DİN
MsXLabs.org & Temel Britannica İnsanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını gizemsel nitelikteki güçlere bağlayarak açıklamaya yönelmeleri dinleri doğurmuştur. İlk insanlar yaşadıkları çevre dışındaki dünyaya ilişkin pek az şey biliyorlardı. Yağmuru ve gün ışığını, fırtınaları ve depremleri, Güneş ve Ay tutulmalarını açıklayıcı bilimsel bilgiden yoksundular. Bilgisizlikleri yüzünden bu gibi olayların ırmaklar, ağaçlar ya da dağlarda yaşayan ruhlarca denetlendiği kanısına vardılar. İlkel atalarımız bu ruhların kimi zaman insanlardan hoşnut olduklarına, kimi zaman da onlara öfkelendiklerine inanırlardı. Ruhların kendilerine iyi davranmalarını ve yardım etmelerini sağlamak için özel törenler düzenler, onlardan yağmur ve bol av göndermelerini isterlerdi. İlkel kabilelerin çoğu hayvan, bitki hatta cansız nesnelerin kabilenin güvenliği ve rahatı için özel bir önem taşıdığına inanırdı. Totem olarak adlandırılan bu kutsal nesneye büyük saygı gösterilirdi. Kabilenin totemi hangi hayvan, bitki ya da nesneyse, çoğunlukla kabilenin bu totemin soyundan geldiğine inanılır, totem ve kabilenin birbirine yardım etme, birbirini koruma zorunda oldukları düşünülürdü. Aynı zamanda kimi nesneler ve davranışlar tabu sayılır, her ne olursa olsun bunlardan kaçınılması gerektiğine inanılırdı. Dünyanın birçok yerinde hâlâ varlığını koruyan bu türden inanç ve gelenekler bilimsel bilgi yaygınlaştıkça yok olmaktadır. İnsanların köylerde ve kasabalarda yerleşik bir yaşam sürmeye başlamasıyla daha gelişkin dinler ortaya çıktı. Bu dinler ilk önce Mısır ve Mezopotamya gibi yörelerdeki büyük ırmakların vadilerinde, suyun bol, koşulların elverişli olduğu yerlerde doğdu. Buralarda yaşayanlar, yarı göçebe insanların rastlantılara dayalı yaşama biçimlerini bırakarak, tarıma dayanan yerleşik toplumlar kurdular. Koyun ve sığır beslediler, topraktan her yıl düzenli ürün aldılar. Güneş ısısı, Ay ışığı, ekim ve hasat zamanları yaşamlarında önem kazandı. Ekim ve hasat zamanının mevsimlerin değişimine bağlı olduğunu öğrenmişlerdi. Bu değişimleri kutlamak için dinsel şölenler düzenlemeye başladılar. Sıradan insanlara göre daha bilgili olan rahipler, mevsimlerdeki değişimlerin Güneş ve öbür gökcisimleriyle ilgili olduğunu kavradılar; böylece bunların da dinlerde yeri oldu. Sunaklar ve tapmaklar yaptılar, karmaşık tapınma ve adak törenleri ortaya çıktı ve rahipler toplumun en önemli kişileri arasında yer almaya başladı; bazı din kuralları yazıya döküldü. Günümüz dünyasında hâlâ önemlerini koruyan gelişmiş dinler İÖ 500 dolayında yaşayan bilge kişilerle başladı ve onlardan etkilendi. İÖ 6. yüzyılda Çin'de Konfüçyüs ve Laozi, Hindistan'da ise Gautama Buda gibi büyük düşünürler yaşadı. Yaklaşık aynı dönemde Filistin'de Yahudi peygamberleri İşaya ve Hezekiel yaşamaktaydı. Hıristiyanlık İS 1. yüzyılda İsa, Müslümanlık ise İS 7. yüzyılda Hz. Muhammed ile birlikte ortaya çıktı. Günümüzde dünyada 1 milyarı aşkın Hıristiyan, 555 milyon dolayında Müslüman, 463 milyondan fazla Hindu, yaklaşık 246 milyon Budacı, 171 milyon kadar Konfüçyüsçü ve Taocu, 17 milyon kadar da Musevi vardır. İnsanların hangi dine bağlı oldukları tam olarak bilinemeyeceği için bu sayılar kesin değildir. Uzakdoğu Dinleri Çin, temel olarak üç din ve ahlak sisteminin etkisinde kaldı: Konfüçyüsçülük, Taoculuk ve Budacılık. İlk ikisi Çin'de doğduysa da, Bu-dacılık İS 1. ya da 2. yüzyılda Hindistan'dan geldi. Konfüçyüsçülük 1911 Devrimi'ne kadar Çin'in resmi dini olarak kabul edildi. Müslümanlık Çin'e 7. yüzyılda girdi. Gerçek etkisi 13. yüzyıldan sonra görülmeye başladı. Bugün Çin'de 20 milyon dolayında Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Çin'e 7. yüzyılda giren Hıristiyanlık bir süre parlak bir dönem yaşadıktan sonra 900'lerde etkisini yitirdi; ama 13. ve 16. yüzyıllarda batıdan gelen misyonerlerin çabalarıyla yeniden yaygınlık kazandı. İÖ 6. yüzyılda yaşayan Konfüçyüs'ün düşünceleri Asya'nın doğusundaki tüm uygarlıkları etkiledi. Konfüçyüs hükümdarların değil, halkın mutluluğuna önem veriyordu. İnsancıl, doğal ve yalın bir kişiliğe sahipti. Öğretisinin temelinde erdem, sevgi ve hoşgörü vardı. Konfüçyüs'ün amacı yeni bir din kurmak değil, eski değerleri dirilterek geleneksel top
lum ve devlet düzenini canlandırmaktı. Ana babaya sevgiyi, ilişkilerde karşılıklı dürüstlüğü ve saygıyı öğütledi. Çin'de Han Hanedanı (İÖ 206-İS 221) döneminde Konfüçyüsçülük devlet dini oldu. Konfüçyüs kendinden önceki bilgelerin yazılarını bir araya getirdi. Kendisinin "yaratıcı değil, iletici olduğunu", yeni düşünceler yaratmadığını, yalnızca ilk düşünürlerin öğretisini ve düşüncelerini aktardığını ileri sürdü. Gene de gerek kendisi gerek izleyicileri Çinlilerin yaşamında derin izler bıraktılar. "Başkalarının sana yapmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma" ilkesi Konfüçyüs'ün ahlak öğretisini özetler. Taoculuk, Konfüçyüs'ten yaklaşık 50 yıl önce doğan Laozi tarafından kuruldu. Laozi'ye ilişkin çok az şey bilinir, hatta Taocu-luk'un temeli olan kitapçığı onun yazdığı bile kesin değildir. Tao sözcüğü çoğu kez "Yol" olarak çevrilebilir; ama anlamının tek bir sözcükle açıklanabilmesi olanaksızdır. Laozi insanların özverili davranmayı öğrenmelerini, nazik, alçakgönüllü ve bağışlayıcı olmaya çalışmalarını öğütlemiştir. Budacılık Gautama Buda'nın ülkesi Hindistan'da doğdu. Buda'dan söz eden efsaneler onun insanların acılarına karşı duyarlı büyük bir ahlak ve din eğiticisi olduğunu gösterir. Buda, maddi isteklerle dolu olan insanların mutsuzluklarını kendilerinin yarattığına inanıyordu. İnsanların acıdan kurtularak Nirvana diye adlandırılan huzura kavuşabilmeleri için kendilerini bu isteklerden arındırmaları gerekiyordu. Bunu gerçekleştirmek için doğru inançlar, doğru amaçlar, doğru konuşma, doğru davranış, doğru uğraş, doğru çaba, doğru bilinç, doğru ve yoğun düşünceden oluşan Sekiz Aşamalı Yol'u izlemeliydiler. Buda'nın yaşadığı dönemde Budacılık Hindistan'ın orta kesiminde hızla yayıldı. Daha sonra İÖ 3. yüzyılda Hint İmparatoru Aşoka Budacı oldu ve Buda öğretisini çok daha geniş bir alana yaydı. Günümüzde Hindistan nüfusunun yüzde l'den azının benimsediği Budacılık Tibet, Sri Lanka (Seylan), Birmanya, Tayland (Siyam), Laos ve Kam-puçya'da ana dindir. Çin ve Japonya'da da Budacılar vardır, ama Çin'de Konfüçyüs-çülük'ün, Japonya'da ise Şinto dininin bazı öğretileriyle karışmıştır. Hindu dininin bir tek kurucusu yoktur ve oldukça karmaşık bir dindir. Yaklaşık İÖ 1500'de kuzeybatıdan gelerek Hindistan'ı istila eden Ariler beraberlerinde, Vedalar denen ve Hindu dininin en eski kutsal metinleri sayılan ilahiler getirdiler. Vedalar birçok doğa tanrısından söz ediyordu. Daha sonraki yüzyıllarda bu tanrılardan ikisi, Vişnu ve Şiva özellikle önem kazandı. Çeşitli kurban törenleriyle birlikte tapınma biçimleri de daha ayrıntılandırıldı ve rahiplerin önemi arttı. İÖ 500 dolayında Upanişad adı verilen yeni kutsal metinler ortaya çıktı. Bu metinlerde, Vedalar derinlemesine incelenerek yeni anlamlar aranıyor ve Brahman adında, her şeyin kaynağı olan ulu bir varlıktan söz ediliyordu. Birçok insan Brahman'ı tanrı olarak benimsedi; Vişnu ve Şiva'yı da Brahman'ın aldığı biçimlerden ikisi olarak kabul etti. Vişnu yaşamı koruyan, Şiva ise yaşamı yaratan ve sona erdiren tanrı olarak görüldü. Sanskrit-çe'de kader anlamına gelen Karman öğretisi Hindistan'da yaygın kabul gördü. Bu öğreti bir insanın öldükten sonra, Tanrı'ya ulaşıncaya kadar birçok kez yeniden doğacağını ve her dünyaya gelişte bir önceki yaşamında yaptıkları için ödüllendirileceğini ya da cezalandırılacağını anlatır. İnsan, Tanrı'ya ulaşana kadar kendini yetkinleştirebileceği gibi, gitgide alçalarak bir hayvan olarak da doğabilir.
Musevilik Yahudiler'in en önemli dinsel kitapları Tevrat ve Musa'dan sonraki peygamberlerin kitaplarıdır. Bu kitaplarda Yahudiler'in kökeni ve Musevi dini anlatılır. Museviler'in inanışına göre, Tanrı Yahve (sonradan Yehova da denilmiştir) Musa peygamberin aracılığıyla İsrailoğulları'nı (Yahudiler) İÖ yaklaşık 13. yüzyılda Mısırlılar'ın köleliğinden kurtarır. İsrail kavmi tapılacak tek tanrı, tanınacak tek yönetici olarak Yahve'nin krallığında bir araya getirilir. Yahudiler'in çekirge saldırısı, yangın, yabancı istilası gibi felaketlere uğramaları, daha sonra gelen Amos, İşaya ve Yeremiya gibi peygamberlerce, Tanrı'ya (Yahve) verilen sözün yerine getirilmemiş olmasıyla açıklanır. Yahudiler Yahve'nin yolundan ayrıldıkları için cezalandırılmışlardır. Bu peygamberler Yahudiler'in başına gelen bütün felaketleri Tanrı'nın buyruklarına uymadıkları için verilmiş cezalar, tüm iyilikleri ise bu buyruklara uydukları için verilen ödüller olarak yorumladılar. İÖ 586'da Babilliler Yahudiler'in başkenti Kudüs'ü ele geçirerek, buradaki Yehova Tapınağı'nı yıktı ve birçok Yahudi'yle birlikte tüm Yahudi önderlerini sürgüne gönderdi. Sonraki yıllarda Babilliler Persler tarafından yenilgiye uğratılınca, Yahudi sürgünlerin Kudüs'e dönmesine izin verildi. Yahudiler adaklarını sunabildikleri tek yer olan tapınaklarını yeniden yaptılar. Tevrat'ın ve peygamberlerin öğretilerinin okunup öğrenildiği ve yorumlandığı havralar kuruldu. Daha sonraki yıllar yeni acılar getirdi. Yahudiler tüm umutlarını Tanrı'nın kendilerini kurtarmak için göndereceği Mesih'e bağlamışlardı. İsa'nın dünyaya gelmesi ve daha sonra öğretisini yaymaya başlaması Museviler arasında heyecan uyandırdı. İsa'nın beklenen Mesih olduğuna inanan ve onu izleyen Yahudiler ilk Hıristiyanlar olarak tanındılar. Ne var ki, Yahudiler'in büyük bir bölümü İsa'nın bekledikleri Mesih olduğu konusunda kuşku duydu ve onun öğretisine inanmadı. Böylece Yahudi toplumu Hıristiyanlar ile ilişkiye girmeyi reddetti. Yahudiler Filistin'e egemen olan Ro-malılar'a karşı ayaklanınca, Kudüs ve buradaki tapınak İS 70'te yeniden yıkıldı. Bu tarihten 1948'e kadar da Yahudiler'in bir ülkesi olmadı. Hıristiyanlık Hıristiyanlık, İsa'nın "Tanrı'nın Oğlu", göklerden indirilmiş, insan bedeninde Tanrı olduğu inancına dayanır. Büyük dinler arasında bir tek Hıristiyanlık'ta din kurucusunun yalnızca bir peygamber olmayıp Tanrı'nın kendisi olduğu ileri sürülür. Yahudiler, Tanrı'nın göndereceği Mesih'in kendilerini Romalılar'ın zulmünden kurtaracak büyük bir önder olduğunu düşünüyorlardı. Oysa, İsa'nın kurtarıcılığı oldukça farklı bir biçimdeydi: İnsanlar geçmişte işledikleri günahlar için tövbe etmeli; İsa'ya güvenmeli; vaftiz edilerek kutsanmalı ve İsa'ya inananlar topluluğuna katılmalıydılar. Bu üç koşulu yerine getirebilenler Hıristiyan oldular. Hıristiyanlar Tanrı'nın dünyayı yeniden yaratmaya yönelik bir tasarısı olduğuna ve bu tasarıyı gerçekleştirmek için herkesi kendisiyle birlikte çalışmaya çağırdığına inanırlar. Aynı zamanda, Tanrı'nın insanları öbür dünyadaki yaşama hazırladığını da düşünürler. Hıristiyanlar'a göre İsa, öldükten sonra yeniden dirilerek, ölümün bir son değil daha yeni ve daha anlamlı bir yaşama geçiş olduğunu göstermiştir. Müslümanlık İslam dini İS 7. yüzyılın ilk yıllarında Arabistan'da ortaya çıktı. İslam dininin kurucusu Hz. Muhammed tek bir tanrı olduğu inancını kendi halkı arasında yaymak istedi. İslam
dininin iki kaynağı vardır. Birincisi, Allah'ın sözlerine dayandığına inanılan Kuran, ikincisi de Hz. Muhammed'in söz ve davranışlarından oluşan hadislerdir. Müslümanlar, İS 611'de Hira Dağı'ndaki mağarada yalnızlığa çekilince Hz. Muhammed'e vahiy indiğine, Allah'ın gönderdiği buyruk uyarınca "okumaya" başladığına inanırlar. Allah'ın, elçisi Hz. Muhammed aracılığıyla gönderdiği bu vahiyler toplanarak Müslümanlar'ın kutsal kitabı Kuran oluşmuştur.
Hz. Muhammed peygamberliğinin yanı sıra askeri bir önderdi. Bu yüzden İslam dini büyük ölçüde fetihlerle yayıldı. Hz. Muhammed'in ölümünü izleyen yüzyıl içinde, Müslümanlar dinlerini Suriye, İran, Mısır, Kuzey Afrika, İspanya ve Hindistan'a yaydılar.
İslam dini Müslümanlar'dan Allah'ın varlığına ve tekliğine, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, Ahiret gününe, iyiliğin ve kötülüğün Allah'tan geldiğine inanmalarını ister. Müslümanlık'ta, Hz. Muhammed'den önce gelen bütün peygamberler ve bu peygamberlerin kitapları kabul edilir. Ama Hz. Muhammed'in Allah'ın son ve en büyük peygamberi olduğu da vurgulanır.