Arama

Fil (Elephantidae) - Tek Mesaj #1

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Ekim 2008       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Bir zamanlar Avustralya ve Güney Ame­rika dışında yeryüzünün bütün karalarına dağılmış olan fillerin bugün yalnızca Afrika ve Asya kıtalarında yaşayan iki türü vardır:
Afrika fili (Loxodonta africana) ve Asya fili (Elephas maximus). Bazı müzelerde iskeletle­ri görülebilen dev mamutlar da fillerin yeryü­zünden silinmiş olan ataları arasındadır.
Filler bugün yaşayan bütün kara hayvanla­rının en irisidir. Erişkin bir filin omuz yüksek­liği 4 metreyi, ağırlığı 7,5 tonu bulur. (Yeni doğmuş bir fil yavrusu bile yaklaşık 90 kg ağırhğındadır.) Bu hantal yapılı iri gövdeleri­nin dışında filler, sütun gibi kalın bacakları, geniş ve sarkık kulakları, çok uzun dişleri ve uzun hortumlarıyla tanınır. Rengi boz ile kahverengi arasında değişen derileri kalın, kaba görünümlü ve neredeyse çıplak denecek kadar seyrek tüylüdür. Kısa ve kalın bacakları gövdelerinin ağırlığını ancak taşıyabilir. Sü­rekli uzayan üst kesicidişleri ise hem toprak­tan bitki köklerini çıkarmaya yarar, hem de hayvanın düşmanlarına karşı en önemli sa­vunma silahıdır. Ne var ki, fildişi denen bu dişler çok değerli olduğundan, aynı zamanda fillerin ölçüsüzce avlanmasının da başlıca nedenidir.
Aşağıya doğru sarkan ve hayvan ayaktay­ken bile yere değecek kadar uzun olan hor­tumları fillerin en önemli organlarından biri­dir. Burunları ile üstdudaklarının uzantısı olan bu organ yerine göre el, kol, burun ve dudak işlevi görür. Binlerce kastan oluştuğu için hem kolayca eğilip bükülen, hem de çok güçlü olan hortumları fillerin en büyük savun­ma aracıdır. Öte yandan hortumun ucundaki parmağa benzeyen duyarlı uzantı da hayvanın iğne büyüklüğündeki nesneleri algılayıp tuta­bilmesini sağlar. Fillerin kuyrukları kamçı gibi ince uzun ve ucu püsküllüdür. Gözleri çok küçük ve görme duyuları zayıf olan bu hayvanların beyinleri de iri gövdelerine oran­la küçücüktür.
Asya fili daha çok Hindistan fili adıyla tanınır; oysa bu tür Hindistan Yarımadası'mn yanı sıra Sri Lanka, Birmanya, Malezya, Tayland, Çinhindi ve Sumatra'da da yaşar. Afrika filine ise bugün yalnızca Büyük Sahra' nin güneyinde rastlanmaktadır. Bu türün en iri örnekleri Doğu ve Orta Afrika'nın savan­larında, daha küçükleri de Batı Afrika or­manlarında bulunur. Afrika ve Asya filleri arasındaki en büyük fark, Afrika filinin daha iri, kulaklarının daha büyük ve hortumununucundaki parmaksı uzantının iki tane olması­dır. Ayrıca Afrika filinin hem erkeğinde hem dişisinde uzun savunma dişleri olduğu halde, bu uzamış kesicidişler Asya filinde yalnız erkeğe özgüdür. Tümüyle otçul hayvanlar olan filler hor-tumlarıyla kopardıkları otlar, ağaçların yap­rakları, meyveleri, ince sürgünleri gibi bitki­sel yiyeceklerle beslenir ve gerektiğinde yiye­cek ya da su bulmak için uzun yolculuklara çıkarlar. Karınlarını doyurmak uzun saatleri­ni alır ve günde 225 kilogramdan çok ot ya da yaprak yiyebilirler. Filleri su içerken izlemek çok ilginçtir. Suyu bir tulumba gibi hortumla­rının içine çeker, sonra bu esnek organı geriye doğru bükerek suyu ağızlarına püskürtürler. Duş yapmak istediklerinde gene hortumlarıy-la emdikleri suyu sırtlarına doğru püskürtme­leri yeterlidir. Su bulamadıkları zaman da çevrelerindeki toz toprağı hortumlanyla top­layıp sırtlarına boşaltarak "kum banyosu" yaparlar. Aslında filler suya çok düşkündür; her fırsatta suya girip yıkanmaktan ve duş yapmaktan çok hoşlanırlar. Üstelik oldukça iyi yüzücüdürler; ucunda burun delikleri olan hortumlarını suyun dışında tutarak soluk alıp verebilir, böylece derin ırmakları yüzerek geçebilirler. Bağırmaları yüksek tonda bir borazan sesini andırır; ama daha alçak tonda, homurtuya benzer sesler de çıkarabilirler.
Filler toplu yaşamayı seven hayvanlardır. Genellikle birey sayısı 5 ile 40 arasında değişen sürüler halinde dolaşırlar. Her sürü­nün bir önderi vardır; bu görevi çoğu zaman sürünün en yaşlı dişisi üstlenir. Karşılaştıkları bütün sorunların çözümü sürü başının alacağı karara bağlıdır ve topluluğun bütün üyeleri önderlerine kendi istekleriyle boyun eğerler. Dolaşmaya ya da göç yolculuğuna çıktıkların­da en önde sürü başı, onun arkasında tek sıra olarak dişiler ile yavrular, en arkada da erkek filler yürür. Normal yürüyüş hızları insanınki-nin yaklaşık iki katıdır, ama gerektiğinde saatte 25 km hızla koşabilirler.
Filler arasındaki bağlılık, düşkünlük ve yardımlaşma duygusu üstüne inanılması güç öyküler anlatılır. Afrika'da fil avına çıkan bir avcının tanık olduğu bir olay bu dayanışmanın çarpıcı örneklerinden biridir. Avcı bir fili vurup yaralamış, ama tam yanına gideceği sırada arkadaşının vurulduğunu gören bir başka fil hemen onun yardımına koşmuş. Bunun üzerine avcı, vurduğu filin değerli dişlerini daha sonra almak üzere olay yerin­den uzaklaşmış. Bir ay sonra aynı yere döndü­ğünde gözlerine inanamamış. Çünkü vurulan fil hâlâ yaşıyormuş, ama yaralı olduğu için oradan uzaklaşamamış. Anlaşılan, o gün yar­dımına koşan sadık dostu her gün ona yiyecek ve su taşıyarak yaralı fili ölümden kurtarmış. Gerçekten de sürüdeki hayvanlardan biri hastalandığında, arkadaşları iyileşip yola de­vam edinceye kadar bütün sürü onu bekler; içlerinden biri tuzağa düştüğünde de öbürleri onu çukurdan çıkarmak için ellerinden geleni yaparlar.
Eskiden fillerin yüzlerce yıl yaşadığına ina­nılırdı. Oysa bugün bilindiği kadarıyla ortala­ma ömürleri hemen hemen insanınkine eşittir ve tutsak edilerek insan eliyle bakılan filler arasında 70 yaşını aşanlar pek azdır.

Filler ve İnsanlar

Genellikle sabırlı ve uysal yaradılışlı olan filler, köpek ve at dışındaki bütün hayvanlar­dan daha kolay eğitilebilir. Evcilleştirilmiş olanları öylesine iyi huylu ve güvenilir hay­vanlardır ki Hindistan'da küçük çocukların bile evcil fillerle oynamasına izin verilir.
Filler tutsak edildikleri zaman da yavrulayıp çoğalabilirler; ama Hindistan'da, büyük fil çiftlikleri kurmaktansa, gerektiğinde yaba­nil filleri yakalayıp eğitme yoluna gidilir. Bunun için bir fil sürüsünün çevresi kuşatılır ve çok sağlam kazıklardan yapılmış üstü açık bir ağıla doğru hayvanlar yavaş yavaş sürülür. Bütün sürü içeri alındıktan ve keddah denen ağılın kapısı kapatıldıktan sonra artık hayvan­ların hiç kurtulma şansı yoktur. Kapana kıstırılan filler başlangıçta öfkeden kudurmuş gibidirler. Ama daha önce evcilleştirilmiş fillerin ağılın içine salınmasıyla kısa sürede sakinleşir ve bir kez kaderlerine razı olduktan sonra insana kolayca alışırlar. Böylece birkaç hafta içinde, mahut denen bakıcılarının bütün emirlerine hiç karşı çıkmadan boyun eğmeyi öğrenirler. Genellikle yük taşımak için eğiti­len filler, öbür yük hayvanlarından çok daha ağır yükleri taşıyabilir. Üstelik yükleri yalnız çekmeyi değil itmeyi ve kaldırmayı da becere­bilen tek hayvan fildir. Bu yüzden Birmanya' da tikağaçlarının ağır kerestelerini taşıyıp kamyonlara yüklemek için fillerden yararla­nılır.
Asya'nın güneyindeki halklar da gösterişli geçit törenlerine çok düşkün olduklarından, eğitilmiş filleri renk renk değerli ipeklerle süsleyip sırtlarına prenslerin ya da başka önemli kişilerin oturduğu küçük tahtlar yük­leyerek törenlerine renk katarlar. Tayland'da (eski Siyam'da) yaşayan Tay halkının gözün­de de ender bulunan "beyaz filler" çok değerlidir. Gerçekte beyaz değil çok açık gri renkte olan bu filleri kutsal hayvanlar olarak görür ve neredeyse kraliyet ailesi kadar saygı gösterirler.
Eskiçağlarda filler hem yük hayvanı, hem de savaşçı olarak orduda kullanılırdı. Kartacalı ünlü general Hannibal İÖ 218'de Alpler'i aşıp Roma'ya doğru yürürken, ordusuna yük hayvanı olarak çok sayıda Asya fili katmıştı. Savaş sırasında Romalı askerlerin saldırılarını önlemek için bu hayvanları en ön saflara yerleştirerek aşılmaz bir set oluşturdu.
Afrika fillerini eğiterek iş yapmaya alıştır­mak Asya fillerinden çok daha güçtür. Ama bu hayvanlar da değerli fildişleri için avlana­rak öldürülür. Erkeklerde bu dişlerin uzunlu­ğu bazen 3 metreyi aşar ve her birinin ağırlığı 90 kilogramı bulur. Bir zamanlar aşırı avlan­ma nedeniyle Afrika fillerinin soyu neredeyse tükenmek üzereydi. Sonradan avlanacak hay­van sayısı yasalarla kısıtlandı ve filler doğal parklarda koruma altına alındı. Gene de koruma altındaki hayvanların kaçak avlanan fildişi avcılarınca öldürülmesi tümüyle engel­lenemiyor. Afrika'da fillerin yaşadığı doğal koruma alanlarından bazıları Güney Afrika' daki Transvaal'de kurulmuş olan Kruger Ulusal Parkı, gene Güney Afrika'nın Kap eyaletindeki Addo Fil Parkı, Tanzanya'daki Serengeti Ulusal Parkı ve Kenya'daki Nairobi ile Tsavo ulusal parklarıdır. Bazen doğal parklarda yaşayan fillerin sayısı aşırı ölçüde artar ve bölgenin bitki örtüsüne zarar verecek boyutlara ulaşır. Bu gibi durumlarda araların­dan yaşlı ya da hasta olanlar seçilip vurularak sayıları azaltılır.

FİLDİŞİ VE FİLDİŞİ OYMACILIĞI

Fildişi denen beyaz, parlak ve sert madde fil, mors, timsah, suaygırı ve balina türlerinden kaşalot ile denizgergedanı gibi hayvanların dişlerin­den elde edilir. Fildişi dayanıklı ve işlemesi kolay olduğundan çok eskiçağlardan bu yana oymacılıkta ve her türlü süslemede kullanıl­mıştır.
Hindistan, Çin ve Japonya'da oyma ustala­rının büyük bir sabırla yüzyıllardan beri yap­tıkları son derece özenli fildişi eşyaların insan elinden çıktığına inanmak güçtür. Bu tür eşyalar arasında Hindistan'da yapılmış sat­ranç taşları, Çin'den gelen minyatür pagoda­lar, iç içe geçen birçok toptan oluşan "bilmece toplar" ve Japonya'da, geleneksel giysilerde kemere takılan cüzdan ya da tütün kesesi gibi nesneleri dengede tutacak bir karşı ağırlık olarak kullanılan netsuke'ler sayılabilir. Netsuke'ler genellikle eski efsanelerde adı geçen tanrı ve kahramanların minimini heykelcikle­ridir. Fildişi ustalarının bunların küçük par­mak tırnağı büyüklüğündeki yüzlerine verme­yi başardıkları anlamlı ifadeler şaşırtıcıdır. Netsuke'ler çoğunlukla mors ya da denizger­gedanı dişinden oyulur.
Çinliler, fildişinden çiçek ve kuş oymalarıyla süslü yelpazeler de yapıyorlardı. Kanton kentindeki atölyelerde fildişinden oyma çatı­sı, duvarları, çevresinde insan heykelcikleri ve ağaçlarıyla sarayların bibloları yapılıyordu.
Doğulu sanatçılar bu gibi ufak ve ayrıntılı oymaların yanı sıra daha yalın tanrı ve hayvan heykelleri de yapıyor ve fildişini divan, masa ve sandalyeleri süslemede kullanıyorlardı.

Mamutlardan Kitap Kapaklarına

Fildişini oyan ilk sanatçılar büyük bir olasılık­la mamut dişlerine resimler kazıyan Taş Devri insanlarıydı. Mamutlar file benzeyen ve dün­yanın birçok bölgesinde yaşamış dev hay­vanlardı. Fransa'da, üzerine rengeyiği resmi oyulmuş bir mamut dişi bulunmuştur. Alas­ka'da da hâlâ mamut dişi fosillerine rastlan­maktadır.
Mamutların soyu yaklaşık 3 milyon yıl önce tükenince, mamut dişi yerine Hindistan ve Afrika'da yaşayan fillerin dişleri kullanılmaya başlandı. Eski Mısırlılar fildişini değerli taş­larla birlikte süs eşyalarında kullandılar. Eski Ahit'te (Tevrat ve Zebur) sözü edilen Hz. Süleyman'ın fildişi tahtı altınla kaplıydı. Ya­kındoğu'nun eski halkları daha çok suaygırı dişleri kullanıyorlardı. Bunlar çok sertti ve dış mine tabakasını çıkarmak için önce asittebekletilmesi gerekiyordu. Romalılar bundan takma diş yapıyorlardı.Hz. İsa'nın doğumundan yüzyıllar önce, Fenikeli tüccarlar Yunanistan'a fildişi satıyor­lardı. Yunanlılar fildişini hem oymacılıkta, hem de özellikle damarlarını belirginleştiren saydam boyalar kullanıldığında iyi bir fon oluşturduğu için, resim yapmakta kullanıyor­lardı. Yunanlı yazarlar, Zeus ve Athena gibi tanrı ve tanrıçaların fildişi ve altından anıtsal heykellerinden söz etmişlerse de, günümüze ulaşan Yunan fildişi oyması yoktur.
Öte yandan, Hıristiyanlık'ın ilk dönemle­rinden günümüze kadar gelen ve kiliselerde, sanat galerilerinde ya da müzelerde görülebi­len birçok fildişi oyma vardır. Bitiştirilmiş iki yaprak gibi duran ilk oymalardan birçoğu kitap kapağı olarak saklanmıştır. Bunlar dik­dörtgen biçimli düz fildişi levhalar olup, üzerlerine çoğu İncirden alınma öykü ve kişilerin resimleri oyulmuştur.
Daha sonraki tarihlerde fildişi oyma eşyalar çoğunlukla kiliselerde kullanılmak üzere ya­pılmaya başlandı. İS 800 yılında Roma impa­ratoru olarak taç giyen Şarlman'ın hükümdar­lığında kitap kapaklarında fildişi çok sık kullanıldı. Oyma ustaları parşömen kitap sayfalarının süslenmesinde kullanılan desen­leri kullandılar.
Ortaçağda, 13. yüzyılın sonuna doğru fildişi oyma eşyalar moda oldu. Varlıklı soylular evlerinde fildişinden eşya bulundurmaktan hoşlanıyorlardı. Paris fildişi sanayisinin mer­kezi oldu. Dinsel konular hâlâ çok yaygın olmakla birlikte, mücevher kutuları, ayna çerçeveleri ve tarak gibi eşyalarda oymacılar çoğu kez, çağın aşk ve macera öyküleriyle şiirlerinden esinlendiler.
Daha sonra, 16. yüzyıldan başlayarak Av-rupa'daki oymacılar, mermer ve taştan yapıl­ma büyük heykellerin ufak fildişi kopyalarını yapmaya başladılar. Oymacıların ustalığının olağanüstü örnekleri olan bu heykelciklerde, sanatçının imzası bulunurdu. Oysa eski oyma­larda genellikle oymacının kimliğine ilişkin herhangi bir işaret olmazdı.
Günümüzde bazı heykeltıraş ve oymacılar hâlâ fildişi kullanıyorlarsa da, fildişi Avru­pa'da, süs eşyası yapımında kullanılmaktan çok, işlevsel bir nitelik kazandı. Örneğin şemsiye ve bıçak sapları, tarak ve bilardo topları fildişi ya da fildişi benzeri maddeler­den yapılır. Fil ve mors gibi fildişi elde edilen hayvanların sayısı giderek azaldığı ve bu hayvanlar koruma altına alındığı için, fildişi niteliğinde yeni maddelere gereksinme duyul­du. Bunlar arasında, bazı palmiyelerin besi dokusundan elde edilen yapay fildişi ile düğ­me, piyano tuşu ve bilardo topu yapımında kullanılan selüloit ve plastikler sayılabilir.
Sibirya ve Kuzey Amerika'da yaşayan Es­kimolar yaklaşık 2.000 yıldan uzun bir süredir fildişi, diş ve kemikten oyma süs eşyaları ile dinsel heykelcikler yapmayı sürdürmektedir­ler

Ayrıca Bknz:
Fil Resimleri

MsxLabs & Temel Britannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....