EFSANE VE MİTLER.
Eski Yunan dilinde "söylenen ya da duyulan söz" anlamında kullanılan "mitos" sözcüğünden gelen mit, masal, efsane, öykü anlamını taşır. İlkel insanlarla ilgili araştırmalardan öğrendiğimize göre, atalarımız beklentilerinin gerçekleşmesi için, bunlar sanki olmuş gibi bazı davranışlarda bulunurlardı. Örneğin yağmur yağsın diye toprağa suökerler ya da korktukları ve ölmesini istedikleri yabanıl hayvanların ve düşmanlarının ok ve mızraklar saplanmış resimlerini çizerlerdi. Yanan bir tekerleği yerde yuvarlamakla Ay ve Güneş'in yeniden doğmasını sağladıklarına inanırlardı. Zamanla birçok insanın katılmasıyla daha uzun ve karmaşık öyküler doğdu. Bazı kadın ve erkekler öyküyü canlandırmak için maskeler takarken bazıları da davul çalarak açıklamalar yapardı. Kral Güneş'i, kraliçe de Dünya'yı ya da Ay'ı canlandırır, Güneş'in Dünya'yı karanlıktan ve ölümden kurtarışı sahnelenirdi. Giderek bu oyunlardaki törensel nitelik unutuldu, öyküleri halk ozanları anlatmaya başladı. O çağlarda bu ozanlar kralın ve halkın gözünde çok saygın kişilerdi.
Efsane sözcüğü ise çok sonraki tarihlerde ortaya çıktı. Aslında Farsça'da masal ve söylence anlamına gelen bu sözcük Türkçe'de biraz anlam değişikliğine uğrayarak doğaüstü olaylara ilişkin söylenceler karşılığı olarak kullanılmaktadır. Zamanla mitlerle efsaneler karıştı. Yeryüzündeki çeşitli efsanelerin toparlanıp derlenmesi ve yazıya dökülmesi sonucu önemli bir kaynak ortaya çıkmış oldu. Mitoloji adı verilen bu kaynak Anadolu, Mezopotamya, Girit, Fenike, Mısır ve benzeri uygarlıkların sözlü geleneklerinden doğan evrensel bir bütündür.
Eski Yunanlılar, gökyüzünde atlı arabasını süren Güneş tanrısı Helios'un öyküsünü anlatırlardı. Eski Çinliler de Güneş'in bir atlı araba sürdüğünü sanırlardı. Oysa Meksika'da yaşamış olan Aztekler'in bu konudaki öyküleri daha değişikti. Nanahuatzin adlı bir tanrının Dünya'ya ışık getirebilmek için kendisini ateşe atarak kurban ettiğini ve böylece Güneş'e dönüştüğünü söylerlerdi; Güneş'in sabit bir yerde durmasını engellemek, gökyüzünde hareket etmesini sağlamak için ise tüm öteki tanrılar kendilerini kurban etmişlerdi. Eski Mısırlılar gökyüzünü bir okyanus olarak düşünürlerdi. Güneş her sabah bir yelkenliyle bu okyanusu aşar, akşamları bindiği bir başka yelkenliyle geri dönerdi.
Arkeologlar eski kent kalıntılarını ortaya çıkararak ilk insanların kullandığı eşyaları inceledikçe, çeşitli mitolojilerle ilgili daha çok bilgi sağlanıyor. Böylece Güney Avrupa'daki mağara adamlarının, Batı Avrupa ve İngiltere'deki Keltler'in, Doğu Akdeniz'deki Sümerler'in, Hititler ve Babilliler'in zengin mitolojileri olduğunu artık biliyoruz. Arkeologların çalışmaları, Orta ve Güney Amerika'daki Amerika Yerlileri'nin kurdukları birçok büyük uygarlığın aydınlanmasına da katkıda bulundu.
Bazı bilim adamlarına göre ilk efsaneler tanrılara inançtan değil, her nesnede var olduğu sanılan sihirli ruhlardan kaynaklandı. İnsanlar daha sonra tanrıları kendilerine benzeyen varlıklar olarak düşünmeye başladılar. İlk tanrılar, büyük bir olasılıkla, gök gürültüsü ve şimşek gibi insanların anlayamadıkları ve bu yüzden korktukları doğa olaylarıydı. Bu büyük güçler, kendisini kızdıranları uyaran ve bazen de öldüren öfkeli tanrılar olarak açıklanıyordu. Belki de Yunan, Roma ve İskandinav mitolojilerinde en güçlü tanrının gök tanrısı olması bu yüzdendir .
Tüm mitolojilerde öfkeli tanrı öykülerine rastlanır. Denizde kopan korkunç bir fırtına Yunanlılar'ın deniz tanrısı Poseidon'un öfkelendiğini düşünmelerine yol açardı. En önemli tanrılar insanların yiyecek bulmalarına yardım eden tanrılardı. Topraktan iyi ürün alınmış, bol balık tutulmuş, başarılı bir av gerçekleştirilmişse bazı tanrıların kendilerine yardım ettiğine inanırlardı.
Msxlabs & Temel Britannica