Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
28 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Atatürk'ün ilkeleri doğrultusunda yaptığı değişiklikler

ÖLÇÜLERDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
Zaman Ölçülerinde Yapılan Değişiklikler

Takvimde Değişiklik

Osmanlı Devleti Miladi 1840 yılından itibaren ekonomik gerekçeler yüzünden Hicri Takvim’in yanında Rumi Takvimi de kullanmaya başlamıştı. Rumi Takvim, Hicri Takvim’in aksine güneş yılı esasına göre düzenlenmiş bir takvimdi. Yani bir rumi yıl, hicri yıldan 11 gün daha uzun olup, miladi yıla eşitti. Ancak Rumi Takvim’e İslamî bir hüviyet verebilmek için o günkü hicri tarih olan 1256 Rumi Takvim için de geçerli kabul edilmiştir. Böyle olunca 1256 yılı itibarıyla Rumi ve Miladi takvimler arasında mevcut olan 584 yıllık fark sabit bir rakam olarak kalmıştır.

Diğer taraftan Miladi takvim’de yılbaşı Ocak ayı iken Rumi Takvim’de Mart ayı idi. Yani Miladi Takvim’de birinci ay olan Ocak (Kanunusani). Rumi Takvim’de onbirinci aya karşılık geliyordu. Gün olarak da Rumi Takvim Miladi Takvim’i 13 gün geriden takip ediyordu. 16 Şubat 1332’de 2851 sayılı kanun gereğince Rumi Takvim 13 gün ileri alınarak Miladi Takvim ile olan gün farkı giderilmiştir. 615 sayılı tamim gereğince de 1 Ocak 1918’e tekabül eden 1 Kanunusani 1334 günü Rumi Takvim’de de yılbaşı olarak kabul edilmiştir. Böylece Rumi ve Miladi takvimler arasındaki yılbaşı farklılığı da giderilmiştir26.

Ancak, her iki takvim arasındaki yıl farkı devam etmekte idi. 26 Aralık 1925 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 698 sayılı kanunla Rumi Takvim yürürlükten kaldırılmış olup, 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren Miladi Takvim kullanılmaya başlanılmıştır. Bu arada özel durumlar için Hicri Takvim’in de kullanılmasına müsaade edilmiştir27. Takvim ile ilgili son değişiklik 10 Ocak 1945 tarihinde gerçekleşmiştir. 4696 sayılı kanun Rumi Takvim’den Miladi Takvim’e intikal eden Teşrinievvel, Teşrinisani, Kununuevvel, Kanunusani isimlerini Ekim, Kasım, Aralık, Ocak şeklinde değiştirmiştir28.

Takvim değişikliği modern dünya ile bütünleşmemizi sağlamıştır. Yöresel halk takvimlerinde Rumi Takvim’deki bir kısım bilgiler kullanılmaya devam ediliyorsa da Miladi Takvim sosyal hayata getirdiği kolaylıklar dolayısıyla halkımız tarafından benimsenmiştir. Bu mesele de herhangi bir sıkıntı yaşanmamıştır.

Saatte Değişiklik

Ülkemizde öteden beri güneşin battığı anı 12.00 kabul eden Alaturka Saat sistemi geçerli idi. Güneş her yerde farklı zamanlarda battığı için bu sistem ile saatte ulusal birliği sağlamak mümkün değildi. Ayrıca, güneşin batması yükseklik nedeni ile de farklılık gösterebiliyordu. Güneşin tepe noktasında battığı anı esas alan Grubî Saat ve tamamen battığı anı ki bu an akşam ezanı vaktidir- esas alan Ezanî Saat ortaya çıkmıştı. Bu iki saat arasındaki zaman süresine “temkin” denilmekteydi29.

Zevali Saat ise güneşin en tepe noktada bulunduğu anı (gün ortası) 12.00 olarak kabul eden bir sistemdi. Öğleden sonrası için de sayımlar yeniden sıfırdan başlar ve 12.00’ye kadar devam ederdi. Bu sistem ile de saatte ulusal birliği sağlamak mümkün değildi30.

Saat konusunda karışıklıklara son vermek için 26 Aralık 1925 tarih ve 697 sayılı kanunla Alafranga Saat sistemine geçilmiştir. Bu sistemde gece yarısından başlayarak gün 24 saate bölünmüştür. Türkiye Cumhuriyeti İzmit’ten geçen 30.ncu meridyeni esas alarak ulusal saat sistemini oluşturmuştur3 ‘.

Ancak, ülkemizde bir süre yeni saat sistemini uygulamakta güçlük çekildi. Halk Ezani saat kullanma alışkanlığını terk edemiyordu32. Bunda muvakkithanelerde hâlâ Ezani saatin de bulunması etkili idi. Resmi ve gayri resmi davetlerde zaman tayin edilirken Ezani saatin esas alındığı da oluyordu33. Bilgisizliğin bir sonucu olarak halk arasında namaz vakitlerini tespit etmekte Alafranga saatin yetersiz kaldığı kanaati de vardı34.

Zaman konusundaki karışıklıkların önü alınamayınca valilikler muvakkithanelerdeki ezanî saatleri kaldırmış bütün saatleri Alafranga saat esasına göre ayarlatmışlardı3?. Bir süre muvakkithane dışındaki Osmanlı Bankası, telgrafhane vb.nin saatleri halkı yanıltmaya devam etmişse de nihayetinde bunlar da muvakkithaneyi esas almak durumunda kalmışlardır36. Resmi dairelerde de yeni sistem esas alınınca halk ister istemez bu sisteme uymak zorunda kalmıştır37.

Ancak yine de saat meselesi valilikleri ve belediyeleri bir süre daha meşgul etmeye devam etmiştir. Aradan dört yıl geçmesine rağmen 1929 Aralığı’nda Afyonkarahisar Belediyesi’nin saat ayarları için öğle vakti top atılması kararını alması da ilginç uygulamalardandı38.

Sonuç olarak saat meselesinde çekilen sıkıntıların sebeplerini bilgisizlik, ilgisizlik, önemsememe, eski alışkanlıkları terk edememe ve kurumlar arasındaki koordinasyon eksiklikleri şeklinde maddeleştirmek mümkündür.

Ağırlık ve Uzunluk Ölçülerinde Yapılan Değişiklikler
Osmanlı döneminde 60 cm. veya 65.cm uzunluğa eşit olan endaze, parmak ucundan omuza kadar uzunluğu ifade eden ve ortalama 75,8 cm. kabul edilen arşın ile adım, ayak, kulaç gibi uzunluk ölçüleri kullanılıyordu39. Bu ölçüler standart ölçüler değildi. Hele adım, ayak, kulaç gibi ölçülerle sıhhatli bir iş yapmak hiç mümkün değildi. Bunların yerine 26 Mart 1931 tarih ve 1782 sayılı kanunla modern dünyanın kullandığı metre sistemi kabul edilmiştir. Artık uzunluk ölçümü milimetre, santimetre, desimetre, metre, dekametre, hektometre, kilometre ile ifade edilecektir40.

Ağırlık ölçülerine gelince bu gurubun temel birimi dirhem idi. Dirhem Mısır’da 3,0889 gram, İstanbul’da 3.207 gram idi. 400 dirhem bir okkayı oluşturuyordu. İstanbul için bir okka 1,282 gram ağırlığı ifade etmekte idi. Diğer şehirlerde okkada küçük farklılıklar görülebiliyordu. Okka yerine vakiyye ve kıyye tabirleri de kullanılıyordu. 44 okka bir kantarı, 4 kantar da bir çekiyi ifade etmekte idi ki, bu hesaba göre, 1 kantar 56,408, 1 çeki de 225,632 kilograma karşılık geliyordu. Ancak sonradan 195 okka yani 250 kilogram 1 çeki denildi. Bir başka ağırlık ölçüsü olan batman ise aynı zamanda yüzey ölçüsü olarak da kullanılmış, farklı ülkelerde farklı zamanlarda farklı standartları ifade etmiştir. Altın ve kıymetli taşların ölçümünde kullanılan temel birim ise de kırattır. Kıratın alt ve üst birimleri ve bunların birbirlerine oranları şu şekildedir. 1 3/7 (Bir tam üç bolü yedi) dirhem bir miskali oluşturur. Miskalin 1/4’üne denk, dengin 1/4’üne kırat, kıratın 1/4’üne buğday, buğdayın 1/4’üne fitil, fitilin 1/ 2’sine nakir, nakirin 1/2’sine kıtmir, kıtmirin 1/2’sine zerre denilirdi41.

1782 sayılı kanun ağırlık ölçülerinde de batı standartlarını hakim kılmıştır. Artık ülke içinde ve dışındaki alış-verişlerde miligramdan tona kadar uzanan modern dünyanın ölçü sistemi esas alınacaktır. Kuyumculukta ise yeni şekli ile 2 desigram ağırlığa tekabül eden kırat da kullanılabilecektir42.

Hacim ölçüleri ile tartılan hububat cinsi ticari emtiada ise kile, şinik, tas, ölçek vb. ölçü birimleri kullanılmakta idi. Bu ölçümlerin kendi içerisinde bile tutarlılıkları yoktu. İstanbul kilesi ortalama 25 kilo, ibrail kilesi 100 kilo idi. Kilenin küsuratına kutu denilirdi. 8 kutu 1 İstanbul kilesini teşkil ederdi. Kilenin 1/4’üne de şinik adı verilirdi43. 26 Mart 1931 tarihli kanunla sıvı maddelerin hacim ölçümlerinde litre sistemi getirilmiştir. Bu sistemde mililitreden kilo litreye kadar uzanan bir dereceleme sistemi mevcuttur. Katı ve gaz maddelerin hacimlerinin ölçülmesinde ise milimetreküpten kilometreküpe kadar uzanan bir sistem getirilmiştir44.

Osmanlı Devleti’nde tarla, bahçe gibi arazilerin yüzey ölçümünde dönüm ve çiftlik tabirleri kullanılmıştır. Bir çiftlik arazi verim durumuna göre 60 ile 150 dönüm arasında değişebiliyordu. Dönüm adım hesabı ile tespit edilirdi. Orta adımlarla eni ve boyu 40 adım olan araziye dönüm denilirdi45. Ölçüler kanunu ile yüzey ölçüsü olarak metrekareden kilometrekareye kadar uzanan bir sistem getirilmiştir46.

Ölçülerde değişiklik geç kalınmış bir düzenleme idi. Gelişen dünyada çok önceleri bu uygulamaya geçmek gerekiyordu. Nitekim, kanun çıkmadan üç yıl önce Bursa belediyesi belediye sınırları dahilinde metre cinsinden ölçülerin kullanılması mecburiyetini getirmişti47. Ölçüler kanunu sayesinde ülke içerisinde ölçülerle birlik sağlandığı gibi dış ticaret de kolaylaşmıştır. Genellikle bu yeni sistem halkımız tarafından kabul görmüştür. Ancak kırsal kesimde hâlâ teneke ile tahıl tartmak, bidon ile süt satmak, arşın ile kumaş ölçmek gibi uygulamaların devam ettiği görülmektedir. Bunda insanların kültür eksikliği, önemsememe ve alışkanlıklarını bırakamamalarının da rolü vardır. Ayrıca, kolaycılık ve ekonomik sıkıntılar da bunda önemli bir etkendir. Zira, herkes her yerde bu ölçü aletlerini kolayca elde edememektedir. Ücretsiz ve temini kolay ilkel ölçü birimleri tercih edilebilmektedir. Ancak, halkın okuma-yazma oranı, kültür seviyesi ve ekonomik düzeyi yükseldikçe bu tür uygulamalar azalacaktır.

SONUÇ
Sosyoloji biliminin verilerine göre halk yüksek derecede prestije sahip kişi ve liderlerden gelen değişme önerilerini kabule daha yatkındır. Bu açıdan bakıldığında Türk inkılâbı için Atatürk ideal bir liderdir. Zira, Çanakkale Savaşları’ndan başlayarak Türk milletinin umudu olmuş, Kurtuluş Savaşı neticesinde de ülkeyi işgallerden kurtarmış ve milleti bağımsızlığına kavuşturmuştu. Onun bu başarıları halkın kalbinde taht kurmasını sağlamıştı.
Yine sosyoloji ilimi verilerine göre kişiler küçük yaştan itibaren sosyalleşirken öğrenip benimsedikleri hareket örneklerini- ki bunlara alışkanlık da denilmektedir- değiştirmek istemezler. Bu yüzden yaşlıların gençlere nazaran yeniliklere uyum sağlayabilmeleri çok daha zor olmaktadır. Bu açıdan da Türkiye Cumhuriyeti şanslıdır. Zira, Türkiye Cumhuriyeti Devleti genç bir nüfusa sahiptir.

Sosyal değişmeyi belirleyen önemli işaretlerden birisi toplumun başta gelen yapı unsurlarını oluşturan sosyal değerlerinde değişmelerin meydana gelmesidir. Diğer bir ifade ile bir toplumda girişilen inkılâp hareketlerinin sürekli hale geldiğini veya yerleştiğini, gerçek bir değişme halini aldığını söyleyebilmemiz için sosyal değerler sisteminde inkılâbın beklediği değişikliklerin gerçekleşmiş olması gerekir48. Türk inkılâbında da aynı beklenti söz konusudur. Amaç Türk insanlarının çağdaş normları hakim kılmaktadır. Şekle hitab eden kıyafet inkılâbı da dahil olmak üzere bütün inkılâpların Türk halkında çağdaş zihniyeti hakim kılmak ve çağdaş bir toplum yaratmak hedefine yönelik olduğu açıktır. İnkılâpların özümsenmesi meselesine bu noktadan bakmak gerekir.

Ancak inkılâpların özümsenmesi meselesinde çekilen sıkıntıların dini, tarihi ve sosyal boyutları olduğu bir gerçektir. Örneğin, şapkaya gösterilen tepki, dini bir kaygıdan kaynaklanmıştır. Gösteri ve protestolarda bulunan kişiler İslâmın sembol giysisi olarak kabul ettikleri fesin yerine, Hıristiyan başlığı dedikleri şapkayı koymak istememişlerdir. Kadın kıyafeti konusunda da benzer durum söz konusudur. Bazı inkılâpların yeterince özümsenememesinin ana nedeni ise bilgisizlik ve kültür eksikliğidir. Bunlara önemsememe, alışkanlıklarını terk edememe ve ekonomik sıkıntıları da ilave etmek mümkündür.

Öte yandan, 1920’li yılların Türkiye’si ile 199O’lı yılların Türkiye’si kıyaslandığında toplum hayatında ciddi değişiklikler olduğu görülür. Örneğin, kadınımız hâlâ erkeğin gerisinde olmakla beraber 1920’li yılların Türk kadını ile 1990’lı yılların Türk kadını arasında inanılmaz farklar vardır. Kadınımız iş hayatında, fikir ve sanat hayatında hatta, siyasette korunma ihtiyacı duymaksızın ciddi bir yer tutmaya başlamıştır.

Türk inkılâbında toplumsal değişmelerin temel faktörünü laiklik ilkesi teşkil etmektedir. Bu ilke yerleşmedikçe inkılâbın beklediği sosyal değişmelerin gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Laiklik ilkesinin halk nazarında tutunması ve korunması ancak, eğitim yoluyla mümkündür. Laik idarenin faziletleri ilk öğretimden başlamak üzere öğrencilere en iyi şekilde kavratılmalıdır. Nitekim Şeyh Sait İsyanının hemen akabinde vilayetlere gönderilen Darülfünun hocaları din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması lüzumuna dair konferanslar vermişlerdi49.

Zamanımızda halkın büyük çoğunluğunun laikliği benimsediği zannedilmektedir. 10 Nisan 1999 tarihli Posta Gazetesi’nde yayınlanan “Türkler laiklik sınavını geçti” başlıklı anket değerlendirmesi de bu kanaati doğrulamaktadır. Bu ankete göre toplumun % 77,3’ü Atatürk inkılâplarının ülkeyi ileriye götürdüğünü kabul etmektedir. Şeriata göre din devleti kurulmasını isteyenlerin oranı % 21,2, din devlet ve siyaseti yönlendirsin diyenlerin oranı ise sadece % 16,4’dür50.


Son düzenleyen Safi; 2 Mart 2016 02:23
Quo vadis?