Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TANZİMAT DÖNEMİ’NDE OSMANLI İMPARATORLUĞU

Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya’nın temsilcileri 1774’de Bulgaristan’ın Küçük Kaynarca kasabasında Avrupa diplomasi tarihinin en ünlü ve en önemli anlaşmalarından birini imzaladılar. Anlaşmanın üç önemli hükmü Kırım Hanlığı’na bağlı Kuban ve Terek bölgelerinin Rusya’ya bırakılması, Rus ticaret gemilerine İstanbul ve Çanakkale boğazlarından serbest geçiş hakkının tanınması ve Rusya’nın “Ortodoks Kilisesi’ni ve ona hizmet edenleri temsil hakkını” almasıydı. Özellikle bu üçüncü madde ile Osmanlı İmparatorluğu’nun toplumsal yapısı içinde bulunan Ortodoks nüfus doğrudan Rusya’nın karışmasına açık bir hale geliyordu. Bunun en önemli hedefi de Doğu Anadolu’da yaşayan Ortodoks Ermeni nüfustu. Ayrıca bu sayede Rusya, Balkanlar’da yaşayan Ortodoks nüfus (Sırplar, Rumlar ve Ulahlar) üzerinde etkinlik kurarak en büyük ülküsü ve politikası olan Akdeniz’e ulaşmak projesini de gerçekleştirme olanağına kavuşacaktı.


Rusya’nın bu projesinin bir parçası olmak üzere önce Balkanlar’da 19. yüzyılın hemen başında bir Sırp ayaklanması örgütlendi. Görünürde yerel yöneticilere ve yeniçerilerin halka uyguladığı baskılara karşı bir tepki olarak başlayan ayaklanma, kısa sürede Osmanlı merkezi otoritesinden kopma mücadelesine dönüştü. Osmanlı yönetimi ayaklanmayı bastırmakla birlikte Sırplara ekonomik ve siyasal bazı ayrıcalıklar vermek zorunda kaldı.


Rus politikasının ikinci hedefi Rumların Osmanlı idaresinden kopma planını uygulamaya koymak oldu. İonnis Kapodistria’nın başkanlığında, görünürde bir dostluk ve kardeşlik derneği olarak kurulan ve Rus Çarı’nın yaverinin de üye olduğu Filiki Eterya’nın asıl amacı Rusya’nın da desteğiyle Osmanlı yönetimindeki Rumları örgütleyerek büyük bir Rum ayaklanması çıkarmaktı. 1821’de Rum nüfusun en yoğun olarak bulunduğu Mora’da başlayan Yunan ayaklanması, Rumların Osmanlı İmparatorluğu içinde çok geniş bir coğrafyaya dağılmış olmaları nedeniyle kısa sürede genişledi.

Yunan Ayaklanması, Avrupa Devletleri’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine karışması için bir fırsat verdi. Avrupa Devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle gayrımüslim nüfusu üzerinde etki kurarak Osmanlı yönetiminin gayrimüslimlerin durumunu da iyileştirecek bazı sosyal, siyasal ve hukuksal düzenlemeler yapılmasını dayattılar.
Bu durum Tanzimat ve Islahat fermanlarının duyurulmasın hazırlayan dış etkenler olarak ortaya çıktı. Elbette Tanzimat sürecinin açılması, sadece Avrupa Devletlerinin bu baskılarına bağlanmamalıdır. Bu aynı zamanda 18. yüzyıldan beri Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan yenileşme dinamiklerinin de ulaştığı bir sonuçtur. Bu dinamikleri su yüzüne çıkaran en önemli göstergelerden biri II. Mahmut’un tutumu olmuştur. II. Mahmut Osmanlı tebaasının din ve etnik farkı olmaksızın hukuk önünde eşit olması isteğini şu sözlerle dile getirmiştir. “Ben tebaanın Müslüman’ını camide, Hıristiyan’ını kilisede, Musevi’sini de havrada fark ederim. Bundan başka aralarında bir tek fark yoktur. Cümlesi hakkında muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır.”


TANZİMAT FERMANI VE SONUÇLARI

1839’da Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması on yedinci yüzyılda başlayıp süregelen modernleşme akımı içinde en önemli evreyi oluşturur. Tanzimat reform dönemi, 3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat Fermanı’nı Gülhane Parkı’nda okumasıyla başlamıştır. Sultan Abdülmecit’in tahta çıkar çıkmaz düzeltim hareketini sürdürmek amacında olduğunu göstermesi önemli idi. 3 Kasım 1839’da Sultan Abdülmecid’in sadrazamı Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı’nda yabancı devletlerin elçileri ve büyük bir halk topluluğunun huzurunda okunan, kişilerle devlet arasındaki ilişkilere hukuki yönden yenilikler getiren, şeriata dayanan eski yasaları tamamen değiştirmeyi öngören, Tanzimat-ı Hayriye adı verilen düzeltim hareketi siyasal ve hukuki yönden Osmanlı’da bir ilk idi. Osmanlı siyasal yaşantısının da ilk kazanımıydı.

Tanzimat Fermanın her şeyden önce farklı unsurlardan oluşan imparatorluğun dağılmasını önlemek gibi bir amacı olduğu gerçektir ama dönemin reformlarını sadece bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilmiş uygulamalar olarak görmek doğru değildir.
Fermanı hukuksal açıdan değerlendirirsek, Ceza Hukuku, İdare Hukuku ve Ticaret Hukuku gibi çeşitli hukuk dallarında hiç de küçümsenmeyecek gelişmelere öncülük etmiştir. Bu fermanla oluşan gelişmeler sayesinde,Osmanlı devletine modern anlamda bir hukuk devleti anlayışı da girmiştir. Fermanda kanunlara aykırı davrananların cezalarını tespit etmek amacıyla bir ceza kanununun hazırlanması belirtilirken, bu kanunla herkesin suçu oranında cezalandırılması esası getirilmek suretiyle Osmanlı devletindeki hukuk eşitsizlikleri kaldırılmıştır. Ayrıca can, mal, ırz, namus güvencesini sağlayıcı anlatımlar kullanılması vergi ve askerlik işlemlerinin adaletle görüleceğinin ifade edilmesi kamu hizmetlerinin doğması açısından önemli bir gelişmedir. Bu ferman, Türkiye’de hukuk devleti kurma yolunda ilk girişim olarak benimsenebilir.
Tanzimat Fermanı’nın getirdiği diğer önemli yenilikler şunlardı: Müslüman veya gayrimüslim olan herkesin can, mal, namus güvenliği devlet garantisi altına alınacak, vergiler herkesin gelirine göre düzenli bir şekilde alınacak, askerlik belirli bir düzene göre olacak, mahkemeler herkese açık olacak ve mahkeme kararı olmadan kimse idam edilmeyecek, herkesin mal ve mülk sahibi olması ve bunu miras olarak bırakabilmesi sağlanacak, rüşvet ve iltimas kaldırılacak, kanun gücünün her gücün üstünde olduğu kabul edilecekti.
Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde anayasal düzenin başlangıç noktası olarak benimsenebilir. Bu fermanla Sultan Birinci Abdülmecit, kendi gücünün üzerinde bir güç olduğunu kabul ediyordu.
Tanzimat ile siyasal rejimde büyük değişiklikler, Avrupa hukuk sistemine uyum sağlayacak köktenci önlemler, dini temellere dayalı hukuk sisteminin, laik temellere dayalı yeni bir yapılanmayı sağlayacak nitelikte bir hüviyet de görülmez. Bu fermanın ilanından sonra da, İslam hukuku ile o hukukun öngördüğü kurumlar, yeni kabul edilen Avrupa hukuk sistemi ile birlikte yürütülmeye çalışılmıştır.
On dokuzuncu yüzyıl anayasaları kralların yetkilerini sınırlayan kurallar içerirler. Tanzimat Fermanı’nın en önemli noktalarından biri herkesin yasalar önünde eşitliği ilkesi olup Osmanlı Devleti’nde yasalar karşısında eşitliği getirerek Politik birliğin kurulmasını amaçlamaktaydı. Bu ilke 1856’da yayınlanan Islahat Fermanı’nda da vurgulanmaktaydı. 1876’da onaylanan Anayasada aşağıdaki ilke yer almıştır: “Osmanlı Devleti’nin bütün vatandaşları din ya da mezheplerine bakılmaksızın Osmanlı sayılırlar.”
Yasalar önünde eşitlik ilkesinin Batı ülkelerindeki gelişmesi ve Osmanlı Devleti’nde uygulanması imparatorluk içinde yaşayan çeşitli etnik grupların Müslümanlarla her bakımdan eşit konuma gelmesini sağlayarak din ve Devlet işlerinin birbirlerinden ayrılması yolunda ilk adımı oluşturmuştur. Bu dönemde giderek artan sayıda kamu kurumlarının statülerinin İslam hukuku ilkelerinden uzaklaşarak medeni hukuk temellerine doğru kaydığı görülmektedir. Tanzimat Fermanı’nda yer alan ilkeler böylece modern Türkiye’nin anayasal rejiminin temellerini atmış ve laikliğin gerçekleştirilmesini sağlamıştır.
Tanzimat Fermanının Osmanlı’nın klasik siyasal yapısına getirdiği en önemli değişiklik Babıâli bürokratlarının yönetime egemen olması ve padişahtan daha fazla söze sahip olmaya başlamasıdır. Bu durum padişahın yetkisini çok fazla sınırlamamış olsa da bürokratik yapının ve güç dengelerinin değişmekte olduğunun bir habercisi olmuştur. Bu zamana kadar **ber’in patrimonyalizm diye nitelendirdiği, sultanın kişisel ve keyfi olan siyasal baskısını esas alan bir yönetim biçimine tabi olan Osmanlı İmparatorluğu, bu keyfiliği rasyonelliğe dönüştürmek için çabalayan bir bürokrat sınıfı ile modern bir devlet olma yolunda ilk adımlarını atmaya başlamıştı. Gerçi devlet yöneticilerinin otoriter ve geleneksel despotik tavırlarını korumaları, uygulamaya çalıştıkları demokratik politikalarla çelişkiye düşüyordu ve bu demokratik yönetimi pratikte gerçekleştiremediler ama gerçekleştirmeyi amaçlamış olmaları en azından bürokrasinin zihniyetinin değişmekte olduğunun bir göstergesiydi. Demokrasinin esas amaç olmaktan çok imparatorluğun devamının sağlanması ve gayrı müslim unsurların imparatorluktan kopmasının engellenmesi için araç olması da Tanzimat bürokratlarının yaptıkları reformların siyasal modernleşmeyi hazırladığı gerçeğini değiştirmez.
Kısaca, döneme egemen olan stratejik karar, sınırlı bir laikleşmeyi önererek şeriattan bağımsız karar alma alanını genişletmeye yönelmiştir. Ancak, yine de her yeni atılım, son aşamada dini bürokrasinin onayına sunulmak zorundaydı.
Tanzimat Fermanı için diyebiliriz ki, düşüncelerde o an için olmasa bile, zamanla ülkenin sosyal ve siyasal durumunun ortaya koyduğu tehlikeyi anlayabilen bir grup çıkarmış, Tanzimat hareketleri ile birlikte meşrutiyet rejiminin kurulabilmesi ortamı hazırlanmıştır. Tanzimat’ın bir başka özelliği, Avrupa’da ortaya çıkan yeni düşüncelerin, XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı sınırları içine girmekle kalmayıp, merkezi otoriteyi de etkilemiş olmasıdır. Modern çağın temel siyasal örgütlenme ilkeleri, Asya’nın öteki bölgelerine ve Afrika’ya geçmeden önce, XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı devletinin sınırları içinde dolaşmaya başlayacak ve böylece, XX. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti binasının oturacağı temele ilk taş konmuş olacaktır.