Sanayi Çağında İstanbul
İstanbul miladın 4. yüzyılından beri hakkıyla metropolis mundi konumundadır. Kentin yaşam biçiminde/fizik doku ve mekan organizasyonunda Bizans ve Osmanlı dönemlerinde büyük değişiklik olduğunu söylemek güçtür. İstanbul iki uygarlığının birbirine benzeşmesini ve özgün renklerini sergilemekle 16. yüzyılı bir caput mundi olarak yaşadı. Ancak 18. ve özellikle 19. yüzyılda yaşam biçimi ve fizik yapısında temel değişmeler görüldü. İstanbul endüstri çağının etkileriyle mücadeleye başlamıştı.
Kentin geleneksel yerleşme düzenindeki değişmenin ilk belirtileri 18. yüzyılda meydana gelmeye başladı. Gerçekte ülkenin ekonomik yapısında köklü değişiklikler meydana gelmemekle birlikte, yönetici sınıfın elinde toplanan servetler gösterişli tüketimini arttırmaktaydı. Diğer yandan Karadeniz`in ulaşımını ellerine geçiren armatör Fenerli Rumlar ile İstanbul`daki elçilik heyetleri 18. yüzyılda Beyoğlu ve Boğaziçi`nin bazı köylerinde göze çarpan yeni bir yaşam biçimi yaratmışlardı.
Bu durumda gerçek anlamda olmasa bile bir sayfiye yaşamı ortaya çıkmıştır. Kağıthane`deki eski bostanlar, kasır ve bahçelerle süslenmeye başlandı.
Boğaz`ın eski münzevi köylerinde birbiri ardından yalı, köşk ve bahçeler kuruluyordu. Yoksul balıkçı köyleri olan Yeniköy ve Tarabya zengin Rum armatörlerin yalılarıyla süslenmeye başlandı (Burası 19. yüzyılda tam bir banliyö haline gelecektir). Bu armatörler birkaç gemi sahibi olup, Tuna`daki ve Karadeniz`de, Kırım`daki limanlar arasında narenciye, odun, tahıl taşımacılığı yapıyorlardı. En ünlü armatör ailelerinden biri İpsilanti`ydi. İpsilanti Yalısı 19. yüzyılda Fransa`nın yazlık büyükelçiliği oldu. Boğaz`da Kuzguncuk, Beylerbeyi, Ortaköy, Kandilli gibi semtler benzer yalıların yapıldığı merkezlerdi. Buralardaki etnik kompozisyon da daha karışık bir görünüm aldı. Yani İstanbul 18. yüzyılda gerçek anlamda banliyölere sahip değilse de bu gösterişçi tüketimin mevsimlik eğlence ve sayfiye ünitelerinin doğuşuna neden olduğu görülüyor.
Diğer yandan Kağıthane`de bir kağıt fabrikası, aynı bölgede mühendishaneler (okul), kentin dışında da modern kışlalar (Selimiye) yapılmaya başlandı. Haliç`te baruthane ve gemi tezgahları yapıldı. Bu barok çağ endüstrisi İstanbul`un doğal çevre ve eski mimari dokusunu tahrip eden ilk kirlenme olayıdır.
18. yüzyılın asıl olgusu, Anadolu`dan kopup gelen bekar erkelerin ve hatta ailelerin büyük kenti yığın yığın doldurmasıdır. Bu olgu nedeniyle; iş bölgelerinde bekarların yaşadığı geniş sefalet yuvaları, Eyüp, Kasımpaşa ve Üsküdar`da ise gecekondulaşmanın ilk işaretleri doğmaya başladı. Meknasal yapıdaki temel değişmeler, yani banliyölerin, küçük gecekondu ve slum (sefalet mahallesi) bölgelerinin doğuşu, 19. yüzyıldaki moderneleşme ile başlayan bir süreçtir.
19. YÜZYILDA İSTANBUL`UN MODERNLEŞMESİ
19. yüzyılda dünya önceki çağlara göre hızlı bir değişim yaşıyordu. Bu değişim Balkanlar ve Ortadoğu`nun metropolü olan İstanbul`da da kendini gösterdi. Bin yıldır dünya ekonomisinin ve kültürünün merkezlerinden biri olmasına karşın İstanbul önemli bir yapısal değişme geçirmemişti. Şimdi ise metropol İstanbul yaşadığı çağa ayak uydurmaktadır. Bu gelişimi kentin kurumlarında, artan nüfus ve büyüyen yüzölçümünde, hepsinden önce yeniden biçimlenen fiziksel yapısında izlemek mümkündür. Yıkım kadar bir rönesans da görülüyor.
Bu değişmeyi kentin mekan düzenin etkileyen şu öğelerin ortaya çıkışıyla açıklayabiliriz; a) gecekondulaşma b) banliyölerin doğuşu c) daha önce kentle bütünleşmemiş semtlerin kent merkeziyle organik bir bütünleşmeye gitmesi ki, bunda kent içi ulaşımın modernleşmesi de büyük rol oynamaktadır.
Bütün bu özelliklere karşın 19. yüzyıl İstanbul`u halen çağdaş metropollerin düzeyinde değildi. Ama İstanbul bu dönemde, önceki çağlarda görülmeyen bir nüfus artışını yaşadı. 1829`daki ilk sayımda 359 bin olarak saptana nüfus, 1918`de 700 bine ulaşmıştı. Bu artışın 16-18. yüzyıllardaki gibi bekar, işsiz ve tek tük ailelerden çok, ailece yapılan göçlerden, özellikle, imparatorluğun Avrupa eyaletlerini kaybetmesi üzerine Rumeli eyaletlerinden yapılan göçlerden ileri geldiğini göz önüne almak gerekir.
Diğer yandan İstanbul; Beyrut, Selanik, yani bütün Doğu Akdeniz limanları gibi 19. yüzyılda Atlantik endüstri bölgesinin ilgi ve kayıt alanına girmişti. Bu kentler Avrupa için artık yalnızca ticaret limanları olmaktan öte; yerleştirilen, antrepo ve tesis kurulan, hinterlandlarının ürünlerinin işlenip nakledileceği merkezler, durumuna gelmişti. Söz konusu kentler arasında özellikle İstanbul; artık Batılı tüccar, komisyoncu, inşaatçı ve bankerlerden meydana gelen bir kalabalığın yaşayacağı kent olmuştur. Yalnız bu kadar mı? Eğlence ve fuhuş yanında kentte dolaşan uluslararası serseriler, gemiciler özellikle Pera`nın güvenlik sorununu arttırdı. Devletin resmi tarihçisi Ahmed Lütfi Efendi; Pera`da genelev, bar vb. gibi yerlere izin verildiği için hükümeti ve semt halkını ahlaken gevşek olmakla suçluyordu. Türk karakollarının yanında yabancı devletler de kendi uyruklarından olan gemici ve benzerinin suç işleyenlerini hapsetmek için karakol kurdular.
Diğer bir gelişme; ülkedeki demiryolu, denizyolu gibi ulaşım ağlarına bağlı olarak ortaya çıktı. İstasyon ve liman tesisleri; uzun mesafe ulaşımı kadar, kentsel ulaşım da değiştirdi. Kentin dokusundaki ve mekan organizasyonundaki değişmeleri hızlandırdı. Gerçi 19. yüzyılda hızlı bir endüstrileşme görülmüyor, İstanbul`u dış dünya ile yaptığı ticaret değiştiriyordu. ilk kurulan Hotel Angleterre`i diğerleri izledi. Artık kente gezginler geliyordu. Şık bir otel olan Pera Palas, zengin bankerlerin saraylarının yer aldığı semtte Tepebaşı`nda yapıldı. Burada kentin ilk parklarından biri ve tiyatrolar da yer aldı. Pera (Beyoğlu), Doğu imparatorluğunun başkentinin Avrupa`ya açılan penceresiydi.
a) Merkezi yönetim bölgesi: 19. yüzyılda bürokrasinin modernleştiği, birçok yönetim organının kurumsallaştığı görülüyor. Sadaret`ten (Başbakanlık) başka kurulan nezaretler (bakanlık) artık yönetim ve iş bölgesini meydana getiriyor. Saray, modern kentlerdeki gibi merkez bölgenin dışına taşınmıştır (önce Dolmabahçe, sonra Yıldız). Yönetim bölgesinde ve diğer kısımlarda sokak ve yol yapımı artıyor. 19. yüzyılda kagir bina yapımının teşvik edildiği görülüyor. Bütün bu değişim, en başta modern belediye yönetimlerinin kuruluş ve faaliyetini gerekli kılmıştı.
b) İş bölgesinde değişmeler, çift merkezli metropolün ortaya çıkışı: Değişen ticaret yapı, modern anlamdaki uzmanlaşma, daha çok dış dünya ile ilişkilerin yoğunlaştığı Galata ve Beyoğlu`nda görülmektedir. Ticarethane, büyük mağaza ve bankalar burada gelişmişti. Özellikle Karaköy`ün canlı bir merkezi iş bölgesi olması ve Beyoğlu`ndaki konut bölgesiyle ilişkisinin yoğunlaşması, Avrupa`nın ilk metrolarından birinin burada faaliyete geçmesini gerektirmiş ve 10 Haziran 1869`da "Tünel" işletmeye açılmıştı. İş ve konut bölgeleri arasındaki bu yoğun trafik; tramvay işletmesinin kurulması, yolların açılması ve genişletilmesi gibi çalışmaları gerektirdi. Özellikle iş bölgesinde, Beyoğlu tarafında bir uzmanlaşmanın mekana yansıdığını görüyoruz. İstanbul`da eski çarşılar büyük ölçüde devam ederken, burada mağazalar, ticarethane ve depolama faaliyetleri belli alanlarda toplanmaya başladı. Böylece İstanbul 19. yüzyılda iki merkezli bir metropol olmuş; bu, konut alanında ve kentin çevresinde de etkisini gösteren ikili bir yapıyı doğurmuştur. Gene Beyoğlu bölgesindeki geçiş bölgesi İstanbul`a göre daha belirgin özellikler taşıyordu. Beyoğlu`nun Yüksekkaldırım, Asmalımescit gibi semtleri, ucuz otel, pansiyon ve lokantaların toplandığı, suç potansiyeli yüksek bir bölge olarak ortaya çıktı.
c) Konut bölgesi: Konut bölgesinde İstanbul yakasında büyük değişmeler görülmezken Beyoğlu tarafında hızlı bir değişme göze çarpmaktaydı. Her şeyden önce Beyoğlu konut bölgesinde mimari bakımdan bitişik düzen binalar, kagir yapılar artıyor; etnik yönden karışma ve sosyal sınıflaşmaya göre bir mekansal biçimlenme göze çarpıyordu. Konut alanı Beyoğlu`nda genişlemiş; o döneme kadar kent sınırları dışı ve mezarlık olan yerlerini bile kapsamaya başlamıştı. Örneğin bugünkü Taksim Gezisi önceleri Latin mezarlığıyken bu mezarlık Feriköy`e

nakledilmişti ve Taksim yeni bir konut alanına dönüştü. Gene park vb. gibi kamusal eğlence alanları kuruluyordu. (ör. Tepebaşı bahçesi) 20. yüzyıl başında apartman yaşamı bu bölgede tipik hale gelecektir. Usta ve mimarlar büyük ölçüde İtalya`dan göçenlerden oluşuyordu ve İstanbul, ünlü yazar Edmondo de Amicis`in de dediği gibi, kendine özgü karışık bir İtalyanca`nın doğup yaşadığı bir kent olmuştu. Bu modern yaşam ve yerleşme kalıpları; ulaşım, sağlık, itfaiye gibi belediye hizmetlerinin de Beyoğlu yakasında mükemmelleştirilmesini gerektirdi. Buna karşılık İstanbul yakasında bu konuda değişmeler yavaş oluyor ve kagir binalarla doluşan Beyoğlu eski İstanbul`un ahşap yapılarına ve harap semtlerine tepeden bakıyordu.
Eski İstanbul`da Müslüman ve gayri Müslim mahalleleri halen farklı mekandaydı. Ancak varlıklı sınıflar Balat, Fener ve Samatya`yı terk edip Beyoğlu tarafına geçiyordu. Beyoğlu`nda ise etnik-dini ayırıma göre değil, sosyal ekonomik gruplaşmaya göre yerleştiriliyordu. Diğer taraftan özellikle sur dibindeki mahallelerde, ayak esnaflığı, hamallık gibi işlerle geçinen alt gelir gurubundan ailelerin yerleştikleri sefalet mahalleleri doğarken (Karagümrük, Haseki), Beyoğlu`nun kenar mahallelerinde de bir slumlaşma söz konusu oluyordu. Balat, Fener, karşı tarafta Hasköy yavaş yavaş slum bölgesine dönüştüler ve bu durumlarını halen sürdüyorlar. Bölge o zamandan beri atölye, tersane gibi yarı endüstriyel tesislerin çevresinde biçimlenmiş sefalet mahalleleriyle tanınıyor. Kent sınırları dışında da mezbaha ve küçük atölyeler doğdu. Haliç kıyısında mezbaha ve atölyelerin arttığı görülüyordu. Bu ilk çevre kirlenmesi sorunlarını da yaratmaktaydı.
d) Banliyö semtlerinin doğuşu: 19. yüzyılda banliyö, İstanbul`un önemli bir olgusu olarak gelişti. Ulaşım araçlarının; öncelikle vapurun ve tramvayın kullanılmasıyla Boğaz`ın her iki yakasındaki semtler (özellikle Avrupa yakası), Kadıköy ve sonraları Makriköy (Bakırköy) ve Ayastefanos (Yeşilköy) önemli banliyö merkezleri olurken, Tarabya ve Yeniköy yazlık sefarethanelerin ve Levantenler`in bölgesi haline geldi. Adalar da kentle organik bir bağ kurdular; buralardaki modern belediye yönetimleri de Beyoğlu Belediyesi`nin hemen ardından kuruldu. ulaşım olanaklarının artmasına karşın İstanbul, kayıkla buharlı geminin, atlı arabayla tramvayın yan yana ulaşım ağını tamamladığı bir kentti.
e) Gecekondulaşan bölge: Bu dönemde İstanbul`a gerek Anadolu`dan, gerek Rumeli`den gelip yerleşen bir kitle, surların batı yakasında, Eyüp, Hasköy, Kasımpaşa ve Üsküdar taraflarında gecekondu semtleri yaratmaya başlamışlardı. Örneğin, Kasımpaşa ve Hasköy, Okmeydanı, Pera`daki yaşantıya tamamen ters düşen bir yaşam biçiminin görüldüğü, alt gelir gruplarının yaşadığı semtlerdi. Gene Anadolu yakasında Kadıköy`e göre Üsküdar`ın bazı semtleri de bu görünümdeydi. Bu ikileşme belediye hizmetlerinin de her yerde aynı şekilde yürütülmesini engelledi. Örneğin ilk Meclis-i Mebusan`da mebuslar, Kasımpaşa`nın Beyoğlu Altıncı Dairesi`nin sınırları içine sokulmamasını eleştirdiklerinde; Reis A. Vefik Paşa, "Beyoğlu muhitinin isteklerinin Kasımpaşa gibi fıkara semti için lüks olacağını" belirtmişti. Bu nedenle de kentte 20 belediye dairesi kuruldu. Dar gelirlilerin ve işsizler kalabalığının doldurduğu bu semtler, belediye hzimetleri kadar sosyal ve ekonomik yönden de bir kentsel bütünleşememeyi getiriyordu.
Böylece İstanbul`da 1930`lardan ve II. Dünya Savaşı`ndan sonra hızlanacak gecekondulaşma olgusunun başlangıcı ve bu olgunun oturduğu az gelişmiş metropoliten yapı 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve gittikçe büyüyen bir sorun haline gelmiştir. Esasen 19. yüzyıl bitişik yerleşme düzeni ile birlikte dağınık yerleşmenin de görüldüğü bir dönemdi. Bu yüzden İstanbul, nüfusuyla orantılı olmayan geniş bir alana yayılmıştı ve bu, bütün belediye hizmetlerini aksatan başlıca sorundu.
Dünya Kenti İstanbul / Habitat II / İlber Ortaylı: "Sanayi Çağında İstanbul", S:54-57