Dilimizde daha çok eski dönemlerde kullanılmış ve birçok anlamları olan bir sözcüktür. Saray, konak ve evlerde yabancı erkeklerin giremeyeceği, yalnızca kadınların kaldığı daire ya da bölüme harem denirdi. Aynı zamanda burada yaşayan kadınların tümünü nitelemek için de bu sözcük kullanılırdı. Örneğin "Padişahın haremi çok kalabalıktı" denildiğinde, harem dairesindeki kadınlardan söz edildiği anlaşılırdı. Harem eskiden bir erkeğin eşi, karısı anlamında da kullanılırdı. Örneğin, "Haremi ile çarşıyı gezdi" cümlesi, karısıyla çarşıyı gezdi anlamındadır. Haremin bir de "herkesin girmesine izin verilmeyen kutsal yer" anlamı vardır.
Harem günümüzde yalnızca geleneksel bir yaşam biçimini sürdüren Arap ailelerinde kalmıştır. Oysa eskiden çok yaygın bir kurumdu. İslam hükümdarları, devlet büyükleri, soylular, zenginler evlerinde nikâhlı kadınlarıyla birlikte gözdeler, cariyeler, odalıklar, köle kızlar, kâhya kadınlar gibi çok sayıda kadından oluşan bir toplulukla yaşarlardı.
Haremin en gelişkin biçimi padişah saraylarında görülür. Saraylar nasıl orada yaşayanların görevlerine göre ayrı bölümlerden oluşmuşsa harem de böyle bölümlerden oluşur. Saray haremleri hünkâr dairesi de denen padişahın dairesinin çevresinde kurulmuştu. En yakınında haremin başı sayılan valide sultanın, onun ardından kadınlar, ikballer, sultanlar, şehzadeler, ustalar, kalfalar ve cariyelerin dâireleri sıralanırdı. Harem dairesinde kadınların sayısı oldukça çoktu. Örneğin Osmanlı Padişahı I. Mahmud döneminde (1730-54) sarayda 450 cariye yaşıyordu. Bu sayının III. Murad döneminde (1574-95) 1.100-1.200 olduğuna ilişkin söylentiler de vardır.
Haremde yaşayanların arasında bir yetki, makam ve değer sıralaması vardı. Bu sıralama bir piramite benzetilebilir. Piramitin tabanında cariyeler, en tepesinde ise valide sultan vardır. Bu ikisi arasında kalfalar, ustalar, odalıklar, ikballer ve kadın efendiler yer alır. Bu sıralamada kadınların güzelliği, becerileri, padişahtan erkek çocuğu olup olmaması önemli bir etkendi. Savaşlarda tutsak edilen kadınların en güzelleri hareme alınır, öbürleri satılırdı.
Cariyelerin birçoğu sarayda hizmet görmek için alındığından, yöneticiler tarafından çamaşır, hamam, mutfak, sofra hizmeti gibi genel hizmetlerde görevlendirilirlerdi. Bunlar pek güzel olmayan genç ve orta yaşlı cariyeler olurdu. En güzelleri padişahın hizmetinde, ona yakın güzellikte olanlar da şehzadelerin hizmetinde çalışırlardı. İleride güzel olacağı umulan çocuk yaştaki cariyeler eğitilir, yetiştirilirdi.
Haremin sorumlusu kızlarağası ya da haremağasıydı. Haremağası hadım edilmiş (kısırlaştırılmış) Siyah erkeklerden seçilirdi.
Haremde yaşayanların dış dünya ile ilişkileri yok denecek kadar azdı. İbadet etmek, okumak ve saray eğlenceleriyle günleri geçerdi. II. Mahmud döneminde (1808-39) eğlence ve gezinti yerlerine çıkmaya başladılar. Ama çok sıkı örtünürler, arabalarla kimseye görünmeden gider gelirlerdi. Harem, dış dünya ile ilişkisini kesmiş bir yasak kente benzerdi.
Bu kapalı yaşam içinde türlü eğlenceler düzenlenirdi. Buradaki müzik topluluklarını tarihçiler överek anlatırlar. Haremde yaşayanların sıkıcı, kapalı yaşamlarını renklendirmek, değişiklik yaratmak için zaman zaman meddah, karagöz, ortaoyunu gösterileri düzenlenirdi. Ama haremde oynanan oyunların en güzeli, cariyelerin haftada bir iki kez düzenledikleri oyun ve saz geceleriydi. Ünlü çengilerin (dansçı kadınlar) davet edildiği bu gecelerde cariyeler de müzik eşliğinde oynarlardı. Ayrıca doğumlarda, nişanlarda, düğün ve bayramlarda düzenlenen törenlere haremdekiler de katılırdı.
Msxlabs & TemelBritannica