28 Şubat sürecinde medyanın rolü ve misyonu konusunda peş peşe itiraflar geliyor. Türkiye’de basın tarihinin en yüz kızartıcı, meslek etiğinin en fazla ayaklar altına alındığı dönemdir, 28 Şubat süreci.
Dinç Bilgin’in ve Ergun Babahan’ın 5 gün arayla söyledikleri, bize sadece eski bir dönemin utançlarını hatırlatmıyor, ondan daha önemlisi, yine 28 Şubat rüzgarlarının estirildiği şu günlerde, medyanın bugünkü patronları (Aydın Doğan, Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet ve diğerleri) için tarihî bir ikaz anlamı taşıyor. O ikaz şudur: Eğer siz bir dönemde olduğu gibi hukuk dışı bir otoriteye boyun eğerseniz, mazlumların karşısına geçerseniz, “tetikçiler kullanırsanız, sizin de akıbetiniz Sabah gazetesinin eski patronu gibi olacak... Siz de kaybedeceksiniz...
Şimdi; o dönem atv’nin de patronu olan Dinç Bilgin’in, Nazlı Ilıcak’ın Kanal 7’deki “Sözün Özü” programında söylediklerini hatırlayalım: “28 Şubat döneminde her şey zıvanadan çıktı. Söylenmemesi gereken şeyleri söyledik, yapılmaması gerekenleri yaptık. Gazeteler, patronları ve yöneticileriyle hadlerini aştılar. Hükümet yıkıp hükümet kurmaya başladılar. Enerji başta olmak üzere bütün kamu ihaleleri medya patronlarına dağıtılır oldu. Medya patronları, köpekbalıkları gibi her tarafa, her şeye saldırdılar. Her patronun bir bankası vardı, ben de bunun dışında kalamadım.
“O devirde bir psikolojik harp vardı. O psikolojik harp öyle kolay basit yapılan bir dedikodu değil. Belli ki planlanmış, kurmayları tarafından tartışılmış, nasıl yapılacağı, yani bizden mutlaka daha usta, o konuda en azından yurtdışında uzmanlaşmış kişiler tarafından yapılmış bir şey. Devletin bazı kademelerinde hazırlanıyor. Birileri bildirileri size uçuruyor ve sizden yayınlamanızı istiyor. Siz de yayınlamak zorunda kalıyorsunuz. O dönemde her gazetenin askerle teması vardı. İlk önce Ankara büroları devşiriliyordu. Onlar da merkez mutfağı etkiliyorlardı. (O dönemde Sabah’ın Ankara temsilcisi Fatih Çekirge, Hürriyet’inki şimdi Milliyet’in genel yayın yönetmeni olan Sedat Ergin, Milliyet’in de Fikret Bila idi. H.G.)
“Andıç olayında (Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ın Apo’dan para aldıkları yalanını Şemdin Sakık’ın ifadeleri arasına yerleştirip servise koyma olayı) Cengiz’in ve Mehmet Ali’nin böyle şey yapmayacaklarını biliyordum. Ama endişem Sabah’ı korumaktı. Andıç’ın kaynaklandığı yerden korumak. Kamuoyundan korumak zorundaydım. Kendi menfaatlerimiz için DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümetini destekledik.”
Şimdi de Sabah gazetesinde halen köşe yazarlığı yapan Ergun Babahan’ın itiraflarını okuyalım:
“Hürriyet ve Sabah grupları Refahyol hükümetine karşı şiddetli bir muhalefet dönemi başlatmıştı. İlk başta LAİKLİK bazlı yapılan bu yayınlar, Susurluk kazasının ardından askeri bir mahiyet aldı. Bu arada Erbakan’ın anti-İsrail tutumu, bazı başkentlerde alarm çanları çaldırmaya başladı ve 28 Şubat için adım atıldı.
“Andıç olayında o sırada bir yanık kokusu aldım; ama bunu kimseye seslendirecek cesareti bulamadım açıkçası.”
Evet bugünlerde yine 28 Şubat rüzgarları esiyor. Eski cuntacılar kin ve nefretle devletin en itibarlı makamlarında oturanlarla konuşuyor. Muhterem Fethullah Gülen ve tavsiye ettiği hizmetler hedef haline getirilmek isteniyor. Medya alet olmazsa milletin değerlerine düşman kin ve intikam cephesi hiçbir şey yapamaz. Ama alet olursa, kaybeder, bundan öncekiler gibi kaybeder. Kaybedersiniz...