Arama


ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
10 Mayıs 2006       Mesaj #50
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
İnsanlık tarihinde doğruluk düz bir çizgi gibi seyretmemiş, sinüzoidal bir eğri çizmiştir. Doğruluğun yükseldiği dönemlerin arkasından eğrinin yükseldiği dönemler gelmiştir. Günümüzde modernizmin ahlâkın güncelliğini kaldırması sonucu yalan prim yapan bir konuma oturdu. Üçkağıtçılığa açıkgözlülük denildiği, rüşvet yemeyen memura enayi gözüyle bakıldığı toplumsal kabul toplum bilimcilerini düşündürmelidir.



Eski Yunan medeniyetinde Ispartalılar “Yakalanmadıkça hırsızlık yapabilirsin” kuralını benimsemişlerdi. Günümüzde böyle düşünen insanların gittikçe çoğalması toplumsal onay görmesi ilginçtir. “Sözünde durmak, yalan söylememek, başkasının hakkına saygı göstermek” gibi semavî değerler bütün kutsal kitapların öngörüleridir. Fareli Köyün Kavalcısı, Kırmızı Şapkalı Kız, Pamuk Prenses gibi çocuk hikayeleri bu değerleri topluma benimsetme çabasındadır. Batı dünyası bu değerlere doğu dünyasından daha çok sahip çıkmaktadır. İş hayatında, ticarî ahlâkta, aile içi yaşantıda kabul ve onay görmektedir. Ancak bu değerlerden uzaklaşma bizim toplumumuzda olduğu gibi batı toplumunda da göze çarpar nitelik kazandı. Ahlâkî yozlaşmanın durdurulmaması gelecek nesilleri tehdit etmektedir.



NORVEÇ ÖRNEĞİ


Norveç, nüfusu 4.5 milyon olan refah düzeyi çok yüksek bir ülke. İki kişiye bir otomobil düşüyor. 1996 yılında bütçesi %7 fazlalık vermiş. Yılda kitap satışı 4.5 milyon adet. Günlük toplam gazete tirajı 3 milyon gibi yüksek bir rakam. Yani Türkiye’ye eşit. Fakat insanlar mutlu değil. Her 100 aileden 50’si boşanma yaşamış. Doğan çocukların %52’si evlilik dışı. Adi suçlar artmış; cinayetler, uyuşturucu kullanımı gittikçe artıyor. İnsanlar zengin ama mutlu değil. Çare olarak Norveç Meclisi “Manevî Değerler Komitesi” kuruyor. Papaz kökenli bir başkan seçiyor.


Bu veriler sadece Norveç’te değil bütün Batıda dikkati çekiyor. Batı medeniyetleri bu noktaya nasıl geldi? Batılı insan maddî alanda büyük başarılar kazandı. Madde ve teknoloji imparatorluğu kuruldu. Madde ve teknoloji bir amaç gibi sunuldu. İnsanlar hayatlarında hedef ve menfaat olarak maddî zenginlikleri amaçladılar.



DESCARTES’IN ROLÜ


Batının bu noktaya gelmesinde Descartes’ın düşünceyi dogmalaştırması ve Pozitivizm’i ideoloji yapmasının önemli rolü vardır. Bu filozof, düşünce ile duygunun arasını açtı ve duygusal yaşantıyı akıl dışı ilân ederek reddedilmesini istedi. Düşüncenin ürünü olan maddî başarı ve teknoloji kutsallaştı.


Akıl insanoğluna has çok kıymetli bir âlettir. İnsanın daha az insan, daha çok insan olması daha az akıllı, daha çok akıllı olması ile paralel değildir. Madde ve teknolojinin bizatihi özelliği tarafsızlığıdır. İnsanı yüceltmeye veya canavarlaştırmaya hizmet edebilir. Yumurtasını pişirmek için kasabayı yakan Neron, kendi ırkını yüceltmek için diğer ırkları yutan Hitler, Batı medeniyetinin acı meyveleri değil midir? “Kuvvet istilânın haklı sebebidir” sözü Hitler’in inandığı bir yalandı.



DUYGUSAL ZEKA KAVRAMI


Son yıllarda EQ (Emotional Quation)’nun insan başarısında IQ (Intelligence Quation) kadar önemli olduğu üzerinde durulmaktadır. Daha doğrusu EQ kavramı yeni keşfedildi. Kişinin mantıkî zeka katsayısının yüksek olması, başarısında yeterli olmadığı, o kişinin duygusal zeka katsayısının da yüksek olmasının gerekli olduğu üzerinde durulmaktadır. Böylece o kişi, kişiler arası ilişkilerde insanları daha çok etkileyebilmekte, ikna gücü artmaktadır.


Kısaca, Batı medeniyeti deneme-yanılma metodu ile Amerika’yı yeniden keşfetti. Akıl gücü ve gönül gücünün beraberliğinde yürümeye yöneldi. “Doğruya sadece akılla gidilir” sözü koca bir yalan olarak önümüzde sırıtmaya başladı.



BENCİLLİK YALAN İLİŞKİSİ


Yalanın psikoloji kitaplarında bir tarifi vardır. “Bencil bir takım sonuçlar elde etmek için bilerek ve isteyerek karşısındakini aldatmak”. Günümüz medeniyetinde bencillikle bireysellik karıştırıldı. İnsanlar özgür ve bağımsız olmak isterken sadece kendisi için çalışan bireyler ortaya çıktı. Kendi çıkarını büyük topluluğun çıkarından önde tutan insan kendini dürüst olmak mecburiyetinde hissetmemeye başladı. Çünkü dürüst olmak ona bir şey kazandırmıyor, işini zorlaştırıyordu.



DÜRÜSTLÜK YARATILIŞTAN DEĞİLDİR


İnsanoğlu doğduğunda sonsuz iyi, sonsuz kötü olmaya açık olarak doğar. Ergenlik dönemi kadar ailesinin ve toplumun daha sonrada kendi tercihlerine göre doğrular ve eğriler arasında yolunu çizer. Dürüst bireyler için dürüstlüğün öğretilmesi gerekmektedir. Yaratılıştan melek gibi masum insan hayat karşısında kendi haline bırakılırsa, bilinç altındaki saldırganlık, bencillik, cinsellik gibi dürtülerin etkisi ile canavarlaşır. Bu nedenle anne ve babaya büyük sorumluluklar düşmektedir.



DÜRÜSTLÜĞÜN ÇEŞİTLERİ


Maddede dürüstlük: Başkasının hakkına saygı duymak. Duyguda Dürüstlük: Açık, samimi ve doğru olmak. Sözelde dürüstlük: Doğruyu söylemeyi başarmak. Davranışda dürüstlük: Başkalarını aldatmamak.



ÇOCUK NEDEN YALAN SÖYLER


7 yaşına kadar çocukta gerçeklik duygusu gelişmemiştir. Anne çocuğa “Bu senin değil, alma” dediğinde çocuk anlamaz, boş boş bakar. Çünkü mülkiyet duygusu gelişmemiştir. Her şeyin kendisine ait olacağını düşünür, doğuştan ben merkezcidir. Hatta hırsızlık her çocuğun geçtiği bir süreçtir. Kalem, silgi, para gibi herşeyi daha çok sahip olma duygusu ile toplar.


Anne ve babanın rolü burada önemlidir. Yalanın, hırsızlığın yanlış olduğu çocuğa öğretilmelidir. Vazoyu kıran çocuk elinde vazo parçaları varken ben kırmadım diyebilir. Annenin aşırı tepkisi veya ilgisizliği çocuğun bu konudaki değerlerini oluşturacaktır.


Çocuk taktir edilmek, ilgi ve şefkat beklentisi için yalan söyleyebilir. Cezadan kurtulmak veya suçu saklamak için, eleştiriden kaçmak için, olduğu gibi değil büyüklerin istediği gibi görünmek için yalan söyleyebilir. Bazı çocuklarda çocuksu düşmanlık, kıskançlık duygusu da yalan söyletebilir. Çocuğun yanlış ana-baba tutumlarına karşı tek silahı genelde yalan söyleme olmakta; yalan davranış kalıbı huy haline gelmektedir.


Bir gün büyük suç işleyen gencin idamına karar verilir. İdam sehpasında gence son isteği sorulur. O da annesinin dilini öpmek istediğini söyler. Anne çağırılır. Genç annesinin dilini öperken ısırır. Sonra şöyle der: “Bana küçükken yalan söylemeyi öğrettin, ben de böyle oldum”.


Çocuğuna işine yarayacağı zaman yalan söyleyebileceği düşüncesini öğreten ve gösteren anne-baba çocuğun geleceğini şekillendirmiş olmaktadır. Yalanı teşvik eden aile durumuna düşmemek amaç olmalıdır.



ÇOCUK TAKLİT-TEKRAR YÖNTEMİ İLE ÖĞRENİR:


Sinemaya giden ana-baba diş hekimine gidiyorum derse, kapı çaldığında evvela çocuğuna yok dedirtirse o çocuk doğru bir genç olamaz.


Ahmet Bey 6 ve 7 yaşlarında iki oğlu ile bir gişeden geçiyorlar. 6 yaşındaki çocuklar ücretsiz. Baba gişe memuruna çocuğunun birinin yedi yaşında olduğunu söyleyip ödemesini yapıyor. Gişe memuru “Siz söylemeseydiniz ben yaşlarını bilemezdim” diyor. Baba “Ama onlar zaten biliyorlar” cevabını veriyor.


Yukarıdaki örnek doğruluğun vaaz veya konferans şeklinde anlatılması değil, yaşayarak, örnek olma dili ile anlatılması gerektiği mesajını vermektedir.


Ayşe evde oynarken tabağı kırdı. Annesine karşı savunma olarak ben kırmadım diyordu. Ama kırdığı her halinden belliydi. Anne “Bak kızım bu tabağı sen kırmışsın, belli oluyor, ama şunu bil; doğru olmak, gerçekleri söylemek tabaktan daha önemlidir” der. Böylece çocuğa doğruluğun erdemi örnek dili ile anlatılmış olur.


“Doğrulardan aç, eğrilerden tok görmedim” gibi değerli sözler, yalancıya insanların güvenmemesi gibi kötü sonuçlar çocuğun bilinç altına işlenmelidir.

Görüldüğü gibi doğruluk, dürüstlük herkeste olması gereken özellikler ama öyle azaldı ki “Ne dürüst insan” diye parmakla göstermeye başladık.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ