Arama


HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
8 Kasım 2008       Mesaj #14
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Sorularla Alevilik - II


“Eline, Beline, Diline sahip ol” ne anlama geliyor?

Herhalde dünyada anlamı bu kadar derin ve kapsamlı olan ama aynı zamanda sadece üç sözcük olan başka bir kavram yoktur. Bazılarının onlarca kitaba, yüz binlerce sözcüğe sığdıramadığını Alevi önderi Hacı Bektaş Veli üç sözcükle anlatmış. ELİNE, BELİNE, DİLİNE SAHİP OL.

İnsanın bu üç organı toplumu ve insanı geliştirdiği, özgürleştirdiği gibi aynı zamanda insanı ve toplumu düşkünleştirir, yozlaştırır. Ulu Hünkâr bütün bu gerçeklikten yola çıkarak Alevi inancında sağlam bir ahlâk sistemi kurmuştur. Şimdi bu ahlâk sistemini biraz daha inceleyelim:

EL: İnsanın eli her türlü iyiliğin ve yine kötülüğün uygulayıcısıdır. İnsan eline sahip olmadı mı katil, hırsız olur. İnsan eline sahip oldu mu üretir. Üreten ve yaratan, çaba sarf eden, emek harcayan insanda güzel insandır. Güzel insanda kendisinden başlayarak topluma hizmet edendir. Toplumsal huzuru, barışı sağlayandır.

BEL: İnsan kendi hayvani cinsel güdülerine hâkim olmadı mı her türlü *****lığı yapar. *****lık, toplumsal çürümeye, ahlâksızlığa götürür. Bunun zıddı olan, yani insan cinselliği olumlu anlamda bir üreme aracı olarak değerlendirdiğinde sonuç yine toplumsal ve bireysel huzur olur. Yine insan doğan çocuğuna gereken ilgiyi göstermedi mi o çocuk toplumun başına belâ olur, her türlü zararlı olaya açık olur. Demek ki; insan eline, beline hâkim olmakla salt hayvani güdülerini dizginlemiyor. Bununla beraber oluşturduğu aile sistemiyle kendisinin vesile olduğu çocuğunu da eğitiyor.

DİL: Dil insanlar arasında iletişimi sağlayan organdır. Bir insan dilini iyilik için de kullanabilir kötülük için de. İnsan dilini yalandan, riyadan, sahtelikten korumalı ve yalana, sahteliğe alet etmemeli, yani diline sahip olmalı. Duyduğu olumsuzlukları düzeltmeli, yalandan kaçmalı, kilit vurmalı. Dilini iyi, güzel insanı ve dolayısıyla toplumu huzura kavuşturacak şekilde kullanmalı.

Ulu Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Makalat adlı kitabında şöyle sesleniyor insanlığa: "İnsanın üç iyi dostu vardır. Öldüğünde, bunlardan biri evde, öbürü yolda kalır. Üçüncüsü ise kendisiyle birlikte gider. Evde kalan malı, yolda kalan dostlarıdır. Kendisiyle giden ise iyiliğidir."

Bir insan Eline, Beline, Diline sahip olduğu müddetçe iyi bir insandır. Eline sahip olmakla; kendisini her türlü şiddetten, hırsızlıktan, cinayetten korumuş olur. Beline sahip olmakla; çocuğuna iyi bir baba, eşine ise iyi bir eş olur. Yoksa her türlü hayvani güdüyü tatmin etmek için ömrünü geçirir. Diline sahip olan ise kendisini her türlü yalandan, sahtelikten korumuş olur. Eğer insanlık bu ilkeleri asgari bir şekilde uygulasa her türlü yozluğun ve yobazlığın sonu gelir.


Alevi deyişlerinde sıkça gecen “Kırklar” kimleridir ve ne anlama geliyor?

Kırklarla ilgili farklı anlatımlar var. Ama bu zamanı, mekânı farklı anlatımların hemen hemen hepsinin özü aynıdır. Bu ortak öze göre Kırklar; bir gün Hz. Muhammed, Medine’de yaptırdığı ibadethanenin bitişiğindeki toplantı yerine gelir ve kapıya vurur, içeride Kırklar toplantı halindedirler. Yalnızca bir iş için dışarıda bulunan Salman-i Farisi orada yoktur. Hz. Muhammed’e kapıyı açmadan kim olduğunu sorarlar. Peygamber olduğunu söyleyince, "bizim içimizde peygamberin yeri yok" diyerek kapıyı açmazlar. Hz. Muhammed üzülerek geri döner. Yolda, kulağına Tanrıdan bir ses gelir. Bu sese uyarak tekrar kapıyı çalar. Kim o dendiğinde "kavmin seyyidi, yoksulların hizmetçisiyim" karşılığını verir ve kapı açılır. İçerdekilere kimler olduğunu sorar. Onlarda "biz Kırklarız, toplandık, konuşuyoruz" derler. Hz. Muhammed, "siz kırk değil, otuz dokuz kişisiniz" deyince, onlarda "biz kırk kişiyiz, kırkımızda bir kişiyiz" karşılığını verirler. Hz. Muhammed kararsızlık geçirince Hz. Ali koluna bir kesik atar, otuz dokuz kişinin kolundan yere birer damla kan akar. Bu kan damlalarının ortasına bir damla kan da çatıdan düşer. Bu, dışarıda görevli olarak bulunan Salmanı Farisi’nin kanıdır. Sonra Hz. Ali kolunu sarar ve kanı durur. Bundan sonra Salmani Farisi elinde bir üzüm tanesiyle içeri girer ve Hz. Muhammed’e; "al bunu pay et" der. Hz. Muhammed’de üzüm tanesini ezer ve suyunu kırk kişiye pay eder. Üzüm suyundan içen kırk kişi kendilerinden geçerek ayağa kalkıp dönmeye başlarlar. Hz. Muhammed’de onlara eşlik eder. Bir ara Hz. Muhammed’in takkesi yere düşer. Bunu alıp kırka bölerler ve kuşak yapıp bellerine sararlar.

İnanca göre diğer insanlardan farklı ama kim oldukları bilinmeyen Allah dostu erenler vardır. Bunlara "Gayb Erenler" de deniliyor. Kırklarında hepsinin kimler oldukları bilinmiyor. Ama Cem ibadetine kaynaklık ettikleri de bir gerçek.

Yunus Emre Alevimiydi?

Her ne kadar bazıları gizlemeye çalışsa da Yunus Emre bir Alevidir.

Sanatıyla, düşüncesiyle kendinden sonraki kuşakları etkileyecek kadar büyük bir kişilik Yunus Emre, bu kişiliğe giden yolda ilk dersi büyük Alevi önderi Hacı Bektaş-ı Veli’den almıştır.

Yunus Emre Anadolu’da hüküm süren Selçuklu devletinin halkı zulüm altında tuttuğu, baskılar uyguladığı ve bir de durmaksızın yinelenen Moğol saldırılarının olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bu dönemde bir de kıtlık olunca Anadolu insanı daha da perişan oldu. Perişan olanlardan biri de Yunus Emre’ydi. Hacı Bektaşı Veli’nin yapıtlarından "Vilayetname"’de geçen anlatıma göre Yunus Emre bu kıtlık olan yılda köyünden yola çıkarak ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli’nin dergâhına varıp biraz buğday isteyecekti. Giderken eli boş gitmemek için yolda heybesine alıç doldurdu. Ulu Hünkâr’ın huzuruna varıp halini anlattı. Bir kaç gün misafir kaldıktan sonra gitme vakti gelmişti. Hünkâr, Yunus’a şöyle dedi: "Buğday mı verelim nefes mi?" Yunus: "Nefesi ne edeyim, eşim çocukların aç bana buğday verin." Bunun üzerine Yunus’a buğday verdiler. Yunus dergâhtan ayrılınca yaptığı hatayı fark etti ve tekrar dergâha döndü. Halifeler durumu Hünkâr’a bildirdiler, o da: "Biz kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye sunduk. Varsın ondan nasibini alsın." dedi. İşte asırlardır güncelliğini ve derinliğini koruyan Yunus Emre kişiliğinin başlangıç noktası burasıdır. Yunus bundan sonra yıllarca Tapduk Emre’nin dergâhında emek verir. Bu aynı zamanda eğitimdir de. Bu eğitim sonucu öğrendiklerini insanlarla paylaşmak için bütün Anadolu’yu gezer.

Aleviler için müziğin anlamı ve önemi nedir?

Her dinsel toplumun kendine has bir müziği vardır. Bu müzik, inancın felsefesinin insan ruhuna ve düşüncesine daha kolay hitap etmesini sağlar.

Dinsel müzikler daha çok dinsel törenler, toplantılar sırasında seslendirilir. Genel anlamda dinsel ilâhiler, müzikler gündelik yaşamda yokturlar. Bu durum Aleviler ve Alevi müziği için geçerli değildir. Bu dünyada eşine ender rastlanan bir durumdur. Alevi müziği salt Alevilerin ibadet törenlerinde değil, yaşamın bütününde yer alır. Yine Alevi müziği salt Alevilere hitap etmez. Toplumun bütün kesimlerine hitap eder. Bu Alevi müziğini gündelik yaşamın vazgeçilmez bir parçası yapar.

Alevilerde vazgeçilmez olan saz, söz, semah, Alevilerin belleklerini yitirmelerini engeller, onları moral olarak motive eder, duygularını fetheder, bilinç verir, toplumu birbirine kenetlenmesini sağlar. Alevi önderleri bu gerçeği görmüşler ve önderliklerinin yanı sıra aynı zamanda sanatsal anlamda üretimleri ile Aleviliğin evrenselleşmesini sağlamışlardır. Örneğin Şah İsmail. Şah İsmail’in Hatayi mahlâsı ile yazdığı şiirler, türküler günümüzde dahi popüler.

Anlaşılması ve bilinmesi gerekenler:

Alevi müziği salt dinsel bir müzik olmayıp yaşamın içinde, gündelik sorunlardan tutalım insanın duygularına kadar hitap edebilen ve böylece insanı moral olarak yücelten, onu felsefi olarak geliştiren, toplumsal olarak örgütleyen bir işleve sahiptir. Bu tarih boyunca böyleydi. Günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

Caferilik nedir?

Caferilik, On İki İmamlar’ın altıncısı olan İmam Caferi Sadık tarafından kurulmuş bir Alevi mezhebidir. Caferiliğin temelinde Hak-Muhammed-Ali sevgisi, Ehlibeyt’e bağlılık ve On İki İmamlar’a bağlılık vardır.

Caferilik, Ehlibeyte inananların çoğunluğu tarafından kabul görmüştür.

Caferilik inancının temellerini altıncı İmam Caferi Sadık atmıştır. Caferi Sadık, derin bilgisiyle diğer imamlardan farklıdır. Yine İnsanlığı ilgilendiren ilmi konularda yaptığı yorumlarla, getirdiği çözümlerle bir çok insanı eğitmiş, geliştirmiştir. İmam Caferi Sadık bu çok yönlü bilge kişiliğiyle salt Ehlibeyt’e bağlı olanları değil, aynı zamanda Ehli-Sünnet’e bağlı olanlarında hayranlığını kazanmıştır. Caferi Sadık’ın bu çok yönlü gelişkin kişiliği, onun düşüncelerinin Ehli-Sünnet tarafından benimsenmesini beraberinde getirmiştir. Ama maalesef Caferi Sadık’ın düşünceleri genellikle değiştirilmiş, özünden boşaltılmış halde Ehli-Sünnet’e ulaşmıştır. Bunun sonucunda, Caferi Sadık’ın kesin olan Ehlibeyt’e bağlılığı bile tartışılır hale getirilmiştir. Her ne kadar başta Anadolu Alevileri olmak üzere Caferi Sadık düşüncesi sahiplenilmişse de bazı alanlarda Caferilik adı altında geri bir Sünnilik temsil edilir hale gelmiştir. Yine iyi niyetlice de olsa bazı Caferi Aleviler pratikte Sünnileşmişlerdir.

Şüphesiz bu duruma gelinene kadar onlarca aşamadan geçildi. Ve bu tarihsel aşamalarda Aleviler egemen iktidarlar tarafından sürekli ve sistematik bir şekilde asimilasyona tabii tutuldu. Bunun sonucunda maalesef egemenler yer yer başarılı oldular. Egemen güçler bu başarılarıyla tarih boyunca Alevilere önderlik etmiş Caferi Sadık gibi bir önderi bile sahiplendiler. Bu sahiplenme Caferi Sadık´in öz düşüncesi ve inancı ile olmayıp, düşünceleri yontulmuş, inancı değiştirilmiş şekilde gerçekleşti.

Caferilik üzerine bilinmesi gereken temel bilgiler:

Caferi Sadık’ın düşüncesi ve inancının örgütlenmesi olan Caferilik her ne kadar yozlaştırılmaya, çarpıtılmaya çalışılsa da bir Alevi inancıdır. Yine Caferi Sadık bütün çarpıtmalara, yozlaştırılmaya, anlamsızlaştırılmaya karşın büyük bir Alevi önderidir. Aleviler yeniden, inatla, ısrarla ve kararlılıkla Caferi Sadık düşüncesini ve inancını sahipleniyorlar. Alevilik inancı var oldukça Caferi Sadık ulu bir Alevi önderi olarak Aleviler tarafından sahiplenilmeye devam edinilecektir. Caferi Sadık günümüzde de bütün çarpıtmalara, anti propagandaya karşın Alevilere yol göstermeye, önderlik etmeye devam ediyor.

Yedi Ulu Ozan kimlerdir?


Alevi tarihine deyişleriyle, şiirleriyle yön vermiş, Alevi inancına bağlılıklarını yaşamlarıyla kanıtlamış olan yedi ulu ozan şunlardır:

Şah Hatayi

Pir Sultan Abdal

Kul Himmet

Yemeni

Virani

Fuzuli

Seyit Nesimi

Bu yedi ulu ozana Aleviliği teorileştirenler de diyebiliriz. Bu ozanlar Alevilik felsefesini en iyi şekilde dile getirmişlerdir. Bu ozanların şiirleri, söyledikleri sözler Aleviler için adeta kanun sayılmıştır. Cemlerde en çok bu ozanların deyişleri çalınır, şiirleri okunur. Bu ozanların şiirleri ve deyişleri günümüzde de popülerdir. Buradan da anlaşılacağı üzere bu ozanlar aradan geçen tarihi silmişler, güncelliğinden hiç bir şey kaybetmeden günümüzde de Alevilerin moral ve direnme gücü olan şiirleri, deyişleriyle ölümsüzleştirmişlerdir. Sanırız bu konuda yanlış bir anlaşılma mevcut. Bazı kimseler Alevi ozanların sayısının yedi ozan ile sınırlandığını düşünmekte, söylemekteler. Bu bir yanılgıdır. Alevilerde şüphesiz ulu mertebesine gelecek daha nice ozanlar var. Yalnız bu ozanlar semboldür. Kimse Alevi ozanların sadece bu yedi ulu ozan ile sınırlı olduğunu sanmasın. Bu yedi ulu ozan diğer ozanların temsilcisi, sözcüsü, sembolü konumundadırlar

Dua nedir ve işlevi nedir?


Son tahlilde insanoğlu aciz içinde olan bir varlıktır. Bu durum insanlık tarihine kadar uzanır. Teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun, yaşam standardı ne kadar yükselmiş olursa olsun insanoğlu her zaman yaratıcı güce muhtaç olacaktır. Dua’da bu aşamada devreye giriyor.

Dua bir ibadet biçimidir. Hz. Peygamberin ifadesiyle "ibadetin özüdür". İnsanlar sıkıntılı anlarında olduğu gibi bolluk ve bereketli dönemlerde de duaya sığınmışlardır.

Duayı diğer ibadetlerden ayıran en büyük özellik onun biçimsel olmayıp daha çok bireysel bir ibadet şekli oluşudur. Yani Allah ile kurulan bire bir "iletişimdir". Bu iletişimin zamanı, mekanı ve biçimi yoktur. Şüphesiz toplumsal olarak bir araya gelindiğinde birlikte okunan dualar da vardır. Bu dualar daha çok ortak noktaların çoğalmasına yaramaktadır.

Tekrar belirtmekte yarar var. Bu ibadetin en önemli özelliği zaman, mekan ve biçimsellikten arınmış olmasıdır, ayrıca yaratıcı güçle insanoğlunun birebir iletişimi olmasıdır. Ama toplumsal gelişim açısından genel duaların bilinmesi ve zikredilmesi de önemlidir.

Alevi Hukuku nedir?

Alevi hukuk sistemi Sünni hukuk sisteminden çok farklıdır. Tarih boyunca Aleviler, kendilerini sürekli ve sistematik bir şekilde baskı altına alan ve zulüm eden egemenlerin hukuk sistemine alternatif bir sistem geliştirdiler. Bu hukuk sisteminin Sünni hukukuyla ortak noktaları çok azdır. Toplumsal yaşamı düzenlemede, toplumsal yaşam içinde çıkan anlaşılmazlıklarda getirilen çözümler, sunulan öneriler bir çok alanda zıtlık teşkil etmişlerdir. Aleviler, Sünni hukuk anlayışına nadiren başvurmuşlar. Kendi aralarında çıkan sorunları kendi Mürşid’leri önderliğinde halk mahkemesi şeklinde çözmüşlerdir. Bu anlamıyla halk mahkemesini toplumun bire bir katıldığı ve çözüm getirdiği, ceza verdiği bir kuruma dönüştürmüşlerdir. Tabii günümüzde bu hukuk anlayışı ne kadar uygulanıyor tartışılır. Fakat gerçek olan Aleviler tarih boyunca zorunlu olmadıkça devletin/devletlerin mahkemelerine başvurmamışlardır.

Alevi hukuk sistemi, toplumsal yaşam içerisinde çıkan irili, ufaklı anlaşmazlıkları Alevi inancının temel ilkelerini esas olarak çözmüştür. Alevilere atfedilen, hiç bir gerçekliği olmayan tamamen Aleviliği ve Alevileri karalamaya yönelik iftiraların aksine; Alevi toplumu kendisini bu hukuk sistemi ile güçlendirmiş ve buna bağlı olarak ta muazzam bir ahlâk sistemi (eline, beline, diline sahip ol) ile iftiracıların aksine müthiş ahlâklı, paylaşımcı, eşit bir toplumsal yaşam oluşturmuştur. Biz burada Alevi hukuk sistemini bütün detaylarıyla açıklamayı gereksiz görüyoruz. Yine de Alevi hukuk sistemini özet olarak belirtmek gerekir:

Alevilikte yargılamanın amacı; haklı olanın hakkını geri almak ve suçlu olanı kötülüklerinden arındırarak tekrar toplumsal yaşam içerisine dönmesini sağlamaktır. Bu anlamda yargılama aynı zamanda bir eleştiri-özeleştiri, arınma, temizlenmesine ve gerçeği bulmak için bir vesiledir.

Alevilikte suç oranına göre cezalar vardır. Alevi hukukunda ceza, cezalıdan öç alma değil, onu düzeltme, yeniden ahlâklı kılma ve topluma kazandırmak için bir araçtır. Alevi hukuk sisteminde toplumsal sorunlarda en ağır ceza teşhir ve tecrit etmedir. Teşhir ve tecrit edilen birisi "düşkün"dür. Düşkün, ceza süresi bitene kadar toplum tarafından dışlanır. Cezası bittikten sonra ise tekrar toplum içine dönebilir.

Buyruk nedir?

Alevi inancı günümüze kadar iki kaynaktan ulaştı. Bunlar sözlü ve yazılı kaynaklardır. Sözlü gelenek daha çok etkili olmuştur. Çünkü Aleviler dünyanın bütün coğrafyalarında hep muhalefet olmuştur. Muhalifliğinden dolayı yazılı kaynakların çoğu yok edilmiştir. Edilemeyen bu kaynaklarından birisi de Buyruk’tur. Altıncı imam Cafer Sadık tarafından yazılan ve Aleviliğin ilkelerini, törenlerini anlatan Buyruk, Alevi inancının en önemli yazılı kaynaklarından birisidir.

Ehlibeyt ne anlama geliyor ve kimlerden oluşuyor?

Anlam olarak Ehlibeyt Hz. Muhammed’in ailesi demek. Bu aile Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.

Alevi inancının temelini Ehlibeyt sevgisi ve bağlılığı oluşturuyor. Ehlibeyt’in kutsallığı ve masumluğu Kuran’da şöyle geçiyor:

Ahzap suresi 33. Ayet

"Ey Ehlibeyt, Tanrı sizi her türlü kirden arındırdı ve sizin tertemiz kalmanızı diler".

Yine sevgili Peygamberin Ehlibeyt için söylediği hadisler var. İşte bu hadislerden bir kaçı:

* Kuran ve Ehlibeyt ikizdir.
* Ey halk, biliniz ki bende insanım. Allah’ın daveti bana yakında gelecektir. Bende onu kabul edeceğim. İşte ben size iki mühim ve en değerli emaneti miras bırakıyorum. Bunlardan birincisi Kuran, ikincisi benim Ehlibeyt’imi. Allah’ın huzurunda size Ehlibeyt’imi tavsiye ediyorum. Allah’ın huzurunda size Ehlibeyt’imi tavsiye ediyorum. Allah’ın huzurunda size ehlibeytimi tavsiye ediyorum.
* Bana ve Ehlibeyt’ime Selatü selam getirmeyenin duası kabul olmaz.
* Benim şefaatim, ümmetimden Ehlibeytimi sevenleredir.
* Ehlibeytim Nuh un gemisine benzer, ona sarılan ebedi kurtuluşa erer. Kim binmezse helâk olur.
* Ey insanlar, Allah’ı kendi nimeti ile sizi beslediği için seviniz. Beni de Allah’a olan muhabbetinizle seviniz. Ehlibeyt’imi de bana olan muhabbetle seviniz.
* Her şeyin bir esası, bir temeli vardır. Dinin esası da Ehlibeytimdir ve onlara muhabbettir.
* Ehlibeyt’ime eziyet eden, Allah’a eziyet eder.

# Bütün bu hadislerden anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber ümmetine Ehlibeyti’ne uymayı emretmiştir. Ama maalesef ümmetinden bazıları dünya malına tamah gösterip Ehlibeyt’e her türlü düşmanlığı yaptılar. Hz. Hasan’ı zehirlediler, Hz. Hüseyin’i Kerbela’da şehit ettiler. Ama sevgili peygamber olacakları görmüş ve ümmetine şöyle seslenmiştir:

"Yahudiler 71 fırkaya bölündüler, Hıristiyanlar 72 fırkaya bölündüler, sizlerse (Müslümanlar) 73 fırkaya bölüneceksiniz. Ama bu 73 fırkanın içinde sadece bir tanesi doğru yolu bulacaktır. O da benim Ehlibeyt’ime uyanlar olacaktır."

Fazla söze gerek yok. Her şey ortada. Ehlibeyt’e muhabbet ve bağlılık ibadettir.

Semah nedir?

Semah, Cemlerde deyişler eşliğinde yapılan dinsel törenin adıdır. Ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli bu konuda şöyle söyler: "Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Bizim Semahımız oyuncak değil, ilahi bir sırdır. Bir kimse ki Semahı oyuncak sayar o cahildir".

Semahın kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Hz. Muhammed’e Salmanı Farisi tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmanı Farisi kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Hz. Muhammed Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar.

Semah yalnız Cemlerde dönülür. Bunun dışında günümüzde olduğu gibi asla düğünlerde ve benzer eğlencelerde dönülmez. Semahın dönüldüğü ortam mutlaka özel ve dinsel anlamı olan bir ortam olmalıdır. Yani ilahi bir sırdır. Öyle günümüzde yapılanlar gibi herkesin kolunu açarak yapacağı bir dans değildir.

SEMAHIN BAZI ÖZELLİKLERİ

Semahı kadınlar ve erkekler oynar/döner. Semah Cemlerde dönülür. (Bunun dışında Alevi inancını tanıtan toplantılarda dönülür.) Semah sırasında Alevi ozanların deyişleri bağlama eşliğinde okunur. Semah sırasında el ele tutuşulmaz, ayaklar çıplaktır. Ya karşı karşıya ya da Halka şeklinde dönülür.

Semah ağır çalınan ve söylenen nefesler eşliğinde dönülür. Nefesler giderek hızlanır, buna bağlı olarakta Semah dönenler hızlanır. Semahçılar Dede/Mürşidin oturduğu bölüme sırtlarını dönmezler. Bölüme geldikleri zaman yüzleri çerağa dönük ve boyunları hafif bükük geçerler.

Özü aynı olan ama farklılıkları tali olan bir çok Semah türü vardır. Belli başlı Semah türlerini sıralayabiliriz:

Miraçlama

Ali Nur Semahı

Kırklar Semahı

Turnalar Semahı

Erkân Semahı

Gönüller Semahı

Ya Hızır Semahı

Nevruz Semahı

Hacı Bektaş Semahı

Muhammed Ali Semahı

Mevlana Alevimiydi?


Mevlevilik bir Alevi kurumumudur?

Mevlâna’nın Alevi olup olmadığı hep tartışılmıştır. Bizce Mevlâna Alevidir! Hatta diyebiliriz ki, Anadolu’daki Aleviliğin gelişmesinde, yaygınlaşmasında katkıları olmuştur.

Mevlâna, bazı kişilerce anlaşılmamakta ya da yarım yamalak anlaşılmaktadır. Bu yanlışlığın temelinde Mevlevilik kurumunun çoğu zaman iktidarlardan yana tavır almasından kaynaklanmaktadır. Ama gözden kaçan -ya da bilinçli bir şekilde gözlerden ırak tutulmaya çalışılan- Mevlâna’nın düşünceleri, felsefesidir. Çünkü bu felsefe ve anlayış, değil iktidar ile uğraşmayı dünya malı ile bile uğraşmamakta, insanın manevi sorunlarına eğilmekte, varlık sorununa cevaplar vermekte. Böylece de insanın iç dünyasıyla ilgilenmekte ve iç bünyeyi kirden arındırmaya davet etmektedir. Şu gerçeği de dile getirmek lâzım; Mevlevilik, Mevlâna’dan çok sonra kurumlaşmıştır. Dolayısıyla Mevlevilik kurumlaşınca da onun yöneticileri sistem ile iyi geçinmeye çalışmışlar, sistemin kendilerine sağladığı olanaklardan yararlanmışlardır. Bunun Mevlâna’nın düşüncesi ile ilgisinin olduğunun, onun felsefesinin orta yolcu olduğunu böylelikle de onun adına kurumlaşanların böyle davrandığını söyleyenler yanılmaktalar.

“Kim olursan ol

+ gel.
+ Yüz bin kere tövbe
+ etsen ve yüz bin kere
+ tövbeni bozmuş olsan da
+ gel.”

# Böylesi bir düşünceye sahip ulu bir şahsiyetin, iktidar diye bir sorunu olduğunu söylemek en hafif deyimle utanmazlıktır. Nasıl ki Hacı Bektaş, Bektaşi dergâhını idare edenlerin sorumlusu sayılmazsa, Mevlâna’dan çok sonraları onun adına dergâh kuranlar, iktidarlar ile haşır neşir olmuşlarsa bunda Mevlâna’nın ne sorumluluğu var? Doğrudur. Mevlevilik adına hareket edenlerden bazıları iktidar ile ilişkiler geliştirmişlerdir. Hatta bu yüzden olsa gerek Mevlevilik, Bektaşilik gibi kitleselleşmemiştir. Ama bunun sorumlusu Mevlâna’nın düşünceleri asla değildi.

Mevlâna, düşünce, inanç itibariyle kesinlikle Alevidir. Mevlevilik özünden saptırılmış, iktidarlara hizmet eder hâle gelmiştir, o ayrı konu. Ama Mevlâna kesinlikle Ehlibeyt taraftarıdır. Bu, ne kadar gizlenmeye çalışılsa da açıktır.

On Dört Masumu Pak kimlerdir?

Henüz çocuk yaşta iken zalimce katledilen ondört çocuğun adıdır. Ondört Masum Pak, arılığın, masumluğun, saflığın sembolüdürler. Ondört Masum Pak, Alevi toplumu için masumiyetin temsilcileri olmaları ile günlük yaşam içinde dahi anılırlar. Ondört Masum Pak, Ehlibeyt ve Oniki İmamlar’ın evlatlarıdırlar.

Ondört Masum-ı Pakların isimleri ve şehadetleri:

* Muhammed Ekber:
Hz. Ali’nin oğludur. Henüz 40 günlük iken Hz. Ali’yi Ebubekir’e biat ettirmek için evine baskın düzenleyen Ömer’in adamı olan Tahir tarafından kapı Hz. Fatma’nın üzerine devrilir. Bu esnada Fatma Ana’nın kucağında bulunan Ekber kapı altında ezilerek şehit olur.

* Abdullah: Hz. Hasan’ın oğludur. Yedi yaşında iken Muaviye’nin adamlarından Talha bin Amir tarafından şehit edilir.

* Abdullah: Hz. Hüseyin’in oğludur. İki yaşında iken Kerbela’da Erzak Dımışki tarafından şehit edilir.

* Kasım: Hz. Hüseyin’in oğludur. Üç yaşında iken Kerbela’da Hezime Kahl tarafından şehit edilir.

* Ali Asgar: Kerbela kıyımında bir yaşındaydı. Babası Hz. Hüseyin tarafından su verilmesi için Yezid’in askerlerine gösterilir. Bu esnada İbni Sadi’nin emriyle Harmele adında bir okçu tarafından şehit edilir.

* Kasım: Zeynel Abidin’in oğludur. Üç yaşında iken Bekir İbni Ur tarafından şehit edilmiştir.

* Ali Eftan: Beşinci İmam Muhammed Bakır’ın oğludur. Altı yaşında şehit edilir.

* Abdullah: Altıncı imam Cafer Sadık’ın oğludur. Üç yaşında İbni Mercan tarafından şehit edilir.

* Yahya Hadi: Altıncı imam Cafer Sadık’ın oğludur. Üç yaşındayken Abbasi hükümdarının huzurunda şehit edilir.

* Salih: Yedinci imam Musa Kazım’ın oğludur. Dört yaşında iken şehit edilir.

* Tayyip:
Yedinci imam Musa Kazım’ın oğludur. Yedi yaşında iken şehit edilir.

* Cafer Tahir:
Dokuzuncu imam Muhammed Taki’nin oğludur. Dört yaşında iken şehit edilir.

* Cafer:
Onuncu imam Ali Naki’nin oğludur. Bir yaşında iken şehit edilir.

* Kasım:
Onbirinci imam Hasan Askeri’nin oğludur. Bir yaşında iken şehid edilir.

Not:Ayrıca Ondört Masum-i Pak deyimi Hz. Muhammed, Hz. Fatma ve On İki İmamlar içinde kullanılıyor.

On Yedi Kemerbest kimlerdir?


Onyedi Kemerbest; Hz. Muhammed’e, Hz. Ali’ye, Ehlibeyt’e bağlı kırklar meclisinin üyeleri arasında bulunan, Hz. Ali tarafından kemerleri bağlanmış olan onyedi önderdir. Onyedi Kemerbest’in çoğu Ehlibeyt yolu için şehit olmuştur.

Onyedi Kemerbest’in adları:


* 1. Selmani Farisi
* 2. Ammar bin Yaser
* 3. Malik Eşter bin Haris
* 4. Muhammed bin Ebubekir
* 5. Veysel Karani
* 6. Abuzer Gaffari
* 7. Harrim bin Haris
* 8. Abdullah bin Yedi-Hazai
* 9. Abdullah bin Adiel
* 10. Abu el Hişam
* 11. Haris Şeyhani
* 12. Haşim bin Utbe
* 13. Muhammed bin Abu Hazika
* 14. Kamber hazretleri
* 15. Murtefi bin Vezza
* 16. Said bin Kays
* 17. Abdullah bin Abbas

Ahi Evren Alevimiydi?

Ahi Evren, Ahi örgütünün kurucusudur. Ahi örgütlenmesi bir esnaf, zanaatçı, çiftçi örgütlenmesidir. Ahi örgütlenmesinin temelini Baba İlyas attı. Bir kurum olarak gelişmesini ise Ahi Evren sağladı.

Ahi Evren 1169 yılında Azerbaycan’da doğmuştur. Hacı Bektaş Veli ve Mevlâna ile yaşıt ve aynı zaman diliminde yaşamışlardır. Hacı Bektaş Veli ile musahip oldukları bilinmektedir. Hacı Bektaş Veli’nin Vilayetnamesinde şu şekilde bahsi geçer: “Hacı Bektaş ile Ahi Evren birbirilerini çok severlerdi. Hatta bir sohbet anında Ahi Evren, ‘her kim bizi şeyh edinirse aslında şeyhi Hacı Bektaş Hünkâr’dır’ demiştir.”.

Bazı olaylar günümüzde oldukça çarpıtılmaktadır. Tarihsel bilgiler tahrif edilmekte, saptırılmakta, gerçek ile bağlantısı koparılıp, yerine farklı amaçlara hizmet eden bilgiler eklenmektedir. Ahilik ve Ahi Evren için de aynı durum geçerli. Ahi Evren hakkında gerçeğinden çok farklı anlamlar yüklenmekte, tarihsel çıkış noktası unutulmakta, içi boşaltılmaktadır. Ahi Evren gerçeğini biraz anlatmaya çalıştık. Daha anlaşılır olması için özetleyelim:
Ahi Evren inanç itibari ile bir Alevidir. Bazı art niyetliler gerçeği saklamak istese de gerçek böyledir. Ahi Evren, çağın çok çok ilerisinde bir kurumlaşma yaratmıştır. Yaratılan bu kurumlaşma bir çok ülkeye örnek olmuştur. Ahi Evren kurumlaşmasının sürekliliğini sağlamak için Ahiliği tekke ve zaviyelere bağladı. Herhangi bir meslekte çalışmak için o mesleğin zaviyesini bağlı olmak gerekiyordu. Atamalar için merkezi tekkeden atama yapılıyordu. Bu tekke Kırşehir’deydi. Ahi Evren 01.04.1261 yılında Kırşehir’de katledildi.

Hayyam kimdir, nasıl bir inanç ve düşünce yapısına sahipti?

Hayyam, 1048 yılında Nişabur’da doğdu. 1122 yılında Nişabur’da hakka yürüdü. Hayyam adı çadırcı anlamına geliyor ve babasının mesleği olan çadır yapıcılığından dolayı verilmiştir.

Ön adı Ömer olan Hayyam, bütün dünyada en çok tanınan şahsiyetlerden biridir. 18. yüzyıldan itibaren Hayyam batı dünyasında tanınmaya başladı. Hayyam’ın dünya çapında tanınmasını sağlayan rubaîleridir. Rubaîler, dörtlüklerden oluşan şiirlerdir. Bu rubaîlerde Hayyam, yaşamın güzelliğini anlatır. Hayyam’ın rubaîleri, bir çok softa tarafından anlaşılmamış ya da yarım yamalak anlaşılmıştır. Hayyam’ın şiirlerinde çok derin manalar gizlidir. Dünya malına heves edenlerin ahmaklığını vurgular Hayyam.

Rubaîlerden örnekler:

Aşk yazılıdır dünya defterinin ilk sayfasında,

gençlik denilen şiirin ilk dizesi başlar aşkla.

Aşk evrenidir yaşadığın, gördüğün her bir şey,

yaşamın asıl anlamı, özü aşktır, öğren, anla.



Aklınla yaşa, aklından başka şey beğenme,

varsa iyi bir arkadaşın kötüye yönelme,

hoş geçin herkesle beğensin herkes seni,

sen kendini bil ama kendini hiç beğenme.



Ölüm bir kere gelir ömrünce ancak.

Bir kere öl bakalım korkak,

varlık bir avuç damar, kan, deri mi?

Bunları yok sayda öz varlığa bak.

Hayyam’a göre doğru yaşam sahibi olmak önemlidir. Doğru yaşam için de, kişisel tutkulardan, kazanç hırsından ve bunların sonucu olan “bir takım alçak kimselerin buyruğu altına girmemektir”.

Hayyam’ın dünya çapında tanınmasını sağlayan rubaîleridir belki fakat Hayyam sadece şair değildi. Gençliğinde iyi bir eğitim almıştı. Bu eğitim doğal yetenekleri ile birleşince, Hayyam başta tıp, astronomi, matematik olmak üzere bir çok bilim dalında -günümüz deyimiyle- profesördü. Bazı batılı tarihçilere göre Hayyam, dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü tespit eden kişidir. Bu bağlamda Hayyam çağının çok ilerisinde bir önderdir. Yaşamını aklı ve duyguları ile dengeli bir halde yürütmüş, dolayısıyla çok önemli bilimsel çalışmalar yapmış ve insanların iç dünyalarını da derinlemesine gözlemleyip, çelişkilerine çözümler sunmuştur.

Fatımiler devleti ne zaman kuruldu, kimler kurdu, kaç sene varlığını sürdürdü, Alevi inancının esas olduğu bir devlet miydi?


Adını Hz. Muhammed’in kızı, Hz. Ali’nin eşi, İmam Hasan ile İmam Hüseyin’in annesi olan Fatma’dan alan Fatımiler Devleti Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Suriye’de egemenlik kurdu.

Fatımilerde kesin bir Ehlibeyt bağlılığı vardır. Fatımiler daha çok Aleviliğin İsmailliye koluna bağlıdırlar.

Fatımilerin çıkış noktası Abbasi egemenliğinin olduğu yıllara dayanmaktadır. Bu yıllarda Abbasi iktidarı Alevileri eziyordu. Fatımiler, Abbasi egemenliğine karşı muhalefeti örgütlüyordu. Ne gariptir ki; Abbasi egemenliği Alevilerin sayesinde iktidara gelmişti. Kanlı Emevi iktidarını Aleviler yıkmıştı. Abbasiler iktidara geldiklerinde Ehlibeyt taraftarlarına yani Alevilere baskı uygulamayacaklarını, onların inançlarını özgürce yaşamalarını sağlayacaklarını vaat ediyorlardı. İktidara gelince Emevi iktidarındaki baskı ve zulüm aynen devam etti. Aleviler bu zulme karşı örgütlenmeye başladılar. İşte bu örgütlenme Abbasi iktidarının gözünden kaçmadı. Bunun üzerine Alevilerden bir kısmı Kuzey Afrika’ya ve Yemen’e yöneldiler. Bunlar daha sonra Fatımiler adını alarak bütün Kuzey Afrika’da bir Fatımiler Devleti kurdular. 340 yıla yakın bir dönem iktidar olan Fatımiler, egemenlik alanına İtalya’nın Sicilya bölgesini de kattılar.

Fatımiler Devletinde salt inançsal anlamda gelişmeler olmadı. Bununla beraber günümüzde dahi büyük öneme sahip olan El-Ezher Üniversitesi de dahil olmak üzere bir çok olumlu gelişme yaşandı. El-Ezher Üniversitesi günümüzde Sünni inancın en yoğun öğretildiği merkez olarak ta bilinir. Bu da kaderin garip bir cilvesi olsa gerek. Yine Kahire kentini Fatımiler kurmuşlardır.

Kısaca belirtmek gerekirse...

Fatımiler Alevi inancın gelişmesine öncülük etmişlerdir. El-Ezher Üniversitesi örneğinde olduğu gibi bilime önem vermişlerdir. Ama ne yazık ki; Fatımiler Devleti’nin yenilgiye uğramasından sonra bu kazanımlar ya yok olmuşlar ya da diğer inançlara hizmet edecek hale getirilmişlerdir. Günümüzde Kuzey Afrika topraklarında Fatımilerin izleri olmakla beraber bu izler çok zayıf görünmekteler.

Alevilerde mizahın yeri nedir?


Aleviler tarih boyunca inançlarını baskı altında yaşamak zorunda kaldılar. Sünni inanç küçük bir kesit dışında hep iktidar inancı oldu.

Egemenler İslamiyet adına Alevilere yobazlığı dayattılar. Aleviler bunlara hep direndi. Alevilerin direnci salt zorba iktidara karşı değildi. Aynı zamanda din adına sürdürülen hurafelere, dogmalara, cahilliklere de karşıydı.

Bektaşi Alevilerin akıl dolu, iyi düşünülmüş adeta çoğunlukla Aleviliğin felsefesini anlatan fıkraları günümüzde bile Alevilerin moral kaynağı olmaya devam ediyor.

Bektaşi babalar Allah adına uygulanan hurafeleri mizah yoluyla eleştirmiş, yine mizah yoluyla kendi doğrularını ortaya koymuştur. Bektaşi Alevilerin fıkraları salt mizah içermiyor, aynı zamanda derin bir felsefe ve mantık içeriyor. Alevilerin mizah anlayışı zengindir. Bu büyük bir mirastır. Bu mirasın önemi günümüzde daha çoktur. Çünkü Aleviler günümüzde de ya yozlaşmak ya da yobazlaşmak ikileminde bırakılıyorlar. Egemen güçler Aleviliğin dayandığı felsefi kaynakları yok etmeye çalışıyorlar. Alevilikle çelişen bir çok kavram ve kuralı Aleviliğe yerleştirmeye çalışıyorlar. Aleviler de, Alevilik ve tarih bilincinden yoksun oldukları için bunları kabullenmek zorunda kalıyorlar. Hâlbuki bir Bektaşi babanın fıkrası, bu egemenlerin onlarca tezini çürütecek boyuttadır. Abarttığımız sanılmasın. Ulu Hünkâr Bektaş Veli’nin de buyurduğu gibi "inanmazsan gelir görürsün". Biz de diyoruz ki; öğrenmek isteyenler bu zengin mirasa baksınlar.

Babailer isyanı nasıl gelişti?

Alevi tarihi bir isyanlar, başkaldırmalar tarihidir de. Aleviler tarih boyunca hep zulüm edenlere karşı isyan etmiş, ayaklanmışlardır. BABAİLER isyanı da bu şanlı başkaldırı zincirinin onurlu halkalarından biridir.

Adını Baba İLYAS’tan alan bu ayaklanmanın etkileri yıllarca sürdü. Babailer isyanı Selçuklu devleti için olduğu kadar Aleviler için de önemli bir tarihsel süreçti. Selçuklu devletinin etkinsizleşmesinin sebebi bu şanlı isyandı.

Baba İlyas ve Halifesi (yardımcısı) Baba İshak Anadolu toprakları üzerinde hüküm süren Selçuklu devletinin politikalarından bıkan, vergilere tâbi tutulan, gittikçe yoksullaşan halk kitlelerinin doğal önderi olmuşlardı.

Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, halk üzerindeki baskılarını artırıyordu. Adaletsizlik ve zulüm Anadolu’yu sarmalamış durumdaydı. İşte böyle karanlık günlerde Baba İlyas, günümüzde dahi önemini koruyan hakçı düşüncelerini Anadolu insanına anlatıyordu. Baba İlyas ve ardıllarının düşüncelerini kısaca özetlemek gerekirse: Baba İlyas’a göre Tanrı sevgisi, dinin katı kurallarıyla sağlanamazdı. İnsan ancak kendi gönlünce bu sevgiyi yaratabilirdi. Toplum kadın-erkek ayrımının olmadığı, tüm bireylerin (kadınıyla-erkeğiyle) eşit olduğu bir bütündü. Ama Selçuklular ve onların egemenliğindeki beylikler böyle olması gereken bu tanrısal düzeni kendi çıkarları için bozmuşlar ve bir adaletsiz zulüm düzeni kurmuşlar. Oysa asıl amaç bütün insanların kardeşçe, barış içinde ve beraberce üreterek yaşamaları olmalıydı.

Baba İlyas’ın bu düşünceleri değil 13 asırda, günümüzde dahi insanların özlem duyduğu istemlerinin dile gelmesiydi. Nitekim Babailerin şiarı olan "yarin al yanağından gayrı her şeyde eşitlik" sloganı aradan geçen bu kadar zamana karşın hâlâ güncelliğini koruyor.

1239 yılında Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, ansızın birliklerini insanlığın özlemlerini dile getiren Baba İlyas’ın üzerine sürdü. Ve böylece ayaklanma başladı. Saldırıların başlamasıyla Baba İshak Anadolu’nun dört bir tarafına ayaklanın çağrısını yaptı. Babailer ilk etapta Elbistan, Sivas daha sonraki aşamalarda Amasya ve Kayseri’yi aldılar. II. Gıyasettin Keyhüsrev başkent Konya’yı terk etmek zorunda kaldı.

Baba İlyas’ın Amasya kalesindeki şahadetinden sonra çatışmalar şiddetlendi. Babailer Kırşehir’e yöneldi. Bu arada Selçuklu ordusu toparlandı ve paralı Frenk askerlerini de yanına alarak inisiyatifi ele geçirdi. 1240’ta Baba İshak Amasya’da asılarak şehit edildi ve Babailerin büyük çoğunluğu kılıçtan geçirildi.

Babailerin düşünceleri daha sonraları Hacı Bektaş Veli başta olmak üzere bir çok kimselerin düşüncelerini şekillendirerek yenilmediğini kanıtlamış oldu.

Alevilerde şiirin anlam ve önem nedir?

Herhalde dünyada şiirle bu kadar iç içe olan, şiirle bütünleşen, duygularını ve düşüncelerini şiirle dile getiren başka topluluk yoktur. Aleviler hayallerini, sevgilerini, yergilerini, inançlarını şiirle dile getirmişlerdir. Alevilerin tamamına yakını şairdir dersek abarttığımız sanılmasın.

Alevi şiiri yapı ve ölçü olarak halkın anlayacağı tarzda olduğu için, halkı şiirin içeriğini kolay anlamış ve içselleştirmiştir. İçselleştirdiği için de onu her yerde söylemiş, böylelikle inancını ve moralini bütün olumsuzluklara rağmen korumuştur.

Alevi şiirinin tarihi de Alevi toplumunun tarihi gibi kan ve can vererek yazılmıştır. Pir Sultan, Nesimi örneklerinde olduğu gibi Alevi şiiri halk şiiridir. Egemenlerin şiiri değildir. Dolayısıyla şairi de halktır. Oysa Osmanlı iktidarında ve benzer iktidarlarda şiir dolayısıyla sanat iktidara hizmet etmiştir. Örneğin Osmanlı’da Divan edebiyatı vardır. Divan edebiyatı Osmanlı iktidarını süsleyip-püsleyip anlatıyordu. Ve sanatçılar süsleme karşılığında devletten para alıyorlardı. Buna karşın gelişen Alevi şiiri ise baskıları, sömürüleri kınıyor, halkı bu zulüm karşısında uyarıyor. Onları eşitliğe, kardeşliğe, sevgiye davet ediyordu.

Alevilerde şiir bir çok açıdan önemli bir örgütlenme ve propaganda aracı niteliğindeydi. Alevi yazılı kaynaklarının örneğin Menkıbenamelerin, Velayetnamelerin çoğaltılması imkânı yoktu. Az sayıda var olan yazılı kaynak da ağır baskı koşullarında yok ediliyordu. Bu sebeple Alevi önderleri ağırlığı şiire verdiler. Çünkü şiir bir çok bilgiyi içeriyor ve hafızada tutulması kolay oluyordu. Aleviler şiiri geliştirip günümüze kadar getirdiler. Ama maalesef Alevi sanatçılar, aydınlar bu yüzyılda bütün sanat alanlarında olduğu gibi şiirde de bir gerileme içine girdiler. Var olan tarihsel mirası iyi değerlendirip çağa uygun bir çıkış yapamadılar.

Alevilerde şiirin içeriği başlıca şu konulara ayrılır. İnsan, Hak-Muhammed-Ali sevgisi, Kerbelâ Olayı, doğa sevgisi, yergi (lanetleme) şiirleri, Duazı İmam (On İki İmam), ölüm ile yaşam üzerine şiirler, kavga ve umut şiirleri. Aslında bu listeyi uzatabiliriz. Başta belirttiğimiz gibi Alevi şiiri, yaşamın olumlu olumsuz bütün renklerini yansıtıyor ve bu haliyle de Alevilere moral ve eğitim kaynağı olmaya devam ediyor.

Alevi birisi Sünni birisiyle evlenebilir mi?

Alevi bir kişi ile Sünni bir kişinin evlenmesi O kişilerin bileceği bir iştir. Dini olarak herhangi bir sorun yok. Ama geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki işin pratik tarafı oldukça zor oluyor. Yani evlendikten sonra sorunlar başlıyor. Evli çiftler birbirlerinden kendi inançlarına girmelerini istiyor, hatta bu noktada baskı yapıyor. O vakitte sorunlar başlıyor.

Sonradan alevi oluna bilinir mi?

Evet.

Alevilik bir inançtır. isteyen Alevi olabilir, isteyen Alevilikten çıkabilir. Alevi inancının kurallarını yerine getiren herkes Alevi olabilir

Kirve çocukları evlenebilirler mi?

Kirvelik bilindiği gibi tarihte çok önemli işlevi olan bir kurumsal yapıydı. Kirvelik, kirve olanlar arasında kesin bir kardeşliği emrediyordu. Dolayısıyla, bir nevi sigorta işlevi görüyordu. Zorlu yasam koşulları karşısında insanların bir birlerini desteklemelerini; yardımlaşmayı, dayanışmayı esas alıyordu. Bu bağlamda kirvelik kardeşlikten de yakın olarak görüldüğünde evlilik çoğu bölgelerde mümkün olmuyordu. Ancak değişen koşullar bu geleneği pratikte işlevsiz hale getirdi.

Doğrusuda budur. Yani kirvelerin çocukları bir birleriyle evlenebilirler. Çünkü inanç, insan yaşamını zorlaştırıcı kurallar bütünü değildir. Alevi inancı biçimsel kuralları, hurafeleri, dogmatik düşünceleri, batıl inançları ret eden bir özelliğe sahiptir. Bu anlamda inanç diye dayatılmak istenen bazı yoz ve yobaz geleneklerin Alevi inancında yeri yoktur. Nitekim tarih boyunca Aleviler bu insan yaşamını zorlaştırıcı gerici geleneklerle çatışmışlardır. Bu demek değildir ki Alevi toplumu geleneklerine ve değerlerine bağlı değildir. Aksine, Alevi toplumu öz değerlerine ve toplumsal bütünlüğü sağlayan değerlerine kesinkes bağlıdır. Bunca baskı ve zulme karşın bu bağlılıktan vazgeçmemiş ve bedeller ödemiştir. Ama toplumu geriye götüren boş inançlara, hurafeye taviz vermemiştir.

Tasavvuf nedir?


Her grup, akım, hizip... tasavvufa farklı manalar vermişler.

Aleviler tasavvufu, insana ve tanrıya gönül gözüyle bakma, dünyayı sevgi temelinde anlamlandırma ve buna uygun yaşama tarzı olarak tanımlarlar. Tasavvuf, Kur’an’ın batini yorumu olarak dinin tebliği ile birlikte varolan, onun özünü anlama ve yaşama halidir. Mutasavvıflar Kur’an tefsirinin geliştirilmesinde büyük rol oynamışlardır. Onlar sadece sözcüklerin mealini yani zahiri manasını vermekle yetinmemiş, sözcüklerin ardındaki simgesel anlamı, batini manasını açığa çıkarmışlardır. Böylece dinin hoşgörüye açık, herkesi kucaklayan özünü yakalamışlardır.

İnsanın maddi alemden kurtulup Hak’ta yok olmasını, ikilikten kurtulup birliğe ulaşmasını, Hak ile Hak olmasını, O yüce aşk halini yaşamasını öğreten ilmi yol tasavvuftur. Alevilik Tasavvufsuz düşünülemez. Aleviliğin İslamiyet’i anlayış, yorumlayış ve yaşayış biçimini hayata geçirme şeklidir.

Tasavvuf, İslam’a sonradan eklenmediği gibi, ondan sapma da değildir. Tasavvuf dinin özüdür.

Tasavvuf, İslam dininin yayıldığı her yere gitmiştir. Dini zahiri olarak anlayan, onu kişisel çıkar ve siyasal amaçlarına göre yorumlayanların karşısında olmuş, kılıca rağmen gönülleri feth etmiştir.

Tasavvuf bir gayb (Gizli,Mana) alemidir. Hak sırlarıyla doludur. Bu alemi benimsemek ve taşımak yüce bir bağlılık (AŞK) gerektirir. Bu aşk hali anlatılmaz yaşanır. Bu aşk halinin ilmi Hak dostlarına aittir. Hak dostları sırlarını yine Hakka aşık olmuş kişilerle paylaşır.

Vahdet-i Vücud ne anlama geliyor?

“Varlığın birliği” anlamına geliyor. Alemde var olan her şey Allah’ın bir yansıması ve insan “varlığın” bir parçası.

Vahdet-i Vücud fikrini savunup geliştirenler arasında Hallac-ı Mansur, Bayazid Bestami, Yunus Emre, Mevlana gibi Alevi toplumunca saygı ile anılan değerli önderler vardır.

Vahdet-i Vücud, öyle kısaca anlatılacak bir olgu değildir. Bu anlamıyla bazı yanlış anlaşılmalar oluyor. Önyargılı dogmatik düşünce/inanç sahipleri olayı derhal farklı boyutlara çekebiliyorlar. Nitekim Hallac-i Mansur ve benzer öncülerin başına gelenler ibret vericidir.

Batın-Zahir ne anlama geliyor?

Batın; içsel, giz, sır anlamına geliyor. Zahir ise görünen, apaçık ortada olan anlamına.

Her şeyin bir önyüzü olduğu gibi birde arka yüzü vardır, bir görünen tarafı olduğu gibi birde görünmeyen tarafı vardır. Görünen taraf Zahir, görünmeyen tarafta Batındır.

Bu açılımdan sonra kavramların inançsal boyutuna da değinelim: eğer kişi tanrısal hakikate ulaşmak istiyorsa kendisini görünen(zahir) ile sınırlamamalıdır. Görünenlerin yanında birde görünmeyen(batin) olanı da anlamaya çalışmalıdır. Sadece görünen, dışsal(zahir) ile kendisini sınırlayanlar hakikat sırrına eremezler. Zahir ve Batin bir bütün olarak ele alınmalıdır.

Tasavvufun bir çok boyutun da olduğu gibi, Zahir-Batin meselesinde de kafalar çoğu zaman karışıyor. Bu tür, her akıma göre farklı manalar taşıyan kavramları iyi irdelemek gerekiyor. Böylece doğru anlamlar verilmiş olur.

Şeyh Bedrettin Alevi miydi?


Şeyh Bedreddin öğrenimine Edirne’de başladı. Bursa ve Konya’da eğitimini tamamladıktan sonra Mısır’a giderek zamanın ünlü bilginlerinden dersler aldı. Şeyh Bedreddin’in düşüncesi ve yaşamı Mısır’da Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışmasından sonra değişti. Çünkü Bedreddin o güne kadar hep Sünni İslam anlayışını benimseyenlerin çevresinde bulunmuş ve kendi düşünceleri de öyle şekillenmişti. Şeyh Hüseyin Ahlati ise Ehlibeyt düşüncesini yani Aleviliği benimseyen birisiydi. Şeyh Bedreddin, Şeyh Hüseyin Ahlati ile yaptığı sayısız tartışma ve sohbet sonrası Aleviliği benimsemişti . Bu aşamadan sonra Şeyh Bedreddin Tebriz’e giderek sarayda düzenlenen tartışmalara katılır. Tekrar Mısır’a dönüşünden kısa bir süre sonra Şeyh Hüseyin Ahlati vefat eder. Şeyh Bedreddin, Hüseyin Ahlati’nin yerine geçer.

Hızır kimdir ve Hıdrellez ne anlama geliyor?

“Yetiş ya Hızır” deyimi asırladır darda kalanın, zorda olanın umut çığlığı olarak söylenmektedir. Hızır, zor durumda kalanların, son çareleri tükenenlerin çağırdıkları, medet diledikleri erendir.

Bilinenlerin aksine Hızır, sadece Anadolu’da değil bir çok coğrafyada aynı anlamda anılmaktadır. Aleviler Hızır’ı bir peygamber olarak kabûl ederler. Ondan Hızır Peygamber, Hızır Aleyhisselam ya da Hızır Nebi olarak söz edilir. İnanca göre Hızır Peygamber ölümsüzlük suyu (Abı hayat) içmişti. Zaman zaman dünyaya gelerek, darda olanların yardımına koşar ve doğaya yeniden can verir. Hızır Nebi halk arasında şöyle tarif (tasavvur) edilir: üzerinde çiçeklerden yapılmış bir cübbesi bulunan, ak sakallı, nur yüzlü yaşlı biri olarak betimlenir. Bastığı yerde güller açar, ekinler yeşerir. Elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklardan, hastalıklardan arınır, ömür boyu huzurlu yaşar.

Hızır üzerine gerçek mi yoksa hayali biri mi olduğu yönündeki tartışmalar devam etmektedir. Bazı kaynaklar Kuran-ı Kerim’de Kehf sûresinde geçen ve Hz. Musa ile beraber olan ama ismi zikredilmeyen kişinin Hızır olduğu yönündedir. Bütün bu tartışmalar bir yana, Alevilerin algıladığı, andığı Hızır’ı biraz daha somutlaştıralım.

5 mayısı 6 mayısa bağlayan gece Hızır ile İlyas’ın yeryüzünü gezdiği ve buluştukları gecedir. Buna Hıdrellez denilir. Bu Hıdrellez bayramını bir çok topluluk kendine göre kutluyor. Ayrıca yöreden yöreye tarihi değişen ama genelde birinci ve ikinci ayda olan üç günlük Hızır Orucu tutulmaktadır.

Sonuç olarak; Hacı Bektaşı Veli’nin Vilayetnamesinde anılan Hızır, Aleviler için zor günün, dar günün dostudur. Hızıra Şükran manasında 3 günlük oruç tutuluyor. İnanan kalpler için Hızır her yerde ve her zaman için hazır-nazırdır.

Yeniçeriler Alevi miydi?

Yeniçerilerin Aleviliği konusu en çok çarpıtılan konulardan biridir. Genel anlamda yeniçeriliğin ne anlama geldiğini özetlersek; Yeniçeri ocağı ,1362 yılında I.MURAT tarafından kurulmuş daimi ve ücretli askeri bir teşkilattır. Yeniçeri askerleri, Osmanlı ordusunun ilk düzenli savaş birliğiydi. Kazanılan savaşların sonunda esir olarak alınıp getirilen ve daha sonraki tarihlerde de Hıristiyan tebaadan da devşirilen 8-20 yas arası çocuklar, sıkı disiplin altında askeri eğitim görüyorlar ve "Yeniçeri " oluyorlardı.

Yeniçeriler Osmanlının savaş gücüydü. Bu güce hakim olan unsurlar devlete hakim oluyordu. Devlete hakim olmasa bile sözü geçenlerden oluyordu. Bu durumu gören Alevi önderleri yeniçerileri etkilemeye çalıştılar ve bunda başarılıda oldular. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta var: iddia edildiği gibi Aleviler yeniçeri ocağını kurmadı, ancak zamanla yeniçeri ocağı üzerinde büyük bir etkiye sahip oldular. Kısacası yeniçeriler ilk etapta Alevi değillerdi. Zamanla Alevi inancının hakim olduğu bir zümre oldular. Bu hakimiyetin belirgin bir şekilde kendini göstermesi sonucu yeniçeri ocağı kapatıldı (1826 yılında) ve yeniçeriler kıyımdan geçirildi. 1826 tarihi ayni zamanda Osmanlı topraklarında Aleviliğin yasaklanmasının da tarihidir.

Hacı Bektaş Veli kimdir?

Anadolu Alevilerinin piri olan Hacı Bektaş Veli, kesin olmamakla beraber 1210’da doğmuştur (1271’de hakka yürümüştür). Horasan’dan gelip Anadolu’ya yerleşmiş, burada çilekeş Anadolu insanının yolunu aydınlatmış, gönüllerini muhabbet ile doyurmuştur -bu misyon bugünde canlılığından hiç bir şey kaybetmeden, hatta daha da sağlamlaşarak devam ediyor-. Hacı Bektaş Veli’yi ölümsüz kılan, onun Anadolu insanı şahsında insana verdiği değerdir.

Hacı Bektaş Veli’nin hayatı hakkında bir çok tez var. Bu tezlerin sahipleri genellikle büyük Hünkar’ı kendi ideolojik şekillenmelerine göre değerlendiriyorlar. Yalnız şu bir gerçek ki; ne kadar muğlaklaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, Hacı Bektaş Veli gerçekliğini yok edemezler. Bu açıdan baktığımızda Hacı Bektaş Veli’nin kronik hayat hikayesinden çok önemli olan onun insanlığa kazandırdığı değerlerdir. Bu değerlerin başında da, ‘her ne arar isen kendinde ara’ ve ‘eline beline diline sahip ol’ ilkeleridir. Bunlar yüzlerce cilde sığacak olanı üç satırla belirtiyor. Aşağıda Hacı Bektaş Veli’nin zengin düşünce değerlerinden bir kaçını aktarıyoruz:

* İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
* Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
* Eline, beline, diline sahip ol.
* Murada ermek sabır iledir.
* Araştırma açık bir sınavdır.
* Nebiler, Veliler insanlığa tanrının bir hediyesidir.
* Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.
* Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız.
* Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme.
* İnsanın cemali sözünün güzelliğidir.
* Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.
* Arifler hem arıdır, hem arıtıcı.
* Her ne ararsan kendinde ara.
* Bir olalım, iri olalım, diri olalım

Balım Sultan kimdir Aleviliğe katkısı nedir?

Bektaşiliği kurumlaştıran önder olarak bilinen Balım Sultan, 1457’de Dinetoka’da doğmuştur. 1517 tarihinde hakka yürümüştür.

Balım Sultan üzerine alabildiğine spekülasyonlar, karalamalar mevcut. Bu iftiraların, eleştirilerin çoğu dayanaksızdır. Diğerleri ise yanlış bilgi ve yanlış yorumlamadan kaynaklanmaktadır. Bu iddiaların neler olduğu ve bunlara karşın gerçeklerin neler olduğuna burada değinmeyeceğiz. Bizce bilinmesi gerekenler, Balım Sultan’ın Bektaşiliği kurumlaştıran önder olduğudur. Kurumlaşma beraberinde sürekliliği de getirmiştir. Ve Bektaşilik günümüze kadar baskılara, katliamlara rağmen gelmiştir. Bektaşiliğin bugüne kadar kurumsal anlamda gelmesindeki en büyük faktör Balım Sultan’dır. Balım Sultan, dergâhtaki bütün çalışmaları kayıt altına almıştır. Gerçi bu kayıtların çoğu çeşitli zamanlarda yok edilmişlerdir. Buna rağmen bu durum Balım Sultan’ın önderlik kabiliyetini göstermektedir. Balım Sultan, salt kayıt tutmakla yetinmemiş, mevcut olan bir çok olguyu da sistemleştirmiştir. İşte Balım Sultan’ın Cem ayinlerinden tutalım, dergâhtaki eğitime kadar verilen bütün hizmetleri sistemleştirmesi bir noktada merkezileştirmesi, bazı dar kafalıların ve art niyetlilerin Balım Sultan’ı karalamalarına nedendir.

Pir Sultan Abdal kimdir ve neler yapmıştır?

Pir Sultan Abdal, yedi ulu Alevi ozanından birisidir. Kişiliğiyle, sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam ediyor.

Pir Sultan Abdal’ın asıl ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri Anadolu’ya göçle beraber Sivas Yıldızeli Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve şahadet tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere, Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de. Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşti.

Pir Sultan Abdal, şiirlerinde genellikle Alevi davasına ve ulularına olan bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed, Hz. Ali, On iki İmamlar, Hacı Bektaşi Veli gelmektedir.

Pir Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu da Osmanlı zulmü vardı. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere bağlıyor olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar anlı-şanlı Osmanlı imparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı imparatorluğunun yöneticileri sadece isyan edenleri değil, bir baştan bir başa tüm halkı kılıçtan geçirip, kanlı saltanatlarını sürdürüyorlardı. İşte Pir Sultan Abdal böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu karış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği, paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır. Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından astırılarak ilkeleri uğruna şehit edildi.

Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır. Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir şereftir.

Safevi ne anlama geliyor?


Safevi, büyük Alevi önderi Şah İsmail’in 1501’de kurduğu devletin adıdır. Safevi adı Şah İsmail’in atası olan Şeyh Safiyeddin’den gelir. Şeyh Safiyeddin Safeviye tarikatını kurmuştur. Bu Alevi örgütlenmesi özellikle Batı İran’da ve Azerbaycan’da gelişmişti.

Safevi devletinin kurulmasına, gelişmesine önderlik eden Şah İsmail’dir. Dolayısıyla Şah İsmail’in yaşantısı, önderlik gücü, yetenekleri bilinmeden Safevi devletinin nasıl kurulduğu ve o günün koşulları bilinmez. Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın şehit edilmesinden sonra Safeviye tarikatının önde gelenleri tarafından yıllarca sürecek bir eğitime tâbi tutuldu. Bu gizlilik içinde süren bir eğitimdi. Şah İsmail 15 yaşında ortaya çıkarak babasının ve atalarının intikamını almak için çalışmalara başladı. Bu çalışmalar var olan Safeviye çalışmalarıyla birleşince Şah İsmail 1501’de Tebriz’i Akkoyunlular devletinden aldı. Böylelikle tarihte Alevilik adına olumlu bir sürecin başlangıcı ilan edildi. Bu ilan edilen; yıllardır ezilen Alevi inancının resmi anlamda ilk defa bir devlet inancı olmasıydı.

Şah İsmail 1501-1510 yılları arasında Safevi devletinin sınırlarını genişleterek Musul ve Bağdat gibi merkezi yerleri de Safevi Devleti sınırları içine aldı.

Şah İsmail’in Hakka yürümesinden (1504) sonra yerine oğlu 1.Tahmasp geçti. Tahmasp, Safevi Devlet örgütlenmesini güçlendirmeye çalışırken babası gibi Osmanlı Devleti’nin saldırılarına maruz kalıyordu. Bu dönemlerde bir çok defa savaşlar çıktı. Bazı önemli merkezler sık sık el değiştiriyordu.

Safevi Devleti tarihinin önemli bir önderi de 1.Abbas’tır. 1.Abbas (doğumu 1588, Hakka yürümesi 1629) orduyu yeniden düzenledi. Kültüre, bilime, sanata, mimariye büyük önem verdi. Bu dönemde başkent İsfahan bu gelişmelerin merkezi oldu. Yine bu dönemde Safevi sınırları Afganistan içlerine kadar genişledi. Safevi Devleti’nin yönetimi bu genişlemeden sonra zayıfladı. Yönetimi eline alan Nadir 1736’da şahlığını ilan ederek bir dönemin kapandığını ilân etti. Kısaca belirtmek gerekirse; Safevi Devleti Alevi tarihi açısından önemli bir dönemi temsil eder. Safevi Devleti kesinlikle ırka dayalı bir devlet modeli değildi. Bu anlamda Safevilerin etnik kimliğini kullanmak isteyenler olayları çarpıtmışlardır. Safevi devleti Alevi inancının resmi olarak tanındığı , gelişmesinin desteklendiği, hatta örgütlendirildiği bir devlettir, önemi de buradadır.

Ahmet Yesevi Alevimiydi?

Ahmet Yesevi, Aleviliği etkileyen en önemli önderlerden biridir. Ona “Türkistan Piri” de deniliyor. Ahmet Yesevi’yi ırkçılığa, yobazlığa mal etmek isteyen, onun yüce şahsiyetini kendi dar düşünceleri için kullanmak isteyenler var. Ahmet Yesevi’yi Alevilik dışı sayanlar mevcut. Bunların bazıları art niyetli, bazıları ise cahillikten böyle davranıyor. Ahmet Yesevi, bir rivayete göre Anadolu’ya ve diğer bölgelere binlerce halife göndermiştir. Bir çok Alevi menkıbesinde ve şiirinde adı geçmekte olan, hatta en büyük pirlerden kabûl edilen bir şahsiyete başka başka anlamlar biçmek, tek kelimeyle gerçeklerin çarpıtılmasıdır. Ahmet Yesevi, düşüncesi itibari ile günümüzde dahi Alevi toplumu içinde yaşatılan bir alimdir. Onun kadın erkek eşitliği için söylediği sözler, hep kendisine ve ona tabii olanlara karşı kullanılmıştır. AhmetYesevi şöyle demektedir; “kadın ve erkek birlikte zikir ve tapınma yaparlarsa, kirlilikten arınırlar. Aralarında düşmanlık yerine sevgi oluşur”. Bu sözler Hoca Ahmet Yesevi ile Alevi felsefesinin kadın erkek eşitliği konusundaki tutumuna bir bütünlük sağlamaktadır. Böylesi düşüncelere sahip olan ulu bir şahsiyeti yobazlaştırmak, ırkçılaştırmak komiklik olmaktadır.

Bilinmesi gereken; Hoca Ahmet Yesevi’nin büyük bir Alevi önderi olduğudur. Yanlış yorum sahiplerini tarih yalanlayacaktır.

Hallac-ı Mansur kimdir ve Aleviler için ne gibi bir öneme sahiptir?

Alevi inancının felsefesini derinden etkileyen ve şekillendirenlerin başında Hallac-ı Mansur gelmektedir. Hallac-ı Mansur, düşüncesiyle, eylemiyle sadece İslami coğrafyalarda değil, bütün dünyada çeşitli inançlara mensup insanları tarafından da saygınlık görmüş, etki bırakmıştır. Tabii ki en büyük sahiplenme Aleviler tarafından gösterilmiştir.

Hallac-ı Mansur, 857 Tur’da doğmuştur. (Şahadeti: Mart 922 Bağdat).

Bütün Alevi önderlerinde olduğu gibi Hallac-ı Mansur hakkında da sağlam ve güvenilir bilgi yoktur. Hallac-ı Mansur hakkındaki bütün bilgiler sözlü gelenekle yaşatılmıştır. Yazılı kaynaklar tahrip edilmiş, Hallac-ı Mansur gerçeği yok edilmek istenmiştir.

Bütün tahribatlara rağmen Hallac-ı Mansur düşüncesi günümüze dek gelmiştir. Hallac-ı Mansur’u bu kadar güçlü kılan ve günümüze kadar gelmesini sağlayan felsefesi bütün boyutlarıyla Alevi öğretisinde yer almıştır. Örneğin Cem töreninin en önemli aşamalarından biri olan ve haklıyı, gerçeği ortaya koyan "Dar-ı Mansur" en büyük kanıttır. Dar-ı Mansur bir noktada mahkeme işlevi görmektedir. Ama bu öyle bildiğimiz mahkemelerden olmayıp, halk mahkemesi şeklindedir. Böyle olduğu için de haklı ve gerçek her zaman daha yoğun gerçekleşmiştir.

Hallac-ı Mansur, düşüncesi için darağacını göze almış ve hiç bir karanlıktan çekinmeden düşüncesini açıklamıştır. Düşünce(si)leri ne kadar "aykırı" olsa da onları ölümüne savunmuştur.

Hallac-ı Mansur kendisini kırbaçlara, darağacına götüren düşüncesini iki kelime ile özetlemiştir: Enel Hak. Enel Hak, ben Hakkım, hakikatim anlamına gelmektedir. Şüphesiz bu iki kelimenin altında yüzlerce cilt kitaba sığmaz derin anlamlar yatmaktadır. Hallac-ı Mansur düşüncesine göre; insan Tanrının bir yansımasıdır. İnsan Tanrıdan ayrı düşünülemez ve eğer insan kalbini kötülüklerden arındırırsa Tanrı ile bütünleşebilir.

Aradan 1000 bin yıl geçmesine rağmen Hallac-ı Mansur’un düşünceleri tartışılmaya ve etkilemeye devam ediyor. Anlaşılan daha da devam edecek

Bozoklu Celal kimdir ve neler yapmıştır?


"Celallenmek" kavramı Türkçe’ye Bozoklu Celal vasıtasıyla girmiştir. Bozoklu Celal’in yaşamı hakkındaki bilgiler günümüze kadar açığa çıkmamıştır. Var olan bilgilere bakılırsa; Bozoklu Celal Tokat yöresinde yaşamış ve bu bölgede örgütlenmesine başlamıştır. Muhtemelen 1520’lerde Bozoklu İsyanı gerçekleşmiştir. Bu yıllarda (1500’ler) Anadolu halkı büyük bir zulüm altındaydı. Egemen Osmanlı iktidarı halkı ağır vergilere bağlarken, onları bir de Alevi oldukları için dışlıyor, en küçük bir hak talebine büyük baskılarla, katliamlarla karşılık veriyordu. Bozoklu Celal böylesi ağır koşulların hüküm sürdüğü topraklarda Alevi inancının biat etmez, baş eğmez ilkelerini hayata geçiriyordu. Alevi inancı Hz. Ali’den, İmam Hüseyin’den başlayarak hiç bir zaman zalime boyun eğmemiştir. Alevi inancını şekillendiren etmenlerden biri de zalimin zulmüne boyun eğmemek, neticesi ne olursa olsun onlara karşı direnmektir. Bozoklu Celal bu şerefli tarihi bilince çıkarmış ve kendisinden sonrakilere örnek olacak şekilde etrafına yaymıştır. Nitekim daha sonra gelişen bir çok ayaklanmaya "Celali Ayaklanması" adı verildi. Bozoklu Celal, tarihe şanlı bir ayaklanmalar zincirinin başlatıcısı, önderi olarak geçmiştir. Bu anlamıyla önemli olan Bozoklu Celal’in kesin olarak kaç yılında yaşadığı ve şahadete ulaştığı değildir. Önemli olan Bozoklu Celal’in baskı ve zulme karşı direnmiş olmasıdır. Ağır baskı koşullarında Osmanlı iktidarına karşı başkaldırmak ve bu başkaldırıyı süreklileştirmek önemli bir olaydır. Bozoklu Celal bunu başarmıştır. Anadolu’nun dört bir tarafında ezilen insanlara kurtuluşun yolunu göstermiştir.

Karacaoğlan Alevimiydi?


Karacaoğlan’ın hangi bölgede doğduğu, hangi inançtan olduğu, hangi aşirete bağlı olduğu hep tartışılmıştır. Bizce bu tartışmaların hiç bir kıymet-i harbiyesi yok. Neden diye sorulacak olursa; çünkü Karacaoğlan doğaya, insana, sevgiye, aşka verdiği önem ile kibre, benliğe, sosyal statüye vermediği önemle her şeyden önce bir Hak aşığıdır. Bu anlamıyla da Alevi bir gelenekten gelmektedir. Ama Karacaoğlan, bilinen klasik tekke dervişlerinden değildir. Bazı kaynaklara göre, Karacaoğlan’ın aşireti dergâhtan uzaklaşmış ve Karacaoğlan da bu sebepten olsa gerek, fazla bir dergâh eğitimi almamıştır. Karacaoğlan’ın aşiretinin neden dergâhtan koptuğu bilinmemektedir. Bu tür bilgiler her vakit tartışılmıştır. Tıpkı Karacaoğlan’ın nereli olduğunun tartışıldığı gibi. Ama kesin olan, Karacaoğlan’ın güney (Maraş, Antep, Adana, Tarsus) bölgesinden olduğudur.


Kaynak Alevikonseyi.Com