Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
22 Aralık 2008       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
resimde sayut var olmayan sınırsılık hayal ürünü vs.şeylerdir.bi çok kişi için fazla bi anlam taşımayan şeylerdir.somut ise var olmuş ve gerçekten kopmayandır. bir ağaç bir kitap...gibi

SOMUT-SOYUT

Ressam soyut bir resim yaptığında sınırsızlığı hissederek çizer. Somut olarak bir ağaç, bir kuş vs. çizmez. Beklediği de resmine bakanların o çizdiği resimdeki sonsuzluğu hissetmesi ve ona belirli bir anlam yüklememesidir. Ancak, biz o resmi incelemeye başladığımızda kendimize, kendi iç dünyamıza “göre” şekiller vermeye ya da o resimdeki renklerden ve renklerin akışından bir şekil, bir anlam çıkarmaya çalışırız. Elbette bu çıkarım bizim kendimizdeki duygu ve düşüncelerimiz doğrultusunda olacaktır. Öyle ki, 10 kişi bu soyut olarak çizilmiş resme baksa, muhtemelen 10 farklı somut benzetmeler ve yorumlar almak mümkün olacaktır. Ancak ressama dönüp sorsak, kendisi ne hiç birine “yanlış”, ne de hepsine “doğru” der. Yorum yapmaz. Sadece dinler ve seyreder yorumları, yorumcuları…

İşte bu soyut resme baktığımız gibi dünya yaşamı içerisinde bazen farkında olarak, bazen de farkında olmadan yaptığımız somutlaştırma çabaları bizleri ressamın sonsuzluk ve sınırsızlığa davet için çizdiği resme bir sınır koymaktan öteye geçirmez. Çünkü bizler, yaşantımızın her noktasını “anlamlı(!)” kılmak için sürekli bir somutlaştırma gayreti içerisindeyiz. “Soyut” mânâlardan oluşmuş ama bakanın bakış açısına göre “somut”laşan bir dünya yaratırız. Her bilgi bizde somutlaşma tezgâhına girer ve gerçek anlamından uzaklaşıp gider. Öyle ki, bize ulaşan her bilgiyi biz beynimizde canlandırma yani bir şekle sokmak için çalışırız. Ne kadar bir şekle bürünürse o bilginin o kadar anlamlı olacağını düşünürüz. Bu şekle sokma ise 5 duyu ile sınırlı olmamızdan dolayı görecelidir, genellemelere dayalıdır. Benzetme ve mecazlar ile pekiştirilmeye çalışılır ve mecaz ve benzetmeler esas alınarak orijinal bilgi somutlaşır, hakiki anlamından çok farklı anlamalara bürünür. Bir örnek vermek gerekirse, "cennet" ve "cehennem" kavramları hepimizin bilicinde somut bir yer, bir mekân olarak anlamlaşan iki kavram olmuştur. Biz “cehennem”i kaynar kazanlar içerisinde ateşler içerisinde bir mekân ve “cenneti” de insan için hoş gözüken başka bir mekân olarak somutlaştırıp, soyutluktan yani gerçek anlamından uzaklaşmışız. Hakikâtte ise bu iki isim, bilincimizin yaşamakta olduğu iki farklı deneyimi işaret etmektedir. Bir tanesi hakikâte yani sistemin gereğine göre yaşamanın ve diğeri ise yaşamamanın bilincimizde oluşturdukları anlamındadır.

Yazının başında verdiğim resim örneğinde de olduğu gibi her an somut bir şeyler oluşturma ve görme ve onu beynimize kaydetme çabasındayken nasıl soyutu algılayıp, değerlendirebiliriz ki?...

O zaman şimdi gelin “somut” ve “soyut”u felsefik ve bilimsel irdelemeye devam edelim ve bu inceleme sonucunda “somut” ve “soyut” ile ilgili farklı bir bakış açısı yakalamaya çalışıp, bunun yaşamımıza nasıl olumlu bir katkıda bulunabileceğini düşünelim...

Felsefik anlatımda, birşeyin “somut” denilmesi için dokunulması, görülmesi ve “soyut” olabilmesi için de dile gelmesi ya da yazılması gerekmektedir. Yani “somut” olan nesnenin kendisi olurken, bu nesneyi temsil eden söz ya da yazım “soyut”tur. Buna bir örnek vermek gerekirse; gördüğümüz “çiçek” yani çiçeğin kendisi somuttur. Ancak, “çiçek” ismini söylediğimiz ya da onun hakkında düşündüğümüz, yazdığımız anda soyutlaşır. “Çiçek” sözcüğünün kendisi soyuttur. “Çiçek” bir kavramdır yani "çiçek" kelimesi ile ifade edilmek istenen anlam önemlidir ve kavramların da nesnel olarak birebir karşılığı bulunmaz. Yani benim bildiğim ve dokunduğum, gördüğüm çiçek gibi bilemediğim pek çok “çiçek” olabilir. O zaman ben, bende mevcut olan bilgi çerçevesinde çiçeği algılayıp, değerlendirebilirim. Bu da çiçeğin gerçek, orjinal yapısını değerlendirebildiğim anlamına gelmez. İster çiçek olsun ister başka bir nesne, bir nesneye ait olan özellikleri saymak, o nesneyi tam olarak tarif etmek demek değildir. Çünkü her tarif, tarif edenin bakış açısına göre şekil alır ve somutlaşır. Felsefik açıklamadan da anlaşılacağı gibi kavramlarla somutluk arasında çok büyük bir fark vardır. Kavramlar ve o kavramların anlatmak istedikleri ile gördüğümüz ve deneyimlediğimiz nasıl aynı, birebir olabilir ki???...

Bilim ise, kuantum teorisine kadar hep maddeyi “somut” yönden incelemiş, hattâ her teorinin kabulu olabildiğince somut deneylerle gerçekleşmiştir. Taa ki kuantum mekaniği bilimin felsefeye yönelen bir kolu gibi doğmasına kadar. Kuantum teorisi ile bilim, “somut” dünyadan “soyut” dünyaya geçerek hakikâtin, gerçekliğin algılanmasında büyük adım atmıştır.

Kuantum teorisinde her parçacık aynı zamanda dalgadır. (Bu arada parçacık ve dalgacık isimlerini okuduğunuz anda beyninizdeki bilgiler doğrultusunda bir şekle sokmaya başladığınızı ve “somut”laştırma gayretinizi fark ediyor musunuz?...) Bu fizikçileri şaşırtan bir durumdur. Çünkü bu bakış açısına kadar ki bakış açıları onları maddeyi “somut” olarak incelemeye yöneltmekteydi. Ancak şimdi kuantum teorisiyle mikro evrende atomik boyutlarda, maddenin ve ışığın dual yani ikili karakteri kabul edilmektedir. Kuantum teorisi ile “somut!!” olarak bilinen madde bazen dalga karakterine bazen de tanecik karakterine bürünmektedir ve aynı ikili karakter ışık için de gözlemlenmiş ve ışık bazen tanecik yani foton gibi bazen de dalga gibi davrandığı anlaşılmıştır.

Fizikçi Nick Rubert, dünyayı sadece baktığımız zaman madde görüntüsü veren, aslında durmaksızın akan bir dalga çorbası olarak tanımlarken, Karl Pribram ise tüm duyu organlarının mercek sistemine göre çalıştığını belirtmiş ve bu mercek şeklindeki çalışma sisteminin ise "dalga çorbası" diye tanımlanan evreni o boyutu ile algılanmasının hayli güç olduğu bildirmiştir.

Yani Karl Pribram'ın ifade etmek istediği ve bizleri Rubert'in açıklamasına yönlendirdiği nokta şudur ki; bizim algılama sistemimiz 5 duyu ile kayıtlı olmasından dolayı algıladığımız evren bize somut madde görüntüsü vermekte ve biz de bunun ötesini algılayamamaktayız. Ancak bu kayıtlılıktan çıktığımız da göreceğiz ki, evren somut maddeden ibaret değil. Bu şekilde düşünmekle de bizler için “somut” olarak kabul edilen madde kavramı hükmünü yitirmeye başlayacaktır.

Kuantum teorisinin anlatmak istediğini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken beyinler, yeni bir teori ile tanıştılar. O da “string” yani “sicim” teorisidir. Sicim teorisi kuantum teorisini bir adım daha geliştirerek, bildiğimiz evrenin bir frekanstan yani bir titreşim okyanusundan oluştuğunu açılayıp, dalga-parçacık ikilemesinin ötesine geçer. Maddeyi hem dalga hem de parçaçık olarak açıklayan kuantum teorisi, sicim teorisine göre “somut” kalırken, sicim teorisi ile “soyut”a yani sonsuz anlam âlemine doğru emin adımlarla ilerlenmektedir.

Bu noktada da artık kafamızdaki “somut”tan bahsetmek ne kadar gerçekçi olur, onu da bilemem. Ancak ressamın çizdiği sınırsız ve sonsuz anlamları içeren bir resimde hiç şüphesiz sicim teorisi de yine bir şekilde “somut” bir anlamlandırma olarak kalacaktır. Yani “soyut” ve “somut” içinde olduğu boyuta göre isimlenir ve bilinçli olarak farkedilen “somut” olarak nitelendirilebilir. Bu bakışla “soyut” olan da bilincimizde anlamlandıramadığımız, farkedemediğimiz olacaktır.

Bu bilgiler doğrultusunda kendimizi ve karşımızdakilerini nasıl somutlaştırldığımıza bir bakalım şimdi…

Karşımızdaki kişileri madde beden olarak gördüğümüz sürece o kişiyi “somut” olarak algılarız. Ancak o kişiyi tasvir etmemiz de bilindik özelliklerden yola çıkarak olacağından yine “somut” bir gözlem olacaktır. Bizlerin o kişinin tüm özelliklerini bilmemize ve o kişiyi tam anlamı ile değerlendirmemize imkân yoktur. Ne kadar çok isimlerle ve o isimlerin anlamları ile değerlendirme yaparsak yapalım, isimlerin mânâlarını bilindik anlamlarla düşündüğümüz için yine belirli bir somutlaştırma sözkonusu olacaktır. Ne zaman ki karşımızdakini belirli özelliklerle sınırlamadan algılamaya çalışırız, o zaman “soyut” bakış açısına geçmiş oluruz.

Karşımızdaki kişileri ya da kendimizin beden olduğu kabulü, bizi tamamen “somut” bakış açısı içersinde hapseder. Ancak madde beden ötesinde bir “ruh” beden (mikrodalga hologramik yapı) de olduğumuzu düşünmek ve kabul etmek “soyut”a doğru bir seyirin başlangıcıdır. Aslında “ruh” bedenin de ötesinde bir “bilinç” varlık olduğumuzun kabulü ve bu yöndeki düşünce ve yaşayış, “soyut” dünyasındaki seyri daha da anlamlı kılmaktadır. Bu bilinç varlık bakışı ile bakıldığında da ruh beden bakış açısı “somut” hükmündedir. Yani, ruh beden kabulü bile bilinç beden kabulüne göre “somut” bir anlam içermektedir. Şimdi, “bilinç” varlığımızı biraz düşünelim ve hayâl etmeye çalışalım… Oldukça zorlandığımızı ve bir şekle sokamadığımızı görebiliriz. İşte, “soyut” denilen kavram için açıklayıcı en önemli unsur da “belirli bir şekli olmadığı”dır.

İşte bizim tüm yaşantımız boyunca yaptığımız somutlaştırma çabaları bilmeliyiz ki bizleri hakikâti anlamaya değil tam tersi hakikâtten uzaklaştırmaya iter. Eşyanın yani herşeyin hakikâtini anlamada en önemli adımlardan birisi “soyut bakış açısını” hayatımıza oturtmamızdır. Yani somut maddeden arınma ve bir “hiç” olduğumuzu anlama çabası içinde olmalıyız. 5 duyu ile kayıtlı olan beynimizi beş duyu ötesinde bir bakış açısına yönlendirmemiz yani “soyut” olarak adlandırılan bilinç fonksiyonunun önemini fark edip, “akıl” yönlü yaşamalıyız. Bir “beyin varlık” değil, “bilinç varlık” olarak bize ulaşan bilgileri bilinçli, koşulsuz, önyargısız, evrensel bir bakış açısı ile deşifre etmeliyiz.

BAKINIZ
Somut Nedir?
Soyut Nedir?

Soyut Sanat
Somut Sanat
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 02:26