Namaz
kelime olarak Farsça dua demektir. Arapçası “salât”tır, o da “dua” manasındadır. Kıldığımız namazın şeklini bize Rabb’imiz ve O’nun kutlu elçisi öğretmiştir. Yüce Allah’ı tevhid (bir kabul etmek), O’nun eşsiz varlığını bilip tasdik etmek, farz olan en büyük görevdir. Bundan sonra farzların en büyüğü ve en önemlisi namazdır. Namaz, imanın alametidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir, müminin miracıdır. Mümin bu namaz sayesinde Yüce Allah’ın manevi huzuruna yükselir, yüce Allah’a yalvararak manevi yakınlığa erer. Mümin için ne yüksek bir şeref!
NAMAZIN ŞARTLARI
Namazın şartları deyince, onlar olmadan namazın da olmayacağı şeyler anlaşılır. Bir şeyi ayakta tutan ana parçaların herbirine "rukün" dendiği için, namazın şartlarından, namaza başladıktan sonra olanlarına aynı zamanda namazın rukünleri denir. Hepsine birden namazın farzları da denir.
Namazın şartları, yani namaza başlamadan önceki farzlar beş tanedir:
l. Hadesten, yani hükmî pislikten temizlik.
2.Necasetten, yani hakiki pislikten temizlik.
3.Avret sayılan bölgeleri örtmek.
4.Namazı Kıbleye dönerek kılmak.
5.Her namazı kendi vaktinde kılmak.
Namazın rükünleri, yani namaza başladıktan sonraki farzlar yedi tanedir:
1. Niyyet, yani kıldığı namazın hangi namaz olduğunu bilmek.
2. Başlangıçtekbiri.
3. Farz namazları ayakta kılmak.
4. Namazda Kur'ân dan mutlaka bir parça okumak.
5. Rukû', yani ayakta iken belden eğilmek.
6. Secde, yani alnını yere değdirmek.
7. Son oturuşta "Tahiyyât" okuyacak kadar durmak.
Namazın gerek şartlarının, gerekse rukünlerinin hepsi farz olduğu için, bunlarsız farz namaz düşünülemez. Birisi dahi bulunmazsa namaz batıl olur, yani tümden gider. Onun için bunların herbiri hakkında biraz bilgi vermek gerekir.
Hadis-i şerif nedir?
Hadis-i Şerif, Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav) 'in sözlü ifadelerinin tümünü kapsayan bir tanımdır.
Namaz hûşu ve hudû ile kılınmalıdır. Hûşu namazın sırrı ve ruhudur. Kur'anı Kerimde; "Allah'ın huzurunda tam hûşu ve hudû ile durun" buyurulmaktadır. (Bakara, 238) Bazı alimler hudû zahiri eğilmek, hûşu ise, manevi ve ruhi eğilmektir, derler (Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İnn-i Mace Tercemesi ve Şerhi, c 3, s 348). Bazı Alimler ise, hûşu azalarla; hudû ise kalple olur, demişlerdir. Veya hûşu gözle, hudû diğer azalarla olur.
Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem, "Hûşu ancak, namazda (uzuvlarını) hiç kımıldatmayan ve tevazu içinde olan kimseler için tahakkuk eder." buyurmuştur.
Felah, namazlarını hûşu ile kılanlara mahsustur. Namazlarında hûşu'a riayet etmeyenler felaha eremezler. Hûşuun bulunmaması felahın da yokluğu demektir. Bu konuda Kur'anı Kerim;
"Namazlarını hûşu ile kılan müminler kurtuluşa ermişlerdir." buyrulmaktadır. (Mü'minun,1)
Secde kulun rabbinin en yakın olduğu andır; secde halinde insan başını ayaklarıyla aynı seviyeye getirir ki bu kulun tevazu derecesinin en yüksek olduğu andır. fiili olarak rabbim rahman ve rahim olan sensin senin karşında senin takdir ettiğin kadarım anlamına gelen duayı ihtiva eder.
“Namaz Dinin Direğidir.”
Namaz
ne kadar kıymetli ve mühim
hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır
hem namazsız insan ne kadar dîvâne ve zararlı olduğunu
aşağıdaki temsil ile
iki kere iki dört eder derecesinde kat'î anlamak mümkündür. Hikayeyi kavrayabilirsek
namazın hakikatını daha iyi anlayabiliriz...
Bir zaman bir büyük hâkim
iki hizmetkârına
her birisine yirmi dört altın verip- iki ay uzaklıktaki has ve güzel bir çiftliğine oturmak için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu size verdiğim 24‘er altını yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri alınız. Bir günlük mesâfede bir istasyon vardır. Hem araba
hem gemi
hem tren
hem uçak bulunur. Bilet paranız hangisine yeterse o araçla gidilebilir."
İki hizmetkâr
ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki
istasyona kadar az bir parça para masraf eder. Fakat
o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki: Sermayesi
birden bine çıkar.
Öteki hizmetkâr bedbaht
serseri olduğundan; istasyona kadar yirmi üç altınını sarfeder. Kumara-mumara verip kaybeder
birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu
şu liranı bir bilete ver. Tâ
bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder; ettiğin kusuru afveder. Seni de uçağa bindirirler. Bir günde padişahımızın bizi gönderdiği yere gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç
yayan
yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba şu adam inad edip
o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip
geçici bir lezzet için günahlı eğlencelere sarfetse; ne kadar akılsız
zararlı ve bedbaht olduğunu
en akılsız adam dahi anlamaz mı?
Temsilimiz burada sona erdi. Şimdi
yukarıdaki hikayede geçen “padişah kimdir?” “çiftlik neresidir?” “o iki adamlar kimlerdir” “yirmidört altın neye işarettir” birlikte onlara bakalım.
O hâkim ise; Rabbimiz
Yaradanımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise; biri dindar namazını şevk ile kılar. Diğeri gafil
namazsız insanlardır. O yirmidört altın ise
yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise
Cennet'tir. O istasyon ise
kabirdir. O seyahat ise kabre
yeniden dirilmeye
ebede gidecek insanın yolculuğudur. İbadetlere göre
takvâ kuvvetine göre
o uzun yolu çeşitli derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takvâ
( yani günahlardan çok kaçınan ve Allah’ın emirlerini elinden geldiğince yerine getirmeye çalışan kişiler ) şimşek gibi bin senelik yolu
bir günde keser. Bir kısmı da
hayal gibi ellibin senelik bir mesâfeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı Azîmüşşan
şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise
namazdır. Birtek saat
beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Yani beş vakit namaz toplam 40 rekat
birer dakikadan 40 dakika. Abdest ve tesbihatla birlikte toplam bir saat eder.
Acaba yirmiüç saatini şu kısacık dünya hayatına sarfeden ve o uzun ebedi hayatı için birtek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder
ne kadar nefsine zulmeder
ne kadar aklın tersine hareket eder.
Mesela bin kişinin katıldığı bir piyango kumarına yarı malını veren bir adamın kazanma ihtimali binde birdir. Binde bir ihtimale rağmen o piyangoya katılıp
yirmi dörtten bir malını
yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı kesin bir ebedi hazineye vermemek; ne kadar
ne kadar akıldan uzak düştüğünü
kendini akıllı zanneden adam anlamaz mı?
Aslında hepimiz vicdanımıza kulak verdiğimizde görüyoruz ki: namazda ruhumuzun ve kalbimizin ve aklımızın büyük bir rahatı vardır. Hem vücudumuza da o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılan bir insanın diğer mübah
yani yemek-içmek
uyumak gibi günah veya sevab olmayan dünyevî amelleri
güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Böylece bütün ömrünü
âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü
bir cihette bakileştirir.
( Risale-i Nur Külliyatı’ndan… )