Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mayıs 2006       Mesaj #685
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni Seviyorum


Tolga’ya…


- İki basamak aşağıda duruyordum seni ilk gördüğümde. Omuzlarına dökülen saçlarından kalbime damladı sevgin. Seni ilk görüşte sevdim -

“Şimdi nasılsın, ağrın var mı hala?”
“Evet.”
“Çok mu?”
“Hayır, hafifledi artık…”

Çok acıyor canı. Gülümsemeye çalıştı. Dudaklarının iki yanında hafif çizgiler oluştu. Acısına rağmen başardı gülümsemeyi, sırf beni üzmemek için…
Seni seviyorum… Çıkmadı sesim. Ona söylersem veda ediyor gibi olacak. Zamansız bir veda. Sırası değil şimdi. Hem iyileşecek, gereksiz yere sinir bozmanın anlamı yok. Onu sevdiğimi biliyor zaten. Şimdi sırası değil, hiç değil…
Pencereye çevirdi yüzünü. Gözlerine kutuplardan gelen kar renkli bir parlaklık yerleşti. Derinleşti bakışları, uzaklara gitti. Soğuk, içimi titretti.

“Sıcak bir çay yapayım mı sana, ne dersin? İçimiz ısınır biraz…”
“İyi olur…”

Çabuk tarafından lezzetli bir çay demledim. Mutfaktan sürekli onunla konuştum. Sesini duymadığım her an… ne bileyim, insanın aklına kötü kötü şeyler geliyor işte. Oysa bugün daha iyi. Yine de şimdiye kadar onu bu kadar çok sevdiğimi düşünmemiştim, hissetmemiştim. Tam şurada… iki göğsümün arasında hissediyorum onu.

“Çaylar geldi!”

Daha uzun cümleler kurmak istiyorum. Coşkunluğu, mutluluğu devam ettiren daha uzun, daha kahkahalı, daha sıcak cümleler… Böylesi yapmacık duruyor. Onu mutlu etmeye çalıştığımı, hele de üzüldüğümü fark etmemeli.

Yatağında doğrulmasına yardımcı oldum. Bir yastık daha yerleştirdim sırtına. Küçük bir tane de ensesine, kafasını duvara yaslamasın diye. Koyu kumral saçları ellerime dolandı. Yüzümü saçlarına gömüp doyasıya koklamak istedim, kokusunda yanmak… Battaniyesini karnında bıraktım. Çayını komodinin üzerinden alıp eline tutuşturdum. Yanındaki koltuğa oturdum.

Çayından küçük bir yudum alıp bana döndü. Bütün yüzümü bir anda gördü. Tanrım! Gözlerimdeki yaşlar kurumadı mı yoksa? Sakin olmalıyım. Kar yağmış teninde iki derin okyanus gibi gözleri. Hala ışıl ışıl. Seni seviyorum… Ne yapıyorum ben, şimdi anlaşılacak! Yüzümü ateş bastı. Kesin kızarmışımdır.

“Sevil aradı sen uyurken. Nasıl olduğunu sordu. Akşama uğrarım, dedi. Sana sevdiğin hindistan cevizli kurabiyelerden getirecekmiş.”
“Ölüyor, deseydin” Daha güçlü güldü bu sefer, meydan okudu korkuya.
“Saçmalama lütfen. Bu şekilde düşünerek daha çok acı çekiyorsun. Hiçbir şey olacağı yok. Gereken her şeyi yapıyoruz.”
“Bunu sen de biliyorsun, kabul et artık”
“Bir şey bildiğim yok benim. Böyle konuşmaya devam edersen…” Devamının ne olduğunu bilmiyorum.

Fincanı bir kenara bırakıp ayağa kalktım. Dev dalgalar kabardı içimde. Gözlerime çarparak içime akıp, boğazıma biriktiler. Arkamı dönüp, cama doğru yürüdüm. Güneşe rağmen, kar, ışıl ışıl bir soğukluk yayıyordu insanın içine. Öyle kolaydı ki, bu ışıltının içinde sıcacık hayallere dalmak…

Plaklara yöneldim. Hiç tereddüt etmeden birini aldım. Kışın en çok Piaf dinlemeyi sever… Müzik odayı sıcak bir renge boyadı hemen. Geri döndüm. Güneş cılız ışıklarını kızartmış, birkaç küçük mum gibi aydınlatmıştı odayı.

Gözlerini kapatmış, şarkıya eşlik ediyor şimdi. Saçlarının çerçevelediği mutluluğun dışında kalakaldım. Hep yapar bunu. İçindeki mutluluğu paylaşamadığını söyler. Yalnız yaşanır bu mutluluklar, der. Özgür ruhum, bilsen seni ne çok seviyorum. Hele bir iyileş, bak o zaman her gün söyleyeceğim seni ne kadar sevdiğimi. Ama şimdi değil, sırası değil…

Birden vazgeçti şarkıdan. Vücudu gömüldü yastıklara.

“Seni çok seviyorum, biliyor musun?”

Bir hamlede yanına varıp sımsıkı sarıldım. Hiç bitmeyen bir soluk çıktı dudaklarından, ellerimde küçüldü vücudu…