Kitle Toplumu
Sanayileşme ile bir taraftan, seri üretim ile ürünlerde standartlaşma sağlanırken, diğer taraftan kitle haberleşme araçlarının gelişmesi ve etkinliğiyle düşüncelerde ve hayat tarzlarında standartlaşma sağlanmış, böylece kitle toplumu ve kitle kültürü meydana gelmiştir. Kitle toplumu ve kitle kültürü, kapitalist ekonomik sistemin tüketim boyutunda anlam kazanmaktadır. Üretimin sürekliliğini sağlamak için kitle psikolojisi bağlamında, reklam ve moda endüstrileriyle tüketim teşvik edilmektedir. Kültür ürünleri de standartlaştırılarak tüketimi özendirilmektedir. Adorno’nun söylemiyle “kültür endüstrisi” hayat alanlarımızı kuşatmaktadır.
Kitle tüketim toplumu ve kitle tüketim kültüründe, insanlar sadece nicelik olarak önem ifade ederler. Tüketim pazarının bir müşterisi olan birey, maddi hazlara yönelik hedonistik bir kültür içinde hayatını sürdürmektedir. Bu maddi hayat tarzı ve kitleselleşme, insanları özüne yabancılaştırmaktadır. İleri derecede kapitalistleşmiş toplumlarda kitle toplumu ve kültürüne bir tepki olarak, iletişim araçlarının gelişimine paralel, her sosyal grup ve cemaatin kendi kültürünü yaşamak istemesi oranında kitle toplumu çözülmektedir. Maddi hazlara yönelik hayat tarzının yerine insanlar, dinsel ve etnik cemaatlerine sığınmaktadırlar.
İleri derecede sanayileşmiş toplumların “refah toplumu” ya da “tüketim toplumu” aşamasında yaşadıkları bunalımlar, tüketim pazarının müşterisi olan gelişmekte olan ülkelerde de yaşanmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin 1980’den sonra uygulamaya çalıştığı serbest piyasa ekonomisi, toplumun yapısı uygun ve hazır olmadığı için bunalımlı olmaktadır. Kapitalizmin geçirdiği evreleri geçirmeyen Türkiye, sanayileşmenin motor gücü olan girişimci burjuva tipini de yaratamamıştır. Serbest piyasa ekonomisini, herkesin istediği malı istediği fiyata satabileceği kuralsız bir sistem olarak algılama, ekonomik yapının anomik çerçevede yapılanmasına neden olmuştur. Henüz sanayileşmesini tamamlayamamış olan Türkiye, medyanın yönlendirmesiyle de gelişmiş kapitalist ülkelerin tüketim pazarı haline gelmiş, değişim de “çağ atlamak” olarak nitelendirilmiştir. Oysa, fert başına düşen milli gelir oranının 1991 verilerin göre 1820 Dolar ve sosyal sınıflar arasında gelir farklılığının çok fazla olduğu düşünülürse, tüketim toplumu olmanın paradoksu ortaya çıkmaktadır. Anomik ekonomik yapılanma rüşvet, yolsuzluk ve köşe dönme felsefesinin artmasına, dolayısıyla toplumda insanların birbirine ve düzene yabancılaşmasına neden olmaktadır.
Bütün bu yaşanılan anomi ve yabancılaşma, hızlı değişen maddi kültür ile ondan daha yavaş değişen manevi kültür arasındaki dengesizlik sonucu oluşan ve Ogburn’un ifadesiyle “kültürel boşluk” ya da “kültürel gecikme” durumudur. Bu durum aynı zamanda, Merton’un belirttiği, sosyal yapı ile kültürel yapı arasındaki uyumsuzluğun neden olduğu anomiyi de ifade etmektedir.