Arama

Dil Bilimi - Tek Mesaj #10

ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
1 Mayıs 2006       Mesaj #10
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Tarihi heykel sanatı, şematik kütle plastiği ile üsluplaşmış kabartma örneklerden oluşur. Osmanlılarda figürlü ve anıt-heykel yoktur. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte bu sanat dalının geliştirilmesi önem kazanmıştır. Türkiye'de heykel sanatı Cumhuriyet devrinde Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerden başlayarak Anadolu şehir ve kasabalarının meydanlarına kadar yayılan Kurtuluş Savaşı ve Atatürk anıtlarıyla gelişmiştir. İlk anıt 1925 yılında İstanbul'da Gülhane Parkına dikilmiş, bunu 1928 yılında Taksim'de yapılan Cumhuriyet Anıtı izlemiştir. İlk örnekler yabancı sanatçılar tarafından yapılmış, 1930'lardan itibaren Ratip Aşir Acudoğlu, Zühtü Müridoğlu, Kenan Yontuç gibi heykeltraşlar yetişmiş ve anıt heykelciliğinde kendilerine has üslupla eserler vermişlerdir. Bu dönemde çok sayıda büst çalışmaları da yapılmıştır. 1950'li yıllardan itibaren Şadi Çalık, Turgut Pura, Kuzgun Acar gibi sanatçılar, soyut form anlayışını zorladılar ve değişik eserler vücuda getirdiler. Ali Teoman Germaner, Hakkı Baha Çavuşgil, Sebahat Acuner, Gürdal Duyar, Tamer Başoğlu, Namık Denizhan, Saim Bugay, Koray Ariş gibi orta kuşak sanatçıların yakın yıllardaki çalışmalarından kurallar yapılmış, heykele çağdaş görünüm kazandırma çabaları farklı anlayıştaki sanatçılar tarafından paylaşılmıştır. Süsleme Sanatları Türklerde süsleme sanatları M.Ö. I. asırdan başlayarak günümüze gelmiştir. Çini, minyatür, telkari, ebru, vitray, hüsn-ü hat, teship, oymacılık, cam, kakma gibi dallarda gelişen süsleme sanatlarının en güzel örneklerini Selçuklular ve Osmanlılar zamanında görmek mümkündür. Bütünüyle uygulamalı sanatlar olan bu tür çalışmalar sanattan çok zenaat olarak kabul görmüştür. Bu sebeple, çok farklı üslupları olmasına rağmen sanatçılar, eserlerinde imza kullanmamışlardır.
Günümüzde bu sanatlardan büyük bir kısmı devlet desteği ile okullarda ve meraklı amatör sanatçılarla varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.

a. Çinicilik Türk süsleme sanatları içinde önemli yeri bulunan dallardan biri de çini sanatıdır. Anadolu Türklerinde seramik sanatının çok eski bir geleneğe sahip olduğu bilinmektedir. Büyük Selçuklu, Gazneliler ve Karahanlılar İslam dünyasında çini sanatının lideri durumundaydılar. Selçuklu döneminde iç ve dış mimaride kullanılan çiniler daha çok turkuvaz, kobalt, mor ve siyah renkliydi. Bu dönemde sade renkli çiniler yanında bitki desenli, hayvan ve insan figürlü ve mitolojik karakterli olanları da vardı. Bu çiniler mozaik tekniğinde veya tek renkli levhalar halinde idi. Tarihte bilinen en eski Selçuklu çinileri Konya'da kullanılmıştır. Konya'daki Alaaddin Cami ve Beyşehir Gölü civarında bulunan Kubadabat Sarayı bu çinilerin en güzel örnekleri ile kaplıdır. Çini sanatı XIV-XVII asırlar arasında Osmanlı sanat ve mimarisinin en önemli unsurudur. Bu asırlarda çiniler, medrese, cami, tekke, imarathane, hamam, köşk, saray. Konak, şadırvan, sebil, çeşme, kütüphane, kilise gibi binalarda geniş kullanma alanına sahiptir. Çini üretiminin en önemli iki merkezi İznik ve Kütahya'ydı. Osmanlılardan günümüze kadar gelen en eski çiniler İznik'te Yeşil Cami Minaresinde görülmektedir. Bu cami 1391-1392 yıllarında yapılmıştır. Osmanlı çinicilik sanatının başlangıç devrinde, duvar çinilerinde renk ve teknik Selçuklu geleneğinin devamıdır. XV. asırdan itibaren Osmanlı çiniciliği kendine has tarzda gelişme gösterdi. 1420'de yapılan Bursa Yeşil Cami ve Türbesi'nde Selçuklu çinilerden farklı olarak sarı ve yeşil renkte çiniler kullanılmış, bitki ve çiçek motifleri yeni bir zevk ve anlayışla daha zengin bir şekilde yapılmıştır. Bursa Muradiye Camii, Osmanlı sanatında ilk defa olarak firuze ve beyaz duvar çinilerinin kullanıldığı en eski örnektir. Mozaik, sıraltı ve renkli sır teknikleriyle imal edilen ilk devir çinileri Osmanlıların en önemli çini merkezi olan İznik'de yapıldı. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan (1472) Çinili Köşk'de genellikle sarı renk hakimdir ve Selçuklu geleneğinin devamı olan mozaik çiniler kullanılmıştır.

XVI. asrın ortalarına doğru İstanbul'da mozaik çiniler ve altın yaldızlı tek renkli çiniler tamamen kayboldu. Bunların yerini renkli sır tekniğinde yapılmış dört köşe levhalar halinde çiniler aldı. Rumiler ve Hatayiler arasında palmet ve rotüs motifleri olan çiçek ve üsluplaştırılmış yapraklardan meydana gelen süsleme, bu devir çiniciliğinin özelliğidir. 1522'de yaptırılan Sultan Selim Türbesi ve 1548'de yaptırılan Şehzade Mehmet Türbesi bu özelliği gösteren örneklerdir. Yeşil, sarı ve laciverthakim olmak üzere yer yer firuze ve uçuk kırmızının kullanıldığı bu çinilerde klasik rumi, palmet motifleri arasında büyük nar çiçekleri, güller, yapraklar ve rozetler görülür. XVI. asrın yarısından itibaren çiniler, sıraltı tekniği ile yapılmaya başlandı. Firuze, mavi, koyu yeşil, açık lacivert ve beyaz bu dönemin hakim renkleri oldu. Mercan kırmızısı da bu dönemin özel renkleri arasındaydı. Üsluplaştırılmış motifler, palmet ve rumilerin yerine çiçek ve yapraklarla şakayık, narçiçeği, gül, lale ve sümbül motifleri aldı. Bu yeni üsluptaki çinilerin en güzel örneği İstanbul'da Süleymaniye Camii Mihrabının iki yanında görülür. Sultan Ahmet'teki Sokullu Mehmet Paşa Camii, Kasımpaşa'da Piyale Paşa Camilerinde mercan kırmızısı çiniler hakimdir. Mercan kırmızısı çiniler Topkapı Sarayında geniş ölçüde kullanılmıştır. Hırkai Şerif Dairesinde, tavus kuşlu çiniler, Harem Dairesinin Altın Yol adı verilen koridorunda bulunan üç pano, Üsküdar'da Valide Camii çinileri ve Edirne Selimiye Camii mihrabının iki tarafında ve Hünkar Mahfilinde görülen zengin çini dekorları bu devrin en güzel örnekleridir. XVII asrın başlarında çini sanatında bir duraklama görülür. Şehzade Camii avlusundaki Damat İbrahim Paşa Türbesinde uzun zamandır görülmeyen geometrik yıldız motifleri tekrar ortaya çıktı. Lale ve karanfillerle mercan kırmızısı kayboldu, yerini soluk kırmızı aldı. Yine aynı yıllarda yapılmış III. Mehmet Türbesi (1603) ile Topkapı Sarayında I. Ahmet Kütüphanesi çinilerinde yeşil renk hakimdir.

Topkapı Sarayından sonra çini bakımından en zengin eser olan Sultan Ahmed Camii'nde 20.143 parça çini vardır. Bu çinilerde yeşilve mavi renkler hakimdir. İrigül, lale, sümbül, karanfil ve uzun yapraklı motifler görülür. Bu motifler arasında yalnız karanfil ve lalede kırmızı renk kullanılmıştır. Bu devrin öteki örnekleri Topkapı Sarayında, Sultan İbrahim tarafından yaptırılan Sünnet odasının duvarlarında, IV. Sultan Murad'ın yaptırdığı Bağdat Köşkü'nde görülür. Batılılaşma hareketleri XVII. Asırdan itibaren bu sanat dalının bir süre duraklamasına sebep olmuş, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında bu sanatı yeniden canlandırmak için Beykoz ve Yıldız'da sert fayans ve porselen fabrikaları kurulmuştur. Bu fabrikalar Batı tekniğini Türkiye'ye aktarmıştır. 1919 yılında Sanayi-i Nefise mektebinde açılan seramik atölyesi eski ile yeni arasında bağ kuran yeni sanatçıların yetişmesine yardımcı olmuş daha sonra güzel sanatlar akademisi bu sanat dalının çağdaş örnekler vermesine yardım etmiştir. 1960 yılından itibaren seramik sanatı gerek yurt içinde gerekse yurt dışında orijinal eserlerle varlığını hissettirmektedir. Osmanlıların ilk devrinden itibaren İznik'ten sonra ikinci çini merkezi olan Kütahya, bugüne kadar bu sanatı devam ettiren tek merkez haline geldi. Kütahya'da eski renk ve desenleri taklit eden çini sanatı, vazo, duvar tabağı, kül tablası gibi dekoratif eşyaya ağırlık vererek devam etmektedir.


b. Minyatür Türklerde biçim, çizgi ve rengin temel örnekleri ve figürlü sanatın ilk eserleri minyatür sanatı şeklinde gelişti. Türk minyatürcülüğü Orta Asya'dan Selçuklulara, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan İstanbul'un fethine ve Lale Devrine uzayan asırlar içinde değişik akım ve anlatım şekilleri kazanmıştır. Türk minyatür sanatı, islamiyetten sonra kitap süsleme sanatı olarak değiştirilen kitap çapına uyacak özellikler göstermektedir. Işık ve gölge yerine düz veya kuyruklu çizgileri örten saf veya parlak renkler kullanılır. Minyatür, milli sanat niteliğini Selçuklular döneminde kazanmış, bu dönemde Nakışhane ve Nigarhane denilen resim okulları kurulmuştur. Bu dönemde İran ile minyatür sanatçısı değişimi yapıldığından Türk-İran minyatürleri birbirlerini etkilemiştir. Ancak, Türk minyatürleri başlangıçtan itibareb daha gerçekçi bir anlatıma sahipti ve günlük hayatı aksettiriyordu. Minyatürde, Osmanlı üslubu XV. asırda belirginleşmiş, klasik örneklerini XVI. asırda vermiştir. XV. asırda Fatih Sultan Mehmed , şairlere ve nakkaşlara rahat çalışma imkanları hazırlatmış, tanınmış İtalyan ressamları saraya davet ederek bir anlamda batı resminin Türkiye'ye girmesini sağlamıştır. İtalyan ressamlardan Matteo di Pasti ile Constanzio di Ferrara, Fatih'in tasvirini taşıyan madalyalar yapmışlardır. Ünlü ressam Bellini de Fatih Sultan Mehmed'in portresi yanında İstanbul'un çeşitli görünümlerini resmetmiştir. XVI. asırda klasik eserlerini veren minyatür sanatına Fatih Sultan Mehmed devrinde sarayda çalışan yabancı ressamların da tesiri oldu. Kanuni Sultan Süleyman devrinde imparatorluğun çeşitli bölgelerinden, özellikle doğudan gelen sanatçılar, sarayda Türk nakkaşlarıyla birlikte çalıştılar. Bu dönemde edebiyatı konu edinen yazmaların yanında tarihi konular da resimlendirilmeye başladı. Bu durum sanatçıların değişik kompozisyon denemelerine yardım etti ve klasik üslubun doğmasına yol açtı. Klasik üslubda en değerli minyatürler II. Mahmud'un zamanında yapıldı. Bu dönemde padişahların savaşlarını,seferlerini, başarılarını, hünerlerini, düğünlerini anlatan yazmaların resimlendirilmesiyle gerçekçi bir üslup ortaya çıktı.

Türklerde XVIII. asırdan önceki tasvir sanatının temel özelliği iki boyutlu oluşudur. Minyatür yaşanan çevreden etkilenmekle beraber nesneye bütünüyle bağlı kalmamış , süslemeye çok önem verilmiş, düz ve parlak renkler tercih edilmiştir. Osmanlı minyatüründe, İran minyatürünün romantik peyzaj anlayışı sadeleştirildi ve peyzaj bütünüyle fon olarak kullanıldı. İnsan figürleri, mimari yapılar, konunun esas unsurları minyatürde ön plana çıktı. Klasik Türk minyatüründe çizgiler düz, renkler canlı, üslup hikayecidir. Bu gerçekçi ve hikayeci üslup XVIII asra kadar devam etti. Osmanlı minyatür sanatının en belirgin özelliği sağlam yapılı kahramanları, sadeliği, konuların gerçek hayattan seçilişi ve renk anlayışıdır. Önemli niteliklerden biri de Osmanlı minyatürlerinin birer tarihi belge oluşur. XV asırda Nigari, XVI asırda Nakkaş Osman, XVII asırda Nakkaş Hasan, XVII asırda Levni minyatür sanatının en belli başlı temsilcileridir. Cumhuriyet sonrasında minyatürcülük konusunda en önemli çalışmaları Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver gerçekleştirmiştir. Araştırmalarının yanısıra kendi de minyatürler yapmıştır. Günümüzde minyatür konusunda bazı bireysel çalışmalar haricinde, üretime yönelik bir çaba söz konusu değildir.Mimar Sinan Üniversitesi, Türk Süsleme Sanatları bölümünden Mihriban Sözen ve Neşe Duyar minyatür çalışması yapan sanatçılardır.


c. Telkari Orijinal Türk Maden sanatlarından olan Telkari işçiliği büyük bir sabır, titizlik, hayal gücü ve incelik gerektirir. Bu ince Türk sanatı ile Tespih, Köstek, Küpe, Yüzük, Bilezik, Broş, Kemer, Tütün tabakaları, Mücevher kutuları gibi süs eşyası yapılmaktadır. Bugün Diyarbakır'da gümüşle, Trabzon'da altınla yapılan telkari işleri bulunmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 23 Nisan 2016 06:14
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ