Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi

Doğayı Koruma


Yeryüzünde insanla birlikte yaşayan, en yabanıl ortamlardan bah­çelerimize ve evlerimize kadar bütün gezege­ni bizimle bölüşen milyonlarca bitki ve hay­van türünü koruma görevi insana düşer. Ama doğayı korumak yalnızca canlı varlıkları koru­yup gözetmek demek değildir. Su, toprak ve mineraller gibi bütün doğal kaynakları sakı­narak kullanmak da bu görevin ayrılmaz bir parçasıdır; çünkü doğal kaynakların tükenip yok olması ancak böyle önlenebilir. Bu ne­denle, üzerinde yaşadığımız bu gezegenin olanaklarından bütün canlıların daha uzun süre yararlanabilmesi için insanda derin bir sorumluluk duygusunun gelişmiş olması çok önemlidir.

İnsanın Doğa Üzerindeki Etkileri


İnsanın doğal çevresini değiştirmeye başlama­sı, ateş yakmayı öğrendiği tarihöncesi çağlara kadar uzanır. Örneğin Afrika'nın savan de­nen geniş çayırlıkları bundan 50 bin yıl önce bu kıtadaki ormanların yanmasıyla oluşmuş­tu. Ama, insanoğlunun doğaya verdiği zarar­lar özellikle son yüzyılda olağanüstü boyutla­ra ulaştı. Bunun nedeni teknolojinin inanıl­maz bir hızla ilerlemesidir. Tekerleğin bulun­ması ile otomobilin yapımı arasında 10 bin yıl gibi çok uzun bir süre geçmişti; oysa insanoğ­lunun hava ve uzay yolculuklarına başlaması, yerçekimsiz ortamda yaşamayı başarması ve Ay'da yürüyebilmesi için otomobilin yapımın­dan bu yana yalnızca 80 yıl geçmesi yeterli oldu. Teknoloji sayesinde insan yeryüzündeki en uzak mesafelere çok kısa zamanda ulaşma­yı, akarsuların yönünü değiştirmeyi, elektrik üretimi için su gücünden ve nükleer enerjiden yararlanmayı başardı.

Teknolojinin sağladığı olanaklar kuşkusuz birçok yönden insanın yaşam koşullarını çok olumlu etkiledi; ama bir yandan da olağanüs­tü boyutlarda bir nüfus patlamasına yol açtı. İlk insanın yeryüzünde belirmesinden yakla­şık yarım milyon yıl sonra, 1850'lerde dünya nüfusu ancak 1 milyara ulaşmıştı. Oysa o tarihten sonra inanılmaz bir hızla artan nüfus 1986'da 5 milyara yaklaşmış ve bu artışın 1 milyarı son 15 yıl içinde gerçekleşmiştir.

Bugün yeryüzünün bütün zenginliklerinden olabildiğince yararlanmayı isteyen milyarlar­ca insan geleceği düşünmeden doğal kaynak­ları zorlamaktadır. Örneğin insanların bir yıl içinde tükettiği bütün içme ve kullanım suları bir yere toplansa, Dünya'nın merkezine ka­dar olan uzaklığın yarısı (en az 3.000 km) derinliğinde ve Avrupa kıtası büyüklüğünde bir göl oluşur. Nüfus ve tüketim aynı hızla artarsa yeryüzünün bütün kaynakları kısa sürede insanın gereksinimlerini karşılayamaz duruma gelebilir. İnsanlar binlerce yıldır uç­suz bucaksız denizlerdeki balıkların hiçbir zaman tükenmeyeceğine inanıyorlardı. Oysa 1970'lerden başlayarak Atlas Okyanusu'nun kuzeyinde morina ve ringa balıkları, 1960'lardan sonra Marmara Denizi'nde başta uskumru olmak üzere birçok balık türü azal­maya başladı; Peru açıklarındaki hamsi avcılı­ğında da yüzde 75'lik bir düşüş görüldü. Bir yaşam ortamındaki herhangi bir canlı türünün azalması başka canlıların yaşamını da tehlike­ye atar. Örneğin Atlas Okyanusu'ndaki ringa­ların sayısı azalınca bu balıklarla beslenen deniz kuşları da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Norveç'e bağlı Rost Adası'nda, 1970'ten 1980'lerin ortalarına kadar yaklaşık yarım milyon denizpapağanı açlıktan öldü.

Sanayi alanındaki hızlı gelişmenin en olum­suz yanlanndan biri, bugün bütün doğal kaynakları ve canlıları tehdit eden çevre kirliliğidir. Motorlu taşıtlarda, evlerde, fabrikalarda ve enerji santrallarında kullanılan petrol türevleri ile kömür gibi fosil yakıtlar­dan kaynaklanan hava kirliijğ: bazı kentlerde insan yaşamını tehlikeye atacak düzeydedir. Örneğin bir zamanlar Londra'da bu sorun öylesine ciddi boyutlara ulaşmıştı ki, 1952'de beş gün boyunca kentin üzerine çöken zehirli gaz bulutları yüzünden 4.000 kişi ölmüştü. Kullanılacak yakıt türlerinin yasalarla belirle­nip sıkı denetim altına alınmasıyla Londra'nın havası büyük ölçüde temizlendi. Ama günü­müzde Kalküta gibi kalabalık kentlerdeki hava kirliliği Londra'dakinden çok daha ciddi boyutlara varmış, Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük kentlerimizde tehlike sınırı­na dayanmıştır. 1986 sonlarında bu sorunun üstesinden gelmek için Ankara'da kalorifer ve fabrika bacalarına filtre takılması, bazı kalorifer yakıtlarının, özellikle linyit kömürü­nün yasaklanması gibi Çeşitli önlemler alın­mıştı. Hava kirliliğinin en büyük sorumlusu sanayi dumanlarındaki kükürt dioksit ile azot oksitleridir. Bu gazlar atmosferdeki su buha­rıyla birleşince sülfürik ve nitrik asitlere dönüşür. Daha sonra bu asit buharları yoğun­laşır ve genellikle hava kirliliğinin merkezi olan sanayi bölgesinden yüzlerce kilometre ötede "asit yağmuru" halinde yeryüzüne iner. Örneğin Norveç ile İsveç'in güneyindeki akarsu ve göllerde yaşayan balıklar İngiltere' den kopup gelen asit yağmurlarından büyük zarar görmüştür. Bunun sonuçları balıklarla beslenen hayvanları da etkilemiş ve 1967'de Norveç'te 4.000 kadar susamuru yaşarken 1986'da bu hayvanlardan yalnızca 200 tane kalmıştı.

Tarım Etkinliklerinin Rolü


Hızla artan dünya nüfusunu besleyebilmek için doğal olarak tarıma ağırlık verilmiş, bu yüzden dünyanın birçok bölgesinde yüzey biçimleri tanınmayacak ölçüde değişmiştir. 19. yüzyılın ortalarında Avrupa'nın birçok yeri hâlâ bataklıklarla kaplıydı; avcılar İs­panya'nın sulak arazilerinde çok kalabalık kuş sürüleri gördüklerini ve tek fişekle 80 ördek vurduklarını yazarlardı. Bugün artık Avrupa'nın hiçbir bölgesinde bu kadar çok su kuşunu bir arada görme olanağı yoktur. Çünkü bataklıkların hemen hepsi kurutularak tarıma açılmış ve bu hayvanların yaşam alan­ları insan eliyle yok edilmiştir.

Hayvanların doğal yurdundan sürülmesi ve giderek yok olması kuşkusuz tarımsal geliş­menin tek ve en ağır sonucu değildir. Başta keçiler olmak üzere hayvanların orman ve fundalıklarda otlatılması, ağaçların yakacak odun uğruna kesilmesi, tarla açmak için ormanlık alanların acımasızca ortadan kaldı­rılması çok daha büyük zararlara yol açar. Ağaç ve çalılar çoğu zaman teraslama ve akaçlama çalışmaları yapılmadan kesildiği için, çıplak kalan toprak rüzgâr ve yağmurla taşınır. Günümüzde dünya ülkelerinin üçte ikisini etkileyen toprak aşınması (erozyon) birçok bölgede öylesine hızlıdır ki, bir kuşak sonra gelen insanlar ormanlık alanların çöle dönüştüğünü görebilirler. Bu durumda, nüfusu çok fazla, ekonomisi de tarıma dayalı olan Afrika ve Asya ülkelerinde çöl alanlarının denetlenemeyecek biçimde ya­yılması şaşırtıcı değildir. Nitekim Afrika'daki Sahra bölgesinin çevresinde, saatte 170 hek­tar hızla genişleyen yeni bir çöl oluşmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 4 Mayıs 2018 16:57