Arama


KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #30
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
ABD,Aleni Bir Düşman Haline Gelmiştir!

Ülkesini seven, bu vatanın hakiki evlatları “Büyük ve Güçlü Türkiye” arzusu ile yaşıyor. Ülkemizin topraklarında, sahip olduğumuz zenginliklerimizde, kolumuzun uzandığı coğrafyalarda gözü olanlar ise zayıf ve hatta parçalanmış bir Türkiye istiyor. İkinci saftaki düşman yıllar yılı sinsice memleketi, zihnimizi, düşünce yeteneklerimizi esir aldığı, içimizden bazılarını satın aldığı, kendi dininden ve ideolojisinden olanları desteklemek suretiyle ülkemiz üzerinde söz sahibi olmalarını sağladığı için güçlü ve etkili saldırılar düzenliyor.

Bu saldırıların etkili olmasında dışardan ayarlı basının büyük vebali ve suçu bulunmaktadır. Dikkat etmişseniz basının ülkemiz üzerindeki tahribatını defaatle dile getirmeye çalışıyoruz. Gerçekten basın ülkemize çok büyük zararlar vermektedir. Bilim-kurgu filimlerinde robotlaşmış ve tek merkezden yönetilen insanlar topluluğu ve bu prangayı kırmaya çalışan bir avuç insanın mücadelesini birçok defalar seyretmişsinizdir. Halihazırda ülkemizde yaşananlar bilim kurgu filimlerini aratmayacak düzeydedir. Toplumun bütün tepki mekanizmaları köreltilmekte, halk sahte gündemlerle meşgul edilmekte, düzenli bir şekilde yanlış bilgilendirme yöntemleri (dezenformasyon) uygulanmaktadır.

“Yıllardan beri gündeme getirilenler bizim gündemimiz değildir. Şu an içinde bulunduğumuz en büyük tehlike, neslimizin zihinsel olarak yetiştirilmeyip, amaçsız bir yöne doğru götürülmesidir. Bu medya, sinema ve bilgi sektöründeki ürünlerle yapılmaktadır. Böylece neslimiz ve halkımız tehdit edilecektir. Amacı ise toplumun menfeat grupları tarafından yönetilmesidir. Ancak bizler öncü olarak insanları olumsuzluklara karşı aydınlatmalı ve yurtseverlik dinamizmini güçlendirmeliyiz.

...Ülke aşkıyla yanan insanlarımız var. Menfeat gücü ise çok acımasız elinizde olanı da almak istiyor. Bu menfeat gücünün dış bağlantılarını da ortaya çıkarmalıyız. Vakit henüz geç değil. Türkiye genelinde bizim gibi örgütlenenlerin hepsi bir gün bir araya gelecek ve halk için çalışacaktır.” (Sadettin Tantan, bkz. Hakikat, Şubat 2001)

Türkiye’deki ekonomik, siyasi, sosyolojik gelişmeler, yakın coğrafyamızdaki askeri gelişmeler birbirinden bağımsız ve hasbelkader karşılaştığımız meseleler değildir.

Ülkemizi saran bu çemberi yarabilmek için doğru insanlara ve doğru hedeflere destek vermek zorundayız.

Herşeyden önce unutulmamalıdır ki, Türkiye’yi hedef alan faaliyetlerin kaynağı ABD’dir, ABD’ye Kıbrıs’ta taşeronluk yapan AB’dir. Soğuk Savaş döneminin “Ortak düşman, ortak çıkar” devri sona ermiştir. Artık, farklı çıkarlar vardır, hatta çıkar çatışması mevcuttur. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta ABD ile, Kıbrıs’ta AB ile yaşadığı sürtüşmelerin sıcak çatışmaya dönüşme riski dahi bulunmaktadır.

Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve ulusal çıkarlarını hedef alan askerî tehditler, ekonomik varlıklarımızı, tarım, enerji ve maden kaynaklarımızı hedef alan IMF merkezli ekonomik tehditler, bu iki tehdide karşı iç direnişi kırmak ve hatta emir-komuta hiyerarşisi ile çalışacak hükümet dizayn etmeye yönelik siyasi tehditler okyanus ötesinde planlanıyor, burnumuzun dibinde, memleketimizin içinde icraata dökülmeye çalışılıyor. Üstelik Türkiye’nin sosyolojik zaafları gerektiği zaman kullanılmak üzere hazırlanan bir saatli bomba gibi yedekte bekletilmekte, kaşımak suretiyle tahrip gücü yükseltilmektedir.

Bütün bu gerçekler göstermektedir ki ABD alenî bir düşman haline gelmiştir. Bu satırlar kin ve nefret gibi basireti bağlayıcı duygularla kaleme alınmış değildir. ABD’nin küresel hedefleri, Ortadoğu’da yapmak istedikleri iyi etüd edildiği zaman “Büyük ve Güçlü Türkiye” hedefine yönelmiş bir kimsenin ABD ile anlaşabilmesi mümkün değildir.

Nitekim ABD’nin Türk siyasetine müdahaleleri ve Derviş’in faaliyetleri tetkik edildiğinde şu gerçekle karşılaşılmaktadır:

ABD için mühim olan Ortadoğu hedeflerinde kendisine destek verecek, bu mümkün olmasza köstek olmayacak bir hükümet kurulmasıdır. Bundan daha önemlisi kim gelirse gelsin IMF programı mutlaka uygulanmaya devam edilmelidir. Zira meşhur IMF muhalifi Stiglitz’in de dediği gibi Türkiye hayret edilecek şekilde IMF’yle ilişkiye girdiği halde IMF’nin zararlı etkilerinden korunmayı becerebilmiş tek ülkedir. Arjantin, Meksika gibi ülkelerde olduğu gibi bankacılık sektörü henüz tamamen yabancı sermayenin eline geçmemiştir, Telekom, THY gibi kuruluşların özelleştirilmesi olmazsa olmaz diye dayatılalı beri uzun zaman geçmiş olmasına rağmen hala bu kuruluşlar özelleştirilememiştir. Madencilik sektöründe birçok tavizler verilmesine rağmen Bor madenlerinin özelleştirilmesi de gayesine ulaşamamıştır.

Bor deyip geçmemek lazımdır. Bor hakkında yazılar okuyanlar onun ne kadar önemli bir maden olduğunu, sanayinin tuzu mesabesinde olduğunu biliyorlar. İlk defa 1974 yılında ortaya atılan hidrojen enerjisi fikri günümüzde artık uygulamaya başlanmış bir yöntemdir. 2075 yılında organik (petrol-doğalgaz) kaynakların tamamen terkedilip hidrojen enerjisine geçileceği tahmin edilmektedir. Hidrojen sudan elde edilmektedir. Ancak suyun elektrolizi masraflı bir yöntemdir. En basit ve en ucuz yolu ise bor madeninden elde etmektir. Dünya Bor rezervinin %63’ü Türkiye’dedir.

“Kıbrıs’ta, AGSK’da, Kuzey Irak’ta tavır koyan Türkiye, bu hareketleri ile canavarın diş gıcırtılarının çoğalmasına sebep oluyor. Görünürdeki direnişlerimizin haricinde ...Bor madenlerini satmaya razı olmayışımız gibi görünmez sebepler de var. Hazar havzasında 4 trilyon dolar değerindeki petrolü o bölgedeki bütün ülkeler paylaşıyor. Dönen dolaplar ortada. Türkiye tek başına 500 milyar dolarlık (kimine göre 2 trilyon dolar) bor rezervine sahip. Üstelik petrol yeni alternatifler sebebiyle yavaş yavaş önemini kaybederken, suyun ve borun stratejik değeri gün geçtikçe artıyor. Merhum Raif Karadağ yukarıda bahsi geçen kitabının önsözüne şu cümlelerle başlamış: ‘Dünyada her şey, ama akla gelebilen her şey, ham madde kaynaklarına bağlıdır. Harb ve Sulh, ham madde kaynakları üzerinde ve bu kaynakların bulunduğu sahalar civarında cereyan eden gizli ve korkunç birtakım mücadelelerin eseridir.’” (Hakikat, Haziran 2001, sh: 42)

Bu gerekçeler göstermektedir ki ABD’nin dostumuz olması veya bizim iyiliğimizi düşünmesi mümkün değildir. Bunu Türk ordusunun generalleri son on yıllık süreç içerisinde gayet iyi anlamışlardır. (Bilindiği gibi emekli Gen. Kurmay Bşk. Doğan Güreş geçtiğimiz günlerde ABD helikopterlerinin kendi zamanında PKK’ya yardım ettiğini açıkladı.) Bu sebeple ABD’nin AB destekli taarruzlarının dile getirilmeyen önemli bir hedefi TSK’dır. Nitekim kimi yazarlar ittifak tartışmalarına “Sivil ittifak” ismini takmışlardır.

Bu anlatılanlar göstermektedir ki, Türkiye sevdalısı bir siyasinin ABD ile yakın olması, IMF programına sadakat beyan etmesi mümkün değildir. Aksi halde “Türkiye sevdası” iddiası boştur. Aldatmacadır. Hem kendisini hem halkı aldatanlar bize daha fazla vakit kaybettirmesinler.

İktidardan ağzı yanan halk AKP’den medet ummaktadır. Ancak şu haliyle AKP’nin diğer partilerden bir farkı yoktur. Erdoğan ABD gezisinde CSIS’teki konuşmasında “ABD’nin küresel sorumluluklarını meşru gördüğünü” beyan etmişti.

Dolayısı ile hiçbir siyasetçiye bel bağlamaya gelmez. Hele gönül bağlamaya hiç gelmez. Zaten Türkiye’deki siyaset artık iflah olmaz şekilde bozulmuştur. Siyaset tam bir “Devlet imkanlarından menfaatlenme çarkı” haline gelmiştir.

Memleketin durumu öyle bir noktaya gelmiştir ki her an her şey beklenebilir. Her türlü duruma hazırlıklı olmalıdır. Fitne ve karışıklık zamanlarında dikkat edilmesi gereken bir hususu Muhterem Ömer Öngüt bize şu şekilde ikaz etmektedir:

““Bir takım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelererin başında dikilirse, fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın.” (Müslim)

Bir çok fitneler zuhur edecek, ediyor da.

Memlekette herhangi bir karışıklık çıktığında siz uzak durun, o ateşin içine girmeyin. Çok şeyler gelecek. O ateş bölücülük ateşidir, harp ateşidir, halkın birbirine düşme ateşidir. Onun için böyle bir şey olduğunda kenarda durun.”


Internet mi, İnternet mi ?


Bilişim, sürekli gelişen ve değişim yaşayan yeni bir teknoloji. Bu yeni teknolojiyle birlikte hayatımızda, çalışma tarzımızda değişiklikler olurken, dilimiz de bu teknolojiden etkilenmeye başladı. Gündelik hayatta kullandığımız bilişim terimlerinden kimileri dilimize giriyor, yerleşiyor. Bilişim teknolojisinde üretici olmayan hemen her toplumda bu sorun yaşanıyor. Bilişim terimlerinin İngilizceden dilimize olduğu gibi girmesi, Türkçenin son yıllarda yaşadığı sorunun bir başka boyutudur. Çoklu ortam, fare, yonga, tarayıcı, yazıcı gibi Türkçe veya Türkçeleşmiş sözlerden oluşan terimler yerleşmiş olmasına rağmen, multimedya, mause, çip (veya chip), scanner, printer terimlerinin kullanılması, hatta bilgisayar gibi çok güzel ve yerleşmiş bir söz varken kimi zaman computer sözünün kullanılması, özentiden başka bir şey değildir. Sorunun bir başka boyutu imlâmızla ilgili... Yabancı terimlerin ve sözlerin aldığı ekler yabancı okunuşlarla birleşince ilginç biçimler ortaya çıkıyor:
... en egzotik kayıt programları için bile güncellemeler ve patch’ler bulunduran çok ilginç sitelerden biri. (CHIP, Temmuz 2001, s. 28)
PDA’lerin (Personel Digital Assistant-Kişisel Dijital Yardımcı) gittikçe yaygınlaştığı kesin ve kullanışlılık konusunda da oldukça yol aldılar. (PC Life, Eylül 2001)
Sihirbaz sayesinde server’ın rolünü istediğimiz şekle çevirebiliyoruz. (PC Magazine Türkiye, Ağustos 2000, s. 128)
Alıntı sözlerin özgün imlâlarıyla yazılıp, özgün biçimleriyle okunmaları, Türkçenin imlâ ve söyleyiş özelliklerine aykırılıklar göstermektedir. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi kesme işareti kullanılarak yazılan bu tür sözler, hem imlâmızı hem de söyleyişimizi yabancılaştırmaktadır: Patch’ler, PDA’lerin, server’ın biçimlerinde yazılan sözleri petçler, pidieylerin, sörvırın biçimlerinde söylemek Türkçenin kurallarını zorlamaktır.
Bu konuyu bir başka yazımızda ele alacağımızı belirterek, son zamanlarda bilgisayar dergilerinde, firmaların tanıtım kitapçıklarında internet sözünün giderek Internet biçiminde yazılışının yaygınlaşmasına değinmek istiyoruz. İnternet sözü için önerilen Türkçe karşılıklar ne yazık ki tutulmadı. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu internet sözüne örütbağ karşılığını önermişti. Keşke bilgisayar gibi, bu söz de zamanında yaygınlaşsaydı. O zaman ne yazılışla ne de söyleyişle ilgili bir sorun yaşanırdı. İnternet sözü bir anda dilimize girdi. Bu sözün yazılışındaki farklı tutumlar karmaşaya yol açtı. TDK İmlâ Kılavuzu’nda bu sözün yazılışı internet biçimindedir. Küçük harfle yazıldığı için bu söz genel ad olarak kabul edilmiştir. Bilgisayar dergilerinin çoğunda ise bu sözün Internet biçiminde yazıldığı görülmektedir:
Internet’e Kıymayın Efendiler. (PC Magazine Türkiye, Haziran 1999, s. 166)
Internet Kafe Kurulumu (PC Net, Haziran 2000, s. 247)
Microsoft Internet’in Hakimi Oluyor (PC Magazine Türkiye, Ağustos 2000, s. 40)
Türkçede ı ve i harfleri ayrı ses değerlerine sahiptir. Oysa İngilizcede ı harfi bulunmamaktadır. Küçük olarak İngilizcede i biçiminde yazılan harf, büyük olarak I biçiminde yazılır. Harfin büyük yazılışında noktanın kullanılmaması geleneği çok eskidir. Aslında bu harf, Eski Sami, Grek, Unkial, Eski Slav yazılarında küçük harf olarak da noktasız yazılırdı. Daha sonraları, el yazısında bu harfin söz içinde ve sonunda bitişik yazılışında yaşanan karışıklıklar (özellikle m, n, u harflerinin bacaklarıyla karışması yüzünden) üzerine, harfi ayırt etmek amacıyla üzerine nokta konulmaya başladı. Ancak, söz başında harfin yazılışında herhangi bir karışıklık yaşanmadığı için nokta kullanılmadı. Tıpkı Arap alfabesinde harflerin söz başında, söz içinde ve söz sonunda yazılışında olduğu gibi, Lâtin yazısında i harfinin söz başında yazılışı ile söz içinde ve söz sonunda yazılışı arasında farklılık ortaya çıktı. Şu hâlde batı dillerinde alfabede ı / i ayrımı yoktur. Tek bir harfin, söz başında ve söz içinde farklı yazılış biçimleri söz konusudur. Yukarıda da değindiğimiz gibi, dilimizde ise ı ve i birer ayrı harftir; ayrı ayrı sesleri karşılarlar. Bu nedenle, Türkçede bu sözün Internet biçiminde yazılması, bu harfin ayrı bir ses değeri olduğu düşüncesini uyandırır. Herkesin batı dillerindeki i harfinin yazılış özelliğini ve bu özelliğin tarihçesini bilmesini bekleyemeyiz. Türkçede söylenişi internet olarak yaygınlaşan bu sözü, internet biçiminde yazmalıyız.
Bu durum batı dillerinin imlâsının dilimize etkisine bir örnektir. Tıpkı TIR kısaltmasının yazılışı gibi... Aslında TIR biçimindeki kısaltmada da kullanılan harf /i/ sesini karşılamaktadır. Ama bu kısaltma dilimizde yazıldığı gibi okunduğu için fazla dikkat çekmedi. TIR biçiminde yazılan kısaltmayı yine yazıldığı gibi TIR olarak söylüyoruz. Ama internet öyle değil... İnternet biçiminde söylenilen sözü Internet olarak yazmak dilde yeni bir karmaşa yaratmaktır.
Bu tür sözlerin yazılışında Türkçedeki ı / i ayrımını daima göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu konu, daha önce de İbsen adının ansiklopedilerde yazılışı ve alfabetik sıralamada yer alışı bakımından da gündeme gelmişti. Şiar Yalçın, İbsen adının Ibsen olarak yazılıp I maddesinde verilişini haklı olarak eleştirmişti. Şimdi benzer durum internet sözü için de geçerlidir. Bu söze bir karşılık yaygınlaştırılamadığına göre, yediden yetmişe herkesin internet dediği ve bu şekilde yazdığı sözü, cümle başında veya özel ad olarak kullanırken İnternet biçiminde yazmamız gerekir.
Kaynak: Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN
Son düzenleyen KafKasKarTaLi; 4 Mayıs 2006 18:06 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi