Arama


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
16 Eylül 2008       Mesaj #3
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Türk Mutfağı
Türk mutfağı geçirdiği tarihsel evrim, yemek çeşitleri, hazırlama ve pişirme yöntemleriyle dünyanın sayılı mutfakları arasında yer alır. Orta Asya'dan Anadolu'ya gelinceye kadar Türkler'in geçirdikleri aşamalar ve uyum sağ­layıp özümledikleri yeni kültürler çok zengin bir mutfak geleneğinin oluşmasına yol aç­mıştır.

Eski Türkler'de toplum düzeninin yemekle yakın bir ilişkisi vardı. Sık sık bol yemek ve içki ikram edilen toylar, şölenler düzenlerler­di. Hanların, beylerin bu tür ziyafetler düzen­lemesi, halkına türlü ikramlarda bulunması köklü bir gelenekti.

Eski Türkler'de "Ülüş" adlı verilen bir ge­leneğe göre toplu yemeklerde herkesin ortaya getirilen bir kızarmış koyunun neresinden yiyeceği, özellikle Oğuz boyları arasında, ön­ceden belirlenirdi.

Göçebe yaşamının ve hayvancılığın yanı sı­ra tarımla da uğraşan Orta Asya Türkleri'nin yemeklerinin temel öğesini et, süt, yağ ve pey­nir gibi hayvansal ürünler oluşturuyordu. Özellikle yoğurt tek başına ya da başka ye­meklerde katkı maddesi olarak önemli bir yer tutardı. Yiyecekler arasında önemli bir yeri olan ekmeğin yanı sıra, un ve bulgura dayalı yemek çeşitlerinin ana öğesini un ve et oluştu­rurdu. Eski Türk yemeklerinden biri olan mantıya benzeyen "tutmaç" besin değeri yük­sek, doyurucu bir yemekti. "Kavut" adı ver­dikleri tatlılarını ise arpa ununa pekmez kata­rak hazırlarlardı. Zengin et yemekleri arasın­da bumbar (bağırsak dolması), sucuk, kebap reşitleri, işkembe çorbası, kavurma, közleme, cülleme, pastırma ve yahni çeşitleri sayıla­bilir.

Türkler'in İslam dinini kabulünden sonraki fonemlere ilişkin, en eskileri 11. yüzyıldan kalma belli başlı kaynaklarda da eski yemek kültürünün fazla değişikliğe uğramadan sür­düğünü görüyoruz. Türk diline ve kültürüne ilişkin eski kaynaklardan Kâşgarlı Mahmud' un Divanü Lügati't-Türk adlı sözlüğü ile Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı man­zum yapıtında yemek çeşitleri ve yemekle ilgi­li gelenekler üstüne pek çok bilgi vardır. Oğuzlar'ın geleneksel sözlü destanlarının ya­zıya geçirilmiş örneklerinden biri olan Dede Korkut Hikâyeleri de Türkler'in daha sonraki toplumsal yaşamıyla ilgili çok değerli bilgiler içermesi yanında, yemek adlan ve gelenekle­riyle ilgili bilgileri de bize kadar ulaştırmakta­dır (bak. Dede Korkut hikâyeleri).

11. yüzyıldan başlayarak Anadolu'da yeni bir kültür ortamı içine giren Türkler, eski alış­kanlıklarını korumakla birlikte, yemek kültü­rü açısından birçok yeniliklere uyum sağla­mışlardır. Sebze yemeklerinin eskisine göre daha da artıp zenginleşmesi, tereyağının ya­nında Anadolu'da tanıdıklan zeytinyağını da kullanmaya başlamaları söz konusu değişik­liklerin başında gelir.

Osmanlılar döneminde hayvancılığın yanın­da tahıl üretimi de önem kazandığı için bu iki üretim alanının ürünleri, bu dönemdeki Türk mutfağında belirleyici olmuştur. Osmanlılar' da birkaç tür mutfak geleneğinden söz edile­bilir. Osmanlı sarayında ve paşa konaklarında sık sık görkemli ziyafetler verilirdi. Topkapı Sarayı'nda padişahın kendisi için özel olarak pişirilecek yemekler "Kuşhane" adı verilen mutfakta "Kuşçubaşı" unvanını taşıyan gö­revli tarafından hazırlanırdı. Valide sultan, sultanlar, şehzadeler ve haremde yaşayanlar için ise "Has mutfak"ta yemek hazırlanırdı. Tatlı türünden yiyecekler de "Helvahane" de­nilen mutfaklarda pişirilirdi. Ayrıca saray gö­revlilerinin tümü için rütbe ve sınıflarına göre başka mutfaklar da vardı ve buralarda o gö­revliler için ayrı yemek hazırlanırdı. Osmanlı döneminden kalma yazma yemek kitapları ile günümüz yemek kitaplarında saray ve konak yemeklerinin özelliklerini yansıtan adlara rastlanır: Helvâ-yı hâkâni (padişah helvası), hünkârbeğendi, saray kadayıfı, saray ekmeği, vezirparmağı.

Saray ve konak mutfaklarının dışında kalan ve daha çok yöresel özellikler taşıyan halk mutfağı da et ve tahıl temeline dayanıyordu. Halkın et ve sebzeyi taze olarak tüketmesi ya­nında kurutma ve kavurma yöntemiyle sakla­ma alışkanlığı da vardı. Ayrıca etin çeşitli ba­haratla karıştırılarak pastırma ve sucuk biçi­minde saklanması da eski bir yöntem olarak sürdürülüyordu. Halk mutfağında yer yer sebzeler ve yaban otları da et, bulgur, pirinç ve yoğurtla karışık yemekler yapımında kulla­nılırdı. Halkın bu dönemde ekmek türünden yiyeceklerle çok çeşitli tatlılar da yaptığı bilin­mektedir.

Türkler ile Osmanlı İmparatorluğu'nda ya­şayan öteki halklar arasındaki karşılıklı etki­leşim yemek çeşitlerine ve pişirme yöntemle­rine de yansımıştır. Özellikle Balkan ülkele­rindeki yemek adlarında, yapılışlarında ve bunların yapımında büyük bir Türk etkisi gö­ze çarpar. Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra öteki alanlarda olduğu gibi mutfak ala­nında da hızlı bir batılılaşma oldu. Aslında batı yemekleri ve özellikle azınlıkların etkisiy­le başta balık olmak üzere karides ve istiridye gibi deniz ürünleri birkaç yüzyıl önceden ya­vaş yavaş saraya ve zengin konaklarına girme­ye başlamıştı. 19. yüzyılda İtalyan ve Fransız mutfakları yemek adlarıyla birlikte Türk mut­fağını etkilemiştir.

İkinci Meşrutiyet'in ilanından (1908) Cum-huriyet'in ilanına kadar (1923) geçen dönem içinde ve bu tarihten sonra batı yemekleri da­ha da yaygınlaşmıştır. Köy, kasaba ve küçük kentlerde ise Türk mutfağı yerel özelliklerini korumaktadır. Günümüz Türk mutfağında yoğurt, bulgur, tarhana ve hamur işleri gibi geleneksel yiyeceklerin ağırlığı sürmektedir. Kentlerde ilk yemek olarak içilen çorba, köy­lerde sabah kahvaltısı yerini de tutar. Türk mutfağının çok sevilen yemekleri arasında pi­lav, dolma, sarmalar ve börek sayılabilir.



"Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica"