Mübarek günlerin vazgeçilmez bir parçası haline gelen Mevlid’in yazarı Süleyman Çelebi 15.yüzyılda Bursa’da yaşamış,Yıldırım Bayezid devrinin ünlü şeyhi Emir Sultan’a intisab etmiştir.Bursa’da Ulu Cami’in imamıdır.Mevlid’in asıl adı “Vesiletü’n-necat” tır.
Süleyman Çelebi “Vesiletü’n-necat” ını bir dava ve bir iddia üzerine yazmıştır.1409 yıllarında Ulu Cami’in imamı olduğu sırada Iranlı bir vaizin “La nuferriku beyne ehadin min rusulihi”(Biz Allah’ın
peygamberlerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız.) ayetini yanlış yorumlaması Süleyman Çelebi’yi çok kızdırdı.Vaiz bu ayete dayanarak Allah’ın, peygamberleri arasında hiç fark gözetmediğini,o halde Hz.Muhammed’in Isa Peygamber’den daha üstün tutulamayacağını söyledi.Halbuki bu ayet Allah’ın değil,kulların dilinden söylenmişti.Aslında Acem vaiz,Fetret devrini yaşayan Osmanlıları yıpratmak,halkı birbirine düşürmek maksadıyla bilhassa böyle söylüyordu. Müslümanların Hz.Muhammed’e olan saygı ve sevgisini zedelemeye çalışıyordu.Işte Süleyman Çelebi bu kötü niyetlileri susturmak,Hz.Muhammed’in bütün peygamberlerden üstün,en son peygamber olduğunu isbatlamak,şii-batıni akımlara karşı ehl-i sünnet görüşünü savunmak için “Vesiletü’n-necat” adlı eserini yazmıştır.
NECATİ BEY
(15. yüzyıl)
Şair Necati Bey, Fatih Sultan Mehmed’in dikkatini çekmek istemektedir. Padişahın sohbet arkadaşı ve sadrazam Mahmut Paşa’nın akrabası olan Yorgi Amiruki’nin külahına, padişahla satranç oynamaya giderken bir gazeleni sıkıştırır. Külahtaki kağıt padişahın dikkatini çeker. Okur ve çok beğenir. 17 akçe ve Divan Katipliği ile Necati Beyi mükafatlandırır. Daha sonraları Necati Bey’in Fatih’e üç kaside daha yazdığı bilinir.
Eser itmez nidelüm ah-ı sehergah sana
Meğer insaf vire dostum Allah sana
Hoş olur sohbet-i mey gecede mehtap olıcak
Nur saç meclise gel kim demişüz mah sana
Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr
Bu cihan böyle olur gah sana gah sana
Levh-i çehremde okumağa hikayat-ı gamı
Geceler subha değin şem’ tutar ah sana
Göz yaşı encümeni rehber idünmezse eğer
Şeb-i gamda iremez aşık-ı gümrah sana
Gece gelmeyeceğin sohbete ey dil biliriz
Hele var gör ki ne yüzden toğar ol mah sana
Ey Necati taş iken lal ide hurşid gibi
Bir nazar eyler ise himmet ile şah sana.
ah-sehergah: seher vakti inleme
sohbet-i mey:Içki sohbeti
olıcak: olunca
mah:Ay
gah:Bazen,kah
levh-i çihre:Yüz
hikayat-ı gam:Acı,keder hikayeleri
subh: sabah
şem:Mum
encüm:Yıldızlar
şeb-i gam:Gam gecesi
aşık-ı gümrah:Yolunu şaşırmış aşık
toğar: doğar
la’l:Kırmızı ve değerli bir süs taşı
hurşid:Güneş
himmet:Gayret, emek
nazar eylemek:Bakmak
Bağdatlı Ruhî,
(?-1605) TürkDivan edebiyatı şairi. Terkib-i Bend'i ile ünlüdür.Bağdat doğumlu olduğu bilinen şairin doğum tarihi bilinmemektedir. Bağdat doğumlu olduğu için Bağdatlı Ruhî olarak anılmıştır. Gerçek ismi Osman'dır. Babası Osmanlı ordusunda bir askerdi, kendisi de sipahi olmuştur. Dönemin önemli, ünlü isimleriyle arkadaşlık kurmuştur. Çeşitli savaşlara katılmıştır. Eleştirel tarzı ve yalın üslubu ile ünlenmiştir. Toplumun sorunlarına ilişkin yazmayı tercih etmiştir. 1605 yılında Şam'da öldüğü bilinmektedir.
Çalışmaları
Bağdatlı Ruhi'nin en çok etkilendiği şair hiç kuşkusuz Fuzuli'dir, Fuzuli'nin oğlu Fazlı ile de arkadaşlık kurmuştur. Revaçta olan aşk, kahramanlık gibi konular üzerine yazmaktansa yaşadığı bölgelerin idari sistemlerinin meseleleri, toplumun sorunlu ve eksik noktaları, yanlış din anlayışı gibi konularda, eleştirel bir stilde yazmıştır.
Hiç kuşkusuz Bağdatlı Ruhi'nin en ünlü ve önemli eseri Terkib-i Bend isimli manzumesidir. 17 bendlik bu ünlü manzumeye Türk edebiyatının önemli isimleri (Şeyh Galip, Ziya Paşa gibi) nazireler yazmıştır.
Eserlerinden örnek
Terkib-i Bend'in birinci bendi
Sanmam bizi kim şîre-i engûr ile mestüz
Biz ehl-i harabâtdanuz mest-i Elest’üz
Ter-dâmen olanlar bizi alûde sanur lîk
Biz mâil-i bûs-i leb-i câm ü kef-i destüz
Sadrın gözedüb neyleyelim bezm-i cihânın
Pâ’yi hum-i meydir yirimüz bâde-perestüz
Mâil değiliz kimsenin âzârına ammâ
Hâtır-şiken-i zâhid-i peymâne şikestüz
Erbâb-i garez bizden ırağ olduğu yeğdir
Düşmez yare zirâ okumuz sâhib-i şeştüz
Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyuz
A’lâlara a’lâlanuruz pest ile pestüz
Hem-kâse-i erbâb-ı dilüz arbedemiz yok
Mey-hânedeyüz gerçi velî ışk ile mestüz
Biz mest-i mey-i mey-kede-i âlem-i cânuz
Ser-halka-i cem’iyyet-i peymâne-keşânuz
Bâki (şair)
,(1526-1600) ünlü Dîvânedebiyatı şairi.1526 yılında İstanbul'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğu idi, babası müezzinlik yapıyordu. Çocukluğunda saraç çıraklığı yapmıştır. Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseye devam etmesine izin vermiştir, zira başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi. Gayretleri ile iyi bir eğitim görmüş, dönemin ünlü müderrislerinden ders almıştır. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Baki bu makama getirilmemiş ve buna çok üzülmüştür. 1600 yılında, İstanbul'da vefat etti.
Bâki Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir. Daha sonra 2.Selim ve 3.Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür. Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır.
Çalışmaları
Bâki Osmanlı'nın en güçlü devirlerinden birinde yaşamıştır, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansımıştır. Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Her ne kadar şiirlerinde tasavvuf etkisi veya tema olarak tasavvuf bulunmasa da, tasavvufta da özel bir mahiyeti olan aşk mefhumunu sık sık konu alması itibariyle, dîvânı mutasavvıflar tarafından çok sevilir. Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık fark yaratır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinin yarattığı tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir. Türk, Divan şiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur. Fazla eser kaleme almamıştır, zira sıklıkla vurguladığı gibi fazla eser bırakmaktan çok, fark yaratacak güzel eserler bırakmak istiyordu. Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı üzerine yazdığı "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" isimli mersiyedir. Bu mersiye hem teknik olarak güçlü yapısı hem de eşsiz ahengi ve dönemin ruhunu, özellikle edebiyat tarzını, en güzel şekilde ifade ettiği için en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur.
Başlıca Eserleri
- Dîvân - (4508 beyitlik, en önemli eseri)
- Fazâ’il-cihad - (Cihad üzerine bir eseri)
- Fazâ’il-Mekke - (Tercüme)
- Hadîs-i erbain - (Tercüme)
Esrâr Dede,
(1748-1797) ünlü TürkDîvân edebiyatı şairi.
Gerçek adı Mehmed olan Esrar Dede 1748 (Hicri 1162) yılında İstanbul'da doğdu. Doğum tarihi üzerinde bir ihtilaf mevcuttur. Babasının isminin Ahmed-i Bîzebân olduğu bilinmektedir, fakat ailesine dair pek bir bilgi yoktur. Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve İtalyanca bilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, Lûgat-ı Tilyan isimli bir Türkçe - İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Karakterinin güzel olduğu, özellikle çok cömert olduğu söylenmiştir. Galata Mevlevîhânesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlip ile ömür boyu dost kalmıştır. "Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi. Hayatı boyunca Mevlevilik dairesinden çıkmadı. Daha sonraları tezkireci ve meşîhat makamlığını kazanmasına rağmen Şeyh Gâlip'in yanından ayrılmadı. Ömrü boyunca Galata Mevlevîhânesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burda kaleme aldı ve 1796 (Hicri 1211) yılında burada vefat etti. Garip bir detaydır ki, vefat günü Mirac kandiline denk gelmiştir.
Mezar taşında Şeyh Gâlip'in şu cümleleri yer almaktadır:
"Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem
Sırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküp
Gâlib dedi târihin efsûs efsûs
Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp."
Bunun dışında bizzat Şeyh Gâlip, Esrâr Dede'nin ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır. Bu mersiye şöyledir:
Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın
Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr'ım ağlasın
Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh
Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh
Zât-ı şerifi âleme bir yâd-gâr idi
Fakr u fenâ vü aşk u hüner-ber-karâr idi
Her şeb misâl-i şem' benim ile yanar idi
Sâye gibi yanımda enis-i nehâr idi
Hakkaa tamâm âşık idi yâr-ı gaar idi
Birkaç zaman muammer olaydı ne var idi
Allah verdi aldı yine kurb-i Hazrete
Biz kaldık intizâr ile rûz-i kıyâmete
Âhir nefesde sohbeti oldu mahabbet âh
Bir yâre urdu bağrıma âh derd-i firkat âh
Gelmezdi hiç kalb-i fakire bu sûret âh
Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh
Yakmazdı belki cânımı bu nâr-ı hasret âh
Telh etdi kâmımı o zehr-nâk şerbet âh
Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt
Esrâr'ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt
Olsun mübârek ol mehe kabr-i saâdeti
Mevlâ müyesser ede makaam-ı şefâati
Bitmiş ne çâre dâne vü gelmişdi sâati
Dehrin budur hemişe muhîbbâna âdeti
Tefrik içündür etse de izhâr vuslatı
Zehri yutulmaz ağza alınmaz harâreti
Ben gördüğüm bu dâr-ı fenânın fenâsıdır
Baakî Hûudâ rızâsı bekaa Hâk bekaasıdır
Meydân-ı Mevlevide nişân âşikâr edip
Pervâz ederdi şevk ile Ankaa şikâr edip
Eylerdi nây u defile semâ' âh u zâr edip
Bulmuşdu kân-ı matlabı Hak'da karâr edip
Almışdı müjde kûyuna yârın güzâr edip
Gitdi ne çare Gaalib'i hasretle yâr edip
Olsun visâl-î Hazret-i pirânla kâm-yâb
Kıldı karîn'i kabri Fasîh-i felek-cenâb
Eserleri
Kuşkusuz her açıdan olduğu gibi edebî açıdan da Esrâr Dede'yi en çok Şeyh Gâlip etkiledi. Bu iki önemli ismin eserleri ise daha sonraki kuşakların bir çok önemli edebiyatçısını etkilemiştir. Nitekim daha sonraları Şeyh Gâlip'in ünlü eseri "Hüsn ü Aşk"dan esinlenerek, Yenikapı Mevlevîhânesinin son şeyhi Abdulbâkî Baykara tarafından kaleme alınacak olan yine Hüsn ü Aşk isimli manzûm tiyatronun ilk perdesi Şeyh Gâlip ile Esrâr Dede'nin konuşmalarını konu alacaktır.
Şiirlerini topladığı Dîvân'ı en önemli ve bilinen eseridir. Bu da, 1841 yılında "Divan-ı Belağat-unvân-ı Esrâr Dede Efendi" ismiyle yayımlanmıştır. Mevlevî şairlerinin hayatlarını ve şiirlerinden örnekleri barındıran, Esrâr Dede Tezkiresi olarak da anılan "Tezkire-i Şu'ârâ-yı Mevlevîyye" bir diğer ünlü eseridir. Diğer önemli eserleri: Mübâreknâme-i Esrâr, Fütüvvetnâme-i Esrâr ve daha önce de zikrettiğimiz Lugat-ı Tilyan`dır. Genel olarak Esrâr Dede arı ve yalın bir dil kullanırdı. Şiirlerinde Mevlevîliğe ve Mevlânâ`ya olan sevgisine sık sık yer vermiştir. Şiirlerindeki tasavvuf etkisi barizdir.
Eserlerinden Örnek
Gazel (Gece Kandilli`de)
Gece Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû
Mâhitab eyleyerek eyledi azm-i Göksu
Ol şehen-şâh-ı hüsn basdı kadem şevketle
Hele Beylerbeyi’nin başına devletdir bu
Boğaz içinde bu şeb mey vererek muğbeçeler
İtdi sâgar gibi lebrîz bizi tâ-be-gelû
Gel çelipa içün itme bizi hicrana dûçar
Nola İstavroz’a gitme bu gice kâfir-hu
Subha dek eyleyelim şevk ile zevk-i mehtâb
Mestdir çeşm-i siyeh meste yeter bu uyku
Fıtnat Hanım
(1842-1911) ünlü Türk Divan şairi.Genel kanı 1842'de doğduğuna yönelik olsa da, çeşitli kaynaklarda 1830lu yıllarda doğduğu belirtilmektedir. Doğum yeri konusunda da ihtilaf mevcuttur, Trabzon ve Ordu bu ünlü şairi paylaşamamıştır; Bazı kaynaklara göre Trabzon'lu bazı kaynaklara göre ise Ordu'ludur. Babası Hazinedarzade Zade Vezir Abdullah Paşa'dır. Küçük yaşlarda ailesiyle beraber İstanbul'a taşındılar, Fıtnat Hanım burada iyi bir eğitim gördü. Burada genç yaşta evlendi, fakat bu evliliği kısa sürdü. Bu kısa süren ilk evliliğinden daha sonraları çok şikayet etmiştir. Özellikle bu ilk eşinin kıskançlığına dayanamıyordu. Fıtnat Hanım zekası ve güzelliği ile ün salmıştır. Gazel söylemekte de pek yetenekli olduğu söylenir. İlk eşinin kuruntuları ve kıskançlıkları yüzünden gazel söylemeyi bırakmıştır. Bu ilk evliliğinden sonra Bahriye Nezareti mektupçusu olan Mehmet Ali Efendi ile ikinci evliliğini yaptı. Şiirlerini ve yeteneğini keşfedip onu edebiyat dünyasına tanıtan Süleyman Nazif'tir. Edebi başarılarının yanı sıra hattatlığı ile de ünlüdür, kendi elleriyle yazdığı bir Kuran-ı Kerim'i Süleyman Nazif Bey'e hediye etmiştir.
Son dönem Osmanlı edebiyatının en ünlü kadın isimlerinden olan Fıtnat hanım 1911 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Fıtnat Hanım, bir diğer divan edebiyatı şairi Zübeyde Fıtnat ile karıştırılmamalıdır.
Eserlerinden örnekler
Gazel
Eylesin tesir-i derdin cânâne Allah aşkına
Girmesin gam hâneme bîgâne Allah aşkına
Kim bilir dert ehlinin hâlin yine yâri bilir
Kıl tarrahhum dîde-i giryâne Allah aşkına
Bezm-i cânânım uzak bi sûziş-i hasret ile
Gel seninle yanalım pervâne Allah aşkına
Bî-harâb-âbâd- ı aşkındır unutma rahm edüp
Fıtnat’ı gel eyleme dîvâne Allah aşkına
*13.yy da yaşamıştır.Horasan Türklerindendir.
*İran edebiyatı etkisiyle din dışı şiirler yazdı.
*Divan edebiyatının ilk şairi olarak kabul edilir.
*Şiirlerinin en önemli teması aşktır.
*Farsa ça bir Selçuk Sehnamesi yazdığı da söylenir.
SEYYİD NESİM (14.YY)
*14.yy da tasavvuf alanında şiirler yazan Seyyid Nesim i görürüz.
*Eserlerinde Azeri Türkçesini kullanmıştır.
*Dili oldukça sadedir.
*Şiirleri son derece liriktir
*Divanı vardır.Tuyuğları önemlidir.
ŞEYH GALİP (1757-1799)
*Divan edebiyatının son büyük şairidir.
*Süslü ve çeşitli söz sanatları ile yüklü,ağır bir dili vardır.
*Sebk-i Hindi adı verilen üslubun edebiyatımızdaki temsilcisidir.
*Düşünce ve tasvirlerdeki örülü yoğun bir hayal gücü vardır.
*Şiirlerinde musiki önemlidir.
*Eserleri: Divan ve Hüsni adlı iki aşk eseri vardır.
ŞEYHİ (1371-1431)
*Germiyanoğulları ve Osmanlı saraylarında bulunmuş devlet büyüklerine kasideler sunmuştur.
*Padişahtan aldığı tımarın verilmemesi üzerine hammameyi yazmıştır.İkinci Murat a sunduğu söylenir.
*Harname dışında hüsrev ile şirin adlı mesnevisi vardır.
16.yy Osmanlı devletinin siyasi ve edebi olarak zirvede bulunduğu bir dönemdir.Bir çok ünlü şair yetişmiştir.