Arama

Dua Ufku - Tek Mesaj #93

KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #93
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi

DUA_ZAMANI
Aciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun, tazarru, tezellül ve alçak gönüllülük içinde, Rahmeti Sonsuz'a yönelip, hâlini O'na arz ederek istediklerini O'ndan istemesinin ayrı bir unvanı sayılan dua, kulun Rabbi'ne karşı iman, güven, itimat ve tevhid telâkkisinin bir gereğidir.
Bu mülâhazalar çerçevesinde, O'na yönelen kul, sımsıkı havf u reca duygularına kilitlenir; "Başkalarının nazarlarından uzak, gönülden sadece Rabbi'ne yalvarır ve gizliden gizliye O'na dua eder." Bu mazmuna bağlılık duada bir esastır ve bu esas ancak Şâri'in açıp genişletmesi ölçüsünde, açıp genişlettiği yerlerde tecviz, hatta teşvik edilebilir.
Allah bize, "Hem endişe içinde hem de ümitlerle dopdolu olarak yalnız O'na yalvarın; bilin ki, O'nun rahmeti, kalbleri ihsan şuuruyla çarpan kimselerle beraberdir." ferman ederek, hem teveccüh edeceğimiz kapıyı gösterir hem de o kapının önünde durmanın adabını öğretir.
Aslında, her hâlimizde O'na yönelmek, O'na el açmak, dert ve elemlerimizi O'na şerh etmek hem bir mazhariyet ve ilk mevhibe hem de Hakk'ın cevabî teveccühleri adına atılmış önemli bir ilk adımdır. O, "Kullarım Bana isteklerini yöneltirlerse, bilmelidirler ki, Ben yakınlardan yakınım; Bana dua ile yönelenin duasına icabet ederim." buyurur. Elverir ki, bu iç dökme ve yakarış "Siz, dua ve niyazlarınızı gönülden, hâlisane ve Hak rızasına bağlayarak yapınız." medlûlü çizgisinde icra edilsin. Evet, halk içinde bağırıp çağırarak başkalarına duyurma, gösterme yerine, duyması ve görmesi mânâlar üstü mânâ ifade eden Hazreti Allâmü'l-Guyûb'a, hem de tamamen halka kapalı ve O'na açık bir hâl ve atmosfer içinde, nefeslerimizi gizlilik ve içtenlikle derinleştirerek arz etmeliyiz ki, O'na iç dökmemiz gizliliğin büyüsünü taşısın ve sesimizi-soluğumuzu başka mülâhazaların şerareleri kirletmesin..
Başka her şeye kapanıp, içini sadece O'na açan, hâlini O'na şikayet eden hep O'na yakın durmanın insiyakları içinde bulunur ve O'nun dergahından eli boş dönmez. Evet, insan ihtiyaçlarını, onları karşılayabilecek birine açmalı; belâ-yı dertten "âh" edecekse derde derman bir hekimin yanında inlemeli.
Kul, efendisine arzuhâlde bulunacaksa, ağyâra bütün bütün kapanarak, aklıyla, şuuruyla, hissiyle hep O'na açık durmalıdır; durmalı, sesini-sözünü O'na göre ayarlamalı ve kendine yakınlardan daha yakın birinin huzurunda iç çektiğini düşünerek nağmelerinden ses ihtizazlarına, tavırlarından mimiklerine kadar her hâliyle bir temkin örneği sergilemelidir.
Kime el açtığının farkında olan bir sadık kul, düşünce ve dualarını niyeti ve içtenliğiyle sık sık kalibrasyondan geçirir; ifade ve hislerini her türlü şerareden arı-duru tutmaya çalışır ve duymasını istediğinden başkalarının duymalarına karşı âdeta dilsiz kesilir. Yer ve zamana göre kendi sesini ve kendi sözlerini kendinden bile kıskanır.
Bir kulun, dua ve niyazlarını hâlinin saffetine bağlamasının yanında, nabızlarının "Allah Allah" diye attığı dakika ve saniyeleri kollaması; mübarek gün ve geceleri ilâhî mevhibelere açık kutlu vakitler sayarak dolu dolu yaşaması; ve bilhassa, Hak rahmeti sağanaklarının nüzûl emare ve işaretleri sayılan namaz saatlerini, iftar zamanlarını, secde ve rüku hâllerini santim zayi etmeden değerlendirmesi; sonra, arzu ettikleri olmuş-olmamış, şartlar aleyhine dönmüş veya lehinde cereyan etmiş, ciddi bir vefa hissiyle ara vermeden yaptıklarını devam ettirmesi hem duanın kabulü için bir esas hem de sadakat ve samimiyetin gereğidir.
Hakk'a inanan bir insan için, yaz gününü kar bastırmış, baharı hazan vurmuş, gündüzler kör kabirler gibi kararmış, her tarafı çeşit çeşit karakura basmış hiçbir önemi yoktur; Allah, "Siz, muztar kalıp ıztırar diliyle dua ettiğinizde, sizi kara ve denizlerin karanlıklarından kurtaran kim?!." diyerek kendini, gücünün her şeyi ihatasını hatırlattıktan sonra ne önemi var zalâm zalâm üstüne dört bir yanın kararmasının.. ne önemi var, Kudreti Sonsuz "Çaresiz kalıp da O'na yalvaranın duasını kabul ederek sıkıntılarını gideren Allah'tan başka kimdir?" deyip mevcudiyetini vicdanlarımıza duyurduktan sonra!
Kur'ân, varlığın tercümesi; hâdiselerin tercümanı; makro ve mikro âlemlerin müfessiri; bu dünyada âlem-i gaybın lisanı; insanoğluna ilâhî iltifatların senedi; İslâmiyet'in özü, esası, nur ve ziyası; uhrevî âlemlerin haritası ve ona inananların vesile-i saadeti olduğu gibi aynı zamanda açık-kapalı, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak bir dua mecmuasıdır.
Kur'ân, Fatiha sûresiyle lâl ü güherlerini saçmaya başladığı andan itibaren, hamd ü senâ ile bir dua mukaddimesi vaz'eder ve sırat-ı müstakim talebiyle işe başlar. Bakara sûre-i celîlesi zımnî dua şivelerinin arasında sesini sarahatinin nağmeleriyle yükselterek "Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de hasene ihsan eyle!" der ve bizi duaya çağırmanın yanında, Cenâb-ı Hak'tan ne istenileceği konusunda da irşad eder. Birkaç sayfa sonra, "Rabbimiz! Üstümüze sağanak sağanak sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl, kaydırma ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle!" istimdat edâlı beyanıyla, zor şartlar altında müminlere sığınacakları sera ve siperleri gösterir.
Daha bir sürü dua televvünlü beyandan sonra sûrenin Miraç armağanı son ayetinde "Rabbimiz! Eğer unuttu veya hata ettiysek, bundan dolayı bizi muaheze etme. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz şeylerle bizi sorumlu tutma. Bizi affet; kusurlarımızı bağışla; bize merhamet buyur; Sen bizim mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize yardımda bulun." ifadeleriyle daha şümullü bir çerçevede, her zaman vird ü zebanımız olması gereken bir dua ve niyazı ihtar eder. Âl-i İmrân sûresinin ilk sayfasında "Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi zeyğe uğratıp kaydırma ve nezd-i ulûhiyetinden bizlere hususi rahmette bulun." diyerek müminler için en hayatî bir duayı hatırlatır. Birkaç ayet sonra "Ey Rabbimiz! Bizler Sana inandık, günahlarımızı bağışla; bizi cehennem azabından koru." çığlıklarıyla el açıp yalvaran müttakilerin niyaz ve teveccühlerini referans göstererek bizi bir kez daha duaya çağırır. Birkaç makta sonra havârîlerin, "Ey Rabbimiz! Biz Senin indirdiğin kitaba iman edip gönderdiğin elçiye tâbi olduk; bizi Hakk'ın şahitleri olarak kaydet ve tesbit buyur." şeklindeki içinde sorumluluk da bulunan yakarışlarına dikkatlerimizi çeker. Sonra nebiler çevresinde saf bağlayıp mücadele veren "ribbiyyûn"un "Ey Rabb-i Kerimimiz! Günahlarımızı ve bilmeyerek içine düştüğümüz aşırılıklarımızı affeyle; bizleri doğru yolda sabit kadem kıl ve küfr ü küfran içindekilere karşı bize yardımcı ol." diyerek bu defa da rabbanilerin dilinden bir dua armağan eder. Sûrenin sonuna doğru açtığı tefekkür faslını "Ey Rabbimiz! Bizler "Rabbinize inanın!" deyip imana çağıran, iz'âna davet eden münâdîyi işittik ve ona icabet ettik. Artık Sen de bizi affeyle, kusurlarımızı bağışla, (canımızı alırken de) bizi ebrar sırasında vefat ettir." fermanıyla içinde hüsn-ü akıbet dileği de bulunan bir niyazla noktalar. Kendi kendine haksızlık ettiği mülâhazasıyla ürperen gönüllerin "Rabbimiz nefsimize zulmettik, şayet kusurumuzu bağışlayıp bize merhamet buyurmazsan apaçık maruz-u hüsran oluruz." inkisar içinde sızlanışlarıyla ruhlarımıza ra'şeler salan farklı bir çığlığı hatırlatır. "Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatır. Biz de yalnız Allah'a dayanırız. Ey Rabbimiz! Bizimle şu "münkir" topluluk arasında artık ver o adil hükmünü; (ver de) haklı-haksız açığa çıksın." gayretullaha çağrı edalı beyanla, bütün bütün küstahlaşmış inkârcı bir toplum karşısında, gönlü itminanla çarpan, dili ihkâk-ı hak mırıldanan bir nebînin teslimiyet derinlikli yakarışlarıyla ruhlarımıza farklı bir talep üslûbu fısıldar.