Arama


_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
30 Ağustos 2008       Mesaj #30
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Prozac Freud’un Yerini Alabilir mi?
Beyin vücudumuzdaki en gizemli organdır. Beyinde 100 milyar nöron olduğunu biliyoruz. Örnek vermek gerekirse yalnızca muzun tatlı kokusuyla biranın keskin kokusunu birbirinden ayırt etmek için altı milyon beyin hücresinin harekete geçmesi gerekir. Ancak nörologlar hala bunun nedeni hakkında net bir fikre sahip değiller.

Ancak beyin, binlerce yıldır açıklamalara karşı gelmiş bilinmez bir işleve sahip bir karakutu değildir. Bu gün bilim insanları beynin hücre ve biyokimya düzeyinde nasıl çalıştığına dair pek çok şey biliyorlar. Gerçekte bir çok nörolog düşünme biçimimizin, öncelikle beyin kimyamızla ve sinaps adı verilen nöronlar arasındaki trilyonlarca bağlantının kompleks etkileşimiyle belirlendiğine inanıyor.

Bir çok kişi bütün düşüncelerimizin, düşlerimizin ve duygularımızın yani zihin diye adlandırdığımız çok ince tözü oluşturan her şeyin, kimya ve bağlantıların karşılıklı etkileşimlerinin sonucu olduğuna inanıyor. Farklı beyin fonksiyonlarının, beynin farklı alanlarında gerçekleştiği, beynin “dağılmış paralel işlemleme” diye bilinen bir yöntemle çalıştığı ve tümünün aynı anda çalışmadığı çok yeni keşfedilen gerçeklerdir. Siz bu sözcükleri okurken beyninizin arka kısmındaki okuma edimiyle ilgili özel bölüm aktiftir, yan taraftaki diğer alanlar sözcüklerle meşgul olurken, frontal lobun diğer alanları da resimleri bir araya getirir.

Akıl hastalıkları bugün kompleks bilginin düzgün işlemlenme sürecinde bir aksama olarak düşünülüyor. Beyni farklı sorunlar üzerinde ya da aynın sorunun farklı farklı yönleri üzerinde çalışan, network ağıyla birbirine bir çok bilgisayardan oluşmuş bir yapı gibi düşünürsek, bir bilgisayar bozulduğunda ya da bilginin doğru olarak aktarımını sağlayan ağda bir aksaklık olduğunda sistem çöker; zihin dengesizleşir. Bununla birlikte beyin bir mikro işlemci gibi ve zihinde bir bilgisayar programı değildir. Beyin elektrikle değil biyokimya ile işleyen bir organdır. Bu açıdan bakıldığında rahatsız bir zihne yardım etmenin en iyi yolu, diğer organlar gibi onu da biyokimyasal dengesine kavuşacak şekilde ilaçla tedavi etmektir

Bu, psikiyatride “biyolojik devrim” diye adlandırılan şeyin temelidir. Nörologlar ve psikiyatrlar arasındaki geçerli eğilim, akıl hastalıklarını bilinçaltı düşüncenin baş döndürücü akıntılarının kendilerini fiziksel ve zihinsel belirtilerle ortaya koyması olarak görmekten çok, kusurlu bir beyin fonksiyonunun sonucu olarak görme yolundadır. Gerçi, göreceğimiz gibi hala yetişme tarzı, toplum, çocukluk travmaları ve çevre tanımına giren her şeyin zihnimizin biçimlenmesini belirleyen önemli etkenler olduğu düşünülüyor. Örneğin nüfusun yalnızca yüzde birlik bir oranı şizofreni yüzünden acı çekmektedir. Bununla birlikte tek yumurta ikizlerinden birine şizofreni tanısı konduğunda diğer ikizde de aynı hastalığın gelişme olasılığı yüzde ellidir. Bunun bize gösterdiği, akıl hastalıklarında genetiğin önemli bir faktör olduğudur, bununla birlikte henüz tam olarak açıklanamamış çevresel etkenler de büyük rol oynuyor olmalıdır.

Akıl hastalıklarını organik hastalıklar olarak gören yaklaşım hala egemenliğini korumakta ve bugün, şizofreni için chlorpromazine, çift kutuplu hastalıklar için lityum gibi ilaçlar mevcuttur. Depresyonun kara bulutlarını kaldıran yeni ilaçlar vardır: Prozac ve Zoloft bunlardan yalnızca ikisi ve bu yeni antidepresanların daha öte işlevleri olabileceği de iddialar arasında. Prozac’ı Dinlemek adlı tartışmalı kitabın yazarı Peter Kramer’e göre antidepresif ilaçlar yalnızca hasta zihinleri iyileştirmekle kalmıyor aynı zamanda iyi olan zihinleri de daha iyi hale getiriyor, kişi öncekinden daha iyi daha mutlu tutumlar geliştiriyor.

Bazı psikiyatrlar, Sigmund Freud’un öncülüğünü yaptığı psikoterapiye olan güvenlerini koruyorlar ve inançları akıl hastalıklarının organik olmadığına; akıl hastalıklarının ortaya çıkmasında en önemli rolü çocukluk travmalarının ve diğer çevresel faktörlerin oynadığına inanıyorlar. Başlıca akıl hastalıklarının iyileştirilmesinde psikoterapi yaklaşımının savunucularından Prozac’a Karşılık Vermek ve Toksik Psikiyatri kitaplarının yazarı Peter Breggin basitçe, doğuştan sahip olduğumuz beyin kimyasıyla yönetilmediğimizi iddia ediyor; Breggin, zihnimizin şekillenmesinde en önemli rolü büyütülme biçimimizin oynadığını iddia ediyor. Ama en azından bugün, nasıl düşündüğümüzü ve davrandığımızı belirlemede en büyük etkinin büyütülme biçimimize değil doğaya ait olduğu düşünülmektedir. İlaç terapisi, ciddi akıl hastalıklarının iyileştirilmesine dair en büyük umudu sunmaktadır.

Gerçekte zihni yöneten mizaçsa, genlerimizde bu mizacı belirleyecektir. Yeni yeni sormaya başladığımız rahatsız edici soru şu olacaktır: Genetik eğilimlerimizi ilaçlarla ve genetik mühendisliği ile kontrol edebilir miyiz? Şiddet, şişmanlık ve ırkçılık bu yollarla içimizden atılabilir mi? Ve bunu yapmak istiyor muyuz?

Not: Sarmal Yayınevi tarafından basılan “Beyin ve İlaç” isimli kitaptan alınmıştır. Yazarı Scott Veggeberg
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 00:47