Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çok açık bir gerçeği herkes görüyor artık: Önümüzdeki günler siyasette sular ısınacak, asker-sivil ilişkisi yeni bir imtihandan geçecek ve medya bütün meydan savaşlarının ortasında kendine yeni bir pozisyon bulacak.

Çünkü bütün çatışmalar medya üzerinden yapılacak, herkes medyanın gücünden yararlanmak isteyecek.
Şu birkaç haftaya sıkışan olayları hatırlayın lütfen: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanıyor. Minnacık çocuklar neşe içinde. Bu arada klasik bir gösteri ilişiyor kamuoyunun gözüne. Bir grup çocuk “çarşafa girmiş”, arka sıradaki çocuklar fötr şapkalarla pankartlar taşıyor. Tipik bir Cumhuriyet mesajı: “Böyle giyinirdik, Cumhuriyet’imizden sonra böyle giyinmeye başladık” deniliyor ve 86 yıl önceki büyük değişime atıfta bulunuluyor. Ön sıralarda yürüyen çocuklara isyan eden askerî bir yetkili olaya müdahale ediyor. Aslında bir yanlış anlama olduğu ortada. Fotoğraf arka sıraları da gösteriyorsa; yani kadraj ustalıklarıyla arkadaki çocuklar yok edilmemişse fotoğrafı gören herkes, Cumhuriyet düşmanlığı ifade eden bir eylemin yapılmadığını anlar. Bir yanlış anlama, bir tezcanlılık, bir telaş ve sun’î bir gündem…
Tam Türkiye bu olayı konuşurken bir başka gövde gösterisine şahit oldu Türkiye. Küçük bir ilçede bayram töreni yapılırken sakız çiğnediği iddia edilen bir kişi (iktidardaki AK Parti’nin o ilçedeki en üst düzey yetkilisi) gözaltına alındı, ardından da tutuklandı. Üzücü bir olay; üzücü olduğu kadar yıpratıcı. Hukuku, siyaseti, askeriyeyi yıpratabilecek bir olay ile karşı karşıyayız. Ve medya! Yine sıcakkanlı, yine heyecanlı, yine telaşlı…
Anlamak çok zor! Olaylara konu edilen her birimin kendi içinde bir muhasebe yapması gerekmiyor mu? Tansiyonun yükselmesi Türkiye’de kime yarıyor? Türk Silahlı Kuvvetleri’ne mi, siyasî partilere mi, zaten büyük sarsıntı yaşayan yargıya mı? Hiçbirine! Çünkü halk kavga istemiyor…
TMK, ideolojik saplantılara kurban edilmesin...
Haftanın en çarpıcı olayı, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) üzerinde çıkan kavgalar oldu. Bu tasarıya daha hazırlanmaya başlandığı ilk günden beri şüpheyle bakılıyor. Herkesin endişesi aynı: Terörle mücadele edilirken temel hak ve özgürlüklerden taviz vermemek gerekiyor. Konu çok nazik, dengeyi tutturmak zor. O yüzden hükümet kanadı uzun zamandan beri “özgürlükler ile terör mücadelesi arasındaki hassas denge korunacak” diyor. Medyanın TMK takibini anlamak hiç de kolay değil. Baştan beri bu yasa tuzaklarla dolu diye feryat eden gazeteleri, diğer gazeteler bir türlü duymuyor, duymak için özel bir gayret göstermiyordu. Aylar önce Hürriyet ve Akşam Gazetesi’ne yansıyan taslağa göre vahim hatalarla doluydu tasarı. Mesela güvenlik güçleri “suç işleneceğine dair izlenim edindiğinde” kişi ve kurumların pek çok özgürlüğüne el koyabiliyordu. “İzlenim dediğin nedir ki!” diye sormadı medya. Daha bunun gibi pek çok hatayı sükut ile geçiştiren medyamız, son dakikada uyandı ve feryadı bastı. Aylardır niçin susulduğunu anlamak da mümkün değil, son fasılda bu kadar büyük gürültü koparıldığını da. Bugün isyan edilen maddelerin varlığı dün de biliniyordu oysa.
Her neyse. Şimdi ortada Meclis’e getirilmiş bir TMK metni var ve eleştirilerin somut bir şekilde yapılması mümkün. Bazı eleştirilerin yerinde olduğu da ortada. Gazetecilere verilecek hapis cezasına karşı çıkmak her gazetecinin görevi. Düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyecek her maddeye, her yaptırıma karşı çıkmak zorundayız. Bunun sağcılıkla, solculukla, liberallikle, muhafazakârlıkla ilgisi yok; her gazeteci özgür düşünceden yana saf tutmak mecburiyetinde. Ayrıca terörün tanımının net olması ve terör eyleminin ne olduğunun ve terör örgütünün özelliklerinin çok net bir şekilde ortaya konması gerekiyor. O yüzden 6. maddeye herkes itiraz ediyor; etmelidir de. Üstelik bu ve buna benzer hataların Meclis’te düzeltilme şansı hâlâ var. Bu tür yanlışları bulup yek vücut karşı çıkmalı medya. Ne var ki bazıları her şeyi tersinden okumaya bayılıyor, TMK gibi hayati bir konuyu ideolojik saplantısına feda ediyor; hatta daha da ileri giden küçük bir zümre işi yine Fethullah Gülen düşmanlığına dayıyor.
Gerilimi tırmandırmak medyayı yıpratır
Böyle ciddi bir mesele ancak bu kadar cıvıtılır. Bu cıvıtma alışkanlığı sadece gazetecilere mahsus bir davranış biçimi değil. Siyasetçiler de en mühim meseleyi sokak kavgasının en basit taktikleriyle geçiştiriyor. Geçen hafta TMK konuşulurken bir anda “TMK Apo’ya af kapısı açıyor” iddiasıyla ortaya çıktı CHP. Deprem gibi bir şeydi bu! Düşünebiliyor musunuz; bir yandan devlet terörle mücadele ile ilgili bir yasa çıkarmak istiyor, diğer taraftan eli kanlı bir terör örgütünün başı serbest bırakılıyor. Olacak şey değil! Adalet Bakanı Cemil Çiçek hemen çıkıyor ekranlara ve CHP lideri Deniz Baykal’a cevap yetiştiriyor. Hava gergin. Demeçler keskin. Suçlamalar ağır. Niçin? Gerçekten sormak gerekiyor, niçin? Bir yasa çıkarıyorlarsa, bu yasa ile ilgili Meclis’te komisyonlar kurulmuşsa, o komisyonda AKP ile CHP’li vekiller birlikte çalışıyorsa; hatta o komisyonlara devletin parlamento dışı yetkilileri temsilci gönderiyorsa, niçin kamuoyu huzurunda en ağır suçlamalar yapılıyor, niçin herkes mesajını medya üzerinden veriyor? Belli ki son dönemin muhalefet taktiği gerilimli söylemler üzerinden yapılıyor. Gerginlik arttıkça, hükümet kimyasının bozulacağı, eski siyaset tarzının hortlayıp podyuma çıkacağı, halkta meydana gelecek bezginliğin erken seçime sebep olacağı hesaplanıyor. Aslında bazılarının derdi erken seçim de değil; şayet öyle olsaydı her gergin tartışmanın akabinde “Hodri meydan! Buyurun sandığa!” denirdi. Muhalefet, onca sert üslubuna rağmen erken seçimi ağzına almıyor. Nasıl olsa ufukta en geç bir buçuk yıl sonra seçim var. Çankaya’nın yeni sahibi normal seçim süresinden önce de belli olabilir. Dolayısıyla Çankaya için veriliyor bazı savaşlar. Daha doğrusu Çankaya vesilesiyle iktidar kavgası veriliyor ve bu kavganın olabildiğince yıpratıcı olması isteniyor. Siyasetçinin bu kavgayı kontrollü bir gerilim halinde yönetmesi normal sayılabilir; çünkü siyasetin ruhu bazen cadı kazanından alır ilhamını. Medyaya ne oluyor; esas buna anlam vermek zor. Gerilim tırmandıkça tiraj da artmaz, reklam da. Birim fiyatı işletme giderini karşılayamayan Türk basınının gerilimden medet umması için hiçbir sebep yok. Ortaya çıkacak en küçük bir siyasî istikrarsızlık ve ekonomik kargaşa, her sektörden önce medyayı vuracaktır. Önünü görmekte güçlük çeken ve ülkenin yarınından endişe eden iş dünyasının ilk tasarruf kalemi reklam değil mi? Gündem gergin diye bazı sorunlar görmezden gelinsin ya da bazı konuların üstü kapatılsın demiyorum şüphesiz. Ancak siyasetçilerin can simidi gibi sarıldığı ağız dalaşına medyanın da aynı dengesizlik içinde yaklaşmasında sıkıntı var.
Daha tehlikeli bir durum var: Rejim tartışmaları. Son günlerde o kadim rejim tartışması yeniden hortlamaya başladı. Bu ülkede medya ne zaman irticaı gündeme getirse halk yazılanlara şüpheyle bakmaya, yeni bir tezgâh ile karşı karşıya kalındığını düşünmeye başlar. Bu açıdan bakıldığında 28 Şubat sürecinde yaşanan bazı olaylar cürm-ü meşhudun dikâlâsıdır. Halk mizansenler, suflörler, figüranlar vasıtasıyla, psikolojik harbin edilgen cephesinde kaldığını, meselenin özünde irtica olmadığını gördü. Korkutmak, kışkırtmak, nefret uyandırmak için onlarca hadise tertip edildi. Ve vatandaş anladı ki irtica senaryolarının arkasında büyük rant kavgaları var. Hortumculuk diye nitelendirilen bir suçu 28 Şubat döneminde fark etti. Ticaret-siyaset-medya üçgenindeki gizli gerçeklerin toplumu Bermuda’nın esrarengiz koordinatlarından daha belirsiz bir yere taşıdığını anladı. O yüzden bugün yapılan pek çok provokasyonu halk 28 Şubat’ın kirli ilişkiler ağıyla irtibatlandırıyor. Bunların bir kısmı kuruntu, bir kısmı da kurgu. Ancak inkâr edilemeyecek bir kuşku olduğu da açık. Önemli olan algılama. Ve bu algıya göre medya en zayıf halka durumunda. Çünkü yakın geçmişe dair hatıralar generallerin yayın toplantısı yaptığını, gazetecilerin işine son verdiğini, andıçlarla medya üzerinde baskı kurduğunu gösteriyor, siyasete içeriden ve dışarıdan müdahale edildiğini vs. gösteriyor. Herkesin kendi muhasebesini bir kez daha yapması, yakın geçmişten ders çıkarması gerekiyor. 28 Şubat’ta asker de yıprandı sivil de. En çok da medya. Ve diyetini ağır ödedi. Son birkaç yıldır derlendi toplandı medya, itibar kazandı. Ticarî kazancını katlamakla yetinmedi; aynı zamanda daha muteber, daha ilkeli bir medya olma yolunda mesafe aldı. Görünen o ki Türkiye yeni bir döneme girdi. Bugün asker-sivil ilişkisine çok daha dikkatli yaklaşmak zorunda. Siyasî atraksiyonlara hemen meyletmemeli, daha dikkatli, daha duyarlı bir yayın stratejisi geliştirmeli. AB yolunda bu kadar uzun bir yol kat edilmişken anti demokratik saflara iltica etme ya da siyasetin seviye problemi yaşayan senaryolarından rol kapmaya çalışma, Türk medyasını büyük bir kaosun içine atacaktır. Büyük düşünmek lazım. Büyük düşünen büyür çünkü. Türkiye büyümenin sancısını çekiyor. Elbette bugünkü sıkıntılar da aşılacak. O gün geldiğinde aynı hatayı mükerrer yapmanın hacaletini yaşamaya hiç gerek yok. Ancak şu da çok açık ki küçük düşünen küçülecektir ve geleceği hep doğru yazan, hep özgürlükçü kalan markalar göğüsleyecektir.