Bir zülfün peşine takılan ömrüm...
Hey ömrüm!
Sabah ezanı öten bülbül, ırgatın temiz alınteri...
Baharı müjdeleyen daldaki çiçek...
Bir göz açıp, kapama vakti.
Ömrüm, hey ömrüm...
Hangi diyara gizlendiniz güzel dostlar?
Hangi diyardan gelir selamınız?
Hangi rüzgar savurur sevdamızı kurumuş toprağımıza?
Hangi aşk kuşatır baharlarımızı?
Hangi göz çıkarır bizi gönüllü baştan?
Hangi yol uzanır sılaya?
Hangi baş konur aşkın, vefanın uğruna?
Hangi yıldız parlar gökyüzünde dilek tutmamız için?
Hangi ebemkuşağı gökyüzünü sarmalar altından geçmemiz için?
Hangi yağmur ıslatır yüreğimizi arınmak için?
Hangi el tutar, çeker karanlığımızı?
Hangi bahar yazı müjdeler?
Hangi kış korkutmaz, üşütmez çiğdemimizi?
Hangi ana duasında anar? Hangi baba başımızdan okşar?
Hangi sancak dalgalanır yitirdiğimiz kaleler üstünde?
Hangi kan müjdeler yarını?
Hangi yar sever karşılıksız ve vefalı?
Hangi şehir okutur ezanlarını içimizdeki ülkenin vahalarına?
Hangi karanlık çeker elini üstümüzden?
Hangi at koşar hedefe çatlayasıya?
Hangi çağ kaldırır zulmü mazlumdan?
Hangi ayak yürür kutlu yolda, sonunda ölmek de olsa Hakk’a?
Hangi gönül “verilmemiş hesapların kaygısı”nı çeker?
Hangi baş “ayaklarına kapanır sevgilinin, en sevgilinin”?
Hangi ömür ateşte dirilir İbrahim gibi?
Hey ömür, hey ömür!.. Hey ömrüm!...
Mustafa Kemal ÇALIKÇI