Arama


Kral_Aslan - avatarı
Kral_Aslan
VIP MsXTeam
12 Kasım 2008       Mesaj #2
Kral_Aslan - avatarı
VIP MsXTeam
PEYGAMBERİMİZİN RİSÂLETİNDEN ÖNCEKİ HAYATI O’NUN PEYGAMBERLİĞİNE DELİLDİR
1. Dünyaya teşrifi esnasında meydana gelen olağanüstü hâdiseler, çocukluk devresinde yakınlarının müşahedeleri ve gençliğinde firâset sahiplerinin kendisinde sezdikleri ma’nâlar, O’nun gelecekte büyük bir vazife altına gireceğinin anlamlı ifadelerinden başka bir şey değildi...

2. Peygamberliğine kadar olan devrede daima zulme ve haksızlığa karşı çıkmış ve “Hılfü’l-Füdûl” gibi haksızlığa uğrayanları koruma cemiyetine bil-fiil girip, mazlumların, mağdurların yanında yerini almıştı...

3. İhtişamlı ve saltanatlı bir 40 yıl yaşamayıp, tâ küçük yaşta yetim ve öksüz kalmış, dedesi ve amcasının himayesinde büyümüştü.. şahsı, malı ve taraftarları açısından öyle çok güçlü de değildi.

4. Çevresinde fuhuş adına bütün olup bitenlere rağmen, peygamberliğine kadar olan bu devrede iffet, namus ve hayasına toz bile kondurmamıştı. İki defa düğüne giderken yolda uyuyup kaldığını bizzat kendisi ifade buyurmaktadır. Garîze-i beşeriyenin en güçlü olduğu 25 yaşında, dul, çocuklu ve 40 yaşındaki Hatice Validemiz’le izdivaçları hengâmında buram buram terlediği ve gelinlik kız gibi kızardığı nakledilir. Sefere çıkışta “kızımı, namusumu kime teslim edeyim” diye düşünenlerin hemen ilk akıllarına gelen de bu iffet ve namus âbidesi genç olmalıydı.

5. Peygamberlik öncesi dönemde bir defa olsun yalanına, hıyânetine ve sözünden döndüğüne şâhit olunmamıştır. Bu mevzûda, düşmanları dâhil, hiç kimse herhangi bir misâl gösterememektedir. Kaldı ki en azılı hasımları bile O’na ‘Muhammed’ül-Emîn’ diyorlardı. Kâbe tamiratında Hacerü’l Esved’i yerine koyma şerefi uğrunda kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkta hakem tayin edilmiş ve bu mukaddes taşı yere serdiği ridâsının üzerine koyup, birer ucundan kabile reislerine tutturarak kendi eliyle yerine koymuş ve bu müşkül meseleyi halletmişti.

6. Mukaddes Hira mağarasında geçen sancılı günlerinden sonra, büyük bir da’vâ ile ortaya çıkması da, peygamberliğinin önemli delillerindendir. Çünkü, O ümmîdir ve bütün hayatında kimseden bir şey öğrenmediği de çok iyi bilinmektedir. O’nun peygamberlik öncesi aylar ve aylar tek başına bir mağarada kapalı kalması ve birdenbire üdebâ ve büleğâya meydan okuyan bir beyânla ortaya çıkması, elindeki hârika fermânın ilâhî olduğunu gösterir .. evet Efendimiz (sav) böyle bir iç hazırlığı ve lahûtileşmeden sonradır ki o nurlu mağaradan ayrılıp, Mekke ufuklarında doğmuş ve da’vâsını neşre koyulmuştur.

7. Daha çocukluğunda (O Kâmet-i Muallâ ve Kâmil için ‘çocuk’ sözü inşaallah sû-i edeb olmaz) ve gençliğinde 40 yıl boyunca en ufak bir yalan ve dengesizliğine rastlanmayan bir kimsenin, meleke haline gelmiş bütün ahlâkını birden 40 yaşında değiştirmesi nasıl mümkün görülebilir?

PEYGAMBERİMİZİN DÜŞMANLARI BİLE O’NUN SIDKINA ŞÂHİTTİRLER

1. Kırk yaşına kadar kendisine “Muhammed’ül-Emîn” diyen ve emanetlerini teslim eden düşmanlarının O’nu, Peygamberlikle ortaya çıktığında red ve inkâr etmeleri, kendileri adına tenâkuzdan başka bir şey değildir. Kendilerini akıllı, kültürlü ve mütefekkir gören bu insanlar, böylece tam kırk yıl aldatılıp uyutulduklarını kabul etmiş olmuyorlar mı? Öyleyse, inkârlarında başka bir maksat vardı; çünkü değişen ve dönen Peygamber değil, döneklik yapıp, Güneş’e göz yuman bizzat onların kendileriydi.

2. Düşmanları O’nu yalancılıkla itham edemiyor, getirdiklerini red ve inkâr edemiyor, sadece ‘sâhir, şâir, mecnun’ yakıştırmalarında bulunuyorlardı. Mevcudiyet ve hakikatını inkâr edemedikleri mu’cîzelerine de ‘sihir’ deyip geçiyorlardı.

3. Peygamberliğini kabûle yanaşmayan müşrikler, “Muhammed doğru söylüyor” diyor, fakat peygamberliğin O’na verilişini kibir ve gururlarına yediremeyip, “neden eşraftan falana, falana verilmedi de, bir yetime verildi” diye kendilerince sözde mazeret beyân ediyorlardı.

4. Mekke müşriklerinin, şiir ve belâgatta ileri seviyede oldukları halde, okuma ve yazması olmayan bir Zât tarafından, “destekçilerinizi de çağırıp haydi benzerini, hatta bir sûresinin benzerini siz de getirin” diye meydan okunarak tebliği yapılan Kur’ân’a ve Peygamberlik da’vâsına karşı kendileri için en kolay ve te’sirli yol olması gereken dille mücadeleyi bırakıp, en tehlikeli ve rizikolu yol olan kılıçla mücadeleye girmeleri de O’nun peygamberliğine apaçık bir delildir.

5. Müşrikler, yine O’nu ilzamda en kolay yollardan biri olması gereken açığını arama, yanlışını izhâr ve ilân etme mevzûunda çaresiz kalıyorlardı; zira, bir açığını ve yalanını bulsalardı hemen bütün cihâna ilân edeceklerdi.

6. Can alıcı düşmanlarının, kendisine kılıç çekmiş ve her kötülüğü yapmış hasımlarının zamanla birer birer eriyip dize gelmeleri ve O’nun dairesine katılmakla müslüman olmaları da O’ndaki doğruluğa, ismet, fetânet ve câzibeye ayrı bir delildir. Safvan, Ebû Süfyan, Amr ibn ü’l-Âs, Halid, İkrime, Hind ve Vahşî gibi en amansız hasımları ve daha niceleri sonunda hakkâniyetine boyun eğmiş ve bu hakkâniyetin yaman mübelliğleri olmuşlardır.

PEYGAMBERİMİZİN RİSÂLETİNİ İLÂNINDAN SONRAKİ HAYATI DA O’NUN PEYGAMBERLİĞİNİN VE DA’VÂSINDAKİ DOĞRULUĞUNUN BİR BAŞKA ŞÂHİDİDİR
1. Büyük ideal ve yüksek düşüncelerle içi sürekli kaynayıp duran bir insanın, fikirlerini açığa vurmaması, düşünce ve da’vâsı paralelinde taraftar toplamaktan uzak kalması düşünülemez.
Biz basit bir fikir ve düşüncemizi bile içimizde tutamayıp, tanıdığımıza-tanımadığımıza intikâl ettirmeğe çalışırız. İnsan, düşünce ve da’vâsını en canlı ve heyecanlı olduğu gençlik yıllarında yaymaya çalışır. 15-20 yaşlarındaki binlerce, onbinlerce gencin nice bâtıl fikirleri neşretmek için ellerinde bildirilerle gösterilerde ve kanlı hâdiselerde nasıl mücâdele ettiklerine bütün dünya tarihi şahiddir. Oysa, Nebîler Sultanı (sav) da’vâsını tebliğe 40 yaşında başlamıştır: Demek ki, O, bir emir altında hareket ediyor ve kendisine emredileni yapıyordu...

2. Bir insanın, çeşitli muvaffakiyetler, zaferler, malî imkânlar ve makamlar elde ettikten sonra hiç değişmemesi, onun yüce ve yüksek ahlâkını, doğruluk derecesini gösterir. İşte, O’nun Peygamberlikten önceki ve sonraki güneş gibi parlak ve apaçık hayatı! Evet O’nun en büyük zaferler ve fetihlerden sonra bile bakışının bulanmaması, başının dönmemesi fonksiyon ve vazifesini başladığı gibi bitirmesi peygamberliğinin delili değil de ya nedir?

PEYGAMBERİMİZİN ZÂTI DA DOĞRULUĞUNA VE NÜBÜVVETİNE ŞEHÂDET EDER

1. Sîmâ, anlayan ve görebilen için rûhun aynası ve iç âlemin tanıtıcı satırlarını yansıtan bir kitap hükmündedir. Peygamberimizin hakikat gamzeden nurlu sîmâsını gören yahudi âlimlerinden Abdullah bin Selâm, daha ilk görüşünde “Bu sîmâda yalan yoktur” diyerek îmân etmişti.

2. Muhâl-farz, o Zât’ın söz ve davranışlarında yalan ve yapmacıklık olsaydı, gerek peygamberlik öncesi, gerekse peygamberliği döneminde mutlaka bir açık verecek, gaf ve falso yapacak ve neticede, fırsat kollayıp duran hasımları da, bunu cihâna ilân ederek hiç kılıca sarılma lüzumu duymadan emellerine ulaşacaklardı.

3. Bir şeyin sun’isi, taklit ve yanlışı, hiç bir zaman hakikî ve fıtrî olanı gibi değildir. Gözü doğuştan sürmeli olanla, sonradan boyalı olan birbirinden farklıdır. Sinek tavus kuşunu, ateş böceği güneşi, çoban vâliyi veya ilim adamını ne kadar temsil ve taklit edebilir? Hele Peygamberlik gibi bir mevzûda taklit ve yalanın asla yeri olamaz.

4. İnsanın, yaratılış icâbı, önemsiz bir konuda küçük bir topluluk içinde, o topluluğa muhalefetle küçücük bir yalanı bile söylemesi imkânsız denecek kadar zordur. Buna karşılık, O Zât (sav), Peygamberlik gibi çok büyük bir da’vâ adına, kendine hasım büyük bir cemaat içinde, çok önemli şeyleri tam bir emniyetle, telaşsız söyleyebiliyorsa, bunda hile ve yalan olacağı düşünülebilir mi?

5. Hele bu Zât ümmî ise, okuma-yazma bilmiyorsa ve karşısında da zekî, kültürlü, söz söylemesini bilen, şiir ve belâgatta seviyeli bir cemaat bulunuyorsa, böyle bir durumda o Zât’ın söz ve davranışlarını pervasızca sergilemesi ve çok uzun zaman yalanlanmadan bunu sürdürmesi nasıl mümkün olabilir ki..?

6. İnsan, ortaya attığı herhangi bir düşünce, tez ve fikrine karşı medenîce fikir münazarası şeklinde mukabelede bulunulduğunu görse, yalan-yanlış da olsa, fikirlerini müdafaaya devam edebilir. Fakat, bir insanın tek başına, her an ayrı bir ölüm tehdidi karşısında sabredip direnmesi; hele hele rûhunu, kalbini ve şahsiyetini örseleyici, alaya alınma, yüzüne tükürülme ve hakaretlere maruz kalma gibi hâdiseler karşısında bile, da’vâsından dönmemesi ve asla ümitsizliğe düşmemesi O’nun doğruluğuna şaşmaz bir delildir.

7. Bugün pek çok insan görürsünüz ki; sözgelimi sıcak günlerde oruç tutamadığı için ma’zûr görülsün ister. Şimdi o asra gidin; üstten güneşin, alttan taşlık ve kumluk çölün, içten çile, ızdırab ve binbir ölümün sıcaklığını göz önüne getirin; sonra da, hayatında meyvelerini göremeyeceği -haşa!- bir yalan uğruna, kişinin ortaya atılıp, onca eziyet ve işkencelere katlanmasının; hurma dallarından yapılma yatakta yatıp, günlerce karnına taş bağlayacak derecede aç kalmasının ve hayatının büyük bir bölümünü savaş meydanlarında geçirmesinin mümkün olup olamayacağını düşünün..!

8. Önemli olan bir da’vâ ile ortaya çıkmak değildir; önemli olan getirdiği prensipleri bizzat tatbik edip, da’vâsına mükemmel bir nümûne olabilmektir. Tarihte, büyük diye tanınan nice sistem koyucu ve kanun vaz’ ediciler vardır ki, söylediklerini yaşamadıklarından dolayı hüsn ü kabul görmemiş, da’vâ ve sistemlerini sürekli kılamamış ve samimî, heptenci ve sâdık taraftarlar bulamamışlardır. “Namaz kılın” diyen O Zât’ın kıldığı namazlara, “zekat verin” diyen O Zât’ın infâk ettiği mallara, “oruç tutun” diyen O Zât’ın tuttuğu oruçlara ve haramlara karşı çıkan O Zât’ın haram karşısındaki tavrına bakın!..

9. İnsan, bedenen 18 yaşına kadar gelişir; huy, karakter ve ahlâkının mayalanması ise çok küçük yaşlarda başlar; rüşde ermekle gelişir, gençlik devresinde kökleşir ve 30’undan sonra âdeta meleke haline gelir ve sabitleşir. 40 yaşından sonra, geniş çapta bir kafa-kalp ameliyatı geçirmeden ahlâk ve karakter değiştirmek, cild değiştirme kadar müşkil bir mes’eledir. Şimdi, iki cihân güneşi Efendimiz (sav)’e bakalım: O’nu, 40 yaşına kadar emin, namuslu ve iffetli olarak yaşamış, doğruluğunu herkese kabul ettirmiş olarak görürüz. Eğer yaratılışında -haşa!- kötü bir huy, bir karakter taşımış olsaydı, bu, gençlik tesiriyle ortaya çıkacaktı. 40 yaşına kadar râsıh ve ayrılmaz hâle gelmiş alışkanlıkların, birden 40 yaşında bıçakla kesilmiş gibi değişmesi mümkün değildir. Şimdi 40 yaşına kadar hiç yalan söylemeyen bir kişinin, 40 yaşında birden yalan söylemeğe başlaması düşünülebilir mi?

10. Yalancı, sahtekâr ve gayr-ı ciddî bir insanın, bırakın uğruna seve seve varını-yoğunu ve hayatını fedâ edecek arkadaşlara sahip olması, şöyle oturup sohbet edeceği dürüst ve güzel ahlâklı bir arkadaş bulması bile oldukça zordur. Şimdi siz bir de, O Zât’ın çevresinde, onca gailelere rağmen bir araya gelmiş Sahâbe’ye, sonra Tabiîn’e, sonra da asırlar boyu O Kâmet-i bâlâya gönül vermiş binlerce, milyonlarca evliyâ, asfiyâ ve mürşîdlere, ilmin her dalında mütehassıs âlimlere ve bu devasa insanların çevresinde kümelenmiş milyonlarca aydınlık ruhlara bakınız! Acaba, bunca insanın, hilâf-ı vâki’ birşey etrafında bir araya gelmeleri mümkün müdür..?

11. Eğer bu Zât -haşa- peygamber değilse, başka hiçbir peygamberin peygamberliğiyle alâkalı söylenecek pek fazla bir şey olamaz. Zira, bütün peygamberân-ı izâmın sundukları mesaj, gösterdikleri mucîze ve bıraktıkları iz, kâinatın Efendisiyle kıyas edilemeyecek kadar küçüktür.

12. Evet, O’ndan başka birinin O’nun davâsı ve husûsiyetleriyle ortaya çıkması mümkün değildir; çünkü, bize bu meydan okumayı öğreten de bizzat Allah’tır. “Eğer kulumuza indirdiğimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin...” (Bakara, 2/23) şeklindeki meydan okumasına on dört asırdır henüz bir karşılık gelmiş değildir.

13. Ve nihâyet, insanlara karşı yalan söylemeyen bir Zât, nasıl olur da Allah’a karşı yalan söyler? Nasıl olur da, kendi sözlerini Allah’ın kelâmı olarak gösterebilir?

PEYGAMBERİMİZİN EŞSİZ AHLÂKI DA NÜBÜVVETİNE VE DOĞRULUĞUNA ŞÂHİDDİR
1. Güzel ahlâk çekirdekler halinde insanın fıtratına dercedilmiştir. Saf fıtratın tezâhürü, temiz yaratılışın gün yüzüne çıkması ve rûhun dış aynada yansıması demek olan güzel ahlâka sahip bulunmanın en önde gelen şartlarından biri, belki birincisi terbiye ve telkindir. Evet, güzel ahlâk kendine has ortamda beslenir râsih hâle gelir.
Şimdi, Peygamber Efendimiz (sav)’in nübüvvetinden önceki ve sonraki devrelerine bakalım: En güzel ve yüksek ahlâkı O’na kim telkin etmiş ve bu mükemmel terbiye ile O’nu kim yetiştirmiştir? Annesi, babası diyemeyiz, çünkü onları çok küçükken kaybetmiştir. Dede ve amcalarının ise, içinde bulundukları toplumda O’na böyle bir ahlâk kazandırmaları hiç mi hiç mümkün görünmemektedir. Peki, kimdir öyleyse O Zât’ın mürebbîsi? Cevabını, kendi beyânıyla verelim: “Eddebenî Rabbî, fe-ahsene te’dîbî!” “-Beni Rabbim terbiye etti ve ne güzel terbiye etti!”

2. İyi veya kötü ahlâkın gelişmesinde vasatın, çevrenin ve toplumun tesiri de oldukça önemlidir. Şimdi, O’nun yaşadığı asırda, Mekke’ye gittiğimizde, insanların vahşette canavarları geçtiğini, haksızlığın, zulmün, fâiz ve sömürünün kol gezdiğini, kızların diri diri toprağa gömülüp kadınların esir pazarlarında satıldığını, çocuklara baba bulmanın zorlaşıp, Ka’be çevresinde kadınların çırılçıplak dolaştığını görürüz. Her mahallede bir câminin bulunduğu günümüz şartlarında nesilleri eğitmenin zorluğunu düşünün, bir de o asırda, o şartlarda en güzel ve en yüksek ahlâka sahip olmanın imkânsızlığını..!

3. Her peygamber gibi, Peygamber Efendimiz de Sıdk, Emânet, Tebliğ, Fetânet ve İsmet vasıflarına bihakkın ve en yüksek derecede sahipti.

4. Kendimize, çevremize ve tarih boyunca gelip geçmiş büyüklere ve büyük görünenlere baktığımızda, kendilerinde ancak belli ahlâkî güzelliklerin tezâhür ettiğini ve güzel ahlâkın her türlüsünü hemen hemen hiç kimsede göremeyiz. Kimisi cömerttir fakat, aynı derecede affedici değildir; kimi cesurdur ama, aynı zamanda cimridir. Ayrıca hiç bir ahlâkî güzellik hiç kimsede zirve noktasında temsil edilmiş değildir. Oysa O Zât’da, güzel ahlâkın her türlüsü, en üst seviyede vardı ve mütemâdiydi.

5. Bir insanda, birbirine zıt güzel ahlâkın birbirini nakzetmeyecek ve engellemeyecek derecede bulunması oldukça zordur; yani, insan cömerttir ama, bunu israf derecesine vardırabilir; tutumludur fakat bu cimrilik seviyesindedir. Cesurdur, ama bu cesurluk tehevvür noktasındadır. Halbuki O Zât, bütün güzel ahlâkı en yüce bir şahsiyet oluşturacak şekilde kendinde toplamış ve hiç bir ahlâkı, zıddının sınırına vardırmamıştır. Sözgelimi, son derece cesur ve celâdetliydi; ama aynı zamanda son derece mütevazî, halim ve selimdi. Daha da önemlisi, cesâret ve celâdeti kalbleri kırıp dökme noktasına asla varmadığı gibi, tevâzû ve affediciliği de hiç bir zaman zillet ve korkaklık seviyesine düşmezdi. Vakar ve ciddiyetinin yanında mütebessim ve huzûr verici, metin ve çetin oluşunun yanısıra alabildiğine re’fet ve merhamet sahibi; dünyaya meydan okurken de kumlar üstünde oturup bir çocukla da sohbet edebilecek kadar mütevâzi idi. Bunlar gibi daha pek çok güzel ahlâkı hem de en zirvede, birbirine karıştırmadan ve en mükemmel şekilde Zâtında toplayan, yaşayan ve ümmetine nümûne olan ancak O Zât (sav)’tır.

6. Hiç bir insan her sahada, her konuda rehber ve mütehassıs olamaz. Yüzlerce ilim dalının teşekkül etmiş bulunduğu günümüzde, herhangi bir sahada mütehassıs olma yılları almakta, belki bir ömür boyu aynı sahada çalışmak gerekmektedir. Evet, bir insanın hem mükemmel bir tıb bilgini, hem mükemmel bir komutan, hem dirâyetli bir idareci, hem bir terbiyeci, hem bir sosyolog hem de bir muallim olması âdeta imkânsızdır. Fakat, bütün bunlar Peygamber Efendimiz’de hem de en üst seviyede gerçekleşmiş bulunmaktadır. O’nun hayat-ı seniyyelerini okuduğunuzda bunu açıkça göreceksiniz. Ayrıca, değil her sahada, tek bir sahada bile ihtisas yapmak için belli zamana, gerekli araç-gerece ve sakin bir atmosfere ihtiyaç duyulduğu da düşünülünce iş bütün bütün karmaşıklaşır...

7. O Kutlu Asr’a gidin! Hiçbir pedagoji eğitimi görmeyen, hiç bir askerî mektep bitirmeyen, hiçbir içtimâî mektepten çıkış almayan; teleskop ve mikroskopla hiç bir tanışıklığı bulunmayan, hele hele okuma-yazması olmayan O Zât (sav)’ın, her sahada nasıl bir uzman gibi şaşmaz, eskimez, pörsümez, canlı ve ölmez sözler söylediğini, inkılâplar yaptığını, her sahada bir rehber ve mütehassıs gibi emniyet ve rahatlık içinde konuşup hareket ettiğine bakın!. Daha da önemlisi, bütün bu ihtisas isteyen işleri yaparken sermaye olarak sadece 23 sene gibi kısa bir zaman dilimini kullandığını, hayatının hemen tamamını çile ve ızdırap içinde, muharebe meydanlarında, cemiyetinin mes’eleleriyle haşir-neşir olarak ve ailelerini de en mükemmel şekilde idare etmeyi ihmâl etmiyerek, en mükemmel ve en son Din’in hem de asırlar sürecek prensiplerini vaz’ ederek, cihana hükmedecek bir sistem kurup yerleştirirken evet böylesi ağır şartlar altında nasıl olmuş da her sahada hakîmâne söz söyleyebilmiş..!

8. Şimdi, zaman, imkân, huzurlu ve güvenli bir çalışma atmosferi gibi şartlar isteyen pek çok mes’elede bir insanın:
a. En yüksek ve en güzel ahlâkı temsîl etmesi,
b. Her türlü güzel ahlâkın zirvesinde bulunması,
c. Yüksek ahlâkın bütününe, hiç birbirini nakzetmeden ve zıddının sahasına girmeden sahib olması,
d. Güzel bir ahlâkla arz-ı endâm ederken diğerlerini unutmaması, ihmâl etmemesi ve başka biriyle karıştırmaması, o insanın doğruluğuna ve peygamberliğine delâlet etmez mi?

9. Doktor, hastaya ve hastanın durumuna göre ilaçları değiştirir ve ilaçların dozajında da gerekli ayarlamalarda bulunur. İnsan da, diğer insanlara karşı davranışlarını, huylarını, âdet ve alışkanlıklarını ayarlama ve hesaplama durumundadır. Ahlâkî davranışlar, zaman ve zemine, makamın keyfiyetine ve muhatapların durumuna göre farklılıklar arzeder. Çoğu zaman davranışlarımızı yerine göre ayarlayamaz ve hatalar yaparız. Meselâ, bir valinin emrindeki kişilere makamında göstermesi gereken vakar ve ciddiyeti evinde de göstermesi kibir ve kendini beğenme olur. İnsanlara gösterilmesi gereken şefkat ve merhameti muharebede düşmana gösterdiğimizde, kendi insanımıza karşı zulüm ve merhametsizlik etmiş oluruz. “Yazık, uykusuz kalmasın” diye çocuğumuzu sabah namazına kaldırmamak, ona acımak değil, bilakis en büyük kötülüktür. İrşad adına, muhatabın durumunu, seviyesini ve şartları nazara almadan bütün doğruları sıralayıvermek irşad olmadığı gibi, sıraladığımız doğrular adına da hem bir ihânet, hem de cinâyettir. Aleyhissalâtü vesselâm’ın bütün söz ve davranışlarını tek tek incelediğimizde, O’nun, yer, kişi, mevki, zaman ve şartlara göre söz ve davranışlarını bütün inceliklere riâyetle nasıl ayarladığını ve bu sahada en ufak bir falso vermediğini görürüz. Bu da, O’nun (sav) peygamberliğine vâzıh bir delil teşkil etmektedir.

10. Diyelim ki, her durumda söz ve davranışlarınızı ayarladınız; irâdenizin gücünü göstererek hareket biçiminizi tayin etmeğe muvaffak oldunuz. Fakat, çok defa insan hem ânî hem de isabetli düşünmeye, karar vermeye imkân bulamadan karar verme mecburiyetinde kalır. Meselâ, bir muharebe sahasında hemen karar verme durumunda kaldığınızda oturup uzun boylu düşünmeğe kalkmanız, büyük bir mağlubiyete ve felâkete sebebiyet verebilir. Sonra, çok defa ânî verilen kararların, neticesi düşünülmeden sarfedilen sözlerin ve hesaplanmadan atılan adımların insanı içinden çıkılmaz durumlara soktuğu çok vaki’dir. Öyleyse, konuşurken, bir iş plânlarken, gelecekteki hâdiseleri, vukûu muhtemel aksülâmelleri ve karşılaşılabilecek güçlükleri hesaba katma mecburiyeti vardır. Şimdi düşünün; vereceğiniz kararlar, atacağınız adımlar ve söyleyeceğiniz sözler yalnızca birkaç gün, hattâ bir kaç ay, bir kaç yıl, ya da bir kaç asır ötesini değil, Kıyamet’e kadar gelecek bütün zamanları ilgilendiriyorsa, o zaman ne yaparsınız? Evet, her sözü, her davranışı ve her adımı asırlar boyu her devrin, her anlayışın ve her seviyenin insanı tarafından hüsn ü kabul görmüş, tatbike çok çok müsait ve en elverişli bulunmuş; karşılaşılan her türlü müşkül ve zorluklara çare olmuş.. ve zaman geçtikçe solup gitmesi bir yana, daha da tazelenip yenilenmiş, güçlenip çağın üstüne çıkmış bu insan peygamber değil de ya nedir..?

11. Sadece ana başlıklar halinde bir kaçını zikrettiğimiz bu güzel ahlâkın sahibi Zât’ı bize sorsalar, “Evet” deriz, “O bir nebîdir, Nebîler Serveri’dir. Biz de O’nun (sav) şâhidleriyiz. Evet Hak adına Hakk’ın temsilcisinin şahidleriyiz.” Çünkü, bu kadar güzel ve yüksek ahlâk ancak doğru insanlarda bulunabilir. Güzel ahlâk, ancak doğruluk toprağında yetişip, sümbül verebilir. Yalan söyleyen bir insanın daha başka söz ve davranışlarında da za’f ve lekeler bulunmaması mümkün değildir. Yalan, âdeta fâsit bir dairenin başlangıcı gibidir. Zincirleme, arkasından her türlü kötü ahlâkı da sürükler getirir. Tıpkı doğruluğun güzel ahlâkı sürükleyip getirdiği gibi. Şimdi, serâpâ ahlâk-ı âliyeyle serfirâz olan O yüce Kâmet (sav), belli ki, daha işin başında bir salih daire teşkîl edip, hak ve hakikat adına doğru, dosdoğru olarak bu ulvî vazifeye, peygamberlik misyonuna başlamış ve neticede misyonunu tam bir başarıyla noktalamıştır.

12. Aynı nükteye bir başka zaviyeden daha bakabiliriz:
Birbirine münasip ve uygun şeyler arasında meyil ve câzibe, birbirine zıt ve muhalif şeyler arasında ise nefret ve itme vardır. Seçtiğimiz arkadaşlarımız, kendi karakterimize ve düşünce dünyamıza en uygun olan kişiler değil midir? Dumanlı ve loş kokulu yerler kendilerine uygun kişileri çekerken, Allah’ın evleri ise belli ki kendilerine münasip kutluları çekecektir. Evet, doğruluk da daima doğru insanları çekip, sînesinde barındıracaktır. Öyleyse, bu güne kadar milyonlarca doğruluğu müsellem insanları kendine celb ve cezbeden insan acaba doğruluğun özü ve hülâsası olmaması mümkün müdür? Cezbeden en güzel olunca, cezbedilen de güzel olmalıdır. O ne yüce ve erişilmez bir câzibedir ki, asırlardır milyonları meczûb hâle getirmiştir.

13. Böylesine yüce ve güzel ahlâka sahip olan bir insanda, elbetteki izzet-i nefis, haysiyet; şeref bulunacaktır ve O bu haliyle aslâ, yalana, hileye tenezzül etmeyecektir.

BAKINIZ
Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Hayatı
Hz. Muhammed'in Ahlak Anlayışı
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında
Hz. Muhammed'in özellikleri nelerdir?
Son düzenleyen Safi; 24 Ekim 2016 23:00
Hayatın ne anlamı var.. Yanımda sen olmayınca....