Emperyalizmin öncüsü durumundaki ülkelerin ülkemiz üzerinde oynadıkları tarihi düşmanlığı ayrı ayrı incelemekte fayda vardır.
İngiltere’nin Rolü
Kürtçülük hareketi içinde İngiltere çok defa Çarlık Rusya’sı ile işbirliği yapmış olmakla beraber meseleyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye en çok muvaffak olan devlettir. Çıkar çatışması sebebi ile zaman zaman Rusya’ya karşı da tavır almaktan çekinmemiştir. Öyle ki İngiltere’nin bölgedeki etkinliği II. Dünya savaşı sonrasında yerini ABD’ye terk edinceye kadar devam etmiştir.
İngiltere 1800 yıllarından itibaren bölgeye gönderdiği misyonerler ve siyasi şarkiyatçılar vasıtası ile “ Kürtçülük “ meselesine eğilmeye başlamıştır. İlk olarak “ Doğu Hindistan Şirketi” nin Bağdat’ta bir şubesinin açılması ile 1806 yılında İngiltere bölgede faaliyete başlamıştır. Bu şubenin başına getirilen Rich ve Heine adlı iki İngiliz ile Basra’da görevli İngiliz İstihbarat görevlisi Kolkhan ve Hindistan’da Midran şehrinde görevli İngiliz subayı Mc. Donald bölgedeki “Kürtler “ ve “ Ermeniler” ile ilgilenmeye başlamışlardır.
İngiltere’nin amacı, Ortadoğu’ya hakim olmak, Hint Okyanusuna ulaşım imkanı veren kara ve deniz yollarını elinde bulundurmaktır. Bu sebeple Rusya’nın güneye sarkmasını engellemek istemiştir. Arap ayırıcılığı yanında Kürtçülük gayretlerine girişmesinin sebebi de budur.
1896’da Süveyş Kanalının açılması ile Akdeniz ve Ortadoğu’nun önemi daha da artmıştır. 1875’te Süveyş su yollarının hisselerinin büyük bölümünü satın alan İngiltere, 1878 Berlin antlaşması ile Kıbrıs’a da yerleşmiştir. 1882 yılında Mısır’ın işgali ile Akdeniz’e tamamen hakim olmuş sıra Ege’ye gelmiştir.
Başlangıçta Yunan isyanına karşı olan İngiltere, Ege politikası sebebi ile Yunanlıları desteklemiştir. Bu maksatla isyancılara maddi yardım ve gönüllü desteği yapılmış, Osmanlı toprağı üzerinde İngiliz güdümünde ve Türk’e düşman bir Yunanistan kurulmuştur.
Batı Anadolu’nun işgali, Adalar ve Kıbrıs meseleleri İngilizlerin politikalarının birer ürünüdür.
İngiltere’nin Türkiye’ye karşı kullandığı bir başka Hıristiyan unsur Ermenilerdir. Ruslarla rekabetin bu politikada da etkisi vardır.
Aşiretlerimizle ilgilerini devam ettirirlerken, onları kuşkulandırmadan uygulamaya çalıştıkları Ermeni meselesinde değişik görüşler vardır. Bunlardan biri de Kürt nüfusu azaltma konusudur.
İngilizlerin güdümünde bir Ermenistan kurulması için, Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfus getirilecek, Türk nüfus gittikçe azaltılacak, geriye Kürtlerle Süryaniler kalacaktır.
Doğu Anadolu’da ve İstanbul’da çıkan bütün Ermeni olaylarında , Rusya kadar İngilizlerinde etkisi vardır. Hemen her büyük Ermeni hareketinin peşinden Bab-ı Ali’ye Ermenilerle ilgili ıslahat muhtıraları veren Batılıların başında yine İngilizlerin yer alması, bu topluluğu kendi çıkarları için kullanma amacıyladır.
Ankara hükümetine Sevr’i kabul ettirmek için Batıda Yunanlıları, Doğuda Ermenileri harekete geçiren yine İngiltere’dir.
İngiliz menfaatlerini koruyacak kukla bir Kürdistan Kurma fikri ise gittikçe ağırlık kazanmıştır. Bu sebeple, Kürt milliyetçiliği propagandasında çoğu zaman Ruslarla yarışmışlardır. 1917’deki Komünist ihtilali Rusya’yı devreden çıkarınca bölgedeki Kürtçülük politikası İngilizlerin eline geçmiştir.
Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşından yenik çıkınca Mondoros Mütarekesinin ağır baskısı başlamıştır. Paris’te yapılan Konferansa Ermeniler adına Bogos NUBAR Paşa sözde Kürtlerin adına ise İngilizlerin desteği ile kurulmuş olan Kürt Teali Cemiyeti taraftarı Kürt Şerif Paşa Osmanlı heyetinin içine girmelerini başarmışlardır. Bogos NUBAR ile anlaşan Şerif Paşa, Galip devletlerin temsilcilerine Kürt istekleri ile ilgili tekliflerde bulunmuşlardır.
Kürt istekleri adı altında ileri sürülen mesele, aslında İngiliz planıdır. Osmanlı toprağını resmen parçalamak için toplanmış bulunan Paris konferansının metni önceden hazırlanmıştır. Kürdistan kelimesi eklenmesi ile oluşturulan maddeler şöyle olmuştur: ”Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan ve Filistin ile Arabistan Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmalıdır.”.Bu teşebbüs 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr anlaşmasının 62, 63 ve 64 . maddeleri ile daha da belirginleştirilmiştir.
Paris Konferansı öncesinde İngilizlerin başını çektiği yoğun bir Kürtçülük faaliyeti sürdürülmüştür. Ülkedeki Kürtçü çevrelerle sürekli temaslar kurulmuştur. Doğudaki aşiretlere mensup bazı zengin ailelerin, Devletinde yardımı ile İstanbul’da ve Avrupa’da okuyan çocuklarına bölücü fikirler aşılanmıştır. Aşiretlerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde ajanlar vasıtası ile bir çok gizli faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Mondoros Mütarekesi imzalanınca aşiretleri Osmanlı Devletine karşı isyana teşvik eden İngilizler, Musul ve havalisini işgal etmişlerdir. İngilizlere karşı yurdun değişik yörelerindeki bazı aşiretler tavır koymuşlar ve silahlanmaya başlamışlardır.
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliğinden Amiral CALTHORPE, Kürt meselesinin Barış Konferansında kendilerini sıkıntıya sokacağını belirterek Kürt Teali Cemiyeti başkanı Seyit Abdülkadir’in “Kendi taraflarına çekilebildiği” takdirde güçlüklerin halledilebil ineceğini belirtmiştir.
Aşiretleri kendi yanlarına çekmek ve Ermenilerle çıkabilecek muhtemel uyuşmazlıkları konferanstan önce gidermek amacıyla bölgeye ajanlar sokulmuştur. Bunların en önemlisi Hindistan İngiliz Hükümeti siyasi şubesinde görevli Binbaşı Neol’dir.
Binbaşı Neol, bölgede geniş bir araştırmaya girişmiştir. Araştırmaları neticesinde çektiği raporlarda Noel, genel olarak bölgedeki İngiliz düşmanlığını, devlet yanlılığını, İslami anlayışın gücünü ve Paris’te bulunan Şerif Paşanın ayrılıkçı tutumuna karşı beliren tepkileri ayrıntılı olarak belirtmiş ve çözüm önerilerinde bulunmuştur.
Türkiye’yi Ermeni, Kürt gibi isimler altında parçalara ayırma gayretlerinin konferans metninde yer alması ve Kürt Şerif Paşa gibi bir kişinin Aşiretleri temsil ettiği iddiasında bulunması, Anadolu’da ve İstanbul’da büyük tepkilere sebep olmuştur.
İngilizlerin karıştırıcı ve bölücü girişimleri Kurtuluş Savaşı süresince ve Cumhuriyetin ilanından sonra da devam etmiştir. 1924'deki Nasturi isyanı, Türkiye'nin Musul meselesinde ısrarı üzerine çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminin en büyük ayaklanması olan Şeyh Sait isyanına ve ertesi yıl başlayan Ağrı olaylarına Kürtçü bir mahiyet vermek isteyen dış güçlerin başında da yine İngilizler vardır.
"Kürtlerin ayrı bir millet olduğu" iddiaları büyük ölçüde İngiliz yayılmacılığının ürünüdür. Ortadoğu'nun zenginliği ve petrolün cazibesi devam ettiği sürece, başta bölücülük olmak üzere, Türkiye aleyhine gelişmeler devam edecektir. Bölgedeki nüfuz üstünlüğü ABD'ye geçmiş gibi görünse bile, İngiliz çıkarları yine ön plandadır.
Fransa’nın Rolü
Fransa, her dönemde "Büyük Devlet" olduğu iddiasını elden bırakmamıştır. Bu sebeple Şark Meselesi'nde de İngiltere'den geri kalmamaya özen göstermiştir. Bölgedeki çıkarları sebebiyle Osmanlı İmparatorluğu'na karşı sürdürdüğü düşmanlığı, Cumhuriyetten sonra da aralıksız sürdürmüştür Günümüz Avrupa'sında Türkiye'ye karşı oluşturulan bölücülük merkezlerinin en önemlileri yine Fransa'dadır. Fransa'nın bölgedeki çıkarları. İngiltere ve Rusya ile çatışıyordu. Bu sebeple Fransa, Osmanlı Devleti'ne karşı, her zaman, iki yüzlü bir politika yürütmüştür; ticari ve siyasi yollarla dostça yaklaşımlarını devam ettirirken, Türkiye'yi içeriden yıkıp parçalamak, Akdeniz üzerinden de Ortadoğu'ya ve Osmanlı toprağına yayılmak için elinden geleni yapmıştır.
İngiltere, Hindistan yollarına ve Ortadoğu'ya hakim olmak amacıyla Süveyş Kanalı'na el atınca Fransa da Lübnan'ı karıştırmaya girişmiştir. İki devlet arasındaki tarihi rekabet, bu gelişmelerden sonra iyice tırmanmaya başlamıştır. Akdeniz'de hakimiyet sağlamak ve Osmanlı imparatorluğu "nun Arap unsurlarını kendi sömürgelerine katmak için Türkiye aleyhine gelişmeler hızlanmıştır.
Esasen Fransa, 1830'dan itibaren Cezayir'i ve daha sonra da Tunus'u işgal için girişimlerde bulunmuştur. Nihayet 1877-1878 Türk-Rus savaşından sonra buralarda hakimiyetini kurmaya başlamıştır.
Fransa'nın bölgeye yayılma politikası, l. Napolyon zamanında açığa çıkmıştır. Mısır seferi; Suriye üzerinden 19 Mart 1799'da Akka'ya ulaşan istila hareketi bu maksatladır. Osmanlı komutanlarından Cezzar Ahmet Paşa karşısında başarılı olamayan Fransızlar, bölgedeki Osmanlı harekatını yıkmak için ırkçılığı, mezhep ayrılıklarını kışkırtma yolunu tutmuşlardır.
Lübnan'da bulunan Katolik Maruniler'e, Haçlı seferlerini yeniden başlatacağı vaadiyle yaklaşan Napolyon, onları kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Peşinden, Dürzilere istiklal sağlayacağını ileri sürerek isyan girişimlerinde bulunmuştur. Filistin'de "Yahudi Devleti" kurduracağına söz verdiği Musevileri tahrik etmiştir. Mekke Şerifi ve Vahhabiler'in lideri Abdülvahab'ı, Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmaya teşvik etmiştir. Akka'da başarılı olamayıp Mısır'a dönünce, "Mısır, Mısırlılarındır" sloganıyla ayrılıkçılık çıkarmaya çalışmıştır.
Fransa, 1789 Fransız ihtilaline kadar, bölücü propagandayı din esasına göre yürütmüştür. İhtilalden sonra ırk temeline dayanan milliyetçi görüşü de kullanmıştır. Bu görüşü zamanla ön plana geçirmiştir.
İsyana zorladığı Sırpları, Karadağlıları, Ege adalarındaki Rumları, Yunanlıları hep bu yolla kışkırtmıştır.
1821'de Yunan isyanı başlayınca Fransız kamuoyu, isyana arka çıkmıştır. Şair, yazar ve bürokratlardan oluşan bir "Yunansever" grup, "Paris Greek Commite" adıyla yardım komitesi kurmuştur. Maddi desteğin yanında gönüllü savaşçılar da Yunan istiklali uğrunda isyancılara katılmıştır.
1878 Berlin Kongresinden sonra Anadolu’dan pay alma konusu gündeme gelince, Rusların başlatmış olduğu Ermeni kışkırtıcılığına Avrupa devletleri de ortak olmuştur. Bu konuda Fransa, himayesinde bir Ermeni Cemaati oluşturarak onları kendi menfaatine kullanmayı planlamıştır.
Türkiye’deki inanç hürriyetinden yararlanılarak Ermeniler üzerinde yoğunlaşan bu din koruyuculuğuna İngiltere ve ABD'de katılmıştır. Böylece bir de protestan Ermeni grubu oluşmuştur. Gregoryan kilisesi, Rus propagandası merkezi haline sokulup, kendi cemaatini Rusların çıkarı için harcarken, Fransız güdümündeki Katolik Ermeni kilisesi de Fransa'nın hizmetindedir. Bir yandan da ortaya salınan misyonerler, kendi kiliselerine Ermeni cemaat toplama propagandasına girişmişlerdir.
Ermenilerin mezhep yoluyla bölünüp üç ayrı cemaat haline getirilmesi, onlara yapılan kötülüklerden biridir. Bu sebeple kendi aralarında önemli mücadeleler vermişlerdir. Eğer, Ermeniler arasındaki dini kavgalar daha büyük boyutlara ulaşmamış ve bazı uzlaştırıcı tedbirler getirilmiş ise, bu, Osmanlı idaresi sayesindedir.
Rusya, Doğu Anadolu'da Ermenistan kurulacağı vaadiyle Ermenileri kullanırken, Fransa da "Kilikya Ermenistanı" fikrini beslemiştir. Ermenilere prenslik vaadiyle çıkarılan Zeytun isyanından sonra, sadece Katolik Ermenilerin değil, diğer mezheplerden olan Ermenilerin isyanlarına da Fransa'nın katkısı olmuştur. Ancak, Ermenilerin en fazla kullandıkları bölge Adana ve civarıdır.
Ermeni toplumunu Anadolu'ya yayılma aracı olarak gören Fransızlar bir yandan da "bilimsel çalışma" adı altında "Kürt ayırıcılığı" konusunu işlemişlerdir. Bu gayretlerden biri, "Kürt-Ermeni akrabalığı" iddiasıdır. Türkiye'ye karşı birleşik bir tehdit oluşturmak amacındadırlar. 1893-1897 yılları arasında yayınladıkları "Sarı Kitap" adlı bir ilmi eserde aşiretlerimizin Ari ırka mensup olduklarını ve Ermenilerle aynı soydan geldiklerini ileri sürmüşlerdir. l. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin kaderini tayin etmek için toplanan Paris Konferansı'nda yine bu akrabalığı dile getirmişlerdir.
Mütarekeden sonra işgalciler, Anadolu'ya asker çıkarırken, Fransızlar da İskenderun Limanından Adana ve havalisine yayıldılar. Mısır'da "Şark Lejyonu" adı altında teşkil ettikleri Ermeni alayını işgal bölgesine getirdiler.
1919 yılının 15 Eylül'ünde Antep, 20 Ekim'de Maraş ve 30 Ekim'de Urfa İngiliz işgal gücünden Fransızlara devredilmiştir. Bölgedeki Ermeni çetecileri bir araya getirilmiştir. Fransız askeri kıyafeti giydirilerek Lejyon birliği takviye edilmiştir.
1924 yılında Paris'te "Kürt Enstitüsü" kurmuşlardır. Burasını, zamanla Avrupa'da Kürtçülük propagandası yapan bir merkez haline getirmişlerdir. Enstitüde, Suriye, İran, Irak ve Türkiye'den gelen öğrencilere eğitim verilmektedir. Kuruluşun, "Studia Kurdia" adıyla 6 ayda bir Arapça, Türkçe ve Kürtçe yayınlanan dergisi vardır. Ayrıca Türkçe, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca ve Kürtçe olarak "irtibat ve Haber Bülteni" isimli bir yayın organı da bulunmaktadır. "Hevi" isimli Kürtçe dergi de bu Enstitüce çıkarılmaktadır.
Kürt Enstitüsünden başka, 1948 yılında kurulan "Kürt Etütler Merkezi" ve ayrıca "Kürt Delegasyonu", "Kürt Talebe Cemiyeti Paris Şubesi" gibi kuruluşlar da Fransa'nın himayesinde ve desteğinde faaliyet gösteren Kürtçülük propagandası üsleridir. Talebe Cemiyeti'nin yayın organı olan "Kürdistan" bağımsız bir Kürt Devleti kurulması yönünde yayın yapmaktadır. Halen "Comite de Solidarite a la Revolution Kürd" (Devrimci Kürt Dayanışma Cemiyeti) adlı başka bir kuruluşu da barındıran Fransa, PKK denilen bölücü örgütün yayınlarının basılmasına da izin vermektedir.
Hatay'ın Anavatana katılmasını engellemek isteyen Fransa, bazı Ermeni çetelerini aleyhimize kullanmıştır. Aşiretleri de karıştırmaya yeltenmiştir.
Cumhuriyet Hükümeti, Dersim'de bir seri iyileştirici harekete girişmiştir. 1934'de çıkarılan iskan Kanunu; 25 Aralık 1935 tarihli "Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında kanun ve halkta bulunan silahların toplanması ile ilgili faaliyetlerle bölgede asayişin ve kalkınmanın sağlanması hedef alınırken, başta Seyyid Rıza olmak üzere bir kısım çıkarcı ağalar rahatsız olmuştur. Onların etkisiyle, iç bölgelerde yer yer hoşnutsuzluklar görülmüştür. Bu fırsatı değerlendiren Fransızlar, ajanları vasıtasıyla bölge halkını devlete karşı kışkırtıcı girişimlerde bulunmuşlardır. Bir yandan Dersim karıştırılırken Suriye hududu boyunca da Arap eşkiyalarıyla takviyeli Ermeni çetelerini bize karşı kullanmışlardır. 1936 yılı sonlarında başlatılan ve 1937 yılında iyice şiddetlenen bu sınır olaylarında Ağrı isyanı sonunda Suriye'ye sığınan "Hoybun Cemiyeti"ni kullanan Fransa, yine aynı örgütün Dersim'e kaçan militanları aracılığıyla irtibat kurduğu Seyyid Rıza'ya vaatlerde bulunmuş, yardım etmiş ve Dersim havalisini karıştırmıştır.
Hiçbir dönemde sömürgeciliği ve bölücülüğü elden bırakmayan Fransa, 200 yıl Korsika'yı işgal altında tutup kan döken; Cezayir ve Tunus'da halkı devlete karşı tahrik eden, çıkarı için binlerce Ermeni'yi harcayan; Kürtçülüğü koruyup destekleyen ve kan dökücü PKK terör örgütüne destek veren, Ermeni terör örgütlerine yataklık eden Fransa, insan hak ve özgürlüklerini sadece kendi çıkarı için bir maske olarak kullanmaktadır.
Almanya'nın Rolü
Almanlar kendilerini Batı Roma İmparatorluğunun varisi saymaktadır. "Avrupa Kıtası'nın En Büyük imparatorluğu" hayali, her Alman'ın kafasında yer etmiştir. Almanya'nın Avrupa'dan Asya ortalarına, Akdeniz ve Mezopotamya'ya uzanan siyasi kontrol arzusu, Fransa, İngiltere ve Rusya'nın rekabetiyle karşılaşmıştır.
Almanya'nın yayılma politikası, her dönemde Türk-İslam varlığını tehlikeye sokmuştur. Bu tehdidin, Haçlı Seferlerine kadar uzanan bir geçmişi vardır. Bu seferlerden dördünü Alman imparatorları düzenlemiş, ikisine bizzat komuta etmişlerdir.
Osmanlı Devletiyle de birçok defa savaşmış olan Almanya'nın en büyük emeli, Türklerin Avrupa'dan çıkarılması ve Osmanlı mirasının kendi ellerine geçmesidir.
Almanya, 1871'de federal bir devlet halinde yeniden kurulmuştur. "İkinci Reich" denilen yeni Almanya, kısa sürede her alanda Fransa'yı geçmiş ve İngiltere'den sonra Avrupa'nın en güçlü ülkesi olmuştur. Sanayide, denizcilikte, askeri alanda önemli hamleler başlatmıştır. Hammadde ve pazar arama, gıda ihtiyacını temin etme gibi meseleler arttıkça öteden beri yayılmak istediği Osmanlı toprağına süratle ulaşmanın yollarını aramıştır. Bu sebeple diğer büyük devletlerle olan rekabeti de artmıştır.
Batılı anlayışa göre, rekabetin esası yayılmacılığın hızlandırılmasıdır. Bu konuda kendilerinden başkasının hayat hakkı yoktur. Doğudaki zengin kaynaklara ulaşmak; sömürgeleri çoğaltmak için her yol meşrudur. Sömürülen kaynakların, çıkar bölgelerinin ve ulaşım yollarının korunması için himaye altında güdümlü idarelerin, nüfuz alanlarının kurulması gerekir.
Bütün bu menfaatler, Türkiye üzerinde kilitlenmiştir. Bu sebeple Osmanlı Devleti'nin yıkılması için her çareye başvurulmuş, gizli taksim projeleri yapılmıştır. Fakat, çıkarların çatışması sebebiyle tam bir sonuca ulaşılamamıştır.
Bu meselede Almanya'nın tutumu farklıdır. Osmanlı devletine barışçı yollarla sızmayı tercih etmiştir. Ekonomik bakımdan, Alman desteğine ihtiyaç duyarak ayakta kalabilecek ve Almanya'nın rakiplerine karşı askeri açıdan yeterli olabilecek bir Türkiye arzu etmektedir. Alman emellerinin geleceği açısından Pazar ve hammadde, tarım ürünlerinin temini ve diğer kaynaklara olan ihtiyaç bakımından da Osmanlı dostluğu devam etmelidir.
Bölgedeki gelişmeler, Almanya'yı telaşlandırmıştır. Rusya, Balkanları karıştırıp Ermenileri kışkırtırken, bir yandan da aşiretlere el atmaktadır. Fransa, Tunus ve Lübnan üzerinden Suriye'ye yayılmış, Ortadoğu'da etkili olmaya başlamıştır. Rakip tanımayan İngiltere ise Mısır ve Süveyş üzerinde askeri hakimiyet sağlamıştır. Mezopotamya'yı imparatorluğuna katma peşindedir. Yayılmasını sürdürmek için Arapları tahrik etmekte, aşiretlerle ilgilenmektedir. Bütün bu siyasi ve askeri gelişmeler yanında, kültürel ve dini etkiler de sürdürülmektedir. Ortadoğu ve Anadolu çeşitli ülkelerin misyonerinin faaliyet alanı haline gelmiştir. İslam ahali ve Müslüman sömürgeler, Türklük aleyhine kışkırtılmaktadır. O tarihlerde Fransa'nın Müslüman sömürge nüfusu 15, İngiltere'nin 85 milyondur. Çarlık idaresinde de milyonlarca Müslüman vardır. Almanya'nın ise hiç yoktur.
Yeteri kadar askeri deniz gücüne sahip olamayan Almanya, rakiplerine karadan vurup, yayılma yollarını kesmeyi hesaplamaktadır. Balkanlar ve Anadolu üzerinden Mısır, Suriye ve Bağdat kontrol edilebilirse ileride Mezopotamya ve Anadolu'ya sahip olabilirlerdi. Ne var ki bölgedeki ulaşım imkanı yeterli değildir. Uygun bir demiryolu hattı inşa edildiği taktirde Almanya'nın bölgeye askeri müdahalesi kolaylaşacak, Osmanlı Devleti'yle ticari ve siyasi bağ güçlenecektir.
İstanbul-Bağdat demiryolu projesi üzerinde büyük devletlerin amansız çekişmelerinin sebebi budur. Bu hattın yapılma hakkı Almanya'ya verilmiştir. XIX. yy.'ın sonlarına doğru 1000 km.'ye ulaşan bu demiryolunun yapılmasına paralel olarak Alman prestiji de süratle artmaktadır.
l. Dünya Savaşı başındaki ilk başarılar Alman nüfuzunu arttırmıştır. Balkan ülkelerinin çoğu Alman asıllı prenslerin idaresine girmiştir. Sırbistan Alman kontrolündedir. Bulgaristan da idaresini Almanlara teslim etmiştir.
Günümüzde Orta Avrupa'da, Balkanlar'ın kuzey kapısı sayılan bölgelerde, Sırbistan ve Bosna Hersek'te olup bitenlere bakılırsa, Almanların kafasında şekillenmiş bulunan "Pax Germenia" Alman zihniyetinin değişmemiş olduğu anlaşılır. Türkiye aleyhine faaliyet gösteren yıkıcı ve bölücülere Almanya'dan gösterilen kolaylık televizyon ve basında Kürtçü örgütlere verilen destek, PKK'ya verilen taviz, Almanların Türkiye'ye karşı besledikleri niyetin göstergesidir.
Rusya'nın Rolü
Rus yayılmasının ana hedefi, Akdeniz ve Ortadoğu'ya ulaşmaktır. I. Petro'dan, 11. Nikola'ya kadar, 200 yıl içinde Rus tahtına oturan 12 çar veya imparatoriçe, bu siyasetin takipçisi olmuşlardır. Birinin bıraktığı yerden diğeri devam etmiştir.
Amaca ulaşmak için vazgeçilmez iki ara hedef ise, doğuda Kafkasya, batıda Balkanlardır. Bu iki yarımada elde bulundurulmakla Osmanlı devleti iki yönden tehdit edilecek, Karadeniz ve Boğazlara hakimiyet sağlanacak, daha sonra da Doğu Anadolu üzerinden güneye inilecektir.
Rusya bu uğurda Şark Meselesi'nin takipçisi olan devletlerden birini veya birkaçını daima yanına alarak Türkiye'ye ardı ardına saldırılar düzenlemiştir. Ülkeyi içeriden karıştırmak, bölücü faaliyetlerde bulunmak için de elinden geleni yapmıştır. Kırım'dan Kafkasya'ya kadar bütün Türk ve Müslüman topluluklarını nifak yoluyla bölüp parçalayan Rus siyaseti, Balkanları da aleyhimize kışkırtmıştır. Osmanlı imparatorluğunun toprakları üzerinde Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan gibi ufak devletlerin kurulmasında baş faktör, Rus yayılmacılığıdır.
Çarlığa, Balkanlar ve Kafkasya yollarını açan önemli olay, 21 Temmuz 1774'te imzalanan Kaynarca anlaşmasıdır. İstanbul'da Ortodoks Kilisesi kurma, Osmanlı imparatorluğu dahilinde istediği yerde konsolos bulundurma hakkı ile fesat yuvalarının temeli atılmıştır.
Ruslar, Balkan ülkelerini, başlangıçta Ortodoks Mezhebi'ne dayalı dini koruyuculuk görünümü altında kışkırtmışlardır. 19. yy. başlarından itibaren bu gayretler, etnik ayırıcılıkla takviye edilmiştir. Asrın ilk çeyreğinden sonra gittikçe netleşip Pan-İslavist çizgide bütünleşen bağımsızlık tahrikleri, Berlin anlaşması ile arzu edilen siyasi sonuca ulaştırılmıştır.
Balkanlardaki ilk karıştırıcılık, Eflak ve Boğdan'da görülmüştür. 2. adım "Büyük Helen Devleti" hayaliyle Rumların isyana teşviki olmuştur. 1804'te başlatılan Sırp ayaklanması sürerken 1821'de Rum isyanları yeniden alevlendirilmiştir. Tanzimat'ın ilanıyla gayrimüslim tebaa üzerinde tahrikler yoğunlaştırılmıştır. Kırım Savaşı sırasında en koyu döneme giren Pan-İslavizm, Çarlıktan sonra da Sovyetler Birliği'nin yıkılışına kadar, Türk düşmanı bir siyasi hareket olarak devam etmiştir. Pan-İslavizmin Balkanlar'a yayılmasında Rusların Bab-ı Ali nezdindeki elçisi İGNATİYEV'in rolü büyüktür. Elçilik, Balkanlar ve Boğazlar ile ilgili bir merkez haline getirilmiştir. İstanbul Ortodoks Kilisesi de bölgede İslavist bir ittifakın kurulmasına ve Türkiye'ye karşı Balkan birliği oluşturulmasına öncülük etmiştir. 1870'te Bulgaristan'da açılmış olan kilise dini bir hüviyetten çıkıp Rus aristokrasisinin Balkanlardaki temsilcisi olan siyasi bir kuruluşa dönüştürülmüştür. İlk aşamada Balkanlar'ın muhtelif yerlerinde isyanlar çıkarılacak, sonra da Türkiye'ye yönelinecektir.
Devrin bazı ünlü Rus yazarları da Balkan Birliği lehinde propaganda yapmışlarıdır. Bunlardan biri olan DANİLEVSKİ, daha da ileri giderek İstanbul'un Balkan Birliği'nin başkenti olmasını istemiştir. Tabii burada esas olan, Boğazların Rus idaresine sokulmasıdır.
Türklerin Balkanlar'dan atılması ve Anadolu'da boğulması, diğer Batılı devletlerden, özellikle Fransa ve İngiltere'nin de arzusudur. Rusların Balkan siyasetini desteklemişlerdir. Böylece, Bulgaristan'da karışıklıklar sürerken 1875'te Hersek isyanı başlamıştır. 1876'da Sırplar ve Karadağlılar Osmanlı Devleti'ne savaş açmışlardır. Bu sırada Rusya'da kurulmuş olan "Islavlara Yardım Cemiyeti" para, silah ve gönüllü yardımıyla bütün Balkan Yarımadasında Türk katliamı başlatmıştır. Batıda Balkan Hıristiyanları doğuda Ermeniler kışkırtılırken 1877-1878 Türk Rus Savaşı başlamıştır.
Bulgaristan'a vaat edilen Makedonya'nın, Berlin anlaşması ile bizde kalması sadece Rus idealine değil, diğer emperyalistlere de ters gelmiştir. Makedonya tamamen elden çıkmadıkça Balkan Türklüğü çökertilemeyecektir. 1902'de bu bölge yeniden karıştırılırken 5 Ekim 1908'de Bulgar Krallığı ilan edilmiştir.
1909'da çıkan 31 Mart Olayı, 1911 Yemen ve Arnavutluk ayaklanmaları,İtalyanların Trablusgarb'a asker çıkarmaları, Türkiye'yi meşgul ederken, çeşitli vaatler alan Yunanistan, Islav devletleri safına geçip Bulgaristan'la anlaşmıştır (29 Mayıs 1912). Aynı yılda Bulgar-Karadağ Anlaşması yapılmıştır. Anlaşmaların öncüsü Bulgaristan, onu yöneten ise Çarlık'tır. Artık bu tarihten itibaren, Rus ideali için doğuda Ermeniler ne idiyse, batıda da Bulgarlar aynıdır.
Balkan felaketi, Türkiye için önemli bir darbe olmuştur. Bu savaşlar sırasında doğudan getirtilen bir çok Ermeni çetesi, ordumuzu arkadan vurmuştur. Siyasi alanda da Kürtçü-Ermeni yakınlaşması için gayret gösterilmiştir. Ruslar, Balkan kargaşası içinde Doğu Anadolu'yu istila etmenin yollarını aramıştır. Doğuda bulunan konsolosluklar, Kafkas Genel Valiliği, Rus Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa'daki Rus diplomatları, bu işgali çabuklaştırmak için girişimlerde bulunurken, aşiretler ile Ermeniler arasında çatışma çıkarma gayretleri de gittikçe arttırmışlardır. Bütün mesele, Rus müdahalesine zemin hazırlamaktır. Bu teşebbüs, Fransa ve İngiltere'nin çıkarlarına ters düştüğü için engellenmiştir.
21. asra girildiğinde Balkanların yeniden karıştırılması, bölgedeki Türk ve Müslüman varlığının yok edilmeye çalışılması, Ermenilerin Azerbaycan'a saldırmaları, içeride bölücü terör diye tanımlanan müşterek yıkıcılığın kan dökmesi ve Batı dünyasının tutumu, geçen bunca yıl sonunda hiçbir şeyin değişmediğini göstermektedir.
Rusların aşiretlerimizle ilgilenmeye başlamaları, Güney Kafkasya'nın işgaliyle birlikte sürdürülmüştür.
Tiflis'te üslenen Rus ordusu doğu sınırımızı ilk defa 1806 yılında geçmiştir. Özel olarak yetiştirilmiş ajanlar da Türkiye'ye sızdırılarak aşiretler üzerinde Rus yanlısı propaganda başlatılmıştır.
Azerbaycan'ın işgali tamamlanıp Aras güneyi İran'a verildikten sonra General Paskeviç komutasında çok güçlü bir Rus ordusu, Ahıska ve Ahılkelek'i yerle bir etmiştir. Kars-Erzurum platosu istikametine yönelmiştir. Bu harekatın bir amacı da Çarlığın gücünü gösterip bölge halkının moralini bozmak ve aşiret büyüklerini kendi yanlarına çekmektir. Doğuda acımasızca kan döken PASKEVİÇ, bir yandan da aşiret reisleriyle temaslarını sürdürmüştür.
Kafkas Genel Valiliği, Rusların Doğu Anadolu politikasının siyasi ve askeri bir merkezi haline getirilmiştir. Propaganda, haber alma, casusluk faaliyetleri, Ermeni tahrikleri, aşiretlerle münasebetler ve askeri harekatın koordinesi hep bu merkezce yürütülmüştür. Rus ajanları Doğu Anadolu'daki konsolosluklar aracılığı ile bütün doğuyu sarmıştır. Bozgunculuk uğruna ilmi çalışmalar da yapılmıştır.
1856 Paris Anlaşmasından sonra Kürtçü gayretler artırılırken Doğu Anadolu'ya da "Armenya" denilmeye başlanmıştır.
Bütün bu savaşlarda Aşiretleri devlet aleyhine kışkırtmaya yönelik faaliyetler bütün hızı ile devam etmiştir. Ancak Bedirhaniler'den Osman ve Kenan Paşa adlarındaki iki kardeş ile Hakkari'de Ubeydullah adındaki maceraperestin hareketinden başka Rusların propaganda ve teşviklerinden etkilenen aşiret olmamış hepsi devleti ile birlikte Ruslara karşı mücadele vermiştir.
I. Dünya Savaşı'nda yine Ermenilerle birlikte saldıran Ruslar, aşiretler üzerinde son oyunlarım gösterirken Çarlık idaresi devrilmiştir. 1917 ihtilali ile Ruslar Doğu Anadolu’daki faaliyetlerine bir süre ara vermişlerdir.
Daha sonra ideolojik bir çizgiye oturtulan Rus yayılmacılığı, eskisini aratmamıştır. Komünizm, bu emperyalizmin silahı olmuştur.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra bölücülük hareketi artmıştır. 1960'lı yıllardan itibaren Sovyet destekli Marksist-Leninist kuruluşlar, gençlik kesiminde etkili olmaya başlarken Kürtçü cemiyetler kurulmaya başlanmıştır.
Bu yeni yıkıcılık ve bölücülükte Sovyetlerin Türkiye'deki öncülüğünü TKP "Türkiye Komünist Partisi" yapmıştır. Bir çok defalar kapatılmış olan bu illegal örgüt, faaliyetlerini zamanla aydın kesim üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kurulan bir çok yan örgüt, Marksist-Leninist metotlarla; öğrenci-gençlik eylemleriyle ülke çapında karışıklıklar çıkarmışlardır. Yurt içinde ve dışında planlı ve sistemli Kürt ayrılıkçılığı çalışmaları da bu kargaşada tırmandırılmıştır. Bir çok parti ve dernek kurulmuştur. Devleti yıkmak ve milleti bölmek için atılan tohumlar, zamanımızdaki bölücü örgütleri doğurmuştur.
Yetmiş yıllık Sovyetler imparatorluğu da çöküp dağılmıştır. Müstakil devletler kurulmuştur. Fakat, İslav zihniyeti değişmemiştir.
Öte yandan İslav milliyetçiliği yeniden canlandırılmakta İslav asıllı üç cumhuriyet olan Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya, aralarında yeni bir ekonomik ve siyasal birlik oluşturmaktadırlar. Hedefleri, Türk Cumhuriyetleri üzerinde baskı yaratmak, Türkiye ile ilişkilerini kesmektir.
"Böl ve Parçala" siyasetinin "Milli Devlet" oluşumuna tahammülü yoktur. Azerbaycan'da çıkarılan iç karışıklığın sebebi budur.
Amerika Birleşik Devletlerinin Rolü
ABD'nin siyasi Kürtçülükle ilgili tutumu da 1810 yılına kadar uzanır. Daha ziyade misyonerlik tarzında yürütülen bu Kürtçü politika, İngiliz ve Rus eylemleri için destek unsuru teşkil etmiştir. Nitekim, 1880 yılında çıkan Şeyh Ubeydullah olayında Ruslara, 1887'de ise İngiliz Lash'ın Musul yöresindeki faaliyetlerine katkıda bulunmuşlardır. Uzmanlara göre, ABD'nin Ortadoğu'daki etkinliği daha çok ikinci Dünya Savaşı'ndan sonradır. Özellikle, İran faktörü ABD'nin Ortadoğu politikasında önemli bir unsur olmuştur.
Ortadoğu'daki Kürtçülük meselesinin alevlenmesinde Pehlevi hanedanının Amerikan yanlısı tutumu önemli rol oynamıştır. Asıl adı Savad Küh olan Rıza Şah, İngilizlerin desteğini sağlayarak son Türk hanedanı Kaçar sülalesinin yönetimine (1909-1925) son vermiş ve İran tahtına geçmiştir. Rıza Şah, İngiltere'yi desteklemeye ve Türkiye ile ülkesi arasında bir Kürt devletinin kurulmasına çaba göstermiştir. Neticede, Şah, "İran Nijad Kavimleri Mektebi"nı himayesine alarak Ari ırk politikasını takip etmeye ve Kürtlerin de aynı ırktan oldukları propagandasını yürütmeye başlamıştır. Bununla da yetinmeyerek, İran Şahı, 1925 Raman ve Recko, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı, 1926-30 Ağrı, 1928 Sason, 1930 Zeylan Deresi ve Şemdinli olaylarında Rusya ve İngiltere'nin yanında bölgede Türkiye aleyhtarı bir politika takip etmiştir." Bilhassa, Ağrı olaylarından sonra Türk kuvvetlerinin önünden kaçan isyan ele başlarına sığınma hakkı tanımaktan da çekinmemiştir.
İkinci Dünya Savaşı, ABD ile Rusya'yı bölgede İngiliz yayılma politikasına karşı bir araya getirmiştir. Moskova yanlısı İran Tudeh Partisi, Kürt Kawa örgütü ve ABD desteğindeki Komala Kürt Teşkilatı, Irak ve İran'daki İngiliz Petrol Şirketi ShelI'e karşı ortak bir mücadele yürütmüşlerdir. Irak'ın Erbil'e yakın Barzan kentinde doğan Molla Mustafa Barzani'nin, 1924 yılında gerçekleştirdiği İsyan, Irak ve İngiltere ortak faaliyeti sonucu bastırılmıştır ve Barzani Iran'a sığınma durumunda kalmıştır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Cafer Bakırofun "Komel" örgütü yerine "Kürdistan Demokrat Partisi" adıyla yeni bir siyasi teşkilat kurulması yolundaki tavsiyesi ki Mahabat'ta gündeme gelmiştir neticede Barzani'yi genel sekreterliğe kadar getirmiştir. Böylece Azeri, Türkmen ve Kürt işbirliği doğmuştur (1946). Ancak, Şah, Mahabat ve Rızaiye üzerine sevk ettiği kuvvetlerle bu kentleri ele geçirmiş, Molla Mustafa Barzani ve Peşmergeleri Rusya'ya sığınmak zorunda bırakmışlardır. Ancak, 1958 Irak umumi affını müteakip, Barzani 12 yıllık sürgünden sonra, Irak'a dönebilmiştir.
Rusya'dan dilediği yardımı alamayan Barzani, bu defa ABD politikasına yönelmiştir. Ancak, parti içinde güçlenen Talabani Moskova yanlısı bir eğilimi tercih etmiş, 1964 yılında Barzani Talabani ayrılığı İran istihbaratı Savak'ın girişimleriyle sonuçlanmıştır. Talabani bu defa İran'a sığınmış, 1970-1974 yılları boyunca taraflar arasındaki çatışmalar Irak hükümetinin bağımsızlık önerisiyle son bulmuş, Talabani Suriye'ye sığınmak durumunda kalmıştır. Ancak, ABD'nin aracılığı ile Irak ve İran, Cezayir'de sulh masasına oturmuşlar, görüşmüşler ve 11 Mart 1975'te anlaşmışlardır. Irak, Barzani'ye yaptığı vaatleri bir yana bırakmış, zor durumda bulunan Barzani, ABD'nin aracılığı ile İran'a sığınma durumunda kalmıştır.
Ülkelerin PKK Terör Örgütü ile ilgili Yaklaşımları ve Desteği
Günümüzde PKK’nın, faaliyetlerini ülkemiz sınırları dışına taşırdığı ve bu çabaları sonucunda çeşitli ülkelerde örgüt amaçları doğrultusunda imkanlar elde edebildiği bilinmektedir. Bu çerçevede ülkeler tasnife tabi tutulduğunda şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır.
PKK’yı destekleyen ülkeler arasında İran, Irak, Suriye, GKRY’DE ve Yunanistan, öncelikli konum arz etmektedir. Anılan ülkeler örgüte; barınma, eğitim imkanları, serbest dolaşım hakkı, para ve silah sağlama, illegal geçişlerde yardım, devlet imkanlarından kısmen yararlandırma gibi hususlarda destek sunmaktadır.
İran toprakları, bu ülkenin sağladığı destekler ve kolaylıklar çerçevesinde, PKK’nın ülkemize yönelik faaliyetleri açısından önemini korumaktadır. İran, PKKlı unsurlara, Devrim Muhafızları ve istihbarat kuruluşları vasıtasıyla destek sağlamaktadır.
Uyguladığı inkar politikasına rağmen PKK terör örgütüne verdiği desteği sürdüren İran, Suriye'nin Ekim 1998 öncesinde oynadığı rolü devralmış gözükmektedir. Bu bağlamda İran’ın, örgütü Türkiye’ye karşı koz olarak kullanma gayreti içinde olduğu gözlenmektedir.
Suriye'nin yaklaşımının ise tatmin edici olmaktan uzak olduğu, A. ÖCALAN'ın Suriye'den ayrılmasından sonra 20 Ekim 1998 tarihinde imzalanan "Adana Mutabakatı" sonrasında mutabakatın uygulanması hususunda yeterli ve samimi işbirliğinde bulunmadığı ve Türkiye’nin taleplerini geçiştirir bir tavır sergileyerek PKK'ya olan desteğini gizliliğe azami ölçüde riayet ederek sürdürdüğü görülmektedir.
Rusya Federasyonu (RF) ve Ermenistan’ın, örgütsel faaliyetler ile Yezidi Kürtlerden kadro yaratma çalışmalarına müsamaha ettikleri görülmektedir. RF'deki çalışmaların, geçmişte, Moskova'da, açılan ERNK Bağımsız Devletler Topluluğu Temsilciliği ile daha da hareketlendiği, çeşitli konferans ve toplantıların Duma Binası’nda yapılabildiği, 1999 yılında fesh edilmiş olan sözde "Sürgünde Kürt Parlamentosu (SKP)" nun III ncü toplantısının Moskova'da gerçekleştirildiği bilinen hususlardandır.
Sovyetlerdeki değişim ardından, silah, uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve mafya faaliyetlerinin etkin bir şekilde sergilendiği Bulgaristan, Romanya gibi ülkeler, PKK’nın söz konusu organizasyonlar içerisindeki rolünü bilmekle birlikte, iç sorunları ve yönetim zafiyetleri neticesinde örgütün ülkelerindeki faaliyetlerine gerekli müdahalelerde bulunmamaktadırlar.
Avrupa ülkelerinin tamamı, görünüşte PKK’yı "terörist örgüt" olarak nitelendirmekte ise de örgüt sadece Almanya ve Fransa'da yasaklanmıştır. Ayrıca Avrupa ülkeleri, örgütün yan kuruluşları marifetiyle yürüttüğü faaliyetleri kültürel ve sosyal çalışmalar meyanında ele almakta, "İnsan Hakları" temelindeki bakış açıları ile her türlü etkinliğe izin vermekte, PKK yönetimi ile doğrudan veya dolaylı temasta bulunmaktadırlar. Bu ülkeler arasında Almanya'nın yanı sıra, Avusturya, İngiltere, İtalya, Fransa ve Yunanistan’ı saymak mümkündür.
Örgüt tarafından yurtdışında işlenen "siyasal çözüm", yurtiçinde dile getirilen ise "Demokratik Cumhuriyet" temaları yurtdışında yaygın bir şekilde kabul görmekte, bu türlü yaklaşımlar da PKKlı militanlar ile yan kuruluşlarının Avrupa'da daha rahat çalışmalarına yol açmaktadır.
Bu bağlamda, stratejisinin gereği olarak "Uluslararası Alanda Taraf Statüsü" elde edebilmek konusunu hedeflerinden birisi haline getiren örgüt, bu hedefine ulaşmak maksadıyla yürüteceği siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetleri için; siyasi gelişim sürecini sekteye uğratabilecek riskleri bertaraf etmek üzere "İnsan hakları", "Demokrasi" gibi uluslararası platformda kabul görmüş normların arkasına gizlenme olanağı bulabileceği, değişik ülkelerde bulunan Kürt asıllı şahısların da desteğini alabileceği Avrupa alanını seçmiştir.
Bu arada, PKK terör örgütünün siyasal istekleri ile AB'ne giriş süreci içerisinde bulunan Türkiye’ye dikte ettirilmeye çalışılan Kopenhag Kriterleri normlarının çakıştığı bilinmektedir. Örgüt yönetimi tarafından, "İnsan hakları ile azınlıkların korunması ve hakları teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulması" maddesini de içeren Kopenhag Kriterlerinin Türkiye tarafından kabulü halinde;
- Değişik kültürlerin ülke içinde kendini ifade etmesine imkan tanımak zorunda kalınacağı, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün gelişeceği, kendilerine tanınacak olan özgürlüklerle Kürt halkının güç haline gelebileceği, bu durumda şiddete başvurulmaya gerek kalmayacağı ifade edilmektedir.
- Bu nedenle örgüt üst yönetimi, Türkiye’nin AB'ne girişini desteklemekte ve sözde Kürt sorununun AB'nin sorunu haline getirilmesi halinde Türkiye’nin; idamın kaldırılması, toplumsal barışın sağlanması için genel af ilan edilmesi ve Kürt kimliğinin tanınması yönünde AB'nin baskısına maruz kalacağı değerlendirmesi yapmaktadır.
Diğer taraftan, Avrupa ülkelerinin ise;
"Kürt sorununun demokratik çözümü" çerçevesine oturtulmuş olan örgütteki değişimi, şiddetten uzak kendi normlarına uygun mücadele şekline dönüştürerek örgütün muhatap olarak kabul edilebileceği şartları yaratma gayreti içerisine girmiştir.
Kamuoyunun da desteğini alan Kürtçülük konusunu her dönemde yeni taleplerle gündeme getirerek, Türkiye’ye kendi menfaatleri doğrultusunda baskı aracı olarak kullanmaya devam ettikleri görülmektedir.
Buna paralel olarak, AB, Avrupa Parlamentosu, AGİT ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar, Türkiye’ye karşı uygulamalarında; sözde Kürt sorununu ve Kürtlerin kültürel haklarının tanınmasını dile getirmekte, Kopenhag Kriterleri, Helsinki Sonuç Belgesi ve AB'nin KOB kurallarının uygulanması yönünde baskı yaparak PKK terör örgütüne destek sağlamaktadırlar.
Öte yandan, ABD'nin de, resmi politikasında Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasından yana görünmesi ve PKK'ya uzak ve mesafeli davranmasına rağmen, K.Irak’ta, Washington Mutabakatı kapsamında bir federasyon kurulması yönündeki gayretlerinin yanısıra, Türkiye’nin doğusunda da HADEP’i muhatap alan faaliyetlerde bulunarak gelecekteki politikalar doğrultusunda bölgesel kimliği öne çıkarma gayreti içerisinde olduğu gözlenmektedir.
Yurtiçinde faaliyet gösteren yabancı misyon mensupları ile temasları
Yabancı misyon mensuplarının yerel seçimlerin akabinde 1999 yılının ikinci yarısından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaptıkları ziyaretlerde artış olduğu gözlenmiştir.
Yabancı misyon mensuplarının, Güneydoğu Anadolu bölgesine yaptığı geziler kapsamında özellikle ABD Adana Konsolosu bayan Grena Holtz'un bölgeye yaptığı ziyaretleri dikkat çekici seviyede seyretmiştir.
Son bir yıllık dönemde yabancı misyon mensuplarının, başta iç ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olacak şekilde Türkiye’yi ziyaretleri kapsamında,Ocak 1999 ayından Şubat 2001 tarihine kadar 500 kadar yabancı heyetin ülkemizi ziyaret ederek çeşitli temaslarda bulundukları belirlenmiştir.Bu ziyaretlerde yabancı misyon temsilcilerinin, HADEP'li belediye başkanları ile yaptıkları görüşmelerde genel olarak;
Kürtçe radyo, televizyon ve gazetelerinin olup olmadığı, HADEP'li olmalarından dolayı valilerle olan ilişkilerinin ne düzeyde olduğu seklinde sorular sordukları, ayrıca insan hakları, idam cezaları gibi konuları görüşmüşlerdir.
Bölgenin başkenti konumunda bulunan Diyarbakır’a büyük bir değer verdiklerini, ilde ekonomik ve sosyal yönden çok büyük gelişmelerin yaşandığını gördüklerini belirtmeleri dikkat çekmiştir. Bununla birlikte;
- ABD'li heyetlerin, mülki makamlar ve diğer kuruluşları ziyaret etmelerinin yanısıra HADEP'li belediyelerle de temas kurmuşlardır.
- Alman heyetlerinin, HADEP'li belediyelere ait projelere finans sağlamaya çalışmalarının yanısıra "Köye dönüş projesi" ile ilgili olarak Şırnak ve Hakkari'de faaliyetlerde bulunmuşlardır.
AB heyetlerinin, AB'ne uyum kapsamında Türkiye’deki gelişmeleri incelemek maskesi altında genelde Doğu ve Güneydoğu illerine ziyaretlerde bulunmuş, bu kapsamda; Hükümet tarafından HADEP'li belediyelere sağlanan desteğin durumu, OHAL'in kaldırılması, İnsan Hakları ve işkence uygulamaları gibi konular üzerinde durduğu görülmüştür.
Görüldüğü üzere, HADEP'li Belediyelerin kardeş belediye uygulamaları kapsamında yabancı kurum ve kuruluşlarla temasları ile yabancı misyon mensuplarının ziyaretleri dikkate alındığında;
- Sözde Kürt sorununun, Uluslararası platform gündeminde tutulmaya azami gayret gösterilerek Türkiye’ye baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılmakta,
- Sözde Kürt sorununun siyasal ortam içerisinde çözüme kavuşturulmasını sağlayacak zeminin oluşturulmasına gayret edilmekte,
- PKK terör örgütü tarafından sözde Kürdistan olarak tanımlanan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine cografi anlamda olmasa da bölgesel bir kimlik, örgüt güdümündeki HADEP'e de bir misyon kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Örgüt Yanlısı Yerel Yönetimlere Destek Sağlaması Yönündeki Faaliyetleri
(1) HADEP'li Belediyelerin kardeş belediye uygulamaları kapsamında yabancı kurum ve kuruluşlarla temasları :
Seçimler akabinde, HADEP'li Belediye başkanlarının göreve başlamalarından itibaren ağırlıklı olarak kendilerine yakın şahısları göreve getirme uygulamalarının yanısıra, HADEP Genel Merkezinin de, Belediyeleri kontrol altına alabilecek, koordineli çalışmalarını sağlayarak HADEP'li belediyeleri başarılı kılabilecek bir merkezi yapı oluşturma çabası içinde olduğu gözlenmiştir.
Nitekim, 08 Mayıs 1999 tarihinde HADEP Genel Merkezinde Belediye başkanlarının da katılımıyla yapılan bir toplantıda;
Ortak tavır geliştirilerek GAP Belediyeler Birliği yönetiminin ele geçirilmesi, HADEP'li belediyeleri başarılı kılmak suretiyle taban genişletilmesine yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi, bağlı bulunulan yerlerdeki gerek siyasi, gerekse sivil toplum örgütleri ile ilişkilerin iyi tutulması planlamaları yapılmıştır.
Söz konusu planlamalar doğrultusunda ilk olarak, GAP Belediyeler Birliği’nin 12 Temmuz 1999 tarihinde Diyarbakır’da yapılan meclis toplantısında birlik başkanlığına tek aday olan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Feridun ÇELİK seçilmiştir.
GAP Belediyeler Birliği’nin merkezi yapısı altında faaliyetlerini yoğunlaştıran HADEP'li belediye başkanları, Dünya Belediyeler Birliğine üye olmak, çeşitli ülkelerde bulunan belediyelerle birbirlerini kardeş belediye ilan etmek, yardım kampanyaları düzenlemek gibi faaliyetlerle, mali ve teknik yardım sağlamaya çalışmışlardır.
HADEP'li belediyelerin, "Güneydoğu Projesi" olarak ifade edilebilecek ve bölge halkına hizmeti esas alan bir projenin ortaya konması kapsamındaki çalışmalarına destek olunması maksadıyla, Avrupa alanındaki örgüt sorumlular tarafından da belediye faaliyetleri ile ilgili bazı projeler üretilmeye çalışıldığı ve bunlara yönelik yurtdışı irtibat büroları oluşturulduğu, Avrupa'daki finans kuruluşları, yerel yönetimler ve NGO'larIa ilişki kurmakla görevli bir çalışma grubu oluşturulduğu öğrenilmiştir.
Ayrıca, HADEP'li belediyelerin yabancı ülkelerdeki temasları ve söz konusu ülkelerden gelen heyetlerle yaptıkları görüşmelerdeki artış ile söz konusu görüşmelerde sözde Kürt sorunu ve devletin belediyelere yaklaşımının gündeme gelmesi dikkat çekmiştir. Bu çerçevede;
- İtalya-Perugia şehrinin Diyarbakır Büyükşehir belediyesini kardeş belediye ilan ettiği,
- İtalya/Quartu Sant'Elena belediyesinin Ağrı belediyesi ile kardeş belediye olmak istediği, ayrıca Ş.Urfa/Suruç belediyesi ile bu konuda karşılıklı bir anlaşma imzaladığı,
- İsviçre belediye mensuplarından oluşan bir heyetin 26-28 Nisan 2000 tarihleri arasında Batman ve Van illerini kapsayan bir gezi düzenledikleri ve heyet mensuplarının Van belediyesini kardeş belediye ilan ettiklerini, hazırlanacak projelere finansman desteği sağlayacaklarını, önümüzdeki dönemlerde tekrar geleceklerini ifade ettikleri,
- HADEP Genel Merkezi tarafından, HADEP'li Belediyelerin durumu ile ilgili olarak dosyaların hazırlandığı ve bu dosyaların, Almanya, Fransa ve Hollanda'ya gönderildiği, teknik malzeme yardımı alabilmek için görüşmeler yapıldığı,
- Brüksel Kürt Enstitüsü'nün organizesi ile Örgüt yanlısı bazı oluşumların 28 Nisan 2000 tarihinde Brüksel’de "Kürt Halkı ve Dayanışma ve şehirleri ile İşbirliği" adı altında düzenlenen ve Belçika'dan Flaman belediye başkanlarının ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarından yetkililerinin de davet edildiği toplantıya, HADEP'li Mardin/Derik ve Kızıltepe belediye başkanlarının katıldığı,
- Merkezi Fransa'da bulunan Dünya Birleşik Belediyeler Federasyonu'nca Fransız ve İtalyan belediye başkanlarının katılımıyla olusturulan bir heyetin, 1-5 Mart 2000 tarihleri arasında Türkiye’ye gelerek HADEP'li belediye başkanları ile görüşmelerde bulunduğu, söz konusu heyetin Van gölü ve çevresi ile ilgili bir proje kapsamında 30 milyon ABD Dolarlık kredi talebine olumlu yaklaştıkları,
- İtalya Kalkınma için İşbirliği Enstitüsü tarafından oluşturulan bir heyetin, Dünya Birleşik Belediyeler Federasyonu'nun girişimleri çerçevesinde, 22 Mart 2000 tarihinde Van ilinde belediye yetkilileri ile görüşmelerde bulunduğu,
- İsviçre’nin Zürich kentinde faaliyet gösteren "Belediyelerle Dostluk Grubu" adlı oluşum temsilcilerinin, HADEP İstanbul il Başkanı ile HADEP'li belediyelere yardım konusunda bir görüşme yaptığı, söz konusu kuruluş tarafından HADEP'li belediyelere; resmi, gayri resmi ve hükümet dışı kuruluşlardan gerekli yardımın sağlanabilmesi amacıyla anket formları gönderilmiş,
- Avrupa Parlamentosundan İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan milletvekillerinde oluşan bir heyetin, 29 Mayıs-02 Haziran 2000 tarihleri arasında İstanbul, Van, Hakkari, Batman ve Diyarbakır illerini kapsayan bir gezi düzenlenmiş,
- Almanya'da bulunan "Rosa Luxenburg Vakfı" tarafından planlanan belediye sorunlar ve çözümleri konulu bir toplantıya HADEP'li Ağrı/Doğubeyazıt, Mardin/Nusaybin ve Diyarbakır/Suriçi belediye başkanları davet edilmiş,
- Diyarbakır belediyesi alt yapı projesi yapımı ile ilgili olarak, Alman Kalkınma Kredileri Bankası yetkilileri ile Büyükşehir belediye başkanı arasında 06 Temmuz 2000 tarihinde 35 milyon DM.lık kredi için bir ön protokol imzalanmış,
- İtalya-Quartu belediyesi meclis üyelerinden oluşan 4 kişilik bir heyetin 05-11 Temmuz 2000 tarihlerinde Ş.Urfa, Diyarbakır ve Batman illerinde bir gezi düzenledikleri, heyet mensuplarının gezi kapsamında HADEP, iHD ve bazı sendika temsilcileri ile görüşmelerde bulundukları, görüşmelerde Quartu'nun İtalya’da yari otonom şekilde yönetildiği ve Santo dilini kullandığı. Suruç halkının da Kürtçe konuşmasının kardeş belediye olmak için yakınlık doğurduğunu ifade etmiş,
- Dünya Belediyeler Birliği Federasyonu tarafından, üyelik için başvuran Akdeniz Belediyeler Birliği ile Marmara Belediyeler Birliği’ne cevap bile verilmezken Güneydoğu Anadolu Belediyeleri ile 2000 Ekim ayı içerisinde Diyarbakır ilinde bir toplantı yapılmasının planlandığı, toplantıya yönelik olarak HADEP'li belediyelerin bazı projeler hazırlayacakları ve özellikle de göç konusunu gündeme getirmeyi planladıkları, ancak söz konusu toplantının Türkiye’de tepki oluşturması üzerine 2001 yılına ertelenmiş,
- Avrupa Parlamentosu parlamenteri ve Alman Kalkınma Enstitüsü başkanının 3-12 Ağustos 2000 tarihleri arasında Van, Hakkari, Bitlis, Muş, Ağrı ve Iğdır illerini kapsayan bir gezi yapmışlar,
- Avrupa alanında faaliyet gösteren PKK terör örgütü mensuplarının girişimleri sonucu Ağrı/Doğubeyazıt belediyesinin davetlisi olarak İtalya/Ankona belediyesi mensubu bir heyetin 17-21 Eylül 2000 tarihleri arasında Doğubeyazıt’a bir ziyaret gerçekleştirmişler, heyet mensuplarının aşevi, toplu konut ve "Kadın Sağlık ve Sığınma Evi" projeleri hakkında bilgi alışverişinde bulunmuşlar,
- Ayrıca, PKK terör örgütü güdümünde faaliyet gösteren Kürt Kızılayı tarafından Diyarbakır Büyükşehir belediyesine ilaç ve finans yardımı yapılmış, muhtelif sağlık malzemelerinin de gönderilmesine çalışıldığı öğrenilmiştir.
Söz konusu temasların, ağırlıklı olarak HADEP'li belediyelere finans ve araç-gereç temini amacı taşıdığı gözlenmekle birlikte, Belediye Başkanlarının yurtiçi ve yurtdışında katıldıkları toplantılarda, belediye sorunları yanında insan hakları bağlamında sözde Kürt sorunu üzerinde de durdukları gözlenmiştir.
Ancak, son dönemde, HADEP'li belediye başkanlarının bölgede merkezi otoriteyi hiçe sayan söz konusu faaliyetlerinin yanısıra bazı belediyelerde görülen hukuk dışı faaliyetlerinden dolayı haklarında soruşturma açılması ve yargılanmaları neticesinde yurtdışı seyahatlerinde ve yabancı misyon mensupları ile temaslarında geçmişe nazaran azalma olduğu tespit edilmiştir.