Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
19 Kasım 2008       Mesaj #4
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
İnsanlik tarihinde, Milletlerin kendi kültür değerleri gereği, fertlerin bazı istek ve ihtiyaçlarını engellemek isteyen girişimine rastlansada, ahlaki iyilik ve kötülük, keza hak ve haksızlık telakkileri, sosyal bakımdan tasvip gören diğer hareketler kişilik hürriyetini sınırlamış olsalar da sosyal uyumu sağlayan ögeler olmuştur.

Her ne kadar tarihin derinliklerinde bir yerlerde kültürlerin çatışmasını bulsak da, insanlık tarihini sürekli savaşan ve catışan zaman dilimi olarak nitelemek çok büyük yanlış ve haksızlık olur. Tarihi seyir içinde, kültürlerin uyuştuğu veya çatıştığı dönemlere bakacak olursak, sebebi ne olursa olsun, ister dini, ister milli sebepler olsun, en azında iç-güdüsel olarak daha iyi ve daha güzel yaşama arzusu yatmaktadır. Her kültür kendi değerlerinin daha iyi ve daha güzel oldugu inancıyla, diğer toplumlar üzerinde hakimiyet kurma çabasına girmiştir. Toplumların sosyalleşmesini temin eden evrensel kültür değerleri kollektif çabalar neticesinde oluşmuş kıymetlerdir. Evrensel kültürün bireyselliği aşarak, bireyin üstünde bir değerde kabul görmesi, sosyal çevrelerin uyumunu sağlayan unsurlar olmuştur.

İnsan kültürünün başlangıcından bu güne değin, çeşitli biçimlerde ortaya çıkan temalarının altındaki şeyi keşifedecek bir bilinç dönüşümünü nasıl ortaya çıkarabiliriz..? Eğer bunu başarabilirsek, bu gün karşı karşıya bulunduğumuz tehditleri, atom bombaları, enerji krızi, sanayileşmiş şehirli kesimlerin sorunlarını çözecek kollektif çözümler bulabilirdik. Böylece tarih, efsane, bilimsel gerçeklik ve vahyi-kelam arasında sallanıp durmaz, kollektif kaderimizi şekillendirecek olan ve uzaklardan parlayıp gelecek ışığın beklentisi içine girmezdik. Şu halde, ne bilimsel verilerin nede vahyi-kelamın gösterdiği doğrultuda yön tayin edebilmiş değiliz. Beceriyle yapabildiğimiz tek şey, bütün unsurları kendi adımıza, kendi çıkarlarımıza uygun düşecek şekle sokmak için çaba sarfetmektir. Bireyselliğimiz gelişmiş olabilir ama, kollektif ruhtan yoksun olarak, ne bilimin, ne de dinin dünyasında huzur bulmuş insanlar değiliz. Sanki insanlık kurtuluşu için bir uykunun en derin anında kendisini çağıran bir şeyin dürtüsüyle uyanışın beklentisi içine girmiştir.

İçimizde kendimizi aşarak ulaşmamız gereken kollektif displin ve şuur var aslında… Sadece İçteki bir deneyimi, dışsal bir macaraya götürecek rolü üstlenecek cesaretten yoksun olduğumuzu düşünmekteyim. Salt içe dönük deneylerin başkalarına hiç bir faydası dokunmayacağını da bilmekteyiz. Binlerce dönüşümü geriye doğru izleyerek asıl ve gerçek mesajlara nasıl ulaşabiliriz..? Biz, bize düşen görev ve sorumluluk olarak insanlığın kürtuluşu için, yüzeyin biraz altına bakarak bilim ve felsefenin de arkasında kutsal öğretilerden yeterince faydalanmasını bilemediğimiz kanısındayım.

Antropoloji veya davranış bilimlerinin yaptığı gibi, kültürün anlamını okumada toplumun yapı ve islevinden başlayarak okumakta mümkün görünmekte. Fakakat benim burada asıl önemsediğim konu insanın varoluş sürecinde pratik yönünden önce, inanç ve iman yönünün var olduğuna işaret etmektir. Yani dini hayat, hayatın basit ve pratik yönlerinden önce gelişiyor demek istiyorum. İnsanda önce vizyon ortaya çıkıyor, sonra diğer araçlar. Kutsal nurun ateşten önce, kutsal asanın ise çobanın elindeki deynekten daha önce fark edildiğini bilmeyenimiz yok gibidir Çünkü ateş bulunmadan önce insanlığın kutsal nuru aradıgına dair efsanevi kayıtlara tesadüf edilmekle birlikte, Yaratıcı kutsal kitaplarinda dini hayatı ilk insanı yaratmadan önce tarif edip şekillendirdigini belirtiyor. Her şeyin, her hadisenin meydana gelmezden önce, bir kitapta yazılı olduğunu vaaz ederek bizlere bildiriyor.

Mitler, ritüeller, kozmik bilgiler, mistik dans, ilahi kavram, ibadet vs bunların hepsi kültürün manevi yönünü temsil eden kıymetlerdir. Tüm bunlar meditasyonun nirengi noktası veya huşu uyandıran unsurlar olarak ta gorulebilirler. Ve, bu unsurlar fiziki donanım ve ben’imizde incelikle işlenmiş ve saklı bulunan “iç-evrenimizi” veya ruh dünyamızı besleyen ögeler olarak, insan kültürünün başlangıcındaki noktayi da temsil ederler. Birileri cikip bu değerleri gerksiz görüp ”kendinden-vazgeçme” olarak değerlendirebilir… Kim bilir, belkide bu değerler “kendini-bulmadır”.

Son iki asrı sanayileşmiş yıkıcı bir hayat görüşüyle yaşayan bizler, bu yıkıcılığa son vermek istiyorsak “kendimizi-bulmak” zorundayız!.. Yoksa insanı, mevcut endüstri toplumunun kavradığı gibi, araç yapıcı ve tabiatı sömürücü bir varlık olarak kurgular sadece maddi bir hayat tarzı ortaya koymuş oluruz. Bundan başka insanı vizyon peşinde koşan bir varlık olarak algılarsak, bambaşka bir hayat anlayışı ortaya çıkar ki, ikincisi daha gerçekci ve daha rasyonel olanıdır.
Metin YAZAREL
Son düzenleyen Safi; 9 Ocak 2020 19:42