Arama


GÜLGECELER - avatarı
GÜLGECELER
Ziyaretçi
11 Eylül 2008       Mesaj #3
GÜLGECELER - avatarı
Ziyaretçi

GİRNE


Girne Kalesi

Ad:  Girne Kalesi.jpg
Gösterim: 892
Boyut:  48.9 KB
Kale 7.yy'da, Arap akınlarına karşı kentin korunması için yapılmıştır. Lüzinyanlar döneminde, Kantara kalesi gibi önemli bir yer olmuştur. Bu dönemde kale bazı yapısal değişikliklere de uğramıştır. Bu restorasyon çalışmalar 1373 yılındaki Cenevizliler kuşatması ile ara bulmuş, daha sonra yeniden devam etmiştir. Kale yapılırken o dönemin savunma taktikleri zırhlı şövalye ve okçulara göre düşünüldüğünden, 1489'dan sonra kaleyi kontrole alan Venedikliler, Osmanlı topçu saldırılarını gözönüne alarak yeniden inşaya girişmişlerdir. Kuzeybatı ve güneydoğu kulelerini ekleyerek, önlemler almaya çalışmalarına rağmen, Lefkoşa'daki Osmanlı zaferinden sonra kaleyi direniş göstermeden 1570 yılında Osmanlılara teslim etmişlerdir. Kaleye giriş bir hendek üzerinden olmaktadır. 1400'lü yıllara kadar bu hendek içi su dolu olarak kullanılmıştır. İç kapının tonozunda bulunan üç aslanlı Lüzinyan amblemi başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Kalenin içinde 1100'lü yıllarda yapıldığı sanılan bir Bizans kilisesi (St. George Kilisesi) yer almaktadır. 1570 yılında Kıbrıs'ın Osmanlılar tarafından fethi sırasında şehit düşen Osmanlı Amirali Cezayirli Sadık Paşa'nın lahiti de kalede bulunmaktadır. Kalenin diğer bölümlerini Kuzeybatı, Güneybatı ve Güneydoğu Venedik kuleleri, Lüzinyan dönemi Bekçi odası, Lüzinyan dönemine ait büyük salon, çeşitli zindan ve ambar amaçlı kullanılmış olan odalar, Bizans dönemine ait kule, Venedik Savunma platformu, sarnıç, Venedik dönemine ait cephanelik ve top mazgalı ve Batık Gemi Müzesi oluşturur. Kalede yakın dönemde, Eski Eserler Dairesi tarafından yapılan çalışmalarla çeşitli tarihsel tipleme ve mekan canlandırmaları ile adeta bir Açık Hava Müzesi atmosferi yaratılmaya çalışılmaktadır.

Anthipanitis Kilisesi

Ad:  Anthipanitis Kilisesi.jpg
Gösterim: 879
Boyut:  57.2 KB
Eski bir manastırın önemli bir bölümüdür. Mimari tarzı Kıbrıs'ta fazla rastlanmayan bir tiptedir. Kubbe bir sekizgen üzerindeki yuvarlak sütunlar üzerine oturtulmuştur. Beşikkemerli ve giriş kolu 15. yy'da eklenen, Gotik tarzdaki taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Binadaki fresklerden günümüze dek gelenlerin bir kısmı orijinal, bazıları 15. yy'a aittir. Orijinal fresklerde Başmelek Cebrail ile Mihail'in arasında göğsünde çocuk olan Meryem figürü de yer almaktadır. Bazı fresklerde Cebrail figürü ve St. Anthony ve vaftiz sahnesi, St. Eudoksia ile St. Paul figürleri de bulunmaktadır. Kubbedeki tahtın hazırlanması ile ilgili 15. yy'a ait figürde, İsa meleklerle çevrilmiş bir madalyonun ortasında, bir yanında Meryem, bir yanında vaftizci Yahya olduğu durumda resmedilmişlerdir. Ayrıca on iki havari ve peygamberler sahnede bulunmaktadırlar.

Batık Gemi Müzesi


Ad:  Batık Gemi Müzesi.jpg
Gösterim: 1113
Boyut:  48.8 KB
Girne Kalesi'nde bulunan Batık Gemi Müzesi'nde sergilenen gemi, bugüne dek ele geçen en eski gemi olarak bilinmektedir. Akdeniz’de İskender’in ölümünden sonra kurulan Hellenistik krallıklar dönemine aittir. İlk olarak 1965 yılında bir sünger avcısı tarafından suyun üç metre derinliğindeyken farkedilmiş ve Pennsylvania Üniversitesi araştırmacıları tarafından çıkarılmıştır. Batıktaki badem kalıntılarına yapılan testler M.Ö. 288, kerestesine yapılan testler ise M.Ö. 389 yılını göstermektedir. Bu da geminin battığı zaman yaklaşık seksen yıllık olduğunu gösterir. Geminin 15 metre uzunluğundaki gövdesi Halep çamından yapılmıştır. Akdeniz ağaç kurdundan korunması için de kabuk koruyucu bir madde ile kaplanmıştır. Gemide bulunan 400 civarındaki anforanın Rodos’tan yüklendiği sanılmaktadır. Bunun yanısıra İstanköy işi 29 adet bozalt değirmen taşıyla da karşılaşılmıştır. Teknenin adaya yönelmeden önce Akdeniz ve Ege kıyılarında alışveriş yaptığı, tekne mürettabatının ana besin kaynağının badem olduğu bulunan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Gemide insan iskletine ise rastlanmamıştır.

Halk Sanatları Müzesi

Ad:  Girne Halk Sanatları Müzesi.jpg
Gösterim: 905
Boyut:  50.4 KB
Girne Limanı’nda bulunan 18. yy’a ait bir Kıbrıs evi günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Giriş katında zeytinyağı mengeneleri, karasaban, tezgah, küp ve döven gibi hasatla ilgili tarım araçları bulunmaktadır. Üst kat ise geleneksel el sanatı örneklerine ayrılmıştır. Bunlar arasında tığ işleri, yatak ve masa örtüleri, yün çorap, oymalı sandıklar, gelinlikler ve dolaplar yer alır.


İkon Müzesi


Eski Arkhangelos Kilisesi, Girne ve çevresinde toplanan ikonların sergilendiği bir ikon müzesi olarak kullanılmaktadır. Kilisenin Çan kulesi, 1860 yılında inşa edilmiş olan kiliseye yirmi beş yıl sonra ilave edilmiş olup, bu çan kulesi Girne şehrinin hemen her yerinden görülmektedir.


St. Hilarion Kalesi

Buffavento ve Kantara kaleleri gibi adanın Arap saldırılarına karşı korunması için yapılan kalelerden biridir. Kalenin adı Hilarion adlı bir azizden gelmektedir. Buraya 10.yy'da bir manastır ve kilise de inşa ettirilmiştir. Kalenin adına ilk kez 1191'li yıllardaki kayıtlarda rastlanmaktadır. Bir dönem canlı ve stratejik bir önemi olmasına rağmen, daha sonraları Lüzinyan soylularının yazlık ve dinlenme yeri işlevini görmüştür. Özellikle ateşli silahların icadı ve kıyı şeritlerinin savunmasının önem kazanması ile birlikte, Kantara ve Buffavento kaleleri gibi önemini ve işlevini yitirmiştir. Kalede üç ayrı bölüm bulunmaktadır. Ana girişi koruyan savunma yeri Bizanslılar tarafından 11.yy'da güçlendirilmiştir. Aşağı bölüm atlar ve askerler için kullanılmaktaydı. Daha üstteki bölümde, kral sarayı, mutfak, kilise yer almaktadır. Bu bölümde su deposu da bulunmaktadır. Yukarı Kalenin girişinde bir Lüzinyan Kapısı vardır. İki zirvenin ortasında avlu bulunmaktadır. Soylular doğu bölümünde ikamet ederler, mutfak ve diğer gündelik odalar ise batı bölümünde yer alırdı. Kraliyet konutunun ikinci katında bulunan Kraliçe Penceresi'nden (gotik tarzda oyulmuş bir pencere) çevrenin panoraması doyumsuzdur. Zirvede ise Prens John kulesi bulunmaktadır.


Bellapais Manastırı

bellapais
Gotik sanatın eşsiz örneklerinden biri olan manastır, Beşparmak dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Fransızca "Abbaye de la Paix" yani "Barış Manastırı" sözcüklerinden bugünkü adı doğmuştur. Manastırın ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs’ten göç eden Augustinian mezhebi rahipleridir. İlk manastır binasının yapımı 1198 - 1205 yılları arasındadır. Bugün görünen yapının büyük bir kısmı Fransa Kralı III. Hugh tarafından (1267 - 1284) inşa ettirilmiştir. Avlunun etrafını çeviren revaklar ve yemekhane ise Kral IV. Hugh döneminde (1324- 1359) yapılmıştır. Kıbrıs Osmanlılar tarafından alındıktan sonra manastır, Yunan Ortodoks Kilisesine verilmiştir. Avlunun yanındaki kilise manastırın en iyi durumdaki kısmıdır. Ön yüzdeki İtalyan freskleri 15. yy’da yapılmışlardır. Avludaki iki mermer lahit bir dönemler rahipler tarafından lavabo gibi kullanılmıştır. Lahitlerin arkasındaki kapıda, Kudüs, Lüzinyan ve Kıbrıs krallıklarının armaları asılıdır. Manastırın yemekhanesi de Gotik sanatın eşsiz örneklerindendir. Orta avlunun doğusunda rahiplerin iş odaları ve meclis odaları yer almaktadır. Meclis odasının ortasındaki sütunun ise erken dönem Bizans kilisesine ait olduğu düşünülmektedir. Rahiplerin yatakhaneleri ile hazine odası üst katta yer almaktadır.

Buffavento Kalesi

Girne dağlarında 950 metre yüksekliğe kurulmuş olup, St. Hilarion ve Kantara kaleleri ile birlikte Arap saldırılarına karşı oluşturulmuş olan savunma hattının bir parçasıdır. Lüzinyanların döneminde (1192 - 1489) kale hapishane olarak kullanılmıştır; adı da "Aslan Şatosu" olarak geçmektedir. Venedik döneminde, adanın savunması için kıyı şehrindeki kaleler önem kazandığından, Buffavento kalesi ihmal edilmiştir. Kale, Aşağı ve Yukarı Kale olmak üzere iki bölümden oluşmuştur. Aşağı Kale’nin kemerli bir girişi vardır. Girişin karşısındaki odalarda erzak saklanır ve bir kısmı da yatakhane olarak kullanılırdı. Odalar altında bir de su sarnıcı bulunmaktadır. Yukarı Kale’nin kapı ve oda kemerlerindeki, kırmızı tuğla işçilik Bizans tarzındadır. Burada bulunan kiliseden geride az bir kalıntı vardır. Buffavento’nun kelime anlamı "Rüzgara Boyun Eğmeyen"dir . Kaleden bakıldığında Trodos dağları ve Lefkoşa’nın tüm güzelliği gözler önündedir.

Lambousa

Lambousa'nın ilk yerleşenlerinin M.Ö. 13. yy'da Yunanistan'dan geldikleri, daha sonraları bölgenin M.Ö. 8. yy'da Fenikelilerin yönetimine girdiği bilinmektedir. Roma ve Bizans döneminde parlak bir hayat seviyesi söz konusudur. Kentte tiyatro ve gimnazium gibi sivil mimari örnekleri de inşa edilmiştir. Bu refah dönemi M.S. 7. yy'daki Arap akınlarıyla son bulmuştur. Surlar, kaya mezarları ve balık havuzları önemli kalıntılardır. Balık havuzları Roma döneminde oyulmuş olup, temiz suyun girip, sıcak ve kirli suyun çıkması için kanalları mevcuttur. Lambousa'ya ait bulgular 1900'lü yıllarda başlayan iki aşamalı kazılarla bulunmuş olup, çok sayıda tabak, kaşık gibi değerli eşyalar içermekte, fakat ne yazık ki günümüzde çoğu, New York, Londra gibi yabancı ülke şehirlerinin müzelerinde sergilenmektedir. Bu hazinelerin Arap korsanlarının akımı sırasında toprağa gömüldükleri düşünülmektedir. Çoğu eser İmparatorluk damgasını taşıdığından 627 - 630'lu yıllar arasında yapıldıkları anlaşılmaktadır.

Hz. Ömer Tekkesi


7. yy'da Emevi Halifesi Muaviye dönemindeki Arap akınları sırasında şehit düşen Ömer adındaki komutan ve arkadaşlarının mezarları yer almaktadır. Türbe ve mescit binası Osmanlılar tarafından yapılmıştır.


Sourp Magar Manastırı

İlk olarak M.S.1000 yıllarında bir Koptik manastır olarak kurulmuş ve İskenderiye’li aziz St. Makarios’a adanmıştır. Meryem Manastırı olarak da anılmaktadır. 15. yy. başında Ermeni Kilisesi’ne geçen manastır, zamanla Ermeni hacılarının Kudüs’e giderlerken geçiş noktası - ikinci bir hac noktası- işlevini görmüştür. 1974 yılına kadar bu işlevi sürmüştür. Lefkoşa'da yaşayan Ermeni toplumu tarafından yazlık olarak da kullanılmaktaydı. Şu andaki kalıntılar 19. yy’a aittir. Ayrıca duvarlarında Ermenice bir yazıt da bulunmuştur.

Vrysi (Çatalköy)

Neolitik döneme ait bir yerleşim yeridir. Buradaki yerleşimin M.Ö. 4000-3000 yılları arasında Anadolu'nun Kilikya bölgesinden gelenler tarafından gerçekleştirildiği yapılan kazılardan anlaşılmaktadır. Kazılar o dönemdeki ekonominin tarıma dayandığını göstermektedir. Toprak kapların el yapımı olduğu anlaşılmaktadır. Evler birbirlerine dar dehlizlerle bağlıdır. Duvarlar taş ve balçıktan yapılmış olup, iç yüzeyleri balçıkla sıvanmıştır; damlar ise kamıştan yapılmış olup, çamur ve balçıkla örtülmüştür. Yerlerde ise sazdan örtülmüş hasırlar kullanılmıştır. M.Ö. 3000 yıllarındaki bir depremden sonra Vrysi halkı buradan ayrılarak başka bir yere göçmüşlerdir.

Karmi Nekropolu


Karmi köyü yakınlarındaki arkeolojik kazılar sonucu Orta Tunç çağına ait oda şeklinde mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Bu mezarlardan birinin koridorundaki insan figürü, adada yapılan araştırmalarda bulunan en eski insan figürü olarak kabul edilmektedir. Figür bereket tanrıçasını simgeler. Mezarlarda ölü armağanları olarak mavi fayans boncuklara rastlanmış, Girit'ten gelmiş Minos uygarlığına ait kaplar da bulunmuştur. Bu nesnelerin Lapithos'daki gemilerde çalışan gemicilere ait olabilecekleri düşünülmektedir. Bu veriler adada Tunç Çağı döneminde, çevre ülkelerle varolan ticari ilişkilerin de göstergesidir.

Lapta

Arap akınlarının sıklığı nedeniyle Lambousa sakinleri yerleşim yerlerini dağın yamacına taşıyarak bugünkü Lapta’yı kurarlar. Lapta’daki yerleşim Lüzinyanlar döneminde daha da gelişmiştir. Bölgede yapılan kazılar, Lapta’nın dışında bir Kalkolitik dönem yerleşiminin ve Demir Çağı’na ait oda mezarlarının ipuçlarını vermektedir.

Kirsokava

Denize doğru uzanan bu kayalık burun Romalılar döneminde mezarlık ve sonradan da taş ocağı olarak kullanılmıştır. Bizans döneminde bazı Hıristiyanlar Roma mezarlarının ve bu taş oyuklarının arasına yerleşmişlerdir. Aya Mavra Kilisesi de bu türden bir eski Roma kaya mezarı içinde yer almaktadır. Duvarlarında havan ile tavanda da Miraç sahnesini gösteren freskler vardır.

MAĞUSA

Othello Kalesi


Kale, 14. yy’da Lüzinyanlar tarafından inşa edilmiştir. Mağusa kentinin ana girişlerinden biri olarak kullanılmaktadır. Etrafı derin bir hendekle çevrilidir. Kale girişi üzerinde asılı olan St.Mark aslanı kabartmasının altında kaleyi yeniden biçimlendiren kaptan Nicolo Foscari’nin adı ve 1492 tarihi görülmektedir. Kale’nin yapısında kuleler ve topçu bataryalarıyla biten koridorlar bulunmaktadır. Ayrıca bir yemekhane ve Lüzinyanlardan kalma bir yatakhane vardır. Kale avlusunda bir kısmı Osmanlılara, bir kısmı İspanyollara ait toplar, demir gülleler ve taş gülleler de bulunmaktadır. Kalenin bugünkü adı, İngiliz döneminde kullanılmaya başlanmıştır. Sheakespeare'in ünlü trajedyasının bir bölümü Kıbrıs'ta bir liman kentinde geçmektedir. Oyunun kahramanı Othello, Faslı (Moor) biri olarak tanıtılır. Yazarın, dönemin valisi Christophora Moro’nun adının yanılsamasına kapıldığı düşünülmektedir.

Lala Mustafa Paşa Camii (St. Nicholas Katedrali)

lalamustafapasha
Lüzinyanlar döneminde, 1298 - 1312 yılları arasında yapılmış olan yapı, tüm Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarındandır. Lüzinyan kralları, önce Lefkoşa’da St. Sophia Katedrali’nde Kıbrıs Kralı, sonra da Mağusa’da St. Nicholas Katedrali’nde Kudüs Kralı olarak taç giyerlerdi. 1571 yılında cami haline getirilene dek, bu törenler yapılagelmiştir. Katedralin Batı cephesi mimarisi Fransa’daki Reims Katedralinden etkilenmiştir. Gotik tarzda işlemeli eşsiz bir penceresi bulunmaktadır. 16. yy. Venedik galerisi avluda yer almakta ve günümüzde şadırvan olarak kullanılmaktadır. Girişteki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik arması görülmektedir. Bazı hayvan figürleriyle süslü kabartmanın Salamis’teki bir tapınaktan geldiği sanılmaktadır. Katedralin apsiti, çoğu Kıbrıs kiliselerinde olduğu gibi, Doğu üslubunda, üç bölmelidir. Yukarıdaki pencereler iyi korunmuş olup, batı cephesinde ve yanda iki şapel bulunmaktadır. Yapının önünde bulunan tarihi cümbez ağacı adanın kuzeyinde çok az bulunmakta olan tropik bir incir türüdür.


Venedik Sarayı (Proveditore Sarayı)
Lüzinyanların 13. yy'da yapmış olduğu saray kalıntıları üzerine Venediklilerin yaptığı krallık sarayıdır. Halen ayakta kalan cephe, 16. yy da yapılmış ve buradaki sütunlar Salamis harabelerinden getirilmiştir. Ortada bulunan kemerin üzerinde Venedikli yönetici Giovanni Renier'e ait bir arma bulunmaktadır.


Namık Kemal Zindanı
Venedik Sarayı avlusunda bulunan bu zindan iki katlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Namık Kemal "Vatan Yahut Silistre" adlı oyunun sahnelenmesi sonucunda 1873'de sürüldüğü Kıbrıs'ta, bu binada 38 ay kalmıştır. Tek mekandan oluşan alt katın, Venedik Sarayı avlusuna açılan bir kapısı ve demir parmaklıklı bir penceresi mevcuttur. Üst kısma dik taşlı bir merdivenle çıkılmakta, iki penceresi olan bu odada Namık Kemal ile ilgili belgeler sergilenmektedir.


St. Francis Kilisesi
1300 yıllarında Franciscan tarikatına bağlı keşişler tarafından kurulan manastırın bir bölümüdür. Del Proveditore Sarayı’nın yanında yer almaktadır. Yapı, Kıbrıs Kralı II. Henry’nin yardımıyla yapılmıştır. Üç bölümlü bir nef ve bunun sonundaki çok güzel bir koro kısmından oluşmaktadır.


Greek St. George Kilisesi

Mimarisinde Bizans ve Gotik karışımı özellikler olan Kilise Ortodoks topluluğuna ait olup, 15. yy’da yapılmıştır. Kilise yan nefleri olan bir orta neften oluşmakta ve üçlü bir apsidle bitmektedir. Tavan Gotik tonozlara sahiptir. Binanın yapısından bir piskoposluk kilisesi olduğu anlaşılmaktadır. Üst kısmı, 1571 yılındaki Osmanlı kuşatması esnasında yıkılmış olup, duvarda gülle izlerine rastlanmaktadır.


İkiz Kiliseler (Templar ve Hospitaler Kilisesi)

14. yy’da inşa edilmiş olan iki kiliseden büyük olan Templar şövalyelerine aittir. Templar şövalyeliği 1313 yılında Papa tarafından kaldırılınca kilise bitişikteki binaya sahip olan Hospitaler şövalyelerine kalmıştır. Günümüzde restore edilerek Kıbrıs Sanat Derneği olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Mağusa Surları

1489 yılına dek Mağusa şehrini çevreleyen Lüzinyan surları, çok yüksek olmalarına karşın, ince bir yapıya sahiptiler. Ardından Kıbrıs’ı ele geçiren Venedikliler, özellikle Osmanlılara karşı önlem almak üzere, surları ateşli silahlara karşı sağlamlaştırmak amacıyla 1550’li yıllarda Venedik’ten uzman getirerek yeniden elden geçirmişlerdir. Özellikle deniz tarafındaki surlar, Martinengo Tabyası ve Kara Kapısı bu dönemde inşa edilmiştir. Ayrıca surun şehir dışındaki kısmına 46 m genişliğinde hendek açılarak içerisi su ile doldurulmuştur. İri kesme taştan inşa edilen 3 km uzunluğundaki bu surların yüksekliği 18 m, genişliği bazı yerlerde 9 m kadardır. Duvarlarda, burçlar, kapılar, rampalar, mangallar, cephanelik, depo ve ahırlar bulunmaktadır. Surlardaki kuleler şöyle anılmaktadır: - Arsenal (Canbulat) - Mare (Deniz Kapısı Burcu) - Castella (Othello Kulesi) - Signonia (Halkalı mazgal) - Diamete (Karpaz Tabya) - Mozzo (Şehit Tabya) - Martinengo (Tophane) - Pulacazaro - Moratto - Diocare - Ravelin (Kara Kapısı, Akkule) - Santa Napa (Altın Burcu) - Andurizzi (Su Burcu) - Campo Santa (Halkalı Tabya) Ayrıca bir iç kale olarak Othello binası ve orjinal iki giriş kapısı olarak Kara Kapısı (Ravelin) ve Deniz Kapısı (Porta del Mare) yer almaktadır. Mağusa’nın Osmanlılar tarafından fethi sırasında harap olan surlar, fetih sonrası Osmanlılarca onarılmıştır.

Kara Kapısı (Ravelin)
Mağusa şehrine girişi sağlayan orjinal iki şehir kapısından biridir. Orjinal ismi "Yarım Ay Şeklinde Tabya" anlamındaki Ravelin’dir. Kara Kapısı, surların Othello Kalesinden sonra en eski kısmıdır. Bugünkü köprü ile giriş yeni olup, eskiden kule yanındaki bir top yuvasının içinden geçilmekteydi. Orjinal kapı bugünkü girişin solunda, iner - kalkar bir köprüye sahiptir. Şehre bakan kısmında kemerli bir geçit yer alır. Bu geçitin her iki yanında duvar freskleri, armalar ve küçük bir de kilise bulunmaktadır. Burada yapılan kazılar sonucunda geçitler, top yuvaları ile ilginç bölme ve galeriler açığa çıkarılmıştır. Kemerli geçidin şehre bakan tarafında Venedikliler zamanında zindan olarak kullanılan yeraltı odaları bulunmaktadır.

Tophane (Martinengo Tabyası)
1550 - 1559 yılları arasında Venedikli mimar Giovanni Sammichele tarafından inşa edilmiştir. Üçgen şeklinde bir plana sahip olup, askeri mimarinin güzel örneklerindendir. Tonozlu bölmeler içinde barut dumanının çıkmasına ve havalandırmaya yarayan bacalarla, duvarlarında barut fıçıları ile top güllelerini koymaya yarayan küçük hücreler bulunmaktadır. Osmanlılara karşı Kıbrıs’a takviye olarak gönderilen Venedik kuvvetlerine komuta eden Martinengo, yolda ölünce, Mağusa’ya getirilir. Venedikliler çok sevilen komutanın hatırasına, bu tabyaya onun adını verirler.

Deniz Kapısı (Porta Del Mare)
Mağusa’ya girişi sağlayan orijinal şehir kapılarından biridir. Çok güzel bir mimari yapıya sahip olup iyi korunmuş durumdadır. 1496 yılında Venedikli Nicolo Prioli tarafından inşa ettirilmiştir. Demirle kaplı ahşap kapı, Türkler zamanından, demir parmaklıklı kapı ise Venedikliler zamanından kalmadır. Kapının üst kısmında, mermer üzerine işlenmiş Venedik Cumhuriyeti’nin amblemi kanatlı aslan, Nicolo Prioli’nin adı ve arması, 1496 tarihi görülmektedir. Mermerin Salamis’ten getirildiği sanılmaktadır.


Canbulat Türbesi (Arsenal Tabyası)

Kilis Sancak Beyi olan Canbulat Beyin, Kıbrıs’ın fethine karar verildiğinde, hazırlanan kuvvetler arasına dahil edilmesi önerilir. Lefkoşa’nın Osmanlılarca fethinde üstün yararları görüldüğünden, 1570’te Mağusa’yı kuşatan Osmanlı ordusunda, İskender Paşa ve Deniz Paşa ile birlikte görevlendirilir. Orjinal adı Arsenal tabyası olan mevkide şehit düştüğü inancıyla türbesi buradaki tabyanın altında bulunmaktadır. Zamanla yıpranan bina 1968 yılında yeniden inşa edilerek ön kısmı da bir müzeye dönüştürülmüştür. Halen müzede etnografik ve arkeolojik eserler sergilenmektedir.


Kertikli Hamam

Şehrin kuzeyinde kalan bir Osmanlı devri yapısıdır. Bu hamam kubbeleriyle ilgi çekmektedir. Yapı, üzeri kubbe ile örtülü altı odadan, odaların arkasında tonozla örtülü bir su deposundan ve soyunmalık olduğuna inanılan üst örtüsü yıkık kısımlardan oluşmaktadır.


Salamis Antik Kenti

Şehir Bronz Çağı sonlarında başlayan göçler sırasında, Anadolu'dan gelen kavimler ve bunlara Yunanistan'dan gelerek Kilikya'da katılan Akalar tarafından kurulmuştur . Truva kahramanlarından ve Salamis adası kralı Telamon'un oğlu Tefkros . şehrin kurucusu olarak bilinmektedir. M.Ö. 707 yılında gerçekleşen Asur hakimiyetinden sonra M.Ö. 560 yılında bastırılan sikkelerden, Salamis kralı Evelthon'un adanın idaresini ele geçirdiği anlaşılmaktadır. M.Ö. 499 yılında Atinalı Kimon'un Kıbrıs'taki Pers hakimiyetine son vermek için düzenlediği sefer başarısızlıkla son bulmuş ve Kimon'un ölümü üzerine Atinalılar, Kıbrıs'ı alma girişiminden vazgeçmişlerdir. Bundan sonra Fenikeli idareciler başa geçer, fakat ticaret ve diğer konularda gerileme başlar. M.Ö. 411 yılında Tefkros ailesinin üyelerinden Evagoras, Salamis krallığını ele geçirir. Tüm adayı hakimiyeti altına almak isteyince Salamis şehri Persler tarafından kuşatılır ve Evagoras Pers Krallığına vergi ödemek zorunda bırakılır. Bu durum İskender devrine dek sürer. İskender döneminde Salamis kralı olan Pyntagoras, İskender'e askeri yardımlarda bulunduğundan kendisine Tamusus şehri verilerek ödüllendirilir. İskender'in ölümü sonrasında Salamis sürekli el değiştirir. M.Ö. 294 yılında zor şartlar altında Kıbrıs'ı alan Ptoleme Krallığı idaresi sırasında ada huzura kavuşur ve bu tarihten itibaren Salamis baş şehir olma niteliğini kazanır. Kentin bu parlak dönemi Roma egemenliği süresince de devam eder. Günümüzdeki kalıntıların çoğu Roma dönemine aittir. Roma idaresi altında şehrin bir halk meclisi, bir senato ve ihtiyar meclisi bulunmaktadır. M.S. 76 ve 77 yıllarındaki depremler ve M.S.116 yılındaki Yahudi isyanları ile şehir epeyce tahrip olur. Daha sonra ada Antakya vilayetine bağlanır ve Salamis limanı, Suriye gemilerince ilk uğrak limanı olduğundan, şehirde bir ferahlama görülür. M.S. 232 ve 342 yıllarındaki depremler yazık ki şehre yine büyük zararlar verir. Bundan sonra Bizans İmparatoru Konstantinus şehri küçük bir planda inşa ettirerek, Konstantinus adını verir. Şehir Kıbrıs'ın baş şehri olarak Baf'ın yerini alır. Daha sonra şehir M.S. 647 yılındaki Arap akınları ve yer sarsıntıları nedeniyle terkedilerek, bugünkü Mağusa şehrini oluşturan bölgeye halk göç etmek durumunda kalır.
Mimari Kalıntıları: SUR VE LİMANLAR
Şehrin kuzey, güney ve batı kesimlerinde yer alan surların yanısıra, şehir merkezini çevreleyen ikinci bir surun varlığı da tespit edilmiştir.Şehrin merkezini çevreleyen surların, M.S.7 yy.'daki Arap akınlarına karşı inşa edilmiş olabileceği düşünülebilir. Şehrin güney - doğusunda Salamis şehrinin en eski limanı yer almaktadır.Bu limanın kuzey ve güneyi suni dalgakıranlar ile korunmaktadır. Geç Roma devrinde kullanılan ikinci limanı ise şehrin kuzeyindedir. Bu iki limanın dışında Demetius tarafından kullanılmış olan üçüncü bir limandan da bahsedilmektedir.
Gimnazium: SPOR ALANI
Güney girişindeki döşeme üzerindeki yazıttan anlaşıldığı üzere, şehrin kuzeyinde şimdiki Roma Gimnaziumunun bulunduğu yerde Helenistik devre tarihlenen bir Gimnazium mevcuttur. Doğu revağında da burasının bir zamanlar bahçe olarak kullanıldığını gösteren bir yazıt bulunmaktadır. Yer sarsıntıları sonucu yıkımlar olması nedeniyle Gimnazium Augustus döneminde tamir ettirilmiş ve bir de doğu revağı eklenmiştir. Dört tarafı kronit başlıklı sütunlu revaklarla çevrili alanın kuzey ve güney uçlarına ilave edilen birer yüzme havuzunun etrafında heykeller yer almaktadır. Günümüzde kuzey yüzme havuzunun etrafında bulunan heykeller M.S 2. yy'a aittir. M.S. 332 ve 342 yıllarındaki depremlerle yeniden yıkılan Gimnazium, Erken Bizans devrinde Konstatinus tarafından Salamis hamamları olarak yeniden inşa edilir.
TİYATRO
Gimnazium'un güneyinde yer alan yapı muhtemelen Augustus döneminde inşa edilmiştir. M.S. 4. yy'daki yer sarsıntıları ile yıkılan tiyatronun taşları hamamların inşasında yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Tiyatro, sahne binası, orkestra ve oturma yerlerini içerir. Kapasitesi 15 bin seyirciye karşılık düşer. Sahne binası oyuncular tarafından soyunma-giyinme yeri ve fon işlevi göstermektedir. Freskler, heykel ve sütunlarla süslü bu görkemli yapının günümüze dek sadece temelleri gelebilmiştir. Orta kısmındaki orkestranın ortasında Dionysos'a adanmış bir sunak ve Marcus Avurelius Commedus ile Caesar Contanstinus ve Caesar Maksimianus'a adanmış yazılı iki altlık vardır. Oturma yerleri 50'den fazla sıra ihtiva etmesine karşın, bir kısmı günümüze dek gelebilmiştir. Orta kısımdaki boşluk şeref locasıdır. Oturma yerlerinin bir kısmı yeniden restore edilerek inşa edilmiştir.
ROMA VİLLASI
Tiyatronun güneyinde yer almaktadır.Bir zamanlar iki katlı olan bu yapı, sütunlu bir giriş , bir iç avlu , geniş bir oturma odasından meydana gelmiştir. Öteki odalar avlunun iki yanında yer alır. Kazı sırasında burada, merkezi bir figürün etrafını çevreleyen, hayvan tasvirleri ile bezenmiş mozaik döşemeli bir platform tesbit edilmiştir.
BİZANS SU SARNICI
Roma villasının güney doğusunda yer alan huni biçimli bu sarnıç, üç bölmeden oluşur. Bir bölmede M.S. 6. yy'a ait duvar resimleri ve yazılar bulunmuştur. Şu anda harap vaziyetteki ana pano, kuş, balık ve su bitkilerinden oluşan su sahnesi ve İsa başı bulunan bir madalyon ile süslüdür.
KOMPANAPETRA BAZİLİKASI
Bazilika 4.yy'da inşa edilmiştir. Çevresi sütunlarla sarılı, su kuyusu olan bir avlu ve orta ve yan kısımlardan oluşur. Orta bölümde piskoposun kürsüsü ve rahip yerleri bulunur. Apsitin arkasında hamamı da olduğu anlaşılan bir kalıntı grubu daha vardır. Odalardan birinin oldukça göz alıcı bir yer döşemesi mozaik vardır.
AYA EPİPHANİOS BAZİLİKASI
Kıbrıs'ın bilinen en büyük bazilikası olan bu yapı geçmişte Salamis'in Metropolitan kilisesidir. Piskopos Epiphanios'un görev süresinde yapıldığı (368 - 403) bilinmektedir. Epiphanios'un mermerden yapılmış mezarı burada bulunmaktadır. Bazilika ondörtlü iki sütun dizisi ile 3 ayrı bölüme ayrılmıştır. Apsitte piskopos ve rahiplerin oturduğu sıralar yer alır. Bu bölümün iki yanındaki odalar rahiplerin cübbelerini giymeleri ve ayin sırasında kullanılan eşyaların saklanması için kullanılmaktadır. Vaftiz odasının döşeme seviyesinin altındaki ısıtma sistemi, kış aylarında vaftiz için sıcak su kullanıldığını göstermektedir. Kalıntılar, 7. yy'daki Arap istilasının ardından, güney tarafında ikinci bir küçük kilisenin inşa edildiğini gösterir.
SU DEPOSU - VOUTA
M.S. 627-640 yılları arasında (Bizans Dönemi) tarihlenen bu bölümde, kanallarla Kythrea'dan (Değirmenlik) gelen su burada biriktirilmektedir. Bugün halen su kemerlerinin kalıntıları göze çarpmaktadır. Tavanı taşıyan ayakların uzun duvarlardan çıkan iri dirseklerle desteklenmiş olduğu görülmektedir.
AGORA (Taş Forum / Pazar Yeri)
Bu yapı su deposunun güneyindedir. Ortadaki boş alan ve bunun çevresindeki dükkanlardan oluşan bu mekanın Salamis'in hem toplantı hem de alışveriş merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Augustus döneminde restore edildiği ele geçen bir Latince kitabeden anlaşılmaktadır. Agoranın iki yanındaki sütunlu revaklar güneş ve yağmurdan koruma vazifesi görüyorlardı. Bunlardan sadece biri ayaktadır.
ZEUS TAPINAĞI
Salamis şehrinin ana tapınağı olabileceğine inanılan bu yapının az bir kısmı günümüze dek gelebilmiştir. Agora'nın güney ucunda bulunan tapınağa, basamaklarla ulaşılmaktadır. Yapılan kazılarda ele geçen bir kitabede mabedin Augustus'un karısı Livia şerefine Zeus Olympios'a ithaf edilmiş olduğu belirtilmektedir.


Kral Mezarları

Yaklaşık olarak 4 mil karelik bir alanda bulunan Salamis Nekropol'u, Enkomi’den Salamis ormanının batı ucu ve St. Barnabas Manastırına dek uzanır. Açığa çıkarılan mezarlar arasında görülen bir kısım mezarlar yapısal biçimler ve zengin buluntularından dolayı Kral mezarları diye adlandırılmıştır. Başlıca mimari özellikleri, mezar odası önünde yer alan geniş, uzun ve meyilli alanlardır. Burada cenaze arabasını çeken atlar ölünün şerefine kurban edilip, yağ, şarap veya bal dolu küpler burada sıralanmaktadır. Araştırmalar mezarların M.Ö. 8. yy’da yapıldıklarını ve M.S. 4. yy’a değin kullanıldıklarını gösterir. Özellikle 47, 50 ve 79 nolu kral mezarlarında zengin buluntulara rastlanmıştır. Bunlardan 50 nolu mezar, St. Catherine’e adanan küçük bir kilise olarak da kullanılmaktadır. Hıristiyanlık dinini benimseyen St. Catherine’in Salamis yöneticisi dayısı tarafından buraya hapsedildiğine inanıldığından, St. Catherine Hapishanesi olarak da anılmaktadır. Yapılan kazılarda, mezarların içinde çeşitli çanak, çömlek, tunç ve fil dişi nesneler ve kurban edilmiş atların iskeletlerine rastlanmıştır.



Nikokreon Anıtı

Salamis Nekropolu dahilinde yer alan bu anıtın Salamis’in son kralı Nikokreon adına inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir. Kaynaklara göre son kral Nikokreon, Ptolemeos’a teslim olmaktansa intihar etmiş, karısı da ailesini öldürüp, sarayı yaktıktan sonra intihar etmiştir. Kademeli basamaklarla çıkılan platformun ortasında bir ocak ve bunun içinde o döneme ait demir çubuk, taş ve topraktan heykeller bulunmuştur. Bulunan bu az pişmiş topraktan yapılmış heykeller, geç devre ait Klasik Yunan heykel sanatı özelliklerini taşımaktadırlar.



St. Barnabas Manastırı

Salamis’te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs’te eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için M.S.45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar. Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St. Barnabas’ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi Salamis’in batısında bir yeraltı mağarasına gömerler ve göğsüne de St.Mathews’un yaptığı incilin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır. 432 yıl sonra piskopos Anthemios, mezarı rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını ister. Mezar açıldığında St. Mathews incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilmiş olur. Bu keşif sonrasında Piskopos, İstanbul’a giderek İmparator Zeno’yu bilgilendirir ve Kıbrıs kilisesinin özerkliğini kazanır. İmparator, gömütün bulunduğu yerde bir manastır inşası için yeterince bağışta bulunur. Manastır M.S. 477’de inşa edilir. Manastır bir kilise, avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalardan meydana gelmiştir.
St. Barnabas İkon ve Arkeoloji Müzesi
St. Barnabas kilisesinde çoğunluğu 18. yy'dan kalma zengin bir ikon koleksiyonu bulunmaktadır. Manastırın avlusunda bulunan bazalt değirmen Enkomi yerleşim bölgesinden, diğer sütun ve taşlar ise Salamis'ten gelmiştir. Papazların yaşamlarını sürdürdüğü odalar ise restore edilerek bir Arkeoloji müzesi haline getirilmiştir. Müzede Kıbrıs'ın Neolitik Döneminden Roma Dönemine dek geniş bir çizgideki tarihsel sürece ait çeşitli eserleri görebilmek mümkündür. Ayrıca tunç ve mermer eserler de müzede sergilenmektedir.


Enkomi (Alasia)

Günümüzdeki Enkomi (Tuzla) köyü yakınlarında yer alan ve Alasia diye de bilinen antik Enkomi şehri M.Ö. 2000’li yıllara tarihlendirilmektedir. Yapılan kazılarda, şehrin ilk dönemlerde Mısır etkisinde kaldığı, sonraları Miken etki alanına girdiği anlaşılmaktadır. Surlarla çevrili olan bu yerleşim yerinde ölüler, evlerinin tabanına hediyeleri ile birlikte gömülmektedirler. Şehre ızgara planının uygulandığı ve ilk kez yazının da burada ortaya çıktığı belirlenmiştir. Kült heykeli olarak görülen ve kuvvetli bir Hitit etkisi taşıyan tunçtan yapılma "Boynuzlu Tanrı Heykeli" de bu bölgede bulunmuştur. Ayrıca şehirde çok sayıda tunçtan yapılmış eserler ve bakır işleme atölyelerini işaretleyen bakır artıkları bulunmuştur. Eskiden bir liman şehri olan Enkomi’nin yanından geçen Pedios (Kanlıdere) nehrinin, şehrin limanını alüvyonlar ile doldurması, depremlerin olumsuz etkileri ve Akaların 12. yy.’dan sonra sürekli tehdit etmeleri sonucu bölge terkedilerek bir daha kullanılmamıştır.


Kantara Kalesi

Girne Dağları üzerindeki üç kaleden en doğudaki, yaklaşık 700 metre yükseklikteki Kantara kalesi, Mesarya ovasını ve Karpaz yarımadasına girişi kontrol edebilecek durumdadır. St. Hilarion ve Buffavento kaleleri gibi Arap akınlarının sonrasında Bizanslılar tarafından inşa edildiği tahmin edilse de , yazılı kaynaklarda ilk kez Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı ele geçirdiği 1191 yılında kaleden söz edilmektedir. Sahtekarlıkla kendini Kıbrıs kralı ilan eden Isaac Comnenus, Richard’ın emrine giren eski Filistin kralı Guy De Lusignan’a yenilince bu kaleye sığınır. Kaçmaya çalışırken yakalanıp, Karpaz bölgesinde esir edilir. Kalenin adı Lüzinyan ve Venedik devirlerinde duyulmaktadır. Bu devirlerde bir çok savaşa sahne olmuştur. Kale, Cenevizlilerin 1373’te Lefkoşa ve Mağusa’yı işgal etmelerine rağmen, Kral I.Peter taraftarlarının elinde kalmıştır. Kıbrıs Kralı I. Peter'in kardeşi Prens John'un, Cenevizlilerin elinde tutsak iken kaçarak kaleye sığındığı bilinir. Kale 1391 yılında, Kral James tarafından surlarla çevrilir. Venediklilerin adayı ele geçirmesinden sonra, denizden uzak diğer kaleler gibi bu kale de askerden arındırılarak eski önemini yitirir. Kalede savunma yeri, asker odaları, su sarnıcı, tonozlu odalar, işaret kulesi gibi bölümler bulunur.


Sinan Paşa Camii (St. Peter & St. Paul Kilisesi)

Bu binanın 1360 yılında Suriyeli bir tüccar olan Simone Nostrano tarafından yaptırıldığı duvarındaki bir yazıda belirtilmesine rağmen, kiliseyi Simon adlı bir Nestoryen Hristiyanın yaptırdığı bilindiğinden yazıyla ilgili yanlış bir bilginin sözkonusu olduğu düşünülmektedir. 1571 yılındaki bombardımana rağmen, sağlam yapısı ile ayakta kalabilmiştir. Eşsiz bir taş işçiliğine sahip kuzeydeki girişin başka bir yerden getirildiği düşünülmektedir. Binanın içi oldukça sade olup, tavanı düz başlıklı sütunlara oturtulmuştur. Osmanlılar, adadaki hakimiyetleri döneminde binayı cami olarak kullanmaya başlamışlardır.


Nestoryen Kilisesi

Bu kilise, 1339 yılında Suriyeli bir tüccar tarafından Mağusa’da yaşayan Suriyeliler için yaptırılmış bir kilisedir. Kilisede deve resimleri ve Nestoryenlerin dini törenlerinde kullandıkları dil olan Süryanice yazılar vardır. Çan kulesi ve yan bölümler sonradan eklenmiştir. Giriş çok sade olup, üzerinde güzel bir gül pencere bulunmaktadır. Teraslı tavan süslü dirseklerle desteklenmiştir.


Latin St. George Kilisesi

13. yy. sonlarında inşa edilmiş, Gotik üslubun güzel örneklerindendir. Salamis yıkıntılarından getirilen malzemelerin kullanıldığı, mimarisinde Paris’teki St. Chapelle kilisesinden esinlenildiği düşünülmektedir. Beş bölümlü bir nefi olup, bir koro yeri de bulunmaktadır. Günümüze kadar ulaşan, bu koro yeri ve kuzey duvarıdır. Geniş ve uzun pencereleri bir zamanlar Gotik oymalarla süslüydü. Kilisenin şehrin surlarının yapımından önce inşa edildiği, sur özelliği taşıyan yapısından anlaşılmaktadır.

GÜZELYURT



St. Mamas Manastırı

St. Mamas, 12. yy'da yaşamış Hıristiyan bir azizdir. Adada onun adına adanmış 14 kilise olduğu söylenmektedir. St. Mamas manastırı 18. yy. 'dan kalmadır. Giriş ve sütunları Bizans kilisesinden kalıntıların üzerine Lüzinyanlar tarafından inşa edilmiştir. St. Mamas'ın mezarının başından beri aynı yerde olduğu sanılmaktadır. İkonastasisinin mermer alt kısmı Venedik kalkanlarıyla bezelidir. Ağaçtan yapılmış boyalı üst kısmı 16. yy oymacılık sanatının örneklerindendir.


LEFKE

Soli Harabeleri

Araştırmalarda, M.Ö. 700 yıllarına kadar uzanan bulgular ele geçmiştir. Şehrin uzunca bir süre limanı ve yakınındaki bakır madenleri nedeniyle önemli pozisyonunu korumayı başardığı anlaşılmaktadır. M.Ö. 498'de adadaki diğer krallıklarla birlikte Soli de Kıbrıs'ın yöneticisi olan Perslere başkaldırmış ve yenilmiştir. Bundan sonra şehrin daha iyi kontrolünün sağlanması için Pers taraftarı kral Doxandros of Marion tarafından sehrin yanına Vouni Sarayı yaptırılmıştır. Soli parlak dönemini Roma döneminde yaşamıştır. 7. yy'daki Arap akınları ise kentin sonu olmuştur. Araştırmalarda, Helenistik döneme ait altın ve gümüş takılar, M.Ö.1.yy'da yapılmış mermer bir Aphrodite heykeli, M.Ö.2.yy'a ait, Amazonlarla savaşı gösteren bir kabartma ele geçmiştir. Ayrıca, Helenistik döneme ait, agoraya açılan sütunlu caddenin ve agoradaki mermer bir anıtsal çeşmenin de kalıntıları ortaya çıkmıştır. Tatlı su kaynakları, verimli topraklar, liman, bakır yatakları, bol miktardaki odun rezervi Soli'nin burada kurulan ilk yerleşme olmayabileceğini göstermektedir ve arkeolojik kazılarda da M.Ö. 11. yy da yapılan bir yerleşmenin izlerine rastlanmıştır. Soli Bazilikası: Bazilikanın 4. yy'ın 2. yarısında yapıldığı, Kıbrıs'ta inşa edilen ilk kiliselerden olduğu bilinmektedir. 5. ve 6. yy'da genişletilmesine rağmen, 7. yy'daki Arap akını ile tahrip olmuştur. Üç kapılı bir girişi bulunmakta olan kilisenin, dört yanı sütunlarla çevrili ve çeşmeli bir avlusu vardır. Avlunun ardından üç kapılı başka bir giriş ile kiliseye girilmektedir. İçerde iki sıra halinde dizilmiş on ikişer sütun bulunmaktadır. Döşemesinde bulunan, genellikle geometrik ve hayvan figürü olan mozaiklerin büyük bir kısmı günümüze dek ulaşmıştır. Hıristiyan dünyasında Soli, St. Mark'ın St. Auxibius tarafından vaftiz edildiği yer olarak kabul edilmiştir. Soli Roma Tiyatrosu: Tiyatro, eskiden aynı yerde olan bir Yunan tiyatrosunun yerine, M.S.2. yy ile 3.yy arasındaki dönemde, bir tepenin denize bakan yamacında yapılmıştır. Seyircilerin oturacağı yarım daire şeklindeki bölüm tepenin kayalık kısmına oyulmuştur. Bu bölüm ile ortadaki koro yeri kireç taşından yapılma alçak bir duvarla ayrılmakta olup, koro yeri ve oturma yerlerine geçiş yanlardaki geçitlerle sağlanır.Gerçek kapasitesi 4000 kişi olan tiyatronun, sahne binası iki katlıdır. Bu bölüm mermer ve heykellerle süslüdür. Tiyatronun batısındaki bir tepe üzerinde Aphrodite'e adanmış bir tapınağın izlerine rastlanmıştır.


Vouni Sarayı

Marion kentinin Pers sempatizanı olan kralı Doxandros of Marion tarafından, civardaki Yunan taraftarı yerleşim birimlerinin (Soli Kenti) kontrolu için 5.yy'da yaptırılmıştır. Saray'da 137 adet oda bulunmaktadır. Bunlar idari bölümleri, yatak odalarını, erzak depolarını, hamam ve çalışma odalarını kapsar. M.Ö. 449 yılında bölgedeki Pers egemenliği yerini Yunan egemenliğine bırakınca, Saray işlevini yitirmiştir. Saray toplam yetmiş yıllık bir dönemde ayakta kalmış, daha sonra M.Ö. 380 yılında Soli halkı tarafından yakılmış ve bir daha yenilenememiştir. Sarayın su gereksinimi için kayalara oyulmuş sarnıçlarda biriken yağmur suları kullanılmaktadır. Erzakların depolandığı bazı odalarda içlerine anforaların oturduğu çukurlar göze çarpmaktadır. Hamamlar, sıcak hamam türünün eski örneklerindendir. Yapılan kazılarda, pişmiş topraktan yapılmış ve sarayın ortadan kalktığı yangında siyahlaşmış testi içinde "Vouni Hazinesi" olarak adlandırılan eşyalar bulunmuştur. Bunlar arasında altın ve gümüş bilezikler, işlemeli gümüş kupalar, Marion, Kition, Lapithos ve Paphos kentlerinin damgalarını taşıyan yüzlerce madeni para bulunmaktadır. Vouni'den görülen Petra tou Limniti adasında arkeologlar Neolitik dönem öncesi yerleşim izlerine rastlamışlardır. Sarayın güneyinde M.Ö. 5. yy'ın sonlarında yapılmış olan bir Athena tapınağının izleri bulunmuştur. İki avlusu ve etrafı çevrili kutsal bir alanın bulunduğu tapınakta, içlerine heykellerin oturtulduğu çukurlar da bellidir. Vouni kalıntılarının bölümleri, giriş, kraliyet odaları, sütunlu avlu, mutfak avlusu, sarnıç, erzak depoları, hamamlar, oturma odaları, iş yerleridir.
Son düzenleyen Safi; 14 Ocak 2017 02:16