Arama


KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #28
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
ŞAMANİZM MESELESİ Bozkır Türkleri'nin yani Eski Türkler'in din inançları üç noktada toplanır:

  1. Yir-Sub'lar (Yer-Su'lar; doğa güçleri).
  2. Atalar kültü.
  3. Gök Tanrı inancı.
Öncelikle konu abartılmış bir durumdadır. Türkoloji ile ilgili araştırmalar Altay Türkleri arasında başlamıştır. Türkoloji araştırmaları başladığında, Altay Türkleri şamanlık inancına bağlı bulunuyorlardı. Bu nedenle sanki Altay Türkleri, saf Eski Türk kültürünün biricik yaşayan temsilcileri gibi kabul edilerek, Eski Türkler'in milli dininin şamanlık olduğu görüşü zihinlerde egemen olmağa başlamıştır. Fakat konu derinlemesine incelendiğinde işin doğrusunun bu olmadığı anlaşılır. Bir kere Altay Türkleri, Eski Türk kültürünün bozulmamış temsilcileri falan değillerdir. Altay Türkleri'nin Yaratılış Efsanesi incelendiğinde durum gözler önüne serilir. Altay Türkleri'nin dünyanın ve insanın yaratılışı ile ilgili rivayetlerinin hiçbiri Türkler'in kendi öz düşüncelerinin ürünü olmayıp, türlü dinlerin etkilerinin karışmasından ortaya çıkmış bir tasavvurlar örgüsüdür. Örnek olarak, Altay Türkleri'nin yaratılış efsanelerinde geçen özel adların birkaçı dışında hepsi yabancı kökenlidir: Kuday, Kurbustan, Matmas, Mangdaşire, Maytere...vb. Altay Türkleri'nin din gelenekleri başta Budacılık olmak üzere Hint, İran, Yunan ve Yahudi efsaneleri ile Moğol döneminde ortaya çıkan kimi öykülerin içiçe girmesinden oluşmuştur; bunlara Eski Türk inançlarından da bazı kırıntılar katılmış olabilir. Benzer bir durum, Yakut Türkleri'nin dini inanç ve efsaneleri için de söz konusudur. Yani Altay ve Yakut Türkleri'nin inançlarını ve efsanelerini, Eski Türkler'in inanç ve geleneklerinin günümüzde yaşayan bozulmamış örnekleri olarak düşünmek son derece yanlış olup, böyle bir davranış Türk kültürünü dar bir çerçeve içine hapsetme çabasından ibarettir. Ne yazık ki günümüzde Türkler arasında bile Altay ve Yakut mitolojilerinin, Türkler'in has gelenekleri olduğu düşüncesi egemendir. Fakat Eski Hun ve Gök-Türk toplumu incelendiğinde durumun böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Altay ve Yakut mitolojisinin ürünlerinin köklerine Hun ve Gök-Türk geleneklerinde rastlanmaz. Eğer Altay ve Yakut mitolojisi saf Türk kültürünü temsil etse idi, bu mitolojilerin motiflerinin Hun ve Gök-Türk inançlarından kaynaklanmaları ve bu kaynaklanmanın da birtakım kanıtlarının olması gerekirdi ki böyle bir şey söz konusu değildir. Bütün bunlara bağlı olarak Altay ve Yakut şamanizmi eski milli Türk kültürünün temel direği değildir ve Eski Türkler'in milli dinleri de şamanizm falan değildir.
Türk olsun olmasın, Orta Asya halklarında şamanın din törenindeki görevi yalnızca icracılıktır. Şaman birçok dini törene de (mesela Tanrı'ya kurban sunma törenine) katılmaz. Geç devirlerde Türkler arasında yayılan şamanlık, Türkler'in Gök Tanrı inancına dokunamamıştır. Şamanizm üzerine çeşitli araştırmaları ve incelemeleri bulunan M.Eliade, Ulu Tanrı söz konusu olduğunda şamanlığın adeta sırıttığını söyler. Yakut Türkleri'nde Gök Tanrı kavramının karşılığı olan Tangara Kayra Han ile de şaman pek meşgul olmaz. Aslında şamanizm, bir din değildir; yalnızca bir uygulamadır ve hemen hemen her dinin içinde yaşar. Şaman; ruh, cin, şeytan, peri ve ölülerle uğraşan, hastalara şifa vermeğe çalışan, ölülerin yaşayanlara zarar vermemesini sağlayan, insanların dert ve dileklerini gök ve yer altındaki ruhlara ileten kişidir. Görüldüğü gibi şamanlığın nitelikleri din ile değil büyücülük ile bağdaşır. Şaman asla ruha aracısız olarak müdahale edemez, hastalık ve talihsizlik söz konusu olmadığında şamana iş düşmez ve Tanrı ile ilgili uygulama ve ibadetlerde şaman rol almaz.
Şamanlar tarihin her döneminde ve her dinde yer almışlardır. Mesela bugünkü Türkiye'de yaşayan ve cinlerle irtibat kurduklarını söyleyip kendilerine medyum sanını yakıştıran kişiler de aslında birer şamandırlar. Onlar da aynen şamanlar gibi cinleri/kötü ruhları insanlardan uzaklaştırdıklarını ya da insanlara musallat ettiklerini söylemektedirler. Bir örnek olarak Medyum Memiş gösterilebilir. Yani eski şaman tabirinin yerine medyum, ruhçu gibi adlar konmuş ama uygulamanın özü aynı kalmış durumdadır.
Anlaşılacağı üzere, dinden çok büyü niteliği taşıyan ve esasta bir Bozkır-Türk inanç sistemi olmayan şamanlığın Eski Türkler'in Atalar Kültü, Yir-Sub inançları ve Gök Tanrı kavramı ile ilgisi yoktur.
Kimi araştırmacılar, Eski Türkçe'de bulunan ve din adamı anlamına gelen kam sözcüğü ile şaman sözcüğünün aynı kavramı ifade ettiklerini öne sürseler de, şaman kelimesinin Türkçe bir kelime olmamasının kanıtlanmasından sonra bu görüş geçerliliğini yitirmiştir. Şaman kelimesi bir Hint dili olan sanskritçedeki sramana sözcüğünden kaynaklanmaktadır; sramana'nın anlamı ''dilenci rahip''tir. Bazı araştırmacılar şaman sözcüğünün Mançu dillerinden kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Ama, bu sözcüğün kaynağı hangi dil ve kültür olursa olsun kesinlikle öz Türkçe değildir ve Eski Türkçe'deki kam kelimesi ve kam kelimesinin ifade ettiği kavram ile de bir ilgisi yoktur. Eski Türkçe'deki kam sözcüğü din adamı anlamına gelmekte olup büyücü şamanlarla herhangi bir ilgisi yoktur.
Şamanlığın en büyük özelliği, nüfüz ettiği bölge halkının ruh âlemine bürünme yeteneğidir. Bu yüzden şamanlık, bütün kültür ve dinlere bulaşmıştır. Ama şamanlık, kendini gizler ve içinde yaşadığı dinin gelenekleri içinde saklanır. Şamanlığın bu müthiş uyum ve kendini gizleme yeteneği sonucunda, dinlerin içinde yeni oluşumlar ortaya çıkar. Fakat bu yeni oluşumlar artık o dinin öz nitelikleri gibi düşünülür. Sonuçta adlar değişir ama uygulamalar devam eder ve şamanizm de kamuflaj ve uyum yeteneği sayesinde varlığını sürdürür.

Avrupa Birliği Ve Kıbrıs Konusu

1990 sonrasında AB Kıbrıs konusunda Rum yanlısı bir politikaya yöneldi. Kıbrıs Türk tarafının tüm itirazlarımıza rağmen önce Rum tarafının tüm ada adına yaptığı tek yanlı müracaatı kabul etti ve işleme koydu, sonra Rum tarafını "tüm adada tek muhatap" kabul ettiğini ilan ederek 1998 de Rum yönetimi ile tüm Kıbrıs adına üyelik müzakerelerine başladı. 1999 da Türkiye'ye aday statüsü verilen Helsinki konferansında da Rum tarafının tüm ada adına üyeliği için " çözüm" önşartını kaldırdı. Avrupa Birliği daha sonra" bir çözüm olsa da olmasa da Rum yönetimini tüm ada adına üye" alacağını ilan etti. Ocak 2001 tarihinde Türk tarafının insiyatifi ile başlayan görüşmelerden sonra da AB "çözüm olsun veya olmasın Güney Kıbrıs'ı, tüm Kıbrıs adına üye alacağız" politikasına devam etti ve hatta 2002 sonuna kadar da süre verdi. Bu AB politikası, müzakerelerde Rum tarafını bir çözüme değil, çözümsüzlüğe teşvik etmektedir.
Burada birkaç noktanın vurgulanmasında yarar vardır.
1) AB Türkiye ve Yunanistan' ın birlikte üye olmadığı bir birliğe, adada hiçbir sorun olmamış olsa bile, 1960 Anlaşmalarına göre giremez. AB bu şekilde adım atarak 1960 Anlaşmalarının ada üzerinde oluşturduğu kritik Türk-Yunan dengesini ve garantör Türkiye ve Kıbrıs Türk ortağın haklarını da tamamen gözardı etmeye çalışmaktadır. AB' nin genişleme takvimi bunu
gerektiriyor diyerek 1960 anlaşmalarını hiçe sayarak böyle bir adım atması Kıbrıs Türk tarafının hak ve çıkarlarını tehdit etmektedir.

2) AB öte yandan Kıbrıs Türkleri için ortada büyük bir fırsat penceresi olduğunu, Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde Kıbrıs Türklerinin de AB' ye üye olabileceğini söylemekte, ancak Kıbrıs Türkleri üzerindeki insanlık dışı ambargolara ve Rum tarafını "tüm adada tek muhatap" kabul etmeye devam etmekte, ve bir çözüm olmasa da Rum tarafını Kıbrıs olarak alacağını söylemektedir. Bunun Kıbrıs Türkleri için nasıl bir "fırsat" olduğunu anlamak zordur.
3) Avrupa Birliği bir taraftan bize çözümde tek şartın, çözüm sonrası tüm Kıbrıs'ın bir tek sesle AB içerisinde temsil edilmesi olduğunu, içte iki taraf arasında varılacak düzenlemelerin AB yi ilgilendirmediğini belirtmekte öte yandan bir çözüm olmasa da Rum tarafını tüm ada adına üye yapacağını söylemektedir. Bu politika, nasıl bakılırsa bakılsın sonuçta Rum tarafının parametrelerini bize empoze etmek hedefi gütmektedir. Bunu başka türlü okumak
imkanı yoktur.

4) Rum tarafı AB üyesi olduktan sonra devamlı olarak AB organlarında Yunanistan'la ortak hareket ederek Türk tarafı aleyhine kararlar çıkartmaya ve AB yi harekete geçirmeye çalışacaktır. AB içerisinde bir yerine iki Helen devleti Türkiye'ye karşı çıkacaktır. Rum tarafı bir üyelikten sonra bir AB ülkesinin Türkiye tarafından işgal altında bulunduğunu iddia
ederek, hatta bir çatışma çıkararak AB nin askeri desteğini de almaya çalışabilecektir. AB'nin bunu da bilmemesine olanak yoktur. Buna rağmen Rum yönetimine her desteği vermektedirler.

5) Hatta daha da ileri gidilmekte ve AB yetkilileri ve bazı üyeler eğer şimdi bir çözüm bulunmazsa ve Rum tarafı sene sonunda AB' ye girerse bundan sonra Kıbrıs Türkünün daha zor şartlara maruz bırakılacağını, izole edileceğini ve daha zor seçeneklerle başbaşa kalacağını ifade etmektedir. Yani şimdi uğradığından daha büyük haksızlığa uğrayacağını söylemektedirler.
AB bu politikası ile Rum tarafına çözüm yönünde hiçbir teşvik bırakmamıştır.
> Klerides eğer bir çözüm olmasa dahi tüm Kıbrıs adına AB üyeliğini elde edecekse, ve bu üyelikle Türkiye'nin gelecekteki üyeliğini bile veto edecek duruma gelecekse, Kıbrıs Türk tarafı ile neden ŞIMDI eşitlik temelinde bir anlaşmaya evet desin? Rum tarafı Kıbrıs sorununu kendi açısından çözdüğü düşüncesindedir. Tüm yapması gereken müzakere eder gibi görünüp sene sonunda AB ye giderek Kıbrıs Türk tarafının uzlaşmaz olduğunu söyleyip üye olmayı istemesi ve üye alınmasıdır. Rum tarafının stratejisi de zaten budur.


Klerides müzakereleri işte bu AB politikasının desteği ile yürütmektedir. Tüm
adanın hükümeti olduğu, egemenliğin bu devlette olduğu, bu devleti yok farz etmenin mümkün olmadığı, kurulacak ortaklık devletinin ancak bu devletin devamı olacağı, ve Kıbrıs Türk tarafının egemenliği olamayacağını belirtmektedir. Biz ise devletimizin varolduğunu, egemen olduğunu, kurulacak anlaşmada bu devleti de yok farz etmenin mümkün olmadığını, Rum tarafının bizim üzerimizde egemenliği olabileceği şeklinde yorumlanabilecek, veya zamanla bu sonucu getirebilecek bir anlaşmayı kabul etmeyeceğimizi ifade ediyoruz. Aşağıdaki birkaç noktanın tekrar vurgulanması gerekir.

-Türkiye ve KKTC olarak bize düşen görev birlik içerisinde hareket etmek ve adada ancak egemen eşitliğe dayalı bir ortaklığı kabul edebileceğimizi ve adadaki Türk-Yunan dengesini de muhafazada ısrarlı olduğumuzu ve üyeliğin ancak çözümden sonra ele
alınabileceğini vurgulamak ve bunu sonuna kadar savunmaktır.

- Kıbrıs Türkleri ortaklık çerçevesinde bir anlaşmaya hazırdırlar ve AB nin adanın Birlik içerisinde tek sesle temsil edilmesi şartını da karşılamaya hazırdırlar. Bunun için Türk tarafı birçok teklif ileri sürmüştür.
- Türk tarafının müzakerelerde yapmakta olduğu açılımlar yabancı diplomatlar tarafından da önemli adımlar olarak değerlendirilmektedir. Ancak KKTC içerisinde "biraz daha verelim" "tarih yaklaşıyor, biraz daha esneklik gösterelim" şeklindeki sesler, içte cephenin zayıflamakta olduğu ve biraz baskı ile tavizlere evet diyebileceğimiz beklentilerini
artırmaktadır. Bu da Türk tarafının yapmakta olduğu açılımların küçümsenmesine yol açmakta ve karşı tarafın beklentilerini artırmaktadır. Öte taraftan siyasi yelpazenin neresinde olurlarsa olsunlar Rum parti ve kuruluşları Rum yönetiminin tüm Kıbrıs' ın hükümeti olduğu ve tüm Kıbrıs'a egemenliğini yayması gerektiği iddiasını desteklemektedirler.

- Türkiye' nin ada üzerinde stratejik çıkarları vardır ve garantör ülke olarak Türkiye bu haklarını korumaya kararlı olduğunu her zaman açıklayagelmiştir. Adadaki Türk Yunan dengesi Kıbrıs ta bir çözüm için olduğu kadar daha geniş çerçevede Türk-Yunan ilişkilerinde ve Doğu Akdeniz bölgesindeki istikrar için de gereklidir. AB nin bu dengeyi bozması ve Rum tarafını tüm ada adına üye alması gerçekleşirse artık bundan sonra Kıbrıs konusunda müzakere diye birşey olmayacak, Türk Yunan dengesi bozulacak ve bölgede istikrarsızlık kronikleşecektir.
- Kıbrıs'ta bir çözüme varılması için artık AB de kendi üzerine düşen sorumluluğu görmelidir. Kıbrıs'ta Türk tarafına devamlı yüklenerek ve Yunan vetosundan korkarak Rum tarafının tüm ada hükümeti olduğu iddiasını destekleyerek bir çözüme katkıda bulunamayacaklarını artık anlamaları gerekir.
Son düzenleyen KafKasKarTaLi; 4 Mayıs 2006 17:30 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi