Herhangi Bir Hikaye
Akdeniz’e kıyısı olan bir kasabaydı orası.Güneş tepeden doğar denizin üzerinde batardı. Kasaba denizden hemen sonra yükselen dağların eteğindeydi.Kasabaya giden yol yılan gibi kıvrılarak kasabanın içinden geçiyor ve yine kıvrılarak çıkıyordu.
Kasabanın eveleri genellikle iki katlı veya müstakil evlerdi. Kasaba içindeki yollar yokuştu.Bu yokuşlara kurulmuş dükkanlar küçük çarşıyı oluşturuyordu.Bir zamanlar küçük olan bu kasaba da turizmden nasibini almış.İrili ufaklı oteller kurulmuştu.Yerli halk da zamanla geçimini turizmden sağlamaya başlamıştı.Kimisi eski ahşap evlerini pansiyon olarak yeniden düzenleyip kullanıma açıyor,kimisi teknesiyle turlar düzenliyor,kimisi her cuma kurulan pazarda meyve sebze satıyordu.Kimi küçük çocuklar annelerinin ablalarının yaptıkları el işlerini turistlere satıyordu.
Kasabaya geleli bir yıldan fazla olmuştu.Babası belediyeye fen işleri müdürü olarak gelmişti.Lise son sınıfa gidecekti bu sene.Öss stresi olmaksızın geçireceği de son yazın tadını çıkarıyordu.
Uzun boyu,kumral saçları,iri gözleri ile dikkat çekiyordu.Bu özellikleri sayesinde kendisine bir kız arkadaş bulmada gecikmedi.Kasabaya geldiğinin ikinci ayında kasabanın ileri gelenlerinden Ahmet Bey’in küçük kızıyla tanışmış,arkadaş olmuştu.Yaşıttılar.Aynı sınıftaydılar okulda.Kısa süre sonra gençliğin en güzel duygularını paylaşmaya başladılar.
Zeynep babasına babası da Zeynep’e düşkündü.Zeynep bir akşam tüm şirinliğiyle konuyu babasına açmıştı.Babası önce yadırgamıştı.Ama bir süre sustu.Elbette o da isterdi kızının arkadaşı olmasını ama kızları ona ölen eşinin yadigarıydı.Sonra yüzünde bir gülümseme belirdi.Bunun üzerine Zeynep babasının boynuna sarılı.Artık rahattı.
Emin Bey belediyeden gelmiş gazetelere göz gezdiriyordu.Sema Hanım yemek hazırlıyordu. Melih odaya girip çıktı bir iki defa.Sonunda babası dayanamadı:
-Biliyorum oğlum. Dedi.
-Neyi?
-Zorlama kendini.Ahmet Bey geldi bugün biliyorum.
Derin bir nefes aldı Melih.Artık o da rahattı.
Bu olayların üzerinden bir yıl geçmişti.
Cep telefonun acımasız çalar saat çığlığıyla uyandı.Saate baktı.Saat sekiz buçuktu.Babası bir teknede iş ayarlamıştı.Yaklaşık bir aydır çalışıyordu.Hem harçlığını çıkarıyor hem de hem de okulda öğrendiği İngilizce’yi geliştiriyordu.Aslında o gün izinliydi.Zeynep’le her zaman buluştukları o tepeciğe gideceklerdi.Bugün birlikteliklerinin birinci yılıydı.Aceleyle giyindi.
Annesine seslendi:
-Anne ben çıkıyorum.
-Oğlum bir şeyler yeseydin.
Kapının kapandığını duydu.
-Deli çocuk. Dedi arkasından.
Caddeye inen merdivenleri ikişer üçer atlayarak indi. Koşar adımlarla Salih’in çalıştığı gümüşçüye gitti. Salih ordaydı.
-Hazır mı?
-Sana da günaydın.
-Ya oğlum uzatma işte.
-Hazır hazır. Dedi gülerek.’Al bakalım.’
Çok güzel gümüş bir kolyeydi hediyesi.Zarif bir zinciri vardı.Ve bu zincire geçirilmiş yine gümüş bir deniz kızı vardı.Arkasına ikisinin de adı yazılmıştı.Salih gerçekten iyi iş çıkarmıştı. Kolyeyi alıp hızla çıktı. Hediye paketi yaptırmayı unutmuştu ama farkında değildi. Avucunda tutuyordu.
Aynı anda Zeynep de çıkmıştı evden buluşacakları yere gidiyordu.Onun hediyesi çoktan hazırdı.Melih’in Beşiktaş fanatiği olduğunu çok iyi biliyordu.Ona Beşiktaş Dergisi’nden seçtiği güzel bir ceketi getirtmişti.
Zeynep kasaba çarşısındaki kavşağı geçmiş, kasaba dışına çıkan yolun kaldırımında ilerliyordu.Melih de kavşağa doğru ilerliyordu hızlı adımlarla. Zeynep’i gördü ama seslenmedi.Tam kavşağa yaklaştığında yeşil ışık yandı. Işıkta duran tek araba ilerledi. Araba gidince Melih durmadı.Tam yolun ortasından geçerken elindeki boşluğu hissetti.Kolyeyi düşürdüğünü gördü.Arkasına dönüp eğildi.
Zeynep ağır adımlarla ilerlerken kulaklarında çınlayan fren sesiyle birlikte arkasına döndü. Ve yeşil ışığa yakalamak için hızla gelen arabanın eğildiği yerden doğrulmakta olan Melih’e çarptığını gördü.İçinde bir şeylerin koptuğunu hissetti.Gözlerini bir an kapattı.Tekrar açtı. Yüzündeki ifade çok acıydı.Kendini bilmez bir halde Melih’e doğru koşmaya başladı.
Durumu gören çarşı esnafı hemen ambulans çağırdı.Gören herkes olay yerine toplandı.
Zeynep’i yaklaştırmadılar yanına.Ambulans geldi.Bindirip gönderdiler.
Belediyedeki fen işleri müdürü odasında kahvelerini yudumluyorlardı Ahmet Bey ile Emin Bey. Odanın kapısı çalınmadan açıldı.Ne olduklarını anlamadılar bile. İçeri giren:
-Emin Bey… Melih… Araba çarptı.
- Ne?!
-Ambulansa bindirdiler…İlçe devlet hastanesine götürüyorlar.
Aceleyle çıktılar.Arabaya bindiler. Sema Hanımı aradı Emin Bey. Sakin olup aşağıya inmesini söyledi. Evden alacaktı. Sema Hanım inmişti çabucak. Olay yerinden geçerken kaldırıma oturmuş ağlayan Zeynep’i aldılar. Sema Hanım onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama kendisi de ne yapacağını şaşırmıştı.
Hastaneye vardıklarında Melih’i ameliyata almışlardı.Beklemekten başka çaresi yoktu hiçbirinin. İki saat sonra çıktı doktorlar ameliyattan. Emin Bey’in yanına gitti:
-Babası siz misiniz?
-Evet.Benim.
-Yalnız görüşebilir miyiz?
-Tabi.
Sema Hanım telaşlı bir şekilde doktorun yanına geldi.Yalvarır gözlerle bakıyordu doktora. Tek bir söz çıkmadı ağzından.Emin Bey ve doktor odaya girdiler.
Emin Bey:
-Sizi dinliyorum doktor bey.
İnanılmayacak derecede sakindi Emin Bey.Doktor bile şaşırmıştı.
-Biz elimizden geleni yaptık Ancak hayati tehlikeyi atlatamadı henüz. Şimdilik yoğun bakıma alacağız.
- Görebilir miyiz?
-Çok az bir süre görebilirsiniz
-Peki doktor bey.
Odadan çıktıklarında Sema Hanım ve diğerleri Emin Bey’in etrafını sardılar.Emin Bey:
- Yoğun bakıma alacaklar.Hayati tehlikeyi atlatamamış henüz.
- Görebilecek miyiz? Diye sordu Sema Hanım.
- Çok az.
Yoğun bakım odasına gittiler.Emin Bey,Sema Hanım ve Zeynep hemşireyle birlikte girdi içeri.Kimseden çıt çıkmıyordu.Sema Hanım başını kocasının göğsüne bastırdı.Sessizce ağlıyordu.Zeynep Melih’in yanına yaklaştı. Sımsıkı kapalıydı bir avucu.Hemşire:
-Ne yaptıysak açamadık avcunu.
İyice yaklaştı Zeynep yatağa.Dizlerinin üzerine çöktü.Eliyle Melih’in saçlarını okşadı biraz.
Kapalı olan elini ellerinin içine aldı.Öptü okşadı. Sonra bir eliyle yine saçlarını,yüzünü okşadı.Hemşire:
-Bu kadar yeter.Biraz dinlensin. Dedi.
Emin Bey’le karısı döndüler kapıya doğru.Zeynep yavaşça doğruldu. Bir kez daha baktı Melih’in yüzüne.Kapıya döndü.Bir adım atmıştı ki geriye döndü tekrar.Tam o anda Melih’in elinin açıldığını gördü.Ve kolye yere düştü.Eğildi kolyeyi aldı.Hıçkırıklara boğuldu.Son bir kez sarıldı Melih’e.Yanağına son bir öpücük kondurdu.Çıktı odadan.
Gece akşam olmuştu.Artık gidin diyorlardı yapabileceğiniz bir şey yok.Emin Bey’le karısı gitmeye hazırlanıyorlardı.Ahmet Bey kızının yanında oturmuş teselli etmeye çalışıyordu. Emin Bey:
-Hadi artık gidelim. Dedi.
Zeynep:
-Ben gitmek istemiyorum. Dedi.Babasının gözlerinin içine bakarak.
Babası kızının inadını bilirdi.Cebinden biraz para çıkardı.Verdi:
- Biz gidelim Emin Bey.İnadı inattır. Dedi.
Gittiler. Tek başınaydı Zeynep.Gece yarısına kadar oturduğu yerde kımıldamadı. Bütün anıları gözünün önünden geçti.Her anıdan uyandığında ise arabanın çarptığı an gözlerinin önünden geçti.Sımsıkı tutuyordu ellerinde kolyeyi.Gece kalktı yerinden.Nöbetçi hemşireyi buldu:
-Lütfen.Bırakın camın arkasından bile olsa razıyım. Yeter ki göreyim. Diyordu.
Hemşire izin verdi. Camlı bölmenin hemen yanındaydı yatağı.Görebiliyordu.
-Melih…Biliyorum beni duyuyorsun…Ne olursun bir tanem.Sana ihtiyacım var.Beni bırakma. Ne olur…
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.Ne kadar durdu orda kendisi de bilmiyordu.Nöbetçi hemşire geldi yanına.Koluna girdi.
-Haydi gel benimle. Dedi. Dinlenmen gerekiyor.Güçlü olmak zorundasın.
Zeynep’i doktor ve hemşirelerin dinlendiği odaya götürdü.Uzanmasını söyledi.Çok geçmeden uykuya daldı.Üstünü örtmüştü hemşire.Rüyasında Melih’le birlikteydi. Her zaman buluştukları o tepecikteydiler. Ufka bakıyorlardı hiç konuşmadan.Soru soruyordu arada bir Melih’e ama yanıt alamıyordu.Susuyordu Melih.Sadece gözlerinin içine bakıyordu birkaç saniye sonra tekrar ufka bakıyordu.
Kapının açılmasıyla uyandı. Nöbetçi doktoru çağırıyordu hemşire:
-Doktor bey araba kazasındaki hasta…
Doktor fırladı yerinden.Zeynep de arkalarında koştu. Doktor içeri girdi.Zeynep’i içeri almadılar. O da camın yanına koştu. Kalp atışlarını gösteren cihaza takıldı gözleri yüzündeki acı ifadeyle. Düz çizgiydi. Doktor kalp masajı yapıyordu.Kapıya doğru koşmaya başladı. O kapıya geldiğinde doktor çıkıyordu. Melih’in üzerini örtüyorlardı.En son duyduğu şey doktorun ‘iç kanama’ dediğiydi.Bayılmıştı.
Kendine geldiğinde ablasıyla babası vardı. Yalvarırcasına:
-Ne olur rüyaydı deyin. Dedi.
Gözlerini kaçırdılar.Rüya değildi.Ölmüştü.Yoktu artık.
Bir ay geçmişti olayların üzerinden. Yemiyor içmiyordu Zeynep. Kimseyle konuşmuyordu kolay kolay. Bir sabah herkes uyurken kalktı.Beyaz elbisesini ve ayakkabılarını giydi. Issızdı sokaklar. Kasabayı çıkan yola doğru ilerledi.Hiçbir şeyi görmüyor duymuyordu. Solgun yüzü, feri gitmiş gözleriyle, suratı ifadesiz bir şekilde ulaştı tepeciğe. Kolye elindeydi. Uçuruma doğru ilerledi. Gözlerini kapattı.Bir ses ‘Dur’ dedi.Gözlerini açtı.Karşısında duruyordu. O’ydu.
-Ölmek mi istiyorsun?
-…
-Cevap ver bana.
-Sen yokken,hatta karşımda duran gerçek bile değilken niye yaşayayım?
-Ben gerçeğim Zeynep.Ben hala senin zihninde,kalbinde yaşıyorum.Sen burada olmamı istediğin için buradayım.Hatırlıyor musun hastanede neler dediğini bana?Sana ihtiyacım var diyordun.O zaman değil, şimdi bana ihtiyacın olduğu için buradayım. Yaşamak zorundasın. Düşlerini karartan kabuslara inat hayal kurmalısın güzel günlere dair. Sana en büyük acıları tattırarak ağlatan hayata gıcıklık olsun diye gülmek zorundasın. Yaşamak zorundasın Zeynep.
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu Zeynep’in.
-Hayır gerçek değilsin.
-Peki o zaman Zeynep.At hadi kendini.Ne geçecek eline? Bana mı kavuşacaksın? Ben senin kalbinde,zihninde yaşıyorum Zeynep. Öldürecek misin beni?
Hemen kafasının üzerinden bembeyaz bir güvercin geçti Zeynep’in. Gayr-ı ihtiyari kaldırdı kafasını.İndirdiğinde yoktu Melih.Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı.Ve açtı gözlerini.
Bir adım daha yaklaştı uçuruma. Rüzgar yüzünü okşuyordu yavaşça. Beyaz elbisesi dalgalanıyordu. Parmaklarında asılı duran denizkızı sallanıyordu hala…