu dönemin bir başka önemli gelişmesi, sanayinin coğrafi olarak geniş alanlara yayılmasıdır. Massa- chusetts’ten Pennsylvania’ya kadar Doğu kıyısı hâlâ ABD’nin en yoğun biçimde sanayileşmiş bölgesiydi. Ama Büyük Göller çevresindeki eyaletlerde ve Güney’in bazı bölümlerinde de imalat sanayisi gözle görülür ölçüde gelişmişti.
Çelik sanayisinin geçirdiği evrim bu yeni yayılmanın biçimini örneklemektedir. Demir-çelik sanayisinin üçte ikisi Pennsylvania’nın batısıyla Ohio’nun doğusunda yoğunlaşmış durumdaydı. Ama 1880’den sonra Tennessee’de, Alabama’nın ve Minnesota’nın kuzeyinde demir madenleri işletilmeye başladı. Bunu, demir-çelik sanayisinin Chicago bölgesine yayılması, Alabama’nın kuzeyinde ve Tennessee’de çelik fırınlarının kurulması izledi.

Ortabatı’daki imalat sanayisinin büyük bölümü tarımla ilişkili işletmelerden oluşuyordu ve 1860’tan önce kurulmuş olan sanayilerin devamı niteliğindeydi. Et paketleme sanayisi, ürünlerinin değeri bakımından ülkedeki en büyük sanayi dallarından biri haline gelmiş ve daha çok Chicago’da toplanmıştı. Öbür önemli dallar un, bira, tarım araçları ve orman ürünleri sanayileriydi.

Güney’deki sanayileşmeye dokumacılık öncülük etti. Pamuklu dokuma tezgâhlan yeni Güney’in simgesi haline gelmişti. Dokuma tezgâhlan ve dokumacılık merkezleri Virginia’dan Alabama’ya kadar her yeri kapladı. Daha az bilinmekle birlikte, Güney’de keresteciliğin gelişimi de dikkat çekiciydi. Yüzyılın sonunda Güney, yıllık ülke üretiminin üçte birini karşılayarak kereste üretiminde ön sıraya geçti.

Sanayide birleşmeler.


Sanayinin yaygınlaşması ABD’nin bir sanayi toplumu olma yolundaki gelişmesinin bir parçasıydı. Birbirine rakip firmaların bütün sanayiyi denetim altına alabilecek geniş birimler halinde birleşmesi daha da dikkat çekici bir olguydu. 1882’de John D. Rockefeller ve ortakları, Ohio yasalarına göre Standard Oil Trust’ı kurdular. Bu olay, dikkatleri birleşme hareketi üzerinde topladı. Tröst, sanayide yeni bir örgütlenme türüydü. Küçük bir mütevelli heyetinin üyeleri ellerinde tuttukları hisselerle, yani oy haklarıyla, denetimleri altındaki şirketlerin rekabetini önleyebiliyordu. Tröstler tekellerin oluşmasının aracı durumuna geldi. 1890’da viski, kurşun, pamukyağı ve tuzda tekeller ortaya çıkmıştı.

Ohio mahkemeleri 1892’de tröstün, eyaletin tekellere karşı olan yasalarını çiğnediğine karar verdi. Bunun üzerine Standard Oil, daha uygun olan New Jersey yasalarına göre, holding biçiminde yeniden kuruldu. Holding örgütlenmesi ya da doğrudan birleşmeler, tekellerin kurulabilmesi için en çok başvurulan yollar haline geldi. O dönemdeki en ünlü birleşmeler, American Tobacco Company (1890) ile American Sugar Refining Company’nin (1891) kurulmasıyla sonuçlananlardır.

Dış ticaret.


İhracatın değeriyle ölçüldüğünde ABD’nin dış ticareti, sanayinin gelişmesiyle atbaşı gidiyordu. Daha düşük bir oranda olmakla birlikte ithalat da değer olarak arttı. ABD ihraç mallarının büyük bölümünü tarım ürünleri oluşturuyordu. Pamuk, buğday, un ve et ürünleri ihraç kalemleri arasında birinciydi. Ülke dışına satılan tarım dışı ürünlerin en önemlisi petroldü, ama yüzyılın sonlarına doğru makine ihracatı da giderek önem kazandı. Dış ticaretteki büyümeye karşın ABD ticaret filosunun durumu kötüydü. Amerikan bandıralı gemilerin toplam tonajı değişmeden kalırken dış ticaret filosunun payı çarpıcı bir biçimde azalmıştı. 1900’de Amerikan ihraç ürünlerinin yalnızca yüzde 10’u Amerikan gemileriyle taşınmaktaydı.

Sendikaların kurulması.


Sanayideki gelişmeyle birlikte işverenlerle işçiler arasındaki gerginlikler artmış, ABD’de ilk kez ulusal işçi sendikaları kurulmuştu. Etkisi ve üye sayısı bakımından yerel ölçeğin ötesine geçen ilk işçi örgütlenmesi 1869’da kurulan Knights of Labor’dı. Sendika bütün üretici grupların çıkarlarının birliğine inanıyor ve yalnız işçileri değil, üretici olarak nitelenebilecek herkesi kuruluşun bünyesine almaya çalışıyordu. 1873-78 ekonomik bunalımı sırasında işçilerin karşılaştığı zor yaşam koşulları ve Başkan Rutherford B. Hayes’in gönderdiği federal askerler tarafından bastırılan ülke çapındaki bir demiryolu grevinin başarısızlığı, kuruluş içinde büyük hoşnutsuzluk yarattı. Knights of Labor ülke çapındaki üye sayısının 700 bini bulduğu 1885’te etkisinin doruk noktasına ulaştı.

Aynı yıl üç demiryolu şirketine karşı düzenlenen grev, önemli bir kamuoyu desteği sağladığı gibi, ücretlerin azaltılmasını önlemeyi de başardı. Gene aynı yıl Kongre işçilerin artan gücü karşısında sendika isteklerine uyarak belirli bir işverenle sözleşme imzalamış olan göçmenlerin ülkeye girmesini yasakladı. 1886’da 600 bin işçiyi kapsayan yaklaşık 1.600 grev yapıldı. Bu grevlerin yarısı 1 Mayıs nedeniyle düzenlendi. İşçilerin başlıca talebi 8 saatlik işgünüydü. Sendikalara en büyük darbe, onların doğrudan karışmadığı bir olay yüzünden geldi. 1886’da 1 Mayıs nedeniyle yapılan grevlerden biri Chicago’da McCormick Harvesting Machine Company’ye karşı düzenlenmişti. Grev gözcülerinin oluşturduğu hatta çatışma çıktı ve polisin müdahalesi sırasında birkaç grevci yaralandı. Sendika önderleri, 4 Mayıs akşamı için Haymarket Meydanı’nda bir protesto mitingi çağrısında bulundu. Ne var ki miting dağılmak üzereyken bir grup anarşist kontrolü eline geçirerek kışkırtıcı konuşmalar yapmaya başladı. Polis olaya müdahale etti. Bu arada patlayan bir bomba yedi polisin ölümüne, birçok kişinin de yaralanmasına yol açtı. Anarşistlerden sekizi yakalanıp yargılandı ve adam öldürmek suçundan tutuklandı. Dördü idam edildi, biri intihar etti. Öteki üçü ise 1893’te Vali John P. Altgeld tarafından affedildi.

Kamuoyu, Haymarket olayından işçi örgütlerini sorumlu tutma eğilimindeydi. Sendikaların etkinliğinin şiddet doğuracağına inanılıyordu. Knights of Labor 1886’da yitirdiği konuma bir daha gelemedi. İşçi örgütlenmesi de yüzyılın sonuna değin kamuoyunun yakınlığını kazanamadı. Ama sendikalar etkinliklerini sürdürdü; 1889’dan yüzyılın sonuna değin her yıl en az 1.000 grev düzenlendi.

Knights of Labor’ın gücü azalırken, sendika hareketinin önderliği Amerikan İşçi Federasyonu’nun (AFL) eline geçti. 1881’de kurulan ve 1886’da yeniden düzenlenen örgüt, yerel sendikaların ve zanaatçı birliklerinin oluşturduğu gevşek bir federasyondu. AFL, Knights of Labor’la birkaç yıl işbirliği yaptı. Ama temel örgütlenme ve anlayış farklılıkları bu işbirliğini güçleştiriyordu. AFL yalnız vasıflı işçilere sesleniyordu ve hedefleri üyelerinin iş saatleri, ücretler, çalışma koşulları ve sendikalarının tanınması gibi en temel kaygılarına ilişkindi. Grev ve boykot gibi ekonomik silahları kullanan AFL, yerel seçimler ve eyalet seçimleri dışında siyasal etkinliklere katılmaktan kaçınıyordu. AFL’dekf en etkili kişi, New Yorklu bir puro üreticisi olan ve 1886’dan 1924’te ölümüne değin federasyonun başkanlığını yapan Samuel Gompers’dı.

Ulusal politika.


19. yüzyılın son çeyreğinde Amerikan yaşamına egemen olan güçler siyasal değil ekonomikti. Bunun göstergesi, siyasal önderlerin etkisizliği ve siyaset alanında derin ayrılıklara yol açan sorunların bulunmayışıydı. Renkli siyasal kişilikler vardı, ama bunlar belirli bir siyasal programın sözcüsü olmaktan çok kişisel bir temelde taraftar kazanıyorlardı. Bu dönemde hiçbir başkan partisinin gerçek önderi olmadığı gibi Grover Cleveland dışında hiçbiri böyle bir statüyü istemedi. Woodrow Wilson ve James Bryce gibi gözlemciler, ABD’ de büyük adamların başkan olamadıkları sonucuna vardılar. Gerçekten her iki parti de düşmanı az olan “uygun” kişileri başkan adayı olarak gösteriyordu. Gerçek liderliğin Beyaz Saray’da temsil edilmemesi yüzünden kamu politikaları büyük ölçüde Kongre’de belirleniyordu. Dolayısıyla kamu politikası, Kongre önderlerinin uzlaşması sonucu oluşuyordu.

Ad:  Rutherford B. Hayes.jpg
Gösterim: 1253
Boyut:  18.6 KB
Rutherford B. Hayes başkanlığı sırasında (1877-81), seçimden önce Güneylilere verdiği sözleri tuttu. Güney’de bulunan federal birlikleri geri çekti ve Tennesseeli eski bir senatörü kabinesine aldı. Hayes, böylelikle Güneyli muhafazakârların gelecekte Cumhuriyetçi Parti’yi destekleyeceğini umuyordu. Ama Güneylilerin temel kaygısı beyazların üstünlüğünü sürdürmekti. Bunun için de Demokrat Parti’nin Güney’deki siyasal tekelinin gerekliliğine inanıyorlardı. Sonuç olarak, Hayes’in politikası Cumhuriyetçi Parti’nin Güney’de güçlenmesi yerine silinmesine yol açtı.

1880 başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Parti’den Ohiolu Kongre üyesi James A. Garfield kazandı. Garfield göreve başladıktan kısa bir süre sonra, 2 Temmuz 1881’de Washington’da vuruldu. Bir süre sonra da (19 Eylül’de) öldü. Yerine Başkan Yardımcısı Chester A. Arthur geçti.

Demokratların adayı, New York valisi Grover Cleveland 1884 seçimlerinde başkan seçildi. Cleveland, Buchanan’dan sonra, 25 yıldır başkanlığı kazanan ilk Demokrattı. Aldığı oyların üçte ikisinden çoğu Güney ya da sınır eyaletlerinden geldi. Güney için ulusal politikada söz sahibi olma umudu yeniden belirdi.
Ad:  Grover Cleveland.jpg
Gösterim: 1308
Boyut:  27.3 KB


Cleveland para politikasına ilişkin her konuda muhafazakârdı. Kamu fonlarının gelişigüzel harcanmasına kesinlikle karşıydı. Kongre’den geçen özel yasa tasarılarının büyük bir çoğunluğunu araştırdı ve bu tür özel yasaların yürürlüğe girmesini önlemek için veto hakkını kullanan ilk ABD başkanı oldu.
Demiryollarının ülke ekonomisi için yaşamsal bir önemi vardı. Ama birçok bölgede tek bir şirket, demiryolu taşımacılığı tekelini elinde bulundurduğundan ayrımcı ve adaletsiz bir politika benimseyebiliyordu. Batı’nın tarım örgütleriyle Doğu’nun etkili işadamları demiryollarının bu politikası karşısında birleştiler. Bu güçlü ittifak her iki siyasal partiyi demiryolları konusunu 1884 seçim programlarına almaya ve Kongre’yi de 1887’de Eyaletlerarası Ticaret Yasası’m çıkarmaya yöneltti.

Demiryolu taşımacılığında adaletsiz ayrımcılığı önlemek üzere tasarlanan bu yasa, belli hatlarda sefer yapıp kârı paylaşmayı, kısa mesafeler için uzun mesafelerden daha fazla ücret alınmasını ydsakladı ve denetimin sağlanması için Eyaletlerarası Ticaret Komisyonu’nu (ICC) kurdu. Komisyonun kararları federal mahkemelerin denetimine tabiydi. Komisyon umulduğu kadar etkili olamadı, ama yasanın kendisi günün ekonomik sorunlarıyla ancak federal hükümetin baş edebileceğini gösterdi.
1888 seçimlerini Cumhuriyetçilerin adayı Benjamin Harrison kazandı. Cumhuriyetçiler ayrıca Kongremin her iki bölümünde de çoğunluğu ellerine geçirdiler. Temsilciler Meclisi başkanı Thomas B. Reed’in demir yumruklu yönetimi sayesinde Cumuriyetçiler 1890’da üç önemli yasa çıkardılar.

Bu yasaların ilki eyaletler arasında ya da yabancı ülkelerle ticareti sınırlayan her türlü düzenlemeyi yasadışı sayan Sherman Antitröst Yasası’ydı. Yasa sanayi kesiminde tekellerin gelişmesi karşısında kamuoyunun duyduğu tepkiyi dile getiriyordu. Yasa ilk kez 1894’de grevdeki bir demiryolu işçi sendikasına karşı kullanıldı. Ama yasanın tekellerin büyümesini durduracağını bekleyenler için sonuç hayal kırıcı oldu. Gene de yasanın Eyaletlerarası Ticaret Yasası’ndan hemen üç yıl sonra kabul edilmiş olması, kamuoyunun sanayi devlerine karşı etkili düzenlemeler için eyalet merkezlerinden çok Washington’a umut bağladığını gösteriyordu.

Kongre’nin Antitröst Yasası’m kabul etmesinden sonra iki hafta geçmeden Sherman Gümüş Alımı Yasası çıkarıldı. Bu yasa hâzinenin her ay piyasa fiyatı üzerinden 130.000 kg gümüş satın almasını öngörüyordu. Yasa, gümüş fiyatlarındaki düşüş karşısında telaşa kapılan maden sahiplerinin ve her zaman enflasyoncu önlemlerden yana olan Batılı çiftçilerin baskılarının bir sonucuydu.
Hükümetin gümüş satın almasını öngören düzenleme birçok Cumhuriyetçi önderin hoşuna gitmemişti. Ne var ki Cumhuriyetçiler, kendi istedikleri bir başka yasanın kabul edilmesi için Batıkların oylarını sağlamak amacıyla bu yasaya razı olmuşlardı. Cumhuriyetçilerin istedikleri yasa, koruyucu gümrük tarifelerinin yükseltilmesine ilişkindi. McKinley Tarife Yasası Ekim 1890’da kabul edildi. Bazı tarım ürünlerini koruma listesine alan yasa, çiftçilere seslenmeyi amaçlıyordu. Ama McKinley Yasası tarım ürünlerinin fiyatlarındaki düşüşü durduramazken, çiftçilerin satın aldığı birçok malın fiyatlarında ani artışlara yol açtı. Batı’nm ve Güney’in tarımsal kesimlerindeki hoşnutsuzluğu daha da tırmandıran tarife yasası seçim kampanyasının en önemli konusu haline geldi ve Cumhuriyetçilerin büyük bir yenilgi alması sonucunu doğurdu.

McKinley Yasası’nm doğurduğu tepki ve Batı’da Cumhuriyetçilere duyulan kızgınlık Demokratların adayı Cleveland’ın işine yaradı. Cleveland ikinci kez başkan seçildi (1892). Mart 1893’te Cleveland göreve başladığında ülke bir mali paniğin eşiğindeydi. Mississippi’nin batısında altı yıldır süren durgunluk, McKinley Yasası’nın kabulünden sonra dış ticarette görülen azalma ve özel borçların ağır yükü bunalımın etkenleri arasındaydı. Federal hâzinedeki altın stoklarının belirlenmiş en alt sınırın altına inmesinin psikolojik etkisi de büyük oldu. Yatırımcılar altına hücum etti; bankalar baskı altında kaldı; birçok işyeri ve mali kuruluş iflas etti. Fiyatlar düştü, çalıştırılan işçi sayısı azaltıldı ve ülke üç yıl sürecek bir ekonomik bunalıma girdi. Cleveland 1893 yazında durumu görüşmek üzere Kongre’yi özel oturuma çağırdı. Kongre Sherman Gümüş Alımı Yasası’m kaldırdı.
1894 ara seçimlerinde Cumhuriyetçiler Kongre’de çoğunluğu yeniden ele geçirdiler.

Başkanın Demokrat olması yüzünden ortaya çıkan siyasal açmaz yeni seçimlere değin sürdü. 1896 seçimlerinde başkan seçilen Ohio valisi, Cumhuriyetçi William McKinley Mart 1897’de göreve başlar başlamaz, tarifeleri gözden geçirmek üzere Kongre’yi özel oturuma çağırdı. Kongre, birçok malı serbest listeden silen ve genelde ithalat gümrüklerini o güne kadarki en yüksek düzeyine çıkaran Dingley Tarife Yasası’m çıkardı. Mart 1900’de Altın Standardı Yasası yürürlüğe kondu. Bu yasa, hâzinenin en az 150 milyon dolarlık altın rezervi bulundurmasını ve bu miktarı korumak için gerektiğinde tahvil çıkarmasını öngörüyordu. Bunalımın etkisi 1898’den sonra azaldı. Tarım ürünleri fiyatları ve tarım ürünleri ihracat hacmi düzenli olarak yükseldi. Sanayi kesiminde ise Antitröst Yasası’na karşın birleşmeler hızlandı.

AMERİKAN EMPERYALİZMİ.


İspanyol- Amerikarı Savaşı.

Ad:  İspanyol- Amerikarı Savaşı..jpg
Gösterim: 1297
Boyut:  48.0 KB

Askeri açıdan pek önem taşımayan İspanyol-Amerikan Savaşı’nın siyasal ve diplomatik sonuçları çok büyük oldu. Savaş, ABD’yi dünya siyaset sahnesine çıkardı ve yeni emperyalizm yoluna soktu. Aslında ülkenin misyonu ve kaderi ile ilgili daha savaştan önceki yıllarda ortaya konan görüşler, emperyalizme giden yolu zaten hazırlamıştı. 1890’lardan önce Amerikalıların çoğu Bağımsızlık Savaşı günlerinden kalma bir görüşü inatla savunuyordu: ABD, Avrupa sorunlarının dışında kalmalı ve dünyaya bir demokrasi ve barış örneği sunmalıydı. 1880’lerde ve 1890’larda yeni düşünceler bu tarihsel inancı sarstı. ABD, İç Savaş’tan beri süren ekonomik büyümesi sayesinde büyük bir güç haline gelmişti.

Birçok yazar, ABD’ırin artık bu gücüne yakışır biçimde hareket etmesini istiyordu. Deniz gücünün önemini savunanlar, ulusal güvenliğin ve büyüklüğün gelecekte, dünyanın her yerindeki deniz üsleriyle desteklenen büyük bir donanmayla sağlanabileceği kanısındaydı. 1890’larda Batı’da doğal sınırlara ulaşıldıktan sonra, artan nüfus ile tanm ve sanayi ürünleri için yeni çıkış alanları bulunması gerektiği düşünülüyordu. Sosyal Darvrinciler dünyanın vahşi bir orman olduğunu ve uluslararası çekişmeler içinde ancak güçlü ulusların varlıklarını sürdürebileceğini söylüyorlardı. Bunlardan başka idealistler ve dinsel önderler Amerikalıların görevinin “beyaz insanın yükünü üstlenmek”, üstün kültürlerini ve Hıristiyanlığı dünyanın geri halklarına götürmek olduğunu ileri sürüyorlardı.

ABD’yi savaş ve emperyalizm yoluna iten 1898 olaylarının gerisinde böyle bir ortam vardı. Kübalılar 1895’te İspanyol yönetimine karşı şiddetli bir ayaklanma başlatmışlardı. Ayaklanmanın nedeni, ABD’nin Küba’ dan yaptığı şeker ithalatını durdurmasının yol açtığı bunalımdı. İspanyollar ayaklanma karşısında baskıcı önlemler aldılar. ABD’ye sığınan Kübalılar, adadaki İspanyol vahşeti üzerine abartılı öyküler yaydılar. Bu öyküler Amerika’nın büyük basın organlarında yer aldı. Başkan Cleveland artan müdahale isteklerine karşı direndi.

15 Şubat 1898’de Amerika’ya ait “Maine” gemisi Havana limanında bir patlama sonucu batınca olaylar Başkan McKinley’nin denetleyemeyeceği bir noktaya geldi. İspanya, savaşı önlemek için ödün vermeye hazırdı, ama ABD’nin isteği doğrultusunda Kübadan çekilmeyi ve adanın bağımsızlığını tanımayı kabul etmedi. Nisan ortasında Kongre başkana, İspanyolların Küba’dan çıkarılması için silahlı kuvvetleri kullanma yetkisi verdi. Ispanya ile Amerika arasındaki çatışmalar, 12 Ağustos’ta Washington’da imzalanan bir ön barış antlaşmasıyla sona erdi. Görüşmelere ekim ayında Paris’te devam edildi. İspanya Küba’nın bağımsızlığını tanıdı ve Porto Riko’yu ABD’ye bıraktı. İş çevreleri, Manila’nın Uzakdoğu ticareti için kusursuz bir üs olabileceği umuduyla İspanya’nm Filipinler’in tamamını da ABD’ye bırakmasını istiyordu. McKinley İspanya’yı Filipinler’i 20 milyon dolara ABD’ye “satmaya” zorladı.

Oysa daha 1898 Paris Antlaşması imzalandığında, Filipinler’in ABD’ye katılmasına karşı tepkiler gündeme gelmişti. ABD’li antiemperyalistler uzak ve yabancı halklar üzerinde sağlanan egemenliğin, “kendi kaderini tayin” doğrultusundaki tüm Amerikan geleneklerini yıktığını savunuyorlar ve bunun doğrudan doğruya cumhuriyetin kendi dokusunu tehdit edebileceğini iddia ediyorlardı. McKinley’nin 1900’de yeniden seçilmesi, halkın emperyalizm isteklerini gösternliyordu. Amerikalılar denizaşırı bir imparatorluk kurmuş, ama aynı zamanda bu imparatorluğun tasfiye sürecini de başlatmışlardı. Kongre, savaş kararını alırken Küba’nın ABD tarafından ilhak edilmeyeceğini de karara bağlamıştı. 1903’te Küba kendisini fiilen ABD’nin bir protektorası haline getiren bir antlaşma imzalamaya zorlandı. 1898’de ilhak edilen Hawaii Adaları 1900’de federal hükümetin denetimi altındaki topraklar statüsüne getirildi. Porto Riko’ya sınırlı bir özyönetim tanındı. Adaya 1917’de federal hükümetin denetimine bağlı topraklar statüsü verildi; burada yaşayanlar ABD yurttaşı sayıldı ve özyönetim üzerindeki tek denetim ABD başkanmm atadığı valinin veto hakkıyla sınırlandı.
Filipinler Hükümet Yasası, 1902’de bu ülkeye sınırlı bir özyönetim, 1916’da da tam özyönetim verdi.

Uzakdoğu'da “açık kapı” politikası.


Amerikalıların isteksiz bir emperyalist politika izlemelerine karşın ABD 1898’den sonra Büyük Okyanusta önemli bir güç haline gelmişti. Amerikan işadamları, uçsuz bucaksız görünen Çin pazarı hakkında büyük umutlar besliyorlardı. Ne var ki 1890’larda İngiltere, Fransa, Rusya ve Japonya, Mançurya’dan Çin’in güney kesimlerine kadar uzanan bölgeyi aralarında nüfuz alanlarına ayırmıştı. ABD dışişleri bakanı John Hay, 6 Eylül 1899’da Çin’de çıkarı olan büyük güçlere ilk Açık Kapı notasını verdi. Notayla ABD, bütün bu güçlerin nüfuz alanları içindeki bütün uyruklara eşit ticaret ve yatırım olanakları tanınmasını istiyordu. Çin’de yabancıları hedef alan Boxer Ayaklanması’nın ardından 3 Temmuz 1900’de de, ikinci bir Açık Kapı notası ile, Çin’in siyasal ve toprak bütünlüğünü korumaya niyetli olduğunu açıkladı.

Bu açıklamalar fazla etkili olmadı, çünkü ABD açık kapı politikasını kuvvet yoluyla destekleyecek durumda değildi. Ama ABD hükümetleri, 1940’lara değin bu ilkeyi Uzakdoğu politikalarının temeli kabul ettiler. Başkan Theodore Roosevelt 1905 Rus-Japon Savaşı’nda isteksizce arabuluculuk yaparken, Uzakdoğu’daki güç dengesinin yanı sıra açık kapı ilkesini de korumayı amaçlıyordu. ABD politikası, 1922’de dokuz devlet arasında imzalanan Washington Antlaşmasıyla taraf devletlerin Çin’de açık kapı ilkesine uymayı kabul etmeleriyle başarıya ulaştı.

Panama Kanalının açılması ve Antiller de ABD üstünlüğü. Stratejik zorunluluklar ve Doğu eyaletleri işadamlarının Büyük Okyanustaki pazarlara kolay ulaşım istekleri, 1890’larm sonunda başkanı ve Kongre’yi iki okyanus arasında bir kanalın açılması gereğine inandırdı. Ama Panama’yı elinde bulunduran Kolombiya hükümeti, kanalın gerçekleştirilmesinin önünde bir engel oluşturuyordu. Kolombiya’nın projeye karşı çıkması üzerine 1903’te Roosevelt, Kolombiya’ ya karşı Panama’da başlayan bağımsızlık hareketine gizli destek verdi. ABD ile yeni kurulan Panama Cumhuriyeti arasında hemen bir antlaşma imzalandı ve kanalın yapımına başlandı. 15 Ağustos 1914’te kanal trafiğe açıldı.

Ad:  theodore roosevelt.jpg
Gösterim: 1354
Boyut:  21.2 KB
Başkan Theodore Roosevelt 1904’te Kongre’ye sunduğu yıllık mesajında, Monroe Doktrini çerçevesinde geliştirdiği yeni Latin Amerika politikasını açıkladı. Monroe Doktrini AvrupalIların Yenidünya’da güç kullanmasını yasakladığından, ABD, Latin Amerika devletlerinin bir Avrupa müdahalesine yol açmalarını önlemek için her türlü yola başvurabilecekti. Monroe Doktrini’nin bu yorumu 1928’e değin Amerika’nın Antiller politikasının temel taşı oldu.

Roosevelt’ten sonra başkan olan William Howard Taft, ABD’nin Panama Kanalı çevresindeki hegemonyasını korumak için Roosevelt’ten daha kararlı bir politika güttü. Dolar Diplomasisi adı verilen bir politikayla, ABD’li bankerleri, Antiller bölgesinde AvrupalI bankerlerin yerini almaya ikna etmek istiyordu. Böylece bölgede ABD etkisi artacak ve ayaklanma olasılığı bulunan ülkelerde istikrar sağlanacaktı. Dolar Diplomasisi tam bir başarısızlıkla sonuçlandı; bu politikanın bir sonucu, ABD’nin Nikaragua’daki iç savaşa müdahale etmesi oldu.

1913’te Woodrow Wilson’ın başkan olmasıyla ABD-Latin Amerika ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. Wilson ve onun dışişleri bakanı William J. Bryan, Dolar Diplomasisine ve müdahale politikasına şiddetle karşıydılar. Wilson, Amerika kıtasındaki bütün devletler arasında bir saldırmazlık paktı imzalanması için çaba harcadıysa da bu tasarı bazı Latin Amerika devletlerinin karşı çıkması yüzünden gerçekleştirilemedi.

Antiller bölgesindeki istikrar tehlikeye düşünce Başkan Wilson, ABD’nin çıkarlarını korumaya Roosevelt ve Taft kadar kararlı olduğunu gösterdi. Hatta güç kullanmaya onlardan çok daha hazırdı. 1915’te Haiti’de bir kukla hükümet kurulmasını sağladı. 1916’da Dominik Cumhuriyetini işgal etti ve Nikaragua’yı ABDnin protektorası haline getirdi. Aynı yıl Virgin Adalarının Almanya’nın eline geçmesini önlemek için bu adaları Danimarka’dan satın aldı.

Ad:  William McKinley.jpg
Gösterim: 1297
Boyut:  17.6 KB

İlerici dönem.


Başkan William McKinley’ nin 1897’de göreve başlaması, ülke içindeki karışıklıkların sona erdiği yeni bir huzur döneminin başlangıcı olarak karşılandı. 1893 bunalımının ardından ekonomik refah yeniden sağlanmıştı.
ABD, tarihçilerin “ilerici hareket” adını verdikleri dönemin ilk evrelerini yaşıyordu. Genel olarak ilerici hareket, İç Savaş’tan sonraki hızlı sanayileşme ve kentleşmenin doğurduğu sorunlara bir yanıttı. Birçok Amerikalı, ekonomik ve siyasal gücün dev boyutlara ulaşmış olmasının, sorumlu bir demokratik hükümeti ve herkes için serbest ekonomik fırsat eşitliğini içeren tarihsel Amerikan geleneklerini bozmasından korkuyordu.

Aslında 1890’larda ya da daha sonra tek bir ilerici hareket olmadı. Kent, eyalet ve ülke çapında farklı, zaman zaman birbiriyle çatışan çeşitli reform ve yeniden örgütlenme hareketleri vardı. Ama bunların hepsi bazı ortak amaçlarla harekete geçmişti. Bireyciliği ve “bırakınız yapsınlar” politikasını reddediyorlardı. Ekonomik durumları bozuk olanların sorunlarıyla ilgileniyor, hükümet hiyerarşisinin yeniden kurulması ve sanayinin ve mali çevrelerin yeniden halkın denetimine sokulması amacıyla hükümet gücünün artırılması için mücadele veriyorlardı. İlerici hareketin ortaya çıkmasında iki etken katalizör görevi gördü: 1890’larm başında tarım kesiminde baş gösteren bunalım ve 1893'te başlayan mali ve sınai durgunluk. Fiyatlardaki düşüş, 1892’de yüz- binlerce çiftçinin radikal Halk Partisi’ne akın etmesine neden oldu. 1893’ten başlayarak kentlerin yoksullaşması, birçok toplumsal hizmetin aksamasına ve zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun derinleşmesine yol açtı. Bu durum kent yönetimlerinde bazı reformların yapılmasını gerektirdi. Yozlaşmış kent yöneticileri görevden uzaklaştırıldılar.

Kent düzeyinde başlayan reform hareketleri çok geçmeden eyalet düzeyine sıçradı, çünkü kentleri etkileyen önemli kararlar eyalet merkezlerinde alınıyordu. 1890’larm sonlarında birçok eyalet yönetimi özel çıkarlar peşindeki işadamlarının mali desteğindeki güçlü profesyonel siyasal örgütlerin denetimindeydi. Yeni yetişen, iktidarı ele geçirmeye hevesli, genç ve idealist önderler giderek bu örgütlerin gücünü sarsmaya başladı. Wisconsin’de Robert M. La Follette, New York’ta Charles Evans Hughes, New Jersey’de Woodrow Wilson, Virginia’da Andrew J. Montague ve California’da Hiram W. Johnson bunların en tanınmışlarıydı.

Bu genç önderler, yalnızca güçlü önderlik yetenekleriyle değil, senatör adaylarının doğrudan seçimle belirlenmesi gibi kurumsal yeniliklerle de Amerikan siyasal yaşamında köklü değişiklikler yaptılar. Daha da önemlisi, ilerici hareket yanlıları, ekonomik ve toplumsal hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştirdiler. Bunlar arasında eyalet kamu mallarının ve demiryollarının sıkı bir biçimde denetlenmesi, çocuk işçi çalıştırmayı yasaklayan ve kadın işçileri koruyan yasaların çıkarılması, ceza sisteminde reform yapılması, yoksullara yönelik hizmetlerin yaygınlaştırılması ile işçilere ve ailelerine kaza tazminatı güvencesinin getirilmesi gibi reformlar vardı.

Reform hareketi, 1901’e gelindiğinde eyalet sınırlarının dışına taşmıştı. Öte yandan bazı sorunlar yalnızca federal hükümet tarafından çözülebilecek nitelikteydi. Başkan McKinley bir suikast sonucu Eylül 1901’de ölünce, ondan oldukça farklı bir önder olan 42 yaşındaki Theodore Roosevelt, Amerikan tarihinin en genç başkanı olarak Beyaz Saray’a girdi. Roosevelt kapsamlı bir demokrasi yanlısıydı; ayrıca New York’ta polis müdürlüğü ve New York eyalet valiliği yaptığı için zamanın kent sorunlarını yakından biliyordu. 1904 seçimlerinden de zaferle çıkan Roosevelt, 1906’ya gelindiğinde ilericiliğin ulusal düzeydeki tartışmasız sözcüsü ve en iyi propagandacısı haline gelmişti. Kamuoyuna egemen olması ve Kongre’yi harekete geçirmesi sayesinde başkanlık kurumunu yeniden canlandırdı ve ulusal politikada en güçlü kurum haline getirdi.

Sanayide giderek artan tekelleşme, 1901’de Amerikan halkını kaygılandırmıştı. Sürekli fiyat artışlarından büyük şirketler sorumlu görülüyordu. Bunun üzerine Roosevelt, 1890 Sherman Antitröst Yasası’ m yeniden yürürlüğe koydu. 1902’de kuzeybatıdaki demiryolu tekelini kırmaya yönelik bir davayla işe başlayan Roosevelt, sığır tröstüne, daha sonra da petrol, tütün ve öbür malların tekellerine karşı savaş açtı. Yüksek Mahkeme tüm davalarda yönetimi destekledi. Sanayi kesiminde federal hükümetin üstünlüğünü kuran Roosevelt, ayrıca Amerika Maden İşçileri’nin Pennsylvania’ daki madenkömürü işletmelerinde başlattığı grevde hakemlik yoluyla bir uzlaşmayı zorla kabul ettirmek için işçiler adına müdahalede bulundu. Roosevelt, 1904 seçimlerinden sonra daha atak bir politika izledi. Demiryollarını yeniden federal denetim altına sokmak için Kongre’de yoğun çaba harcadı. Sonuçta, 1906’da çıkarılan Hepburn Yasası, Roosevelt’in kişisel zaferiydi. Yasa, Eyalet- lerarası Ticaret Kpmisyonu’nun yetkilerini genişletti ve demiryollarının komisyonun izni olmadan ücret artırmasını yasakladı. Roosevelt aynı biçimde, Et Denetleme Yasası’m ve Saf Gıda ve İlaç Yasası’m da 1906’da Kongre’den geçirdi.

Kitlelerin sevgisini kazanan Roosevelt, 1908’de rahatlıkla yeniden Cumhuriyetçilerin adayı olabilirdi. Ama 1904 seçimlerinden sonra, yeniden aday olmayacağını açıklamıştı. Sözünde durarak, kendi savaş bakanı Ohiolu William Howard Taft’ın aday olmasını sağladı ve Taft seçimi kolaylıkla kazandı. Taft sakin bir dönemde ideal bir başkan olabilirdi, ama onun Beyaz Saray’da bulunduğu dönem oldukça karışık geçti. Ulusal ilericilik hareketi doruk noktasındaydı ve Kongre’nin her iki meclisinde de “asiler” denen ilerici Cumhuriyetçiler bulunuyordu. Roosevelt’in politikalarının şiddetli bir destekçisi olan Taft, kendisini bir ilerici olarak görse de, aslında kişiliği ve düşünce yapısıyla tutucuydu. Ayrıca dinamik bir halk önderi olmasını sağlayacak özelliklerden yoksundu.

Taft Kongre’deki ilerici Cumhuriyetçilerle çatıştı. Bunlar, gümrük vergilerinin indirilmesi, senatörlerin doğrudan seçilmesi, gelir vergisi konması, şirketlerin ve demiryollarının daha sıkı denetlenmesi gibi reformlardan yanaydılar ve Taft’in 1912’de yeniden aday olmasını engellemeye kararlıydılar. Giderek Taft’tan uzaklaşan Roosevelt, bu grubun lideri oldu. Başkanlık önseçimlerinde başarı kazandı, ama Taft ve tutucu Cumhuriyetçiler eyalet örgütlerinde ve Cumhuriyetçi Ulusal Komite içinde üstün durumdaydılar. Taft az farkla yeniden aday oldu. Ağustos 1912’de Roosevelt ve ilericiler Cumhuriyetçi Kurultayı’nı terkederek Chicago’da İlerici Parti adıyla kendi partilerini kurdular ve Roosevelt bu üçüncü partinin başkan adayı oldu. Ancak 1912 seçimlerini Demokratların adayı, Princeton Üni- versitesi’nin eski rektörü ve New Jersey valisi Woodrow Wilson kazandı.
Bir siyasetbilimci ve tarihçi olan Wilson, başkanın, kamuoyunun önderi, yasama politikasının baş düzenleyicisi ve dış ilişkilerin yürütülmesinde tek yetkili olması gerektiğine inanıyordu. Wilson, kamuoyunun ve Kongre’deki Demokrat çoğunluğun desteğiyle önderlik kuramlarını başarıyla uygulamaya koydu. Wilson’ın programının ilk maddesi gümrük tarifeleri reformuydu. 1913 Underwood Tarife Yasası’yla gümrük oranları yüzde 40’tan yüzde 25’e indirildi, ithali serbest mallar listesi genişletildi. Bundan sonra sıra banka ve para reformuna geldi. 1913 Federal Rezerv Yasası’yla banka rezervlerini harekete geçirmek için Federal Rezerv Sistemi kuruldu; altın ve tahvile dayalı esnek yeni bir para çıkarıldı.

Wilson’m “Yeni Özgürlük” programının üçüncü maddesi antitröst reformuydu. 1914’teki Federal Ticaret Komisyonu Yasası’nı destekledi. Bu yasa, tekelleşmeye yol açacak iş uygulamalarını engelleyecek yetkiyle donatılmış bir Federal Ticaret Komisyonu kuruyordu. Aynı yıl Clayton Antitröst Yasası da çıkarıldı.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 12 Ekim 2016 00:03