Arama


virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
16 Eylül 2008       Mesaj #3
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Bir Gökcismi Olarak Ay
Dünya nasıl Güneş'in çevresinde dolanıyorsa Ay da aynı biçimde Dünya'nın çevresinde dolanır (bak. GÜNEŞ SİSTEMİ; Uydu). Ama bu yörünge dolanımını yaparken bir yandan da kendi ekseni çevresinde döner. Ay'ın dönme ve dolanım süreleri birbirine eşittir. Yani kendi ekseni çevresindeki tam bir dönüşü de, Dünya çevresindeki yörüngesini de yaklaşık 29 V2 günde tamamlar. Bu nedenle Dünya' dan Ay'ın hep aynı yüzü görünür. Uzaya gönderilen uyduların çektiği fotoğraflardan Ay'ın görünmeyen yüzünün de görünen yüzü­ne benzediği anlaşılmıştır.
Ay'ın kendi ışığı yoktur; yalnızca Güneş'in ışığını yansıttığı için parlak gözükür. Dünya çevresindeki dolanımı sırasında kendi ekseni çevresinde de ancak bir kez dönebildiği için, Ay'ın her iki yüzü yaklaşık iki hafta boyunca karanlıkta kalır, iki hafta süreyle de güneş ışığı alır. Ay Dünya ile Güneş'in arasına girdiği zaman görünmez olur. Çünkü bu süre içinde, görünmeyen yüzü ışık alırken Dünya' ya dönük olan yüzü karanlıkta kalmıştır. "Yeniay" denen bu evreden birkaç gün sonra, yörüngesinde biraz daha yol aldığı için Güneş Ay'ın Dünya'ya dönük olan yüzünü aydınlat­maya başlar ve gökyüzünün batısında C harfi­ne benzeyen ince bir hilal (ayça) belirir. Bazen bu evrede, Dünya'dan yansıyan ışık nedeniyle bütün Ay yuvarlağı hafif aydınlık olarak belli belirsiz görülebilir. Güneş ışığı Ay yuvarlağını kapladıkça hilal genişler ve bir yarım daire biçimini alarak ilkdördün evresi­ne ulaşır. Bundan sonraki dolunay evresinde Ay yuvarlağı bütünüyle aydınlık olarak görü­lebilir. Bu evreden sonra Ay'ın aydınlık bölümü yeniden küçülmeye başlar ve ilkdör-dündekine ters konumlu bir yarım daireye dönüşerek sondördün evresine girer. Daha sonra iyice küçülür ve yeniden hilal biçimini aldıktan sonra aynı çevrim yinelenir. Ay'ın bu evrelerden geçmesi bizim kullandığımız tak­vimde 29 Vı gün sürer; bu süreye "kavuşum ayı" ya da eski terimle "kameri ay" denir. Eski takvimler kavuşum ayını temel aldığı için, o takvimlerdeki aylar bugünkü aylarla çakışmaz (bak. takvim).
Bazen Ay Güneş ile Dünya'nın arasından geçerken öyle bir konuma gelir ki Güneş'ten gelen ışıkların bir bölümünün ya da tümünün Dünya'ya ulaşmasını bir süre için engeller. Bu olaya Güneş tutulması denir. Bazen de Ay Güneş'e göre Dünya'nın arkasında kalır; baş­ka bir deyişle Dünya Güneş ile Ay arasına girer. Bu durumda Ay'ın üzerine Güneş'in ışıkları değil Dünya'nın gölgesi düşer ve Ay yuvarlağı bir süre için karanlıkta kalır. Buna da Ay tutulması denir (bak. Ay ve Güneş tutulması). Dünya Güneş'in, Ay da Dünya' nın çevresinde sürekli dolandıklarına göre, Ay ve Güneş tutulmalarının her ay gerçekleş­mesi gerekirdi. Ama Ay'ın yörünge düzlemi ile Dünya'nın Güneş çevresindeki yörünge düzlemi arasında 5°'lik bir açı olduğu için bu tutulma olayları ancak belirli koşullarda ger­çekleşir.

Ay Gözlemleri
Ay'ın Dünya'dan görülebilen yüzünde çok belirgin bazı lekeler vardır. Çoğu çıplak gözle de görülebilen bu lekeleri bütün ayrıntılarıyla yakından inceleme olanağı ancak 17. yüzyıl­da, gözlem araçlarının yapılmasından sonra doğmuştur.
İtalyan bilim adamı Galileo'nun 1609'da yaptığı teleskopla gözlemlediği ilk gökcisimle-rinden biri Ay oldu. Böylece Ay'daki krater­leri, dağlan ve koyu lekeleri büyütülmüş olarak ilk kez o gördü. İlk gözlemciler Ay üzerindeki bu koyu bölgelerin deniz olabile­ceğini düşünmüşlerdi. Oysa bunlar deniz de­ğil, oldukça geniş düzlüklerdir. 1647'de Al­man astronomi bilgini Johannes Hevelius Ay'ın yüzeyinin ayrıntılarını gösteren bir hari­ta yaptı. Ay yüzeyindeki en belirgin lekeleri ise 1651'de Ay'ın bir haritasını yayımlayan İtalyan astronomi bilgini Giovanni Riccioli adlandırdı. Bu dağlardan bazılarına Alpler, Apenninler gibi Dünya üzerindeki dağların adları, kraterlere de bilim adamlarının ve düşünürlerin adları verildi. Ay'ın görünme-ven vüzündeki kraterlerin adlandırılması ise çok daha sonraki tarihlere, Ay'ın bu yüzünün uydulardan çekilen fotoğraflarla görüntülen­mesinden sonraya rastlar.
En güçlü teleskoplarla baktığımızda Ay'ı, 300 km ötedeki bir cismi çıplak gözle nasıl görebiliyorsak öyle görürüz. Gerçekte Ay'ın Dünya'dan ortalama uzaklığı 384.400 kilo­metredir. Çapı da 3.476 km, yani Dünya'nın çapının yaklaşık üçte biri kadardır. Dünya'nın ağırlığı Ay'ın ağırlığının 81 katıdır. Ay'daki çekim kuvveti de Dünya'daki yerçekiminin ancak altıda biri kadardır (bak. yerçekimi).
Ay'daki çekim kuvvetinin Dünya'dakinden çok az olması nedeniyle, büyük olasılıkla bir zamanlar var olan Ay atmosferinden bugün artık hiçbir iz kalmamıştır. Bir ortamda hava olmayınca, yüzeye düşen su da buharlaşarak uçar. Bu yüzden, hemen hemen ilk oluştuğu günden bu yana Ay'da ne hava, ne de nem olmuştur. İnsanların yaşamasına elverişli ol­mayan böyle bir ortamda uzay giysisi ve benzeri gereçler olmadan yaşanılamaz. Ay'da su ve hava bulunmaması başka ilginç olayların da nedenidir. Örneğin Ay'ın yüzeyine düşen bir göktaşı (meteorit) en küçük bir gürültü çıkarmaz; çünkü ses dalgalarını taşıyacak hava yoktur. Üstelik havasız bir ortamda ne yağmur, ne deniz, ne de herhangi bir koku olabilir. Ay'da rüzgâr ve yağmur olmadığı için Dünya'daki gibi toprak aşınması da olmaz; bu yüzden kraterlerin duvarları dik ve keskindir.

Ay'ın Yüzeyi
Ay'ın yüzeyindeki binlerce krater Dünya'daki kraterlerden genellikle çok daha geniştir. Çünkü Dünya'nın atmosferi düşen göktaşları­na karşı yeryüzünü bir kalkan gibi korur. Ayrıca topraktaki nem de bu çarpmanın etkisini azaltır. Oysa Ay'ın atmosferi olmadı­ğı için, olanca hızıyla düşen göktaşları Ay yüzeyinde çok geniş ve derin kraterler açmış­tır. Bilinen en geniş krater Ay'ın görünmeyen yüzündedir. Çapı 290 km olan Bailly krateri |se Ay'ın görünen yüzündeki en büyük krater­dir. Apollo uzay araçlarının Ay yüzeyine inme­sinden önce, kraterlerin yanardağ patlamala­rından mı, yoksa Ay yüzeyine çarpan göktaşla-nndan mı kaynaklandığı bilinemiyordu. Ama bugün hemen hepsinin göktaşlarının yüzeye çarpmasından ileri geldiği anlaşılmıştır.
Krater ve denizlerden sonra Ay yüzeyinde­ki en belirgin oluşumlar yüksek bölgelerdeki dağlardır. Yükseklikleri 4 ya da 5 kilometreye ulaşan bu dağlardan bazılarının doruklarında kraterler vardır; bunlara halka dağlar denir.

Ay Araştırmaları
Ay'ın yapma uydularla incelenmesine 13 Eylül 1959'da, SSCB'nin Luna 2 adlı uzay aracını Ay yüzeyine indirmesiyle başlandı. Daha sonra SSCB'nin Luna ve ABD'nin Ranger ile Surveyor dizilerindeki insansız uzay araçları gerek yörüngedeki uçuşları sırasında, ge­rek doğrudan Ay'a inerek Ay yüzeyinden Dünya'ya pek çok fotoğraf ilettiler. 1968'de ABD'nin Apollo 8 adlı uzay aracı, içindeki üç astronotla birlikte Ay çevresinde yörünge uçuşu yaptı. İnsanın Ay'a ilk ayak basışı ise 20 Temmuz 1969'da, Apollo ll'in tarihsel uçuşuy-la gerçekleşti ve bunu ABD ile SSCB'nin öbür uzay uçuşları izledi. (Ayrıca bak. Uzay
araştırmaları.)
Ay'daki kayaçlann Dünya'dakilerden çok farklı olması, Ay'ın kimyasal yapısının da Dünya'nınkinden farklı olduğunu gösterir. Ay'daki kayaçlann bazıları yeryüzünde de bulunan bazalt türü kayaçlardır. Bunun dışın­daki kayaçlar ise genellikle camsı ya da kristalsi yapıda ve çok değişik renklerdedir. Astronotlar Ay'dan toplam 385 kg kayaç örneği getirmiş ve bu taşlar üzerinde yapılan incelemeler Ay'ın bir zamanlar yanardağ et­kinliği gösterdiğini ortaya koymuştur. Ama son 3 milyar yıl içinde Ay'daki yanardağ patlamalannın çok seyrek olduğu sanılmak­tadır.
İncelenen Ay kayaçlarının yaşı 1,8 milyar ile 4,1 milyar yıl arasında değişir. Hatta 4,6 milyar yıldan daha yaşlı kayaçlann da bulun­duğu sanılmaktadır. Oysa Dünya üzerindeki hiçbir kayacın yaşı 3 milyar yılı aşmaz. Bir zamanlar Ay'ın Dünya'dan kopmuş bir parça olduğu düşünülüyordu. Ay kayaçlannın yaşı ve kimyasal bileşimi incelendikten sonra bu görüşün geçerli olmadığı anlaşıldı. Aynca Ay'ın Dünya'nın çekimine kapılmış bir geze­gen olduğu görüşü de geçersizdir. Eğer öyle olsaydı, bilim adamlarının da belirttikleri gibi, Ay yüzeyinin Ay'dan alınan kaya parça-lannın gösterdiği zamandan çok sonra katılaş­ması gerekirdi. Bugünkü görüşe göre Ay da tıpkı Dünya gibi aynı toz ve gaz bulutundan oluşmuş, ama kütlesel yoğunluğu daha az olduğu için atmosferini hızla yitirmiştir. Gene aynı nedenle Ay'ın yüzeyindeki etkinlikler de çok çabuk sona ermiştir (bak. Dünya).
Bugün bile deniz olarak adlandınlan (Ses­sizlik Denizi, Bunalımlar Denizi gibi) Ay düzlükleri, yüzeyin parlak görünümlü ve bol kraterli dağlık kesimlerine oranla daha karan­lık ve daha az engebeli bölgelerdir. Bu bölgelerin aşağı yukarı daire biçiminde olması, Ay'daki "denizlerin" kökenine ilişkin ipuç­ları verir. Gözlemlerden çıkarılan varsayımla­ra göre, Ay'ın oluşumundan kısa bir süre sonra gökcisminin yüzeyine çarpan dev gök­taşları patlayarak dev çukurlar açmış, sonra­dan bu çukurlara dolan lavlar zamanla katıla-şarak bugünkü kayaçlara dönüşmüştür. Ay' daki bu düzlüklerde dağlık kesimlerdekinden daha az sayıda krater vardır; çünkü bu deniz­lerin oluştuğu dönemde uzayda çok fazla göktaşı yoktu.
Ay'ın görünmeyen yüzünde ise lavla dol­muş kraterler bulunduğu halde çok geniş düzlükler, yani "denizler" yoktur. Daha çok, düzlükleri boydan boya kesen ve kurumuş ırmak yataklarını andıran düzensiz kanallar görülür. Ay hendekleri denen bu kanallar büyük olasılıkla bir zamanlar erimiş lavların aktığı yataklardır. Ay'ın yüzeyindeki kub-bemsi şişkinlikler de bu gökcisminin geçmişte yanardağ etkinliklerine tanık olduğunu gös­terir.
Bazı kraterlerin çevresinde, aynı merkez­den ışınsal olarak dağılmış yüzlerce kilomet­relik yarıklar görülür. Bu yarıklar, göktaşları­nın yüzeye çarpması sırasında kopan parçala­rın çevreye saçılmasından ileri gelmiştir. Özellikle dolunay zamanında dürbünle bile görülebilen bu kraterlerden en büyüğü ve belirgini Tycho krateridir.
Ay'ın en dış katmanı, yani kabuğu da yerkabuğuna benzemez; bu kabuk soğuk, ka­lın ve serttir. Hava ve su gibi aşındırıcı etken­ler bulunmadığından, yüzeydeki kayaçlar mil­yarlarca yıldır çok az değişikliğe uğramıştır.
Bazı Apollo uçuşlarında, yüzeyden daha derindeki kayaçlann yapısını inceleyebilmek için uzay aracının Ay yüzeyine sert iniş yapması sağlandı. Astronotlann daha önce­den Ay yüzeyine yerleştirdikleri sismograflar da uzay aracının çarpmasından ileri gelen sarsıntıyı ölçtü ve bu ölçümler bilim adamları­na Ay'daki kayaçlar konusunda yeni bilgiler sağladı. Ay'daki bu sismograflar aynca bazı doğal sarsıntıları da kaydetmiştir. Bunlardan bir bölümünün nedeni Ay'a düşen göktaşlan, bir bölümününki de Ay'ın derinliklerinden gelen deprem dalgalandır.
Bilim adamlannı en çok ilgilendiren göz­lemlerden biri de Ay'daki çekim kuvvetinin düzensizliği ya da sapmalan olmuştur. Bu düzensizliğin, Ay yüzeyinin kabaca 50 km altında bulunan ve "maskon" adıyla anılan kütle yoğunlaşmalanndan kaynaklandığı sa­nılmaktadır. Bir başka ilginç gözlem de Ay yüzeyinde, hem yönü, hem şiddeti değişen, beklenmedik ölçüde kuvvetli magnetik alan-lann bulunmasıdır. Oysa Ay'ın bütün yüze­yindeki genel magnetik alan (ya da mıknatısla­ma etkisi) son derece zayıftır. Bu durum Ay'ın merkezinde Dünya'daki gibi demir ve nikelden oluşmuş bir çekirdeğin bulunmadığı­nı gösterir.
Ay, Dünya'da yapılması çok güç olan birçok deneyin yapılabileceği özgün bir labo-ratuvardır. Bu gökcisminde atmosfer bulun­madığı için bilim adamlan uzayı daha kolay inceleyebilirler. Astronomi bilginleri bu amaçla Ay'da uzay istasyonlan kurmayı tasar­lıyorlar. Apollo uçuşlanndan sonra Ay'a in­sanlı uzay araçlan gönderilmedi. İleride bu konu yeniden gündeme gelse bile Ay'daki yaşamın alıştığımız koşullardaki yaşama ben­zemeyeceği kesindir.
AY. Bugün kullanılan takvimde bir yıllık zaman dilimi "ay" denen 12 bölüme aynlmış-tır. Bazı aylar 31, bazılan 30 günlüktür; yalnız şubat ayı, 29 gün çektiği artıkyıllar dışında 28 gündür.
Bu zaman diliminin adı doğrudan doğruya Dünya'nın uydusu olan Ay'dan gelir. Çünkü eskiçağlarda hazırlanan ilk takvimlerde, yeni­aydan yeniaya kadar geçen süre (yaklaşık 29 Vı gün) bir ay olarak alınmıştı. Böylece, güneş batınımdan sonra gökyüzünde ince bir hilal belirdiğinde yeni bir ay başlar ve her ay ya 29, ya 30 gün sürerdi. Bu temele dayanan takvim­ler kullanışlı olmadığı için sonradan bırakıldı. Bugün kullandığımız takvimdeki aylar hiçbir gökcisminin hareketine denk düşmez.
Türkiye'de bugüne kadar birkaç değişik takvim kullanılmış, aylann adlan da o takvi­min alındığı kaynağa bağlı olarak değişmiştir. Örneğin 19. yüzyıla kadar Araplar'ca hazırla­nan hicri takvim kullanıldığından aylann adı Arapça'dan dilimize aktarılmıştı: Muharrem, safer, rebiyülevvel, rebiyülâhır, cemaziyülev-vel, cemaziyülâhır, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade ve zilhicce. 19. yüzyıl ortala-nnda hicri takvim daha çok günlük işlerde kullanılırken, Jülyen takvimine dayanan rumi takvim de maliye işlerinde kullanılmak üzere benimsendi. Bu takvimdeki ay adlarının bir bölümü Arapça'dan, bir bölümü Roma takvi­minden, bir bölümü de Süryanice'den dilimi­ze geçmiştir. 1926'dan bu yana kullandığımız, Gregoryen takvime dayalı miladi takvimdeki ay adlan da büyük ölçüde rumi takvimden alınmadır. Yalnız teşrinievvel, teşrinisani, kâ­nunuevvel ve kânunusani gibi Arapça kökenli dört ay adı 1945'te sırasıyla ekim, kasım, aralık ve ocak olarak Türkçeleştirilmiştir. (Ayrıca bak. TAKVİM.)
Ocak ayının adı büyük olasılıkla bu kış ayındaki soğuklan çağnştıran ateş ocağından gelir. Şubat ayının adı Süryanice kökenli "şabuto" sözcüğüdür. Ok anlamındaki bu sözcüğün neden bu aya ad olduğu biline­miyor.
Latince kökenli olan mart sözcüğü, Roma-lılar'ın savaş tannsı Mars'tan kaynaklanmış­tır. Bahann gelişiyle birlikte hem savaş mevsi­minin başladığını, hem de doğanın yeniden canlandığını düşünen Romalılar yılın bu ayını tanrı Mars'a adamış ve onun adıyla anmışlardı.
Nisan ayının adı da Süryanice "nisano" sözcüğünden gelir. Hem kuzu, hem gelin anlamındaki bu sözcük, koyunların yavrula­maya başladığı ve doğanın bir gelin gibi süslendiği bu aya ad olmuştur.
Mayıs ayının adı büyük olasılıkla Yunan tanrıçası Maia'dan alınmadır. Yunan mitolo­jisinde Maia, Hermes'in annesi ve Zeus'un oğullarından Arkas'ın sütannesidir. Ekinlerin büyüyüp olgunlaştığı bu aya Maia'nm adı bu nedenle verilmiş olsa gerek.
Haziran sözcüğünün kökeni Süryanice "he-ziro" dur. Besin anlamındaki bu sözcüğün de doğanın bereketini simgelemek için kullanıl­dığı sanılıyor. Temmuz ayının adı da gene Süryanice "tamız" dan gelmedir ve tektannlı dinlerin doğuşundan önce tapınılan Pers tan­rılarından birinin adıdır.
Ağustos ayı, Roma imparatorlarından Au-gustus Caesar'ın anısına bu adla anılmış ve Roma takviminden dilimize geçmiştir. Eylül ayının adı da Süryanice "ilul" dan gelmedir ve gene Pers tanrılarından birinin adıdır.
Türkçe kökenli olan ekim adı, ekim zamanı olduğu için bu aya verilmiştir. Arapça'dan dilimize geçen ve "bölen" anlamına gelen kasım ile Türkçe kökenli aralık adlarının bu aylara hangi amaçla verildiği ise bilinemiyor.

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
Son düzenleyen Safi; 31 Mart 2016 22:15