Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
GÖZ GÖRME ORGANIMIZ DEĞİLDİR


Zâten hiçbir zaman da olmadı. Hiçbir zamanda da olmadı. Göz ile görmenin hiçbir alâkası yok. Görme organımız beyindir. Göz ise sadece “bakma organı” olabilir. Şâyet göz gerçekten görme organı olsaydı, herkes her şeye baktığında aynı şeyi görürdü.

Mâdem konu gözden açıldı, gözlerimizi tanıyalım. Çift olanları makbûldür. Fakat tek olduğunda da iş görür. Çokça bozulur. Bozulanları cam ardında korunur. Askerde arpacık ve gezden önce gelir. Sivillikte ise her şeyden öncedir.

Ruhun aynası olduğu da rivâyet edilir ki, bu doğru olabilir. Ruh hâli, keyif derecesi ve hüzün seviyesi gözden takip edilebilir. Yüreğiniz göz göz olduğunda, vaziyet önce gözde görülür. Pek de popülerdir. En övülesi ve övünülesi yerlerdir. Şiirler, şarkılar gözü anlatır. Özünde gözü anlatır gibi görünse de, gözden yansıyanları aktarır.

Müteahhid defalar aşka sebebiyet verebilir. Hele bir de saçla ahengli ve kirpik ile biçimli ise, mesele büyük demektir. Siyah saça lacivert ve yeşil , sarı saça mavi veya elâ tercih edilegelir. Bence aslolan çekiklik derecesidir.

Hayatta gözün yeri büyüktür. Göze gelmek de, kaş yapmaya çalışırken göz çıkarmak da, hayatın büyük bölümüdür. Herkesin hayatında bir veya iki gözü vardır, ama bu sayıdan bir veya iki de fazla göz bebeği vardır. Kişinin gözünü budaktan sakınmadan yaşarken, gözünün bebeğinin değil de, “göz bebeğim” dediğinin üzerine titremesi olağan durumdur.

Kırpışarak temizlenen ve günde yüzbin kere kırpışarak “en temiz” ünvanını kazanan göz, değme yogacının bile söz geçiremediği bir organdır. Göz özünde dokunmaya da, tutmaya da yarar, ama dokunmasını, tutmasını bilene!

Kapatıldığında da bâzen yalnızlığı, bâzen kalabalığı ve bâzen de yolculuğu sağlar, ama elbette herkese değil.

Göz açıp kapayıncaya kadar geçen hayatta bâzen gerçekten göz açamazsınız. Belki size göz açtırmadıklarından, belki sizin gözleriniz bağlı olduğundan. Kimi olacakları göze alamaz, kimi ise ya hayatı ya kendisini göz ardı eder. Bahanesi de vardır hayata her göz attığında; ya gözden düşmüştür ya da göz değmiştir.

Gözünden ve gönlünden ırak olduklarının kendisini gözden gönülden çıkaranlara, onu gözden çıkardıkları için, buna vesile olanlara da göz boyadıkları için kızarak gözden kaybolur. Ama gözden kaçan bir şey vardır; Gerçek hayatın şartlarında onun hayatı da, hayattan talepleri de çok defa açgözlülerin kem gözleriyle göz diktiği hedefleri tehdit eder.

Bir gün evinde eski resimleri sakladığı puro kutusunda göz gezdirirken ve çok defa gözün görmediğine gönlün katlandığına sevinirken, hayatında göz göre göre yaptığı ıskaları düşünür. Kâh gözleri dolar, kâh gözlerinin içi güler, biraz buruk da olsa.

Gözleri bir buğulanır, bir çakmak çakmak olur. Gözlerini kırpmadan, kimi resim karesine ise gözleri kamaşarak bakar, o resim karesine daha önce baktığı hâlde görmediklerini seçer.

Hayat boyunca gözkulak olmaya çalıştıklarını, gözlerden okumaya ve okumamaya çalıştıklarını, gördüğü gözlerde aradığı ışığı ve bulduğunu sandığı zamanları hatırlar.

Gözünde tütenleri, sadece gözünün dokunabildiğini, gözünün dünyayı görmediği zamanları ve gözünde büyüttüklerini düşünür.

En çok da gözü yüksekte olanları ve gözler önüne sermek istediği zamanlarda, gözüne bakmak istediklerini ve asla göz yumamadıklarını anımsar. Gözünün içine baka baka söylenen yalanları ve gözü toprağa bakanları, ama toprağın doyuramayacağı gözlerini...

Hayatı yüzgöz olmadan, kaşgöz yapmadan yaşamak önemlidir. Hayatı uzaktan gözleyerek, üçüncü gözün peşine düşmeden evvel, mevcut iki gözün değerini bilerek yaşamak gerekir.

Yoksa, sonu;

“Gözlerin bir içim su,
İçim yandı doğrusu,
Gel öpeyim gözlerinden,
Kalmaz ölüm korkusu”.
Yani; lay lay lay!
Quo vadis?