Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
20 Kasım 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

Kurtuluş Savaşı ve Sonrasında Türk Kadını ve Atatürk(cumhuriyet sonrasında Türk kadını)


Tanzimat’tan sonra düşünce dünyasında ve siyasal yaşamda kimi geriye dönüşler olmakla birlikte , imparatorluk sosyal yaşantısında, dünyada gelişen yeni siyasal akımlarında etkisiyle özellikle II. Meşrutiyet döneminde radikal kırılmalar görülmüştür. Kadın sorunları açısından ilk ciddi gelişmeler bu dönemde yaşanmıştır. Kadının toplum içindeki etkinliği arttıkça, kadınla ilgili olarak toplumda oluşturulan rol de önem kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal teoriler açısından tepeden inme ve devlet merkezli bir zorlama olarak görülse de, kadının radikal nitelikli hak kazanımlarına bu dönem adeta bir zemin hazırlamıştır. Söz konusu dönemde yaşanan deneyimler ve bu deneyimlerle ortaya konulabilen birikim, Cumhuriyet Türkiyesi’ne aktarılan önemli bir mirastır. (Kırkpınar, 1998 :14)

Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri ile kadınların toplumsal durumları önemli bir değişimin ve gelişimin içine girmiştir. Yasalarda kadın-erkek eşitliği büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Kadın, boşanma hakkında, seçmeseçilme, eğitim, meslek seçimi, kamu görevleri yapma haklarına kavuşmuştur. Gerçek anlamda modern bir toplumu oluşturan bütün sektörlerde en ciddi atılımlar bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk gibi karizmatik bir önderin bunda belirleyici bir rol oynadığını söylemek gerekir. Gerçekte Atatürk’ün düşünce dünyasının oluşumunda Tanzimat’la birlikte yaşanan batılılaşma çabaları etkili olmakla birlikte, Atatürk’ün yalnızca yakın çevresinden gelen etkileyici faktörlerin yanısıra, dünya klasiklerine olan yakın ilgisi ve yoğun okuma tutkusunun çok daha fazla yönlendirici olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Türkiye’de ki kadın konusundaki fiili gelişmeleri yakından görüp anlayabilmek için O’nun düşünce dünyasında yer alan kadın konusu ve bu konu ile ilgili öngörüleri önemlidir.

Bu anlatılan ve açıklananların yanı sıra, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, gerek toplumsal yaşantı içinde kadının yeri gerekse hızla gerçekleştirilen sanayileşme, kentleşme sürecinde kadının aldığı yeni statü ve hukuksal kazanımlar, adeta yakın Türkiye tarihinin canlı bir panoraması niteliğindedir.(Kırkpınar,1998:14)

Toplumun yaşantısını belirleyen temel faktörler gittikçe içiçe girip karmaşık ve girift bir durum alırken, kadının statüsü de aynı süreci yaşamıştır. Böylelikle 1950’li yıllardan bu yana, Türkiye’ de gerek ekonomik sektörlere, gerek kültürel yapılara, gerek dini kalıplara, gerekse sosyal yaşantı biçimlerine göre kadın grupları arasında ilişkiler yönünden bir yakınlaşma değil, adeta bir uzaklaşma ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda ise başta fırsat eşitliği olmak üzere her alanda olumsuz göstergeler ortaya çıkmaya başlamıştır. Çalışan kadınlar arasında şaşılacak kadar derin farklılıklar söz konusu olmuştur. Çalışmayan kadınlar arasında da, gerek sosyal statü, gerek dinsel taassubun dayatmaları ve gerekse diğer normlar açısından benzer farklılıkları görmek mümkündür. Toplumu oluşturan katmanlar arasında olduğu gibi her bir katmanda yer alan guruplar arasında da ciddi farklılaşmalar söz konusudur. Bu farklılık ve anlam derinliği, bütünüyle Cumhuriyet döneminin benimsediği yeni felsefeden ve uygulamadaki yöntem farklılığından kaynaklanmaktadır. Kadının gerçek toplumsal statüsünde, gerekse bizzat kendisinin, kendi bedensel ve ruhsal yapısının algılayışında ve tanımlayışında geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak farklılıklar ortaya çıkmıştır.

Bu farklılığı yaratan başta kültürel ve eğitimsel alanlarda olmak üzere, teknolojide, sanayileşmede, tarımda ve bürokraside yaşanan gelişmeler... Toplumun her kesiminde olduğu gibi kadın konusunda da yeni algılamalara ve statü edinme süreçlerine yol açmıştır. Kısaca Cumhuriyet kadını, bölgeler ve kültürler arasındaki farklılıklara ve yaşanan yoğun çelişkilere rağmen önceki dönemlerden kıyaslanamayacak ölçüde farklıdır. Bu farklılık yalnızca kadının dış görünüşünde değil, toplumsal statüsünde, kültürel yapısında, kişilik tanımlamasında tanık olunan çok yönlü bir farklılıktır. Bu değişmeler, hiç kuşku yok ki, ülkede yaşanmış olan ekonomik, toplumsal, kültürel alandaki yoğun değişmelerle paralellik göstermektedir.

Kadının başta eğitim olmak üzere, hukuk, çalışma, siyasal katılım, toplumsal yaşamda ve aile yaşamında eşit haklara sahip olarak yerini alması için gereken tüm atılımlar yapılmış ve mümkün olan kısa zaman içinde gerçekleştirilmiştir. Daha Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarında gerek hazırlık aşamasında gerekse savaş sırasında Türk kadınının yapmış olduğu hizmetlerin önemi tartışma götürmez ölçüde büyüktür. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı verirken güç aldığı, yardımını gördüğü Türk kadınını hiç unutmamıştır. Vefa duygusunu her fırsatta belirtmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca kadın haklarına öncelik tanınması veya çok önem verilmesinde bu duygunun etkisi vardır.

Atatürk, Türk kadınına kendine özgü bir anlayışla gereken önemi vermiş ve bunu çeşitli nedenlerle yapmış olduğu yurt gezilerinde açık bir dille ifade etmiştir. Daha 23 Mart 1923’ te kadınlara Konya’da söylediği şu sözler önemlidir. “Son senelerin inkılap hayatında hummalı fedakârlıklarla mahmul mücadele hayatında, milleti ölümden kurtararak hulâsa ve istiklale götüren, azm-ü faaliyet hayatında her ferdi milletin mesaisi, gayreti, himmeti, fedakarlığı sebkeylemiştir. Bu meyanda en ziyade tebcil ile yâd ve daima şükran ile tekrar edilmek lazım gelen bir himmet vardır ki, o da Anadolu kadınının ibraz etmiş olduğu çok ulvi, çok yüksek, çok kıymetli fedakarlıktır.... Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyeti hapyatiyetisini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsullâtı pazara götürerek paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanının tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip, cephenin mühümmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakâr, o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur.”

Yine bir yurt gezisi sırasında daha açık ve seçik sözcüklerle Mustafa Kemal şöyle demektedir.
“Türk kadını savaş sırasında ülkeye çok büyük yardımda bulundu; herkes gibi o da acı çekti. Bugün o özgür olmalıdır, eğitim görmeli, okullar kurmalı, ülkede erkeklere eşit bir konuma sahip olmalıdır. Buna hakkı vardır.”

Atatürk, Ocak 1923’te İzmir’de yaptığı bir konuşmada özellikle kadın ve erkeğin kalkınmada birlikte yer almaları gerektiği konusundaki düşüncelerini şöyle dile getirmektedir:
“Şuna inanmak gerekir ki, yeryüzünde herşey kadınlar tarafından yapılmıştır. Bir toplum onu oluşturanlardan yalnız birinin ihtiyaçlarının kazanılması ile yetinirse, o toplum yarıdan çok güçsüzlük içinde kalır... Bir millet ilerlemek ve uygarlaşmak isterse, özellikle bu noktayı temel alarak benimsemek zorundadır. Kadınlarımız da bilgili olacak ve erkeklerin geçtiği tüm öğretim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar, toplumsal hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır. Memleketimizde cahillik varsa bu yaygındır.Yalnız kadınlarımızı eğil, erkeklerimizi de kapsamaktadır... Son olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi gerekirdi. Onlar edebilecekleri kadar etmişlerdir. Ancak bu günkü seviyemiz, bu günün gerektirdiği zorunluluk ve ihtiyaçlara yeter değildir. Başka zihniyette, başka olgunlukta adamlara ihtiyacımız var. Bunları yetiştirecek olanlarda bundan sonraki annelerdir.”

Bu konuşmalar açıkça, Atatürk’ün kadınlar yararına açtığı aktif mücadelenin başlangıcını ifade eder. Artık kadınlar hakkında halkın kafasında bulunan olumsuz fikirleri yok etmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. 1924 yılında yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Uygarlıktan söz ederken kesinlikle açıklamalıyım ki, aile hayatı gelişmenin temeli ve güç kaynağıdır. Kusurlu bir aile yaşamı, sosyal, ekonomik ve siyasal zayıflıklara yol açar. Aileyi oluşturan erkek ve kadın unsurların doğal haklarından yararlanmaları ve ailede ki ödevlerini yerine getirecek şartlar içinde bulunmaları çok gereklidir.”

Görüldüğü gibi Atatürk, daha Cumhuriyet edilmeden önce kadın hak ve statülerinden her fırsatta söz etmiştir. Bu anlamda İnebolu’da yaptığı konuşmada ciddi bir muhakemeye dayanmadan kadınlara yüklenen bütün adetleri bırakmak gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Türkiye’de kadın hakları ile ilgili ciddi gelişmeler Cumhuriyet ile birlikte başlamıştır. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’ in ilanı ile birlikte Türkiye yeni devrim ve reformlara sahne olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk Türk kadının toplumsal statüsünü değiştirmek için çok sayıda reformlara girişmiş ve hepsinde başarılı olmuştur. Özellikle 1925- 1926 yılları kadın haklarının sık sık konuşulduğu yıllar olmuştur. Atatürk 28 Ağustos 1925’te İnebolu konuşmasında, giyim, şapka ve Türk kadınından söz etmiştir. Ülkenin esenliği ve çağdaşlığını kadınların dünyaya açılmasında gördüğünü ifade etmiştir. 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu konuşmasında yine kadın hakları üzerinde duran Atatürk;

“Bazı yerlerde görüyorum ki kadınlar, yüzünü gözünü gizliyor ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çeviriyor veya yere oturarak kapanıyor. Bu tavrın anlamı nedir? Efendiler medeni bir milletin anası, millet kızı bu garip şekle son vermelidir.... Şüphe yok ki ilerleme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme yeniliklerle birlikte, merhaleler aşmak lazımdır. Böyle olursa, inkılap başarılı olur. Herhalde daha cesur olmak lüzumu açıktır.” (Gül,1998:80) demiştir.

Atatürk, kadın hakları konusunu, öteki gelişmelerin bir parçası olarak görmüş, birbirinin tamamlayıcısı ve destekleyicisi yaklaşımıyla hareket etmiştir. Genel olarak, devrimlerin başarıya ulaşabilmesi için Türk kadınının çağdaş dünyadaki yerini almasının gerektiğini kesin ve kararlı ifadelerle vurgulamıştır. Atatürk, kadının kıyafeti ile ilgili konuya eğilirken, kuşkusuz kadının, erkeğin yanında toplumsal yaşantı ile bütünleşmesinin tek engelinin yalnızca kıyafet ile ilgili olmadığını biliyordu. Bunun yanında bir çok kuralların da aynı şekilde değiştirilmesini istemiştir. Kadın hak ve statüleri konusunda en önemli gelişmelerden biri de 17 Şubat 1926 günü kabul edilen “Türk Medeni Kanunu” dur. Bu kanunla Türk vatandaşları ayrım yapılmaksızın diğer uygar ülkelerin vatandaşları gibi eşit haklara kavuşmuşlardır.

Bu yasa ile kadın, öncelikle anne ve eş olarak değerlendirilmektedir. Atatürk’ten güç alan Türk kadını, her sahada kendini yenilemiştir... Poligami önlenmiş, evlilikte tek eşlilik gündeme gelmiştir. Kadına kocasından ayrılma hakkı tanınmış, tanıklıkta cinsiyet farkı ortadan kaldırılmıştır.(Gündüz, 2000:238)

Atatürk bu gelişmelerin ardından, kadınlarımızın ekonomik hayattan sonra eğitimde ve siyaset alanında da gerekli yerini almalarının önemi üzerinde durmuştur. Atatürk çok iyi biliyordu ki, kadının toplumda yerini alabilmesi eğitimle mümkündür. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile kadın ve erkeklerin eşit öğretim imkanlarından yararlanması sağlanmıştır.

Atatürk, hareketinin başından beri kadının eğitimine ve eşitliğine büyük önem vermiştir. Atatürkçü eğitim sistemi, laik bir niteliğe sahip olarak gelişip yaygınlaşırken, çağdaş uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bu arada kadınlarımızın eğitim, sağlık, ekonomik faaliyetler vb. de yer ve görev almaları ile ülke kalkınmasına da katkıları artmaktadır. Ülke kalkınmasını kadın-erkek eşitliği ile bilimsellikte gören Atatürk, gelişmelere bu anlayış ile yön vermiştir.(Gül, 1998:83) Türk kadını çok kısa bir zaman içinde çalışma alanlarının her dalında başarı ile görev yapabilme durumuna gelmiş ve pek çok Avrupa ülkesinde bile yasal ve yasa dışı olarak uygulanan ücret farklılıklarından uzak olarak emeğinin karşılığını alabilmiştir.Kadının toplumsal konumunun değişmesinde en önemli haklardan biri de 3 Nisan 1930’da tanınan Belediye Meclislerine seçme ve seçilme hakkıdır.

Türk kadınları bu haklarını 1933’te kullandılar. 5 Aralık 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme hakkıyla birlikte Türk kadınlarına eşit yurttaşlık hakları tanınmış oluyor... Atatürk bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor: “Bu kararla Türk kadınları siyasal ve sosyal alandı pek çok batı ülkesindeki kadınlardan daha üstün bir durum kazanmışlardır. Bundan sonra peçe altında, kafes altında kadın kalmayacaktır. Türk kadınları bugün en önemli haklarını kazanmışlardır. Bundan ötürü ben bu kararı en önemli reformlarımızdan biri sayıyorum.
Son düzenleyen Safi; 23 Kasım 2016 20:34
Quo vadis?