Doğal Koruma Alanları
Doğayı koruma çalışmalarının amacı bütün bu sorunlara köklü çözümler aramaktır. Bunun ilk adımı da balıkçıları ölçüsüzce avlanmaktan kaçınmaları ya da tropik bölgelerdeki yoksul çiftçileri ağaç kıyımına son vermeleri için bilinçlendirmektir. Dünyanın her yanındaki insanlara doğal kaynaklara zarar vermeden yeryüzünün zenginliklerinden nasıl yararlanacaklarını göstermek, canlılar dünyasını inceleyerek hangi türlerin nerede, ne zaman ve neden tehlikede olduklarını araştırmak, bu türleri korumak için neler yapılabileceğini saptamak bu çalışmaların kapsamına girer.
Bitki ve hayvanları korumanın en iyi yollarından biri, bu canlıların yaşadığı toprakları devletin, kurumların ya da kişilerin satın alarak o sınırlar içinde sanayi ve tarım işletmelerinin kurulmasına, insanların yerleşmesine izin vermemeleridir. Bugün "doğal koruma alanı" denen bu tür korunmuş bölgelerin başlangıcı oldukça eski tarihlere dayanır. Yüzyıllarca önce bütün Avrupa'da yalnızca soyluların avlanabildikleri geniş araziler vardı. Bu avlaklar özellikle geyik, ceylan gibi büyük av hayvanlarının rahatça yaşayıp üreyebilmesi için tasarlanmıştı ama birçok küçük hayvana da doğal yaşama ortamı sağlıyordu. Toprak mülkiyeti genellikle babadan oğula geçtiği için hemen hiç bozulmadan günümüze kalan bu avlakların çoğu bugünkü doğal koruma alanlarının ilk çekirdeği olmuştur.
En eski doğal koruma alanlarından biri 1576'da Hollanda prenslerinden birinin kurduğu Haagse Bos'tur (Den Haag ya da Lahey Ormanı). Ama o tarihten 19. yüzyıla kadar buna benzer pek az örnek yapıldı. Hem yabanıl yaşamı koruma, hem de insanların doğayla iç içe yaşayabilecekleri bir ortam yaratma düşüncesini bağdaştıran gerçek anlamda ilk ulusal park 1872'de ABD'de kurulan Yellowstone Ulusal Parkı'dır. Bunun 19. yüzyıl boyunca Kanada, Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda'da düzenlenen doğal koruma alanları ile ulusal parklar izledi. 1920'lerden sonra da Doğu ve Orta Afrika'daki geniş savanlar ile ormanlarda, Batı Afrika'daki büyük bataklıklarda eşsiz koruma alanları kuruldu. Bunlardan en ünlüsü olan Tanzanya'daki Serengeti Ulusal Parkı dünyanın hem en büyük, hem de tür zenginliğiyle en önemli ulusal parklarından biridir. Türkiye'nin ilk ulusal parkı ise 1958'de kurulan Yozgat Çamlığı'dır. Bir yıl sonra Manyas Gölü'nde kurulan Kuş Cenneti Ulusal Parkı da bugün sayıları 20'ye yaklaşan ulusal parklarımız içinde en ünlüsüdür. Ayrıca Türkiye'de 50'ye yakın yerin ulusal park olarak düzenlenebileceği saptanmıştır.
Bazı ulusal parklar yüzlerce, hatta binlerce kilometre karelik alanları kaplarsa da doğal koruma alanlarının hepsi bu kadar büyük değildir. Üstelik korumaya alınan bölgenin çok geniş olmaması bazen o bölgedeki canlıların yararına olur. Örneğin İngiltere'deki Suffolk fundalığında yaşayan çok ender bir kelebek türünün soyunu kurtarabilmek için, 1984'te fundalığın üçte bir hektarlık bölümü parça parça sökülerek çevredeki başka bir yere taşınmıştı. Taşınan bu topraklarda hem kelebeklerin yumurtaları, hem de kelebeklerle dayanışma içinde yaşayan bazı karınca türleri barınıyordu. Bu karıncalar toprağın altında gelişen kelebek larvalarını (yavrularını) besleyip karşılığında larvaların salgıladığı tatlı sıvıyı emdikleri için onlar olmadan kelebeklerin yaşamı da tehlikeye düşer.
Ne var ki yabanıl yaşamı korumak için yalnızca toprağı satın almak yeterli değildir. Hayvan ve bitkilerin bütün tehlikelerden uzak yaşaması, bütün gereksinimlerinin karşılanması için bölgelerin çok özenle korunup yönetilmesi gerekir. Üstelik bakım giderleri çok yüksektir ve alınan her önlem çoğu kez milyonlarca liraya mal olur.
Doğal koruma alanları özellikle hayvan türlerinin korunması açısından son derece önemlidir, ama bu yöntemin de iki büyük sakıncası vardır. Bunlardan ilki, bölgenin yakın çevresinde gelişen olayları denetim altına alma güçlüğüdür. İspanya'nın en büyük bataklığı olan Coto Donana, 1961'de kurulan Dünya Yabanıl Yaşamı Koruma Fonu'nun uluslararası koruma programlan çerçevesinde ele alıp düzenlediği ilk bölgeydi. O günden bu yana, çevredeki tarım alanlarının akaçlanması (sularının boşaltılması) sonucunda su örtüsü alçaldığı için Coto Donana bataklıkları artık kurumuştur. İkinci sakıncası, ülkenin bütün topraklarını aynı duyarlıkla korumadıkça, o bölgedeki yabanıl yaşamın kısa sürede çevresinden yalıtılmış küçük bir adacığa dönüşmesidir. Güvenli "geçiş koridorları" olmadan hayvanlar bir bölgeden öbürüne gidemezler; sonunda aynı türden başka topluluklarla ilişki kuramadıkları için genetik yapıları çeşitlenemez ve sayıları giderek azalır.
Son düzenleyen Safi; 4 Mayıs 2018 16:58