Arama

Divan Edebiyatı - Tek Mesaj #21

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Eylül 2008       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Divan Edebiyatı,

Türklerin İslam dinini benimsedikten sonra, Arap ve İran edebiyatı­nın da etkisiyle oluşturdukları edebiyattır. İs­lam dini Türklerin yaşamında da değişime yol açtı. Bu değişim dil ve edebiyat alanında Arapça ve Farsça sözcüklerin dile girmesi ya­nında bu dillerin anlatım biçimlerinin benim­senmesiyle de kendini gösterdi. Osmanlı Dev­leti döneminde Anadolu'da biçimlenen Divan edebiyatı 20. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürdü. Bu edebiyata Divan edebiyatı den­mesinde, şairlerin şiirlerini belirli bir düzen içinde toplayarak "divan"' denen bir kitap oluşturmalarının etkisi vardır.

Türkler, Müslüman olmadan önce, Uzak­doğu ve Orta Asya'da birçok devlet kurmuş, başta Göktürk ve Uygur alfabeleriyle olmak üzere, konuşulan dili yazıya geçirmiş ve bir yazı dili geliştirmişti. 8. yüzyıldan sonra, İs­lam dinini benimsemeye başlayan Türklerin İslam kültürü ile tanışmalarında Araplardan çok İranlıların etkisi olmuştu. İranlı­lar ise önceleri yalnızca İslam dinini değil, Arap dili ve edebiyatını da benimsemişti.
Ad:  Divan Edebiyatı.jpg
Gösterim: 396
Boyut:  55.1 KB
Divan Edebiyatında Dil
Ortaçağda Avrupa'da Hıristiyanların ortak dili Latince olduğu gibi, İslam toplumlarında da ortak dil Arapçaydı. Çünkü Kuran dili Arapçaydı. İranlılar, Abbasilerin egemenliği altında yaşarken kültür ve edebiyatla başla­yan canlanmanın sonunda yeni bir dil oluştur­dular ve Yeni Farsça diye adlandırılan bir dil­le 9. yüzyılda kendi edebiyat ürünlerini ver­meye başladılar. Türk edebiyatını etkileyen de özellikle bu ürünler oldu.
Anadolu'da kurulan Türk devletlerinin res­mi yazışma dili Arapça ve Farsça olmaya baş­ladıktan sonra, bu durum edebiyatı da etkile­di ve özellikle devlet adamları çevresinde, on­ların koruduğu şairler ve yazarlar, Arapça ve Farsçayı, Türkçeye yeğlemeye başladılar. Selçuklu sultanlarının ve şehzadelerinin İran kültürünü iyi bilen ve onunla yakından ilgile­nen kişiler oldukları, saraylarını şairlere aç­tıkları, onları özendirerek birçok yapıtın orta­ya çıkmasına yardımcı oldukları bilinmektedir. Osmanlı Devleti döneminde de bü­tün bu dillerin karışımıyla Osmanlıca denen dil ortaya çıktı. Divan edebiyatı ürünleri de bu dille veriliyordu.

Divan Edebiyatında Nazım
Nazım sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" de­mektir. Ama genel olarak şiir anlamında kul­lanılır. Divan edebiyatı, özellikle şiir türünde yoğunluk kazanmış bir edebiyattır. Bu neden­le daha çok Divan şiirinin yapısı üzerinde durmak gerekir. Divan şairine göre söz düzgün, kusursuz, yerinde ve sanatsal bir hüner taşıya­cak biçimde söylendiğinde şiir olur. Bunun da kuralları vardır. Divan şairi şiir kurallarını Arap ve İran edebiyatından almıştır. Aruz öl­çülerinden Türkçenin yapısına en uygun olanları seçmiştir. Bütün İslam toplumları için geçerli olan konular, Divan şa­irinin esin kaynağı olmuştur. Divan şairi daha çok Kuran, Hz. Muhammed'in sözlerini içe­ren hadisler, peygamber ve kutsal kişilere iliş­kin öyküler, tasavvufun ortaya attığı konular, ünlü bir İran efsanesini ko­nu alan Şehname adlı yapıt ile Türk kültürü­ne ilişkin öğelerden yararlanmıştır.
Divan şairi bu konulardan aldığı esinleri aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazar. Şiirde her satıra dize ya da mısra denir. Şiirde en küçük birim dize ol­makla birlikte Divan şiirinde en küçük birim beyittir. Sözcük olarak "ev" anlamına gelen beyit, iki mısradan (dize) oluşur. Mısra da çift kanatlı bir kapının kanatlarından birine veri­len addır. Beytin bir anlam taşıması gerekir. Şair de bu iki dize içinde anlamlı bir söz orta­ya çıkarmaya çalışan kişidir.

Divan Şiirinin Nazım Biçimleri
Ölçülü ve uyaklı söz ya da yazıya "manzum", "manzume" denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümüne de nazım biçimi denir.
Divan şiirinde en çok kullanılan nazım bi­çimleri şunlardır:
Kıta, dört dizeden oluşur. Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı olan iki beyitlik nazım biçimidir. İki beyitten daha fazla (10, 15 beyit kadar) olan­ları da vardır; bunlara da kıta-i kebire (büyük kıta) denir.

Rubai, aynı vezinle söylenen dört dizelik bağımsız nazım biçimidir. Birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır.
Murabba, bent adı verilen dört dizelik kıta­lardan oluşur. Genellikle ilk dörtlüğün bütün dizeleri aynı uyakla, öteki dörtlüklerin son di­zeleri, ilk dizenin uyağıyla, öbür dizeler ayrı uyakla yazılır (aaaa-bbba... gibi).
Şarkı, biçim bakımından murabbanın aynı­dır. Şarkıda genellikle ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü dizeleri, öteki dörtlüklerin dördün­cü dizesi olarak yinelenir. Buna nakarat de­nir. Şarkı biçimi Türk edebiyatına özgüdür. Bestelenmek için yazılır. Bu nedenle müziğe uygun kalıplar kullanılır. Nedim, Divan şiiri­nin en güzel şarkılarını yazmıştır.
Muhammes, bent denilen her bölümü beş dizeden oluşan nazım biçimidir. İlk bendinin dördüncü ve beşinci dizeleri ya da yalnızca beşinci dizesi, öteki bentlerin sonunda yinele­niyorsa buna tekrarlı muhammes anlamına gelen muhammes-i mütekerrir denir. Uyak düzeni ise genellikle "aaaaa-bbbaa-cccaa" bi­çimindedir.
Müseddes, her bendi altışar dizeden oluşan nazım biçimidir. Altı dizenin son iki dizesinin nakarat olarak yazıldığı müseddesler de vardır.
Terciibent ve terkibibent, bentlerden (bölümlerden) oluşan uzun şiirlerdir. Her bent kendi içinde iki bölümlüdür. Bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir. Bentlerin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır. Uyak düzeni şöy­ledir: "aa xa xa xa bb cc xc xc xc xc dd" şeklindedir. Burada­ki bb ve dd dizelerine vasıta beyti denir. Ter­ciibentlerde bu vasıta beyti, her bendin so­nunda nakarat olarak kullanılır. Bu nazım bi­çimiyle yazılan şiirlerin konusu genellikle, şai­rin yaşamdan, yazgısından şikâyeti, din ve fel­sefe ile ilgili düşünceleri ve toplumsal yergile­ridir.
Gazel, Divan şiirinde en çok kullanılan na­zım biçimidir. İlk beytin dizeleri kendi ara­sında uyaklı, öteki beyitlerden birinin dizeleri serbest, ikinci dizeleri ilk beytin uyağına göre yazılır.
Taştir, başka bir şairin gazelinin iki dizesi arasına başka bir beytin eklenmesidir. Taştir yaparken gazelin konusuna uymak gerekir. Şair bir gazel beytinin üstüne üç dize daha eklemişse buna da tahmis (beşleme) denir.
Müstezat, sözcük anlamıyla "artırılmış, ço­ğaltılmış" demektir. Gazelin özel bir biçimi­dir. Uzun dizelere "ziyade" denilen kısa bir dize ekleyerek yazılır.
Örnek:
Sen kim gelesin meclise bir yer mi bu­lunmaz
Baş üzre yerin var.
Nedim
Kaside, Divan şiirinin en çok kullanılan na­zım biçimidir. Musammat, murabba, şarkı, muhammes, terkibibent ve terciibent gibi nazım biçimleri­nin ortak adıdır.
Mesnevi, Divan şiirinin en sık kullanılan nazım biçimlerindendir. Beş mesneviden olu­şan yapıta ise hamse denir.

Divan Şiirinin Konuları ve Özellikleri
Bir şairin divanında işlediği konular da belli bir düzene göre sıralanır. Genellikle bütün di­vanlar aynı sırayı izler. Önsöz (mukadde­me) besmele ile başlar, yer yer şiirlerle süs­lenmiş düzyazı ile yazılırdı. İkinci bölümde kasideler yer alır. Tanrı sevgisini dile getiren kasideler (münacat), Hz. Muhammed'i öven kasideler (naat), zamanın din büyüklerini, padişahları ve devlet büyüklerini öven kasideler art arda dizilir. Üçüncü bölüm tarihlerdir. Arap alfa­besinde her harfe sayısal bir karşılık düşünül­müş ve bundan yararlanarak harflerle sayı be­lirtme yoluna gidilmiştir. Harflerin sayısal de­ğerlerini hesaplamaya da "ebced hesabı" de­nir. Ebced hesabına göre ünlü kişilerin doğum ve ölüm tarihleri, bazı anıt ve yapıların yapı­mının bitirildiği günlerin tarihleri ya da önem­li olayların tarihleri ebced hesabıyla şiirlere geçer. Dördüncü bölümde musammatlar yer alır. Beşinci bölümde gazeller; altıncı bölüm­de rubailer; yedinci bölümde ise müfret de­nen tek tek beyitler ve mısrai azade denen tek tek dizeler olur. Şair divanını bu düzende ha­zırladıktan sonra yapıtı kitap haline getirmek üzere hattatlara (güzel yazı ustası) verirdi. Henüz baskı makineleri geliştirilmeden önce kitaplar elle yazılarak çoğaltılırdı. Yapıtın sayfaları çoğu zaman çeşitli desenlerle süsle­nir ve kitap ciltlenirdi. Böylece elyazması bir kitap biçimine dönüşen divan, çoğu kez döne­min önde gelen devlet adamına ya da padişa­ha sunulurdu. Padişah, saray şairlerine yapıtı incelettirir, beğenirse şairi "huzuruna" çağı­rır, onunla görüşür ve şaire para ya da çeşitli armağanlar verirdi.
Ortaya çıkan yapıt, döneminin özellikleri­ni, zevklerini, sanat anlayışını, inançlarını ve bilgilerini taşırdı; ama yaşam pek çok biçimiy­le yansımazdı. Divan şairi kendisini sürekli acı çeken bir âşık olarak tanıtır ve dünyaya o gözle bakardı. Divan şairinin sevgilisi ay gibi yuvarlak yüzlü ve güzeldir. O hem aydır, hem de güneş. Boyu mızrak gibi uzun ve düzdür. Yürürken servi gibi salınır. Saçları sümbül, yanakları lale ya da gül, gözleri nergis, kaşları yay, kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyudur. Beli kıldan incedir. Sevgilinin duda­ğı ölümsüzlük suyu (abıhayat) niteliğinde­dir. Ayağının tozu âşığın gözüne sürme yerine geçer. Âşığının gözyaşı Nil ya da Fırat ırmak­ları gibi akar. Bir yandan rakibi, bir yandan acı çektiren sevgilisi nedeniyle beladan kurtu­lamaz. Bu tür benzetmeleri hemen hemen her Divan şairi kullanmıştır. Bu kalıplaşmış ben­zetmelere "mazmun" denir. Hangi şair bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçim­de kullanmışsa o iyi bir şair sayılırdı.
Divan şiirinde doğa öğeleri de bol bol kul­lanılmıştır. Şair için doğa, şiirdeki hünerini göstermek için bir araçtır. Ama şair, doğayı gerçek görünümüyle, kendi gözü ile görmek­ten çok, kendinden önce gelen usta şairlerin gözü ile görmeye çalışır. Divan şiirinde doğa daha çok kasidelerde ve mesnevilerde yer alır. Doğada iki mevsim çok işlenmiştir; ba­har ve kış. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şuaiye denir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Baharı bir sultana ben­zetir. Bahar sultanı ordusunu toplamış, kış sultanına hücum ederek onu yenmiştir. Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", bahariye türünün en güzel örneğidir. Bahar betimlemelerinde en çok gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi söz­cükler kullanılır. Divan şairine göre Dahar ya­şam, canlılık demektir. Kış ise can sıkıcıdır, bunaltıcıdır ve zalim bir padişaha benzetilir.
Belli doğa öğelerinin çokça kullanılmasına karşın orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi doğanın öteki öğeleri Divan şiirinde hemen hemen hiç kullanılmamıştır. Örneğin Divan şiirinde kayıklar vardır ama deniz hiç yoktur. Divan şiirinde anlatılanlar, gerçek olmaktan çok bilerek yapaylaştırılmıştır. Örneğin Di­van şairi, bağış beklediği kişileri nasıl abartılı bir biçimde övmüşse, sevmediği ya da zarar gördüğü kişiyi de o oranda yermiştir.

Divan Şiirinde Söz Sanatları

Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin in­celiklerini bilmesi ve pek çok şiiri ezberinde bulundurması, ayrıca söz sanatlarına da önem vermesi gerekiyordu. Bu amaçla hüsn-i ca'lil ve teşbih sanatını çok sık kullandı. "Güzel ne­den bulma" anlamına gelen hüsn-ü ta'lil, ne­deni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklamak ve anlamlandırmak sanatıdır "Benzetme" anlamına teşbih ise, bir du­rumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir oluşa, bir varlığa benzetmekti. Ama bunu yaparken, benzeyenle benzetilen arasındaki ortak özellik çok önemlidir Bir anlam bulunduktan sonra, aruz ölçüsüne göre sıralanan sözcükler, bu anlamı içermeli, hem de doğal söyleniş biçimini yitirmemelidir. Bu­nun için güzel söz söyleme sanatı demek olan belagat ve şiir sanatını iyi bilmek gerekiyor­du. Divan şairi için benzetilenler, daha doğru­su neyin neye benzetileceği iyice belliydi ve kalıplaşmıştı; çünkü şiirde yararlanılan öğeler yüzyıllar boyunca birikmişti. Halta, acemi şa­irler güçlük çekmesin diye, benzetme sözcük­lerini, sözcüğün birkaç anlamını, mecaz deni­len, kendi anlamıyla kullanılmayıp, benzetme yoluyla başka anlamda kullanılan sözcükleri ve şiirlerde geçen efsaneleri, kahramanları içeren kitaplar hazırlanmış, kafiye (uyak) lis­telen düzenlenmişti. Yeni bir şiirde benzetme yönü biraz farklı olsa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi. Buna karşın, asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla sağlanırdı. Bunun dışında öte­ki söz hüneriyle şiirin çağrışım alanı genişleti­lir ve anlam güçlendirilirdi. Böylece bir sözcü­ğe ya da deyime, şairin kullandığı dili iyi bil­mesi oranında anan anlamlar yüklenmiş oluyordu.

Divan Edebiyatında Düzyazı
Divan edebiyatında düzyazı (nesir) şiir kadar yer tutmaz. Bununla birlikte tezkire, tarih, seyahatname, siyasetname (siyasal konuları içeren kitap), münşeat, sefaretname (elçilerin yazdığı kitap) gibi düzyazıyla yazılmış çok çe­şitli türler vardı. Düzyazıda da tıpkı şiirde ol­duğu gibi, anlatılanlardan çok anlatma biçimi­ne özen gösterilmiş, ses ve söz oyunlarına sık sık başvurulmuştur. Bu nedenle Divan edebi­yatında düzyazıya "kurma, yapma, düzenle­me" anlamına gelen inşa adı verilmiştir.
Resmi ve özel mektuplardan, çeşitli yazılar­dan oluşan yapıtlara münşeat denir. Tezkire­ler ise şair, yazar ve hattatların yaşam öykülerini içeren yapıtlardır. Bu yapıtlarda bilgi vermenin yanı sıra, tezkire yazarı düzyazıdaki üstünlüğünü göstermek için çeşitli söz sanat­larına başvurur. Söz sanatlarına önem veren tarih kitapları da Divan edebiyatı ürünleri arasındadır.
Tarih yazımında, olayların nedenlerini ve sonuçlarını irdelemekten çok, olduğu gibi an­latması yeğlenmiştir.

Yüzyıllara Göre Divan Edebiyatı
Eldeki yazılı kaynaklara göre. Divan edebiyatının Anadolu'daki ilk ürünlerinin ortaya çıkışı 13. yüzyıl başlarındadır. Anadolu'da bu edebiyatın ilk ürünleri olan Mevlana Celaled-din Rumi'nin yapıtları tümüyle Farsça yazıl­mıştı. Buna karşın bu yapıtlar Divan edebiya­tını derinden etkileyen yapıtlardır. Divan edebiyatının bu yüzyıldaki bir büyük şairi de Hoca Dehhani'dir.
13. yüzyılda Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, İran edebiyatında özellikle Firdevsi'ye öykünen şiirler yazmıştır. Şiirlerinde dili yalın ve benzetmeleri basittir.

14. yüzyılda Divan edebiyatı büyük ilerle­me gösterdi. Her biri birer kültür merkezi olan Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Si­vas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kentlerde şairler, yazarlar birçok yapıt yazdılar. Bunla­rın çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı.
15. yüzyılda İran edebiyatındaki konular da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdık­ları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı Hurşidnâme, Süleyman Çele-bi'nin (1351–1422) Vesiletü'n-Necât başlığını taşımakla birlikte "Mevlid" adıyla bilinen ün­lü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmış­tır.
16. yüzyıl, Divan edebiyatının özellikle şiir alanında en parlak dönemi oldu; büyük şair­ler yetişti. Bâkî'nin ünü Osmanlı ülkesinde yaygınlaştı (bak. bâki). Anadolu toprakları dışında da Fuzuli gibi bir şairin varlığı ile Divan şiiri, etkisinde kaldığı İran şiiri ile boy ölçüşebilecek duruma geldi.
17. yüzyılda da Divan edebiyatında sanatsal üstünlük, İran edebiyatından geri değildir. Divan şairleri, şiirlerinde "fahriye" denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığı­nın doruğuna çıkarlardı. Bu yüzyılda Nabi ve Türk edebiyatının en güçlü yergi şairi Nef i yaşadı.
18. yüzyılda Divan edebiyatı en özgün şairlerinden olan Nedim'i ve Şeyh Galib'i (1758–99), yetiştirdikten sonra bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle Nedim ve Nabi'nin etkisinde kalmışlar, yeni ve özgün yapıtlar ortaya koyamamışlardır.
19. yüzyılda, Divan edebiyatına dili ve sanatsal özellikleri açısından ilk eleştiriyi geti­ren Namık Kemal'den sonra, bu edebiyat önemini yitirdi. Tanzimat'la birlikte gelişen batı etkisinde Türk edebiyatında yeni biçim­ler, konular denenmeye başlandı. Dilde yeni­leşme, Türkçeyi öbür dillerden arındırma çabaları ile ulusal bir edebiyat akımı güç kazanmaya başladı.


MsXLabs.org & Temel Britannica
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 12:56