Arama


Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
7 Eylül 2008       Mesaj #3
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
İzin İstemek, İslam’ın Ziyaret Âdâbındandır
Abdullah b. Busr (r.a.) anlatıyor:
Allah Resûlü’nü (s.a.v.) dinledim, şöyle diyordu:
“Ziyaret maksadıyla evlere gittiğinizde kapıyı çalarken kapı­nın önünde durmayın. Bilakis kapının sağında veya solunda durun. Girmek için izin isteyin. İzin verilirse girin, aksi takdirde dönüp gidin.”
Taberani
Bu yirmi dokuzuncu nasihat, ziyaret âdâbyla ilgili iki noktaya ışık tutmaktadır. Bu nasihat müslüman büyükleri ilgilendirdiği kadar müslüman çocukları da ilgilendirmektedir.
Çünkü alışkanlık, karakter ve ahlâkın yanısıra şahsiyet geli­şiminin de bir parçasıdır. Belli bir, işi küçüklüğünde alışkanlık haline getiren insan, yetişkinliğinde de o şeye bağlı kalmakta, onu yapmayı sürdürmektedir. O alışkanlık, ömrü boyunca, şah­siyetini oluşturan temel karakterinin bir parçası olmuştur.
Ziyaret âdâbıyla ilgili olarak Allah Resûlü’nün (s.a.v.) ziya­retleşmelerimizde uymamızı emrettiği iki noktadan birincisi; gö­rülmesi uygun olmayan... ya da dahası haram olan bir duru­mun ve manzaranın göze çarpmasından korkarak, kapı açıldı­ğında evin içerisinin görüneceği şekilde kapının önünde dur­mamak.
Belki evin hanımı, üzerinde ince bir elbiseyle dolaşıyor ola­bilir. Ya da kollarını ve paçalarını sıvamış olarak bir işe kendini kaptırmış olması da mümkündür. Yahut dağınık bir şekilde bu­lunan ev eşyalarını, mobilyaları temizlemek ve düzgünce yerleş­tirmekle de meşgul olabilir.
Kapı açıldığında evin içerisinin görüneceği şekilde kapının önünde durmak, o çirkin durumu ve ayıbı açığa çıkarmaktadır. Bu ise kesinlikle merduttur, reddedilmiştir.
Bu nedenledir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kapı açıldı­ğında evin içerisinin görüneceği şekilde kapının önünde dur­mamamızı; bilakis bakışları indirmiş bir halde ve hayâ içerisinde, kapının sağında veya solunda durmamızı emretmiştir.
Ziyaret âdâbıyla alakalı olarak Allah Resûlü’nün (s.a.v.) ziya­retleşmelerimizde uymamızı emrettiği ikinci husus ise; eve gir­mek için izin istemektir. Bu ise ya elle kapıya tıklatmak ya da zile basmakla gerçekleşir. Girmek için izin verilirse gireriz, yoksa geri döneriz.
İzin vermek de, kendisine ziyarette bulunduğumuz insanın bize kapıyı açarak ‘buyurunuz, hoş geldiniz’ deyip bizi içeri da­vet etmesiyle gerçekleşmiş olur.
İzin vermemek ise şu şekillerden biri ile gerçekleşir: Edepli bir biçimde özür dilenerek, aranılan kimsenin evde olmadığı, uyuduğu veya başka misafirleri ağırladığı söylenir ya da hiç ses verilmez.
Peki, izin verilip verilmediğini nasıl anlarız?!
Allah Resûlü (s.a.v.) bir diğer hadis-i şerîfinde bunu bize şöyle öğretmektedir: Kapı tıklatılmak ya da zile basılmak sure­tiyle üç kez izin istenilir. Kapı açılmadığı takdirde geri dönülür.
Sevgili gençler...
İşte size, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) erkek ve kadın bütün müslümanlara ziyaretleşme ve izin isteme âdâbıyla ilgili öğüdü. Bu öğüt, yüksek peygamberî edepten bir parçadır.
Andolsun Allah Resûlü’nde bizim için gerçekten çok güzel bir örnek vardır.
Allah’ın selâmı üzerinize olsun.


Yalan Her Fenalığın Başıdır
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:
“Allah Resûlü’nün (s.a.v.) yalan konuşmak kadar nefret ettiği bir başka kötü huy daha yoktu. Sahâbesinden birinin yalan konuştuğunu duyduğu zaman, o kimsenin tevbe ettiğini öğreninceye kadar bu O’nun içinden çıkmazdı.”
İmam Ahmed
Sevgili gençler...
Biliyor musunuz, yalan konuşmak niçin Allah Resûlü’nün (s.a.v.) en çok nefret ettiği huydur?
Çünkü yalan konuşmak, bir nifak alameti ve kanıtıdır. Allah Resûlü (s.a.v.) bunu bir başka hadisinde şöyle açıklamaktadır:
“Münafığın alameti üçtür: konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilince ihanet eder.”
Sevgili gençler...
Münafıklar –Allah beni de sizleri de onlardan korusun– cehennemin en alt tabakasındadırlar. En aşağı mertebelerde, en iğrenç görüntülerde ve en çetin azap ve işkenceler altında...
Allah-u Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.”[1]
Ve çünkü yalan konuşmak, insanı günaha götürür; günah ise cehenneme...
İçki kötülüklerin anası olduğu gibi, yalan da bozulma ve sapıtmanın başıdır. Kim yalanı tabiatı haline getirir, ona alışır ve huy edinirse bütün rezilliklerin esiri olmuştur. Bu durumdaki bir insan için rezilliğin her türlüsü önemsiz, basit ve üzerinde durmaya değmez şeylerdir.
Ahlâk düzleminde her rezaletin karşısında bir fazilet yer almaktadır. Örneğin; ihanetin karşısında emanet, korkaklığın karşısında cesaret, cimriliğin karşısında da cömertlik bulunmaktadır.
Yalanın karşısında hangi faziletin yer aldığını sanırım anlamışsınızdır!
Hiç şüphesiz o doğru sözlülüktür...
İnsan doğru söyleye söyleye nihayet Allah katında doğru sözlü biri olarak yazılır.
Şair ne kadar doğru söylemiş:
Sözlerimizdeki doğruluk hem güç verir içimize
Davranışlarımızdaki yalan yılandır bize.
Sizler kimi zamanlar gerçekten zor, çetin ve sıkıntı dolu anlar geçirmiş olabilirsiniz. İşte o anlarda içinizden biri, yalan konuşarak içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtalabileceğini sanır; yalanı hafife alır, önemsemez. Gerçekte, bir yanlışı bir diğer yanlışla ‘düzeltmeye!’ çalışıyordur da farkında bile değildir.
Sonra ardı arkası kesilmeyen yanlışlıklar yapmaya başlar. Kötülüklerin tam ortasına, günahlar girdabına düşer de bunlar onu şiddetle savurur, hırpalar ve beraberinde sürükleyerek onu en diplere çeker. Nihayet bu durum helâkla sonuçlanır.
Yalan konuşmaktan tevbe etmek, Allah’ın ve Peygamber’inin tevbe eden o kimseden hoşnut olduğuna dair bir işarettir. Zira tevbe; her türlü rezalet çukurundan kurtulmanın, onu aşmanın yolu ve çaresidir.
Rivayet edilmektedir ki;
Fetih yılında idi... Büyük sahâbî ‘Hatıb b. Ebi Beltea’, Kureyş’e bir mektup yazarak onları Allah Resûlü’nün (s.a.v.) Mekke’yi fethe hazırlandığından haberdar etti. Hemen akabinde Allah-u Teâlâ, Peygamberine (s.a.v.) bu durumu haber verdi.
Hatıb b. Ebi Beltea’nın gayretleri boşa çıktı. Yakalanarak Allah Resûlü’nün (s.a.v.) huzuruna getirildi. Yaptıklarından dolayı ayıplandı, azarlandı. Hatıb inkar etmedi; çünkü inkara imkan yoktu. Ama kendisini böyle çirkin bir işi yapmaya iten mazeretini bildirdi.[2] Tevbe ederek bunu bütün herkese duyurdu. Hz. Ömer (r.a.)da bu durumu izleyenlerden biri idi. Öfkesinden kendini tutamayarak:
–Ya Resûlallah, izin veriniz şu münafığın boynunu vurayım! dedi.
Allah Resûlü (s.a.v.) Hz. Ömer’e (r.a.)şu cevabı verdi:
–Ey Ömer, nereden biliyorsun; belki Allah ehl-i Bedr’in durumunu bilmiş de onlara ‘istediğinizi yapın, elbet sizi bağışladım’ demiştir.
Hatıb b. Ebi Beltea (r.a.)Bedir Savaşı’na katılan gazi sahâbîlerdendi.
Ben, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) sözünde Hatıb’ın (r.a.)gayret ve şevkini diri tutan ve bir anlık gaflet uykusuna dalıp da müslümanların başına çok kötü bir iş açacak olan imanî vicdanını ikaz eden bir anlam görüyorum... Ne ki Allah, inayeti ve yardımıyla bu kötü işin meydana gelmesine fırsat vermedi. Aynı şekilde ben bu sözde, içten samimi bir tevbenin, ihlaslı bir yönelişin de işaretlerini görüyorum.
‘Beyaz yalan’a gelince... O, hiç bir kimseye zarar vermeyen; aksine hayra ve iyiliğe götüren yalandır. Alimler onu ‘aralarında düşmanlık olan iki hasımın arasını düzeltmek, savaşta düşmanı aldatmak, dargın müslüman eşlerin aralarını bulmak ya da eşlerden her birinin, diğerinin gönlünü hoş etmek gibi amaçlarla uydurulan söz’ diye tarif etmektedirler.
Ne var ki ‘1 Nisan Şakası’ oyun–şaka olsun diye uydurulmuş bir bid’at ya da gelenektir. Böyle diyorlar! Ne yazık ki müslüman halklar, geri kalmış toplumların, yaptığı gibi anlayıştan yoksun bir şekilde, bilinçsizce bu bid’atın arkasından sürüklendi. Bilmediler ki, mükemmel örneğimiz sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de şaka yapardı. Ancak şaka yaparken dahi ağzından haktan ve doğrudan başka söz çıkmazdı.
Sevgili gençler...
Allah katında yalancılardan yazılmaktan son derece kaçının. Allah’tan korkun. Doğrularla birlikte olun. Allah’a tevbe edin; çünkü Allah tevbe edenleri sever.


İmanınızı Her Gün Tazeleyin
Avf b. Malik (r.a.) anlatıyor:
“Allah Resûlü’nün (s.a.v.) yanında –dokuz ya da sekiz veya yedi kişi– idik. Allah Resûlü (s.a.v.) bize şöyle buyurdu:
–Allah’ın Resûlü’ne bey’at etmez misiniz?![3]
Bu söz üzerine biz ellerimizi kendisine uzatarak:
–Ey Allah’ın Resûlü, sana elbet daha önce bey’at etmiştik! Şimdi hangi konuda bey’at edeceğiz?! dedik. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
–Bana, Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek, (Kısık bir sesle) insanlardan hiçbir şey istememek üzere bey’at ediniz.
(Avf dedi ki : Ben daha sonra, o gün orada bey’at eden topluluktan bazılarını gördüm. Binekleri üzerinde iken ellerinden kamçıları yere düşerdi de onu kendilerine vermelerini insanlardan istemezler; inip kendileri alırlardı.”
Müslim
Hadis-i şerîfte konumuzla doğrudan ilgili olan bölüm, hadisin son kısmı, yâni: “...insanlardan hiçbir şey istememek...” sözüdür. Bu sözün delili ise, hadisi rivayet eden Avf b. Malik’in şu sözüdür: “Ben daha sonra, o gün orada bey’at eden topluluktan bazılarını gördüm. Binekleri üzerinde iken ellerinden kamçıları yere düşerdi de onu kendilerine vermelerini insanlardan istemezler; inip kendileri alırlardı.”
Sevgili gençler...
Biz konuyu, Avf b. Malik’in anlattığı biçimiyle hadis-i şerîfi ve ardından onun hadisin pratiği üzerine yaptığı yorumu aktararak bitirmeyeceğiz. Çünkü tam bir faydanın sağlanabilmesi ve emaneti gözetme görevinin yerine gelebilmesi için hadiste geçen peygamberî öğütlerin kısaca ve anlaşılır bir biçimde açıklanmasının zaruri olduğuna inanıyoruz.
Allah Resûlü (s.a.v.) kendisini dinleyen sahâbesine şöyle diyor:
–Allah’ın Resûlü’ne bey’at etmez misiniz?! İçlerinden biri şöyle cevap verdi:
–Ey Allah’ın Resûlü, sana elbet bey’at ederiz.
Sevgili gençler...
Sizden biriniz şunu sorabilir:
Daha önce bey’at ettikleri halde Allah Resûlü (s.a.v.) sahâbesinden niçin tekrar bey’at etmelerini istedi?
Bu soruyu şöyle cevaplayabiliriz:
Bey’atın tekrarlanması, soru sormayı gerektirecek derecede yakışıksız ve tuhaf birşey değildir. Zira bey’atın tekrarlanması, bir tür pekiştirmedir. Kaldı ki sahâbe, Allah Resûlü’ne (s.a.v.) “Rıdvan Bey’atı”[4] örneğinde olduğu gibi pek çok kere bey’at etmiştir. Cenâb-ı Allah Fetih Suresi’nde bu bey’atı şöyle anlatır:
“Muhakkak ki sana bey’at edenler gerçekte ancak Allah’a bey’at etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.”[5]
Bey’atın tekrarındaki maksadın, pekiştirme olduğunun delillerinden biri de Allah Resûlü’nün (s.a.v.) devamla söylediği şu sözdür: “...Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak...”
Zira Allah Resûlü (s.a.v.) de çok iyi biliyordu ki sahâbe-i güzin, putlara ibadeti, atalardan miras olarak aldıkları câhiliye adet ve geleneklerini çoktan terketmişler ve gönüllerini Allah’a teslim etmişlerdi.
Allah Resûlü (s.a.v.) pek çok hadis-i şerîfinde, ümmeti hakkında en çok küçük şirkten endişe ettiğini dile getirmişti.
Küçük şirk de nedir?!
Tam bir gizlilik, kolaylık ve yumuşaklık içinde şeytanca bir amaç ve hedefle gönül ve ruhlara sızma girişimidir.
Allah Resûlü’nün (s.a.v.) şirki ve onun insanın gönül ve vicdanına sızma girişimini anlatırken kulanıldığı ifadenin inceliğine bir bakınız! Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Şirk, gecenin zifiri karanlığında simsiyah taş üzerinde yürüyen siyah karıncanın kımıldamasından daha gizlidir.”
Sevgili gençler...
Bizler ve sizler, şirki tahrik edip kışkırtan faktörlerin, mahlukatın nefesleri yığın yığın, dizi dizi ortaya çıktığı bir çağda, bir zaman diliminde yaşıyoruz... Alıp verilen her nefesle birlikte bir fitne ve vesvese bizlere fısıldıyor. Her ayağa kalkışımızda İblisce bir çağrı ve şeytanın kışkırtması içimizde yankılanıyor.
Allah Resûlü (s.a.v.) sahâbesinin Allah inancını sürekli tazeleyerek diri tuttu. Aynı şekilde bizim ve sizin de her gün ve her an, bir olan Allah’a imanımızı yenileyip pekiştirmemiz bizlerin ve sizlerin üzerine düşen bir görev ve sorumluluktur.


Beş Vakit Namazı Kılmak
Sevgili gençler...
Sizlere farz olması, vaktinde kılınması, ruh ve hedefinin bilincinde olunması ve huşu içinde yerine getirilmesi bakımlarından, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) namaza dair nasihatını önceki sayfalarda aktardığımın elbet farkındayım.
Bunların hiçbirini unutmuş değilim...
Allah Resûlü (s.a.v.) bunların, altını çizerek, üzerinde basa basa durarak ashabına aktarmış, aynı şekilde bunları size de bildirmiş bulunmaktadır. Siyer derslerinden bildiğiniz; fakat hedef ve gayesini tam olarak kavrayamadığınız bir emri size bir kere daha hatırlatmaktan çekinecek değilim... Bu emir; bir ibadet olarak namazın İsra ve Miraç gecesi farz kılınmasıdır.
Diğer ibadetlerden farklı olarak, namazın farz kılındığı mekanın yüceliğine bir bakın ve üzerinde dikkatle düşünün

İtaat Etmek
Bu öğüt içerdiği bütün anlam ve ruhuyla uyanış neslinin çocukları, ümmetin önde gelenleri, ümmetin gelecekteki kutupları ve islâm medeniyetinin ekseni olan sizleredir...
Tamamı Hakk olan Allah’ın Kitab’ından Hakk söze kulak veriyorsunuz...
Aynı şekilde Peygamberinizin hadisini de dinliyorsunuz...
Sadece kulağınız ile değil; bilakis bütün benliğiniz ve tüm organlarınızla kulak veriyor ve dinliyorsunuz. Kulak, dinleme araçlarından sadece bir tanesidir. Sizler akıl, kalp, gönül ve ruhlarınızla dinliyorsunuz.
Sonra... itaat ediyorsunuz.
Sizden körü körüne bir itaat istemiyoruz. Aksine kavrayışlı, bilinçli bir itaat bekliyoruz. İyiyi kötüden, Hakkı bâtıldan ve yararlıyı zararlıdan seçip ayırdedebilen bir itaat.
Şahsınıza, toplumunuza, din ve şeriatinize bir kötülük ve zararı dokunmadığı sürece anne-babanızın, eğitimcilerinizin tavsiye ve talimatlarına, genel asayiş kurallarına ve kanunlara itaat edersiniz.
Son düzenleyen nötrino; 10 Şubat 2014 10:39 Sebep: Kırık link!