Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
08:44, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Cuma, 12 Aralık 2025 - 08:44
Arama
MaviKaranlık Forum
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında
-
Tek Mesaj #80
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006
Mesaj
#80
Ziyaretçi
Peygamberimiz
(s.a.s.)
Yuvakuracak Gençlere
Yardım Ediyor
Hz. Ali, Fâtıma’yı istemek üzere Peygamberimiz
(s.a.s.)
’in huzuruna gitti. Ancak, söyleyeceklerini sanki unutmuştu, neredeyse dili tutulmuştu. Hz. Peygamber
(s.a.s.)
“Her hâlde Fâtıma’yı istemeye geldin”
diyerek ona yardımcı oldu. Hz. Ali sevinç içinde
“evet”
dedi. Ancak, verecek mehiri yoktu. Bu konuda da Peygamberimiz
(s.a.s.)
yardımcı oldu. Zırhını mehir olarak değerlendirebileceğini hatırlattı. Fakat bir de düğün yemeği vermek lâzımdı. Ashabtan bir zât, Hz. Ali’ye bir koç verdi. Ensar da aralarında mısır topladılar, düğün yemeği hazırlandı. Peygamberimiz
(s.a.s.)
, Hz. Ali ve Fatıma’ya
“Allah’ım, ikisini mesut et, onlar hakkında evliliklerini hayırlı kıl”
diye dua etti. Hz. Ali’nin evinde eşya olarak bir hasır, yastık, içi lif dolu bir yatak, çömlek ve testi gibi şeyler vardı. Bunları da zırhını satarak elde ettiği para ile almıştı. O paranın bir kısmı ile de Hz. Fâtıma için ziynet almıştı. Rasûl-i Ekrem
(s.a.s.)
Hz. Fâtıma’ya çeyiz olarak
“Bir kumaş yaygı, bir kırba (su testisi), yastık, içi ot dolu bir yatak”
hazırlamıştı.
[11]
Rasûlullâh
(s.a.s.)
’in hizmetinde bulunan bir genç vardı, adı Rebia idi. Yaşının ilerlediğini gören Peygamberimiz
(s.a.s.)
ona
“Evlenmeyi düşünmüyor musun?”
diye sordu. Rebia, mâlî imkânsızlıkları ve yürüttüğü hizmetin önemini düşünerek
“hayır”
cevabını verdi. Hz. Peygamber
(s.a.s.)
tekrar sordu. Rebia aynı cevabı verdi. Nihayet üçüncüde bunda bir hikmet olduğunu düşünerek
“Evlenmek istiyorum, emret, ne yapayım Yâ Rasûlullâh”
dedi.
Hz. Peygamber
(s.a.s.)
onu, Ensar’dan bir kabileye yolladı, o da gitti. Peygamberimiz
(s.a.s.)
’in selâmını aktararak kızlarını istedi. Onlar da
“Baş üstüne”
dediler. Sonucu büyük bir sevinçle Hz. Peygamber
(s.a.s.)
’e iletti. Ancak Rebia yoksuldu; ev eşyası, mehir ve düğün yemeği için para lâzımdı. Hz. Peygamber
(s.a.s.)
derhâl ashabını harekete geçirdi. Hızlı bir yardımlaşma başlatıldı ve biriken paralarla mehir olarak ziynet alındı, ev eşyası alındı, bir de koç satın alındı. Peygamberimiz
(s.a.s.)
de kendi evinden, un yapılmak üzere arpa verdi. Böylece Peygamberimiz
(s.a.s.)
’in yakın ilgisi ile Rebia Hazretlerinin düğünü yapılmış ve yeni bir yuva kurulmuş oldu.
[12]
Müslümanlar arasında Cüleybib denilen bir kimse vardı. Bu kişi, kadınların yanında dikkatsiz davranmakla tanınırdı, bu sebeple diğer Müslümanlar, ailelerini ondan sakındırırlardı. İşte herkesin, cemiyetin dışına iter gibi davrandığı bu zâta da Hz. Peygamber
(s.a.s.)
sahip çıktı. Hz. Peygamber
(s.a.s.)
bizzat Ensar’dan bir aileye giderek kızlarını istedi. Kızı Efendimizin kendisine istediğini sanan aile büyükleri
“memnuniyetle”
dediler. Ancak Peygamberimiz
(s.a.s.)
:
“Cüleybib için”
deyince vermekten kaçındılar. Annesinden konunun içyüzünü öğrenen kız ise
“Rasûlullâh asla benim fenalığımı istemez”
diyerek Cüleybib’e varmayı kabul etti ve nikâh kıyıldı, bir yuva daha kuruldu. Rasûlullâh
(s.a.s.)
’in da bulunduğu bir savaşta Cüleybib şehid düşmüştü. Görgü şahitleri:
“Düşmandan yedi kişi öldürdü, sonra şehid düştü”
dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz
(s.a.s.)
:
“Cüleybib bendendir, ben de ondanım”
buyurdu. Ve kendi elleriyle toprağa verdi. Rasûl-i Ekrem, genç yaşta dul kalan ve vaktiyle onun hatırını kırmayarak Cüleybib’le evlenmeyi kabul eden hanıma şöyle dua etti:
“Allah’ım, ona hayırlar ver, hayatı boyunca hiç bir sıkıntı gösterme!”
[13]
Taşradan Gelen Misafirlere İlgisi
Mekke’nin fethi ve Hevazin zaferinden sonra, Arap Yarımadası’ndaki bütün kabilelerde İslâm’a girme temayülü belirdi. Çünkü Araplar öteden beri
“Kâbe’nin komşuları, koruyucuları, bakıcıları”
diye Kureyş’e itibar gösteriyorlardı. Halbuki Kureyş, artık istiklâlini kaybetmiş, İslâm ordusu karşısında yenilgiye uğramış ve Mekke yönetimi Müslümanların eline geçmişti. Taif civarında da Hevazin ve diğer kabileler mağlub edilmişti. Medine’deki İslâm yönetimi de bu gelişmelere bağlı olarak güçlenmişti. İşte bundan sonra Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle, fevc fevc, akın akın Arap kabileleri İslâm’a girmek üzere harekete geçtiler. Gelen heyetlerle Medine dolup taşmaya başladı.
Hz. Peygamber
(s.a.s.)
onları devlet misafirhanelerinde ağırlıyordu. Bazı heyetler, Müslüman zenginlerin müsait durumdaki evlerinde misafir edilirlerdi. Heyetler kalabalık ise ayrı ayrı evlere taksim edilirlerdi, ihtiyâçları ev sahiplerince karşılanırdı. Ev sahibi, misafirleri ağırlayacak mâlî imkâna sahip değilse masrafları devlet hazinesinden karşılanırdı. Hz. Peygamber
(s.a.s.)
heyetleri genellikle Mescid’de kabul eder, oradan misafir edilecekleri yerlere gönderirdi.
Hz. Peygamber
(s.a.s.)
heyetlere öğretmen görevlendirirdi. Öğretmenler, taşralı misafirlere ana hatları ile İslâm’ı öğretirlerdi. İçlerinde kabiliyetli birini de imamlığa hazırlarlardı. Bir nevi hızlandırılmış bir eğitimden geçen misafirler, daha sonra Peygamberimiz
(s.a.s.)
tarafından imtihan edilirlerdi. Başarılı oldukları takdirde onları, kendi memleketlerine; “Öğrendiklerinizi döndüğünüzde kendi kabilenizin fertlerine de öğretin!” diyerek uğurlardı. İslâmî konularda kendini en iyi yetiştirmiş ve Kur’ân’dan ezberleri olan birini imam tayin ederdi. Câhiliye devrinde iken reis olanı İslâm döneminde de reis tayin ederdi.
Peygamberimiz
(s.a.s.)
, taşralıları, memleketlerine uğurlarken onlara yeni elbiseler giydirir, bahşişler ve hediyeler verirdi; kendisi de onlarla görüşürken en güzel elbiselerini giyinirdi.
Bütün bu faaliyetler esnasında Peygamber Efendimiz
(s.a.s.)
taşradan gelen bu insanların her çeşit kabalıklarını sabır ve hoşgörü ile karşılar, onlara daima kolaylık gösterirdi. Ancak misafirler arasında İslâmiyet’e saldırıda bulunanlar olursa Peygamberimiz
(s.a.s.)
onları derhâl susturur ve gereken cevabı hemen verirdi. İyi niyetle tartışmaya gelenlerle de sonuna kadar sabırla tartışmayı sürdürürdü. Meselâ; Amir b. Tufeyl ile Erbed b. Kays İslâm’a saldırıda bulunmuşlar ve ânında karşılığını en sert şekilde almışlardı. Necran Hristiyan heyeti ile Peygamberimiz
(s.a.s.)
sabırla tartışmış ve hatta onlarla mübaheleye (yani kim haksız ise Allah’ın lâneti ona olsun demeye) bile girişmek istemişse de Hristiyan papazları
“Muhammed haklı ise bu, aleyhimize olur”
diyerek mübahaleyi kabul etmemişlerdi.
[14]
Peygamberimiz Benu Temim heyetinin arzusu üzerine onların şair ve hatiplerinin İslâm şair ve hatipleriyle yarışmasına izin vermişti.
[15]
Adaleti
Peygamberimiz
(s.a.s.)
adaletli insandı. Kimsenin haksızlığa uğratılmasına göz yummazdı. Esasen, doğrulukla adalet birbirini tamamlayan iki güzel haslet olup, bunların her ikisi de Peygamberimiz’de
(s.a.s.)
kemâl derecesinde idi. Gençliğinden beri herkes onu
“emin; güvenilir”
olarak biliyordu. Ticaret arkadaşları onun hakkında
“ne kimsenin hakkını yerdi, ne de kimseye hakkını yedirirdi. Hak konusunda hatır gönül dinlemezdi.”
derler. Hz. Peygamber
(s.a.s.)
açıkça İslâmı davetle emrolunduğunda, Safa tepesinden Kureyşlilere:
“Size şu dağın ardından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylesem inanır mısınız?”
deyince;
“Evet inanırız, çünkü sen hayatında asla yalan söylemedin.”
cevabını veriyorlardı. İnkârcılar Mekke dönemi boyunca Peygamberimiz
(s.a.s.)
’e
“Şâir, mecnun, sihirbaz-büyücü”
diyerek iftiralarla lekelemek istemişler, yabancılara onu böyle tanıtarak İslâm’ın yayılma hızını kesmek istemişler, fakat ona asla
“Yalancı, hâin”
diyememişlerdir. Hatta Peygamberimiz
(s.a.s.)
’in mektubunu Şam’da alan Bizans İmparatorunun:
“Daha önce bu adamın yalanına rastladınız mı?”
sorusuna Peygamberimiz
(s.a.s.)
’in baş düşmanlarından olmasına rağmen Ebu Süfyan
“Hayır, asla!”
diye cevap vermek zorunda kalmıştır. Cenâb-ı Hak, Peygamberimiz
(s.a.s.)
’e
“Emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et!”
talimatını vermiş, Peygamberimiz
(s.a.s.)
de hayatı boyunca sırat-ı müstakimden ayrılmamıştır.
Bir kere Mahzumîlerden bir kadın hırsızlık etmişti. Yüksek bir aileye mensuptu. Bu yüzden Kureyşliler bu kadının ceza görmesine taraftar olmamışlar, Hz. Üsâme’yi de tavassut için Peygamberimiz
(s.a.s.)
’e göndermişlerdi. Çünkü Peygamberimiz
(s.a.s.)
Hz. Üsâme’yi çok severdi. İşte bu esnada Rasûl-i Ekrem Hazretleri
(s.a.s.)
şöyle buyurdu:
“(Bugün medeniyetlerinden hiç bir eser kalmayan eski milletler) İsrailoğulları, bu gibi taraf tutmalar yüzünden helak oldular. Bunlar fakirler üzerine en şiddetli cezaları tatbik eder, nüfuzlu ve zengin olanları cezasız bırakırlardı... Şayet kızım Fâtıma aynı suçu işleseydi gereken cezayı ona da verirdim.”
[16]
Rebeze’den Medine’ye gelmekte olan Sa’lebe Oğullarından bir grup insan, şehrin yakınında bir yerde konaklamışlardı. Peygamberimiz
(s.a.s.)
onlarla karşılaştı ve satın almak istediği bir devenin fiyatını sordu. Pazarlık yapıldı. Peygamberimiz
(s.a.s.)
, deveyi alarak Medine’ye döndü. Fakat oradakiler, deveyi satın alanın Hz. Peygamber
(s.a.s.)
olduğunu bilmiyorlardı. Parasını almadan deveyi verdikleri için tartışmaya giriştiler. İçlerinden bir kadın şöyle diyordu:
“Niçin tartışıyorsunuz? Bu kadar parlak alınlı adam hiç görmedik. Dikkat etmediniz mi? Onun yüzü ayın on dördü gibi parlamaktaydı”
Kadın, bu sözleriyle, deveyi satın alanın kendilerini aldatacak yaratılışta olmadığını anlatmak istemişti. Aradan çok geçmedi. Hava kararmak üzere idi, bu sırada bir zat geldi. Bir miktar yiyecekle devenin bedeli olan parayı getirdi ve
“bunları Rasûlullâh (s.a.s.)’in gönderdiğini”
söyledi. Topluluk ertesi gün şehre girdiğinde Peygamberimiz
(s.a.s.)
Mescid’de ashabına nasihat etmekle meşguldü. Bu esnada Ensar’dan bir zât Salebe Oğullarının geçmişte akrabasından birini öldürdüklerini, şimdi onlardan birinin öldürülmesi gerektiğini söyleyince Peygamberimiz
(s.a.s.)
:
“Hayır bunu yapamazsınız! Bir evlâd babasının suçu yüzünden öldürülmez!”
buyurdu.
[17]
Bir defasında da ganimet dağıtılırken taşkın hareketlerde bulunan birine Peygamberimiz
(s.a.s.)
“Sabırlı ol, sıranı bekle!”
diye elindeki ince değneği uzatmış, adamın yüzü hafifçe çizilmişti. Peygamberimiz
(s.a.s.)
hemen değneği, adamın eline vererek
“İşte yüzüm!”
demişse de adam hatasını anlamış olarak Peygamberimiz
(s.a.s.)’
den özür dilemişti.
[18]
Hasılı, Peygamberimiz
(s.a.s.)
, sözün tam anlamıyla adalet ve insaf sahibi idi.
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Cevapla
Kapat
Saat: 08:44
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...