Yeşil Bir Sessizlik AnıR. Bradbury’e ;
Tam tepede gülümseyen güneş uçsuz bucaksız mavilikler üzerinde pırıltılar oluşturuyor, güneyden hafif hafif esen rüzgar büyük dalgaların daha küçüklere çarparak, kıyıya beyaz bir köpük halinde ulaşmasını sağlıyordu.
Saatlerdir kapalı duran kalın kitap; muhtemelen hüzünlü bir aşk romanı, açık denize bakarak sigarasından bir nefes çeken kadına o an için bir şey ifade etmiyordu. Önüne düşen saçlarını sol eliyle itip, güneş gözlüklerinin arkasından sahile baktı. Çığlık çığlığa denize bir girip bir çıkan çocuklar, kahkahalarla gülüşüp birbirlerine el şakaları yapan kızlı erkekli gruplar, bir önceki günün talihsiz maçının en kritik pozisyonlarını hararetle tartışan yaşlı adamlar tüm doğal seslerin sessizliğini bozuyor gibiydi. Gülümseyen bir yüzle hemen yanı başındaki şezlongda oturan iki kadına baktı. Hiç susmayacak gibi görünüyorlardı. Biraz daha yaşlı olanının geçen yaz gelininin burada tüm yazı nasıl ev işi yapmadan geçirdiği faciası bitmiş, hangi şampuanın saçlara iyi geldiği konusu nereden çağrışım yapmışsa yapmış birden açılıvermişti.
Kimsenin kendisine bakmadığından emin olduğu anda kadın, sigarasının son nefesini de çekip, sıcak kumun üzerinde söndürdü. Elini yakan kuman bir avuç alıp, üzerini örttü. Başını hafifçe kaldırıp tekrar denize baktı. Dalgalar birbiri ardında kıyıya yaklaşmakta, büyükler küçükleri kovalayıp, kim bilir kaçıncı kez izlerden arınmış kumları ıslatıp, geldikleri hızdan daha az coşkulu bir ritimde geri dönmekteydi.
Onun siyah dalgalı saçlarını düşündü. İlk buluşmalarını hatırladı. O soğuk kış sabahı yüzünde sıcak bir tebessümle koşar adım yaklaşışını. Ne çabuk geçmişti koca sene. O hiç istemeden gittiği yemekte nasıl da yakınlaşıvermişlerdi ansızın. Nasılda birden bire kaplamıştı tüm hayatını. Önceleri eğlence gözüyle bakıyordu Fırat’a. Bu çok da yanlış bir tanım değildi. Attıkları her adımda ilk amaç eğlenceydi. Birlikte yenilen şımarık yemekler, beş dakika dans etmek amacıyla girilen gece klüpleri, tuvalet ihtiyacını karşılamak için uğranılan lüks oteller hep eğlenmek adınaydı. Sonra nasıl olduysa eğlence yön değiştirdi. Artık Fırat’ın Gümüşsuyu’ndaki minik apartman dairesinde vakit geçirmek artık onlar için en büyük eğlenceydi.
Nasılda gözü saatte iş bitimini beklerdi. Sonrada fırlayıp marketten akşam için bir gece önceden planlanmış malzemeleri alır, Fırat’ın evine koştururdu. Kimi zaman spagetti, kimi zaman pizza ve illa ki bir şişe kırmızı şarap. Gündemde bulunan tüm kutu oyunları oynanmış, vizyondaki tüm filmlerin cd’leri izlenmişti. Fırat çalıştığı mimarlık bürosundan çoğu zaman yorgun dönse de buluşmalarından kısa bir süre sonra tüm yorgunluğunu unutuyor, enerjisi geri geliyordu. Her şey harika gidiyordu. Ta ki o uğursuz pazartesiye kadar. Her zaman ki gibi Fırat salatayı hazırlarken, o da ocaktaki yemeği karıştırıyordu. Salondaki teypte çalan Charlie Parker şarkısı, Fırat’ın cep telefonu melodisiyle tüm güzelliğini yitirdi.
“Alo anne... Aa nasılsın? İyiyim iyiyim, sağol... Hı evdeyim anne... Yok çıkmıyorum geceleri dışarı. Kilom mu? Aynı anne, zayıflamadım... Efendim? Aaa geliyor musun? Tamam anneciğim kaçta? Pamukkale mi dedin? Tamam anneciğim, ben seni terminalden alırım. İyi yolculuklar...”
O andan nasılsa ona da güzel gelmişti Fırat’ın annesiyle tanışma fikri. Öyle ya yaklaşık bir yıldır birlikteydiler ve her şey mükemmel görünüyordu. Kendi ailesi İzmir’de değil de İstanbul’da olsa, kesin tanıştırırdı onlarla Fırat’ı. Gerçi Beşiktaş’lı olan babası Fenerbahçe’li Fırat’ı ne kadar severdi o an için bilemiyordu ama annesi kesin beğenirdi Mimar Fırat Beyi. O da yıllardır okuduğu ev ve dekorasyon dergilerinden yarı mimar sayılırdı. Peki ya Fırat’ın annesi o sevecek miydi onu? Daha sonraları çok kez Fırat’ın o gece telefonu kapatırken söylediği “iyi yolculuklar” cümlesi beyninde dönüp durdu. Sahi kime söylemişti Fırat bu cümleyi?
Şükran Hanım ilk bakışta anaç yapısı, iri siyah gözleri ve koyu renk saçlarıyla tam bir Anadolu kadını görüntüsündeydi. Çengelköy’de şirin bir balık restoranında yenilen ilk akşam yemeğinde onu baştan aşağıya süzüp, tüm geçmişini öğrendi. Hangi okulları bitirmiş, şimdiki işindeki maaşından memnun muymuş,babasının işi neymiş, annesi en güzel hangi yemeği yaparmış, otuz yaşına kadar neden evlenmemiş. Onların Adana’da da kızlar pek bir hamaratmış. Hele Mümtaz Beyin kızı Sevda bir dolma sararmış, kalem gibi.
O an kendini düşündü. İçinden “Teyzeciğim ben de çok iyi sigara sararım” dedi. “Hele Fırat’ın Tarlabaşı’ndan aldığı son tütünlerle geçen bir sardım kalem gibi. İsterseniz Fırat’a sorun. Hani şu korku filmini izlerken nasıl olduysa kanepede başlattığımız sevişmenin ardından sardığım sigara.” Gülümseyen gözlerle Fırat’a baktı. Fırat o an tedirgin ve daha önce hiç görmediği bir ifadeyle ona bakıyordu. Acaba içinden “İyi yolculuklar” mı diyordu. Peki kime diyordu bunu?
Şükran Hanımın gelişinin ardından tüm iyi niyetini bürünüp gitmeye devam ediyordu Fırat’ın evine. Ama her seferinde yüzü düşmüş geri dönüyordu. “Size harika sucuk köfte aldım, beş dakikada kızartırım.”
“Aa yok yok nefis kapuska yaptım sen onu götür kızım evinde yersin. Hem Fırat’ın midesini yakar o.” “Teyzeee” diyordu içinden “Fırat’ın midesi şişelerce içkiden yanmaz, üç parça etten mi yanacak?” “Sen neden hiç etek giyinmiyorsun kızım, valla ben gençken hep mini etek giyerdim, bacaklarım da pek güzeldi.” “Teyzeee, Fırat benim bacaklarıma bayılır. Ben etek sevmem, sevsem giyerdim herhalde.” Diye söyleniyordu içinden.
Bir süre sonra artık hep içinden konuşur olduğunu farketti. Fırat da artık o eski Fırat değildi. İşten geldikten sonra yemek yiyip, televizyonun karşısında uyukluyordu. Sürekli susması, onunda içinden konuştuğunu gösteriyordu. Artık o eve gitmek istemediğini anlayınca, Fırat’la dışarıda buluşmaya başladılar. Ama “Annem bu sene sanırım bende kalacak,
Annem evde yalnız, erken gitmeliyim... Annem üzerime sinen sigara kokusuna uyuz oluyor, az içelim... O iyi bir grup değil, boşver o konseri. Hem annem yeni çamaşır makinesi taksitine girmemi istiyor, paraya ihtiyacım var... Annem diyor ki bu ne böyle, saçların ne kadar uzun, **** misin sen ? Hem senin saçların dalgalı diyor, kısa saç sana çok yakışır.”
Uzaklardan beyaz bir köpük gibi yaklaşan büyük dalga, kıyıya vurdu. Şu taa ayaklarının parmak ucuna kadar geldi. Gözlerini denizden uzaklaştırıp, yeni bir sigara yaktı. Çantasından tokasını çıkartıp, yüzüne gelen saçlarını topladı. Sahildeki çocuklar koşuşturmaya, ellerindeki kovalarla denizden su alıp kafalarından aşağıya dökmeye devam ediyorlardı. Gençler gülüşmeyi kesmiş, hep bir ağızdan şarkı söylemeye başlamışlardı. Yaşlı amcaların maç muhabbeti yerini enflasyona bırakmıştı. Yan şezlongdaki iki kadından yaşlısı gitmiş, daha genç olanı cep telefonuyla Necla Hanımın gelinin tembelliğini karşısındakine rapor ediyordu.
Dalgayla gelen yeşil bir sessizlik anı sona erdi. Döndüğünde pek bir şey değişmemişti.