Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
22 Ocak 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
PROTEİNLERDE OLASILIK,EVRİMİN ÇIKMAZLARINDANDIR.

Şimdi gelelim olasılık olarak proteinlerin nasıl bir dizilimle aminoasitleri birleştirdiklerine.bu olasılık sizi gerçekten hayretlere düşürecektir.bu yüzden bu proteinlerin evrime verdiği cevabı bir kez daha gözlerimizle tarafsız olarak görmek mümkün olacaktır.


Canlılarda 55 amino asitin arka arkaya gelmesiyle oluşan Ferrodexin (Clostridium pasteurianum’da bulunur) proteini gibi kısa sayılan proteinlerin yanı sıra 6049 amino asitin arka arkaya gelmesiyle oluşan Twitchin (Caenorhabditin elegans’da bulunur) proteini gibi uzun proteinler de vardır. Olasılık hesaplarımıza örnek olması için insan vücudunda bulunan, 584 amino asitli orta büyüklükteki Serum Albumin proteinini ele alalım. Bu proteindeki amino asitlerin sırf sol-elli olmasının olasılığı şöyle hesaplanır:
Bir amino asitin sol-elli olma olasılığı: (BİR BÖLÜ İKİ)
İki amino asitin sol-elli olma olasılığı: x (BİR BÖLÜ İKİ ÇARPI BİR BÖLÜ İKİ)
Üç amino asitin sol-elli olma olasılığı: x x (BİR BÖLÜ İKİNİN KÜPÜ)
584 amino asitin sol-elli olma olasılığı: (BİR BÖLÜ İKİNİN 584 UNCU KUVVETİ)

Ayrıca tüm amino asitler, protein zincirindeki diğer amino asitlerle birleşmek için peptid bağı denilen kimyasal bir bağ kurmak zorundadırlar. Öte yandan doğada amino asitler arasında kurulabilecek pek çok kimyasal bağ türü de vardır; aslında peptid bağlar ve diğer bağlar kabaca eşit ihtimalle kurulur. 584 amino asitli Serum Albumin proteini için 583 tane peptid bağı gereklidir. Bunun olasılığını şöyle gösterebiliriz:
İki amino asitin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: (BİR BÖLÜ İKİ)
Üç amino asitin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: x (BİR BÖLÜ İKİNİN KAPISI)
Dört amino asitin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: x x (BİRBÖLÜ İKİNİN KÜPÜ)
584 amino asitin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: (BİR BÖLÜ İKİNİN 583 UNCU KUVVETİ)
Bu tek proteinin amino asitlerinin, sırf sol-elli olması ve de peptid bağı yapmasının olasılığı ise şöyledir:
x = (BİR BÖLÜ İKİNİN 584. KUVVETİ CARPI BİR BÖLÜ İKİNİN 582.UNCU KUVVETİ)
Bu olasılığın matematiksel olarak imkansız olduğunu şöyle düşünerek anlayabiliriz. Evrendeki 1080 protein ve nötronu, fotonlarla ve elektronlarla toplarsak 1090’dan küçük bir sayı elde ederiz. Evrenin yaşı olan 15 milyar yıl x 365 gün x 24 saat x 60 dakika x 60 saniye = 473.040.000.000.000.000 saniye; evrenin başından şu ana kadar geçen zamanı ifade eder. Bu sayıya yuvarlak olarak 1018 saniye diyebiliriz. Bu iki sayıyı çarparsak 1090 x 1018 = 10108 eder. Bu sayı, evrendeki her proton, nötron, elektron ve foton, evrenin her saniyesi bir deneme yapacak olsalar, oluşacak deneme sayısıdır.Saniyede yapılan denemeleri en yüksek kimyasal hız olan 1012 (bir katrilyon) olarak alırsak; 10108 x 1012 = 10120 eder, oysa 584 amino asitli bir proteinin sırf sol-elli amino asitlerden kurulu olması ve peptid bağı oluşturması gibi basit iki aşamanın oluşma olasılığı 10351’de 1’dir. Bu, bütün uzayın elektron, proton, nötron ve fotonlarının her biri canlılardaki 20 amino asitten birine dönüşselerdi ve evrenin oluşumundan itibaren her biri saniyede 1012 deneme yapsalardı bile, tek bir Serum Albumin proteininin amino asitlerinin; sol-elli olmaya ve, peptid bağı yapmaya bile imkan bulamayacaklarını gösterir.
Bu sonuç gerçekten çok ilginçtir. Kopernik devrimi ile dünya, evrendeki merkezi yerini kaybetmiştir; ama, dünyamızda ancak mikroskopla görülebilen bir canlıda bile binlercesi olan proteinin tek bir tanesinin en sıradan özelliklerinin tesadüfen ortaya çıkması için, tüm evrenin tüm maddesini seferber etmemiz bile bu proteinin oluşmasına yetmemektedir. Biyolog Steven Rose, daha basit bir proteini amino asit dizilimleri açısından ele almakta ve bu proteinin amino asit uzunluğunda 10300 olası form olabileceğini, bu olası formlar gerçekten varolsalardı ağırlıklarının 10280 gram olacağını; oysa evrendeki tüm maddenin tahmini ağırlığının 1055 gram olduğunu söyler. Bu da belirli bir proteinin tesadüfen elde edilmesinin ne kadar imkansız olduğunu gösterir. Proteinlerin amino asitlerinin doğru sırada olması protein açısından hayati öneme sahiptir. Serum Albumin proteini için bunun olasılık hesabını şöyle gösterebiliriz:
Bir amino asitin doğru yerde olma olasılığı: (bir bölü yirmi)
İki amino asitin doğru yerde olma olasılığı: x (bir bölü 20 nin karesi)
Üç amino asitin doğru yerde olma olasılığı: x x (bir bölü yirminin küpü)
584 amino asitin doğru yerde olma olasılığı: (bir bölü 20 nin 584.kuvveti çarpı bir bölü 10 un 759.kuvveti)
Bu elde ettiğimiz sayıyı daha önceden elde ettiğimiz 10351’de 1 sayısıyla çarparsak, belirli bir proteinin hem sol-elli amino asitlerden oluşmasının, hem peptid bağı kurmasının, hem de amino asit dizilimini doğru oluşturmasının olasılığını elde ederiz. Bu da 10351 x 10759 = 101110’da 1 gibi, olasılık olarak imkansız kabul edilen bir sayıya denk gelmektedir (Matematikte genelde 1050’de 1’den küçük olasılıklar bile imkansız olarak kabul edilir). Proteinin amino asit dizilimlerinde belli bir bölgesinin aktif taraf olduğu, bu yüzden bu bölgenin dışında amin asit değişimlerinin tolere edilmesi gerektiği söylenebilir. Bu yüzden elde ettiğimiz olasılık yükselebilir. Diğer yandan proteinin hücrede gerekli yerde, gerekli sayıda olması gibi ele almadığımız hayati özellikler olasılığa dahil edilirse, o zaman da olasılık daha düşer.
Doğal seleksiyon, canlıların yaşam mücadelesi sonucunda oluşur ve ancak çoğalan canlılar için geçerli olabilir. Daha canlı vasfına sahip olmayan, oluşmamış bir molekül için doğal seleksiyon mekanizması geçerli olamaz. İlk canlının ortaya çıkmasıyla ilgili kimyasal evrim sürecine, biyolojik evrim ile analoji kurularak doğal seleksiyon mekanizması uygulanamaz; bu mekanizma sadece üreyen canlılar içindir. Ludwig von Bertalanffy bu konuda şöyle der. “Seleksiyon daha iyi olanın yaşayacağını söyler, bu yüzden kendine yeten, kompleks, rekabet edebilen sistemleri öngörür, bu yüzden seleksiyon bu sistemlerin orijininin açıklamasını veremez.” Richard Dawkins doğal seleksiyonun, aşılması imkansız görülen dağların bayırlarının aşılmasını gerçekleştiren baskı unsuru olduğunu söylemiştir. Oysa canlılık oluşmadan önce böylesi bir mekanizmanın varlığını savunmak olanaksızdır.
Doğal seleksiyon mekanizması, tesadüfen oluşan ucubelerin neden yaşamadıklarını açıklayabilir, örneğin fonksiyonu olmayan kanada sahip kuşların veya bir bacağı eksik atların neden yok olduklarını açıklayabilir. Fakat belirli bir proteinin oluşumuna bile, tüm evrensel hammadde amino asitlere dönüşse, tüm evrensel zaman kullanılsa da olasılık hesapları açısından imkan olmadığını gördük. Doğal seleksiyon aslında eleyici bir mekanizmadır, bu yüzden elenmeyen canlının veya canlıların zaten oluşmuş olmasını da gerektirir. Doğal seleksiyon, kuşun kanadının oluşumunu değil, kanadı eksik ve bozuk kuşların elenme nedenini açıklayabilir; atın ayağının oluşumunu değil, ayağı eksik ve kısa atların elenme sebebini ortaya koyabilir.
Evrim Teorisi’ni savunanlar, genetik bilimindeki gelişmelerden sonra, canlıların oluşmasına sebep olan değişimlerin DNA’daki mutasyonlarca gerçekleştiğini savunmaya başlamışlardır. Bu sefer, ilk canlının oluşumu için değil de, yeni bir türün yepyeni bir özelliği için bir proteinin oluşması gerektiğini kabul edelim. Bu durum bizi, olasılıklar açısından çok daha içinden çıkılmaz bir durumla karşılaştırır. Daha önce bütün evrenin bütün parçacıklarının her birinin amino asitlere dönüştüğünü düşünmüştük, bunların kimyasal reaksiyonların olabilecek en hızlı şekliyle (1012 defa saniyede) belirli bir proteini oluşturmak için bir araya geldiklerini farz etmiştik, fakat yine de olanaksız bir sonuca ulaşmıştık. Oysa bu sefer odak noktamız, evrenin küçük bir alanı olan dünyanın, sadece bir bölümünü kapsayan canlıların, sadece üreme vazifesini gören DNA’larıdır. DNA dört tane nükleotitten oluşur. Bunlar Adenin, Guanin, Sitozin ve Timin’dir. DNA’da Adenin her zaman Timin’in, Guanin ise her zaman Sitozin’in karşısındaki çiftidir. DNA’daki çiftlerden üçü bir tane amino asitin şifresini taşır ve RNA moleküllerine şifrelerini aktararak protein sentezini sağlarlar. Mutasyonlar, DNA’nın kendini çoğaltması (replikasyon) süreci içinde oluşur. Bu süreçte oluşan sorunlardan dolayı (radyasyon, v.b.) nükleik asitlerin düşmesi ve değişmesi gibi olaylarla proteinlerin değişimi veya ortaya çıkışı açıklanmaya çalışılmaktadır. Canlının üremesi ve DNA’lardaki mutasyon hızı, öncelikle bizim daha önce olasılık hesaplarında kullandığımız saniyede 1012 defalık hızdan çok daha yavaştır. Üstelik canlıların üreme hücreleri bütün evrene göre çok dar bir alandır. Hele çok hücreli canlıların ortaya çıkışından sonra (600 milyon yıl) bu hesabı yaparsak, zaman da çok daralır. İlk tek hücrelilerin ortaya çıkış tarihi olan 4 milyar yıl kadar öncesini alsak da önemli bir değişiklik olmaz. Bir canlıda kanadın veya ayakların oluşması, bir proteinin ortaya çıkışından çok daha fazla değişimin olması demektir. Üstelik DNA’nın rasgele değişimine yol açan sorunlar birçok zaman canlı için ölümcül olabilmektedir. DNA’da her bir amino asite karşılık 3 tane çift geldiği için, bir proteinin DNA’daki şifresi, proteinin kendisinden daha komplekstir. Bu yüzden DNA’daki nükleotitlerin rasgele değişimlerinin şifreyi değiştirmesiyle yeni bir proteinin oluşma olasılığı, amino asitlerin rasgele birleşmeleriyle bir proteinin oluşma olasılığından daha düşüktür. Yaptığımız olasılık hesaplarının sadece ilk canlının ortaya çıkışı açısından değil, canlılardaki tüm değişimler açısından önemi vardır. Doğal seleksiyonun ucubeleri elediğini kabul etsek bile, doğal seleksiyonun elemediği özelliklerin, öncelikle mutasyonla ortaya çıkması lazımdır. İnsanın dil yeteneği, bukalemunun değişimi, filin hortumu gibi her bir türün kendine ait özelliklerinin; olasılık hesabını yaptığımız proteinden çok daha kompleks olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tesadüf ile Evrim Teorisi’ni birleştirip ateist bir bakış açısını savunanlar, şans ve zamanı birleştirerek bütün canlılığın tüm özelliklerini temellendirmeye kalkmaktadırlar. Oysa matematiğin objektifliğinden güç alan olasılık hesapları, doğal yasaların içindeki şansın ve evrensel zamanın, canlılığın temel yapıtaşlarından tek birini bile açıklamakta çok yetersiz olduğunu gösterir.
En basit canlı bile birçok proteinden oluşur; üstelik canlının DNA’sı, tüm bu proteinlerin şifresini içermekte olup bütün proteinlerin toplamından daha komplekstir. Paul Davies sırf bütün proteinlerin tesadüfen oluşma olasılığını 1040000’de 1 olarak hesaplamaktadır.Tüm uzaydaki atom-altı parçacıkların sayısının 1090’dan az olduğu düşünülürse, bu sayının nasıl imkansız bir olasılığı ifade ettiği görülecektir. E. coli gibi çok basit bir tek hücreli canlıda bile 4289 tane protein vardır. Bu canlının proteinlerinin her birinin vazifesini yapacak doğru yerde bile bulunmasının olasılığı imkansız denecek kadar azdır. E. coli’nin hareketini sağlayan bakteri kamçısı (flagellum) 50 kadar proteinden oluşur. Bu proteinlerin her birinin vazifesini diğer 10 proteinin yapacağı gibi bir olasılığı kabul etsek bile, bu 50 proteinin yerinde olmasının olasılığı 1066’da 1 dir. Eğer 4289 proteinin her birinin yerinde olması için bu olasılık hesabını tekrarlarsak karşımıza daha da inanılmaz bir sonuç çıkacaktır.
Türkiye’de Evrim Teorisi’nin savunulmasında en etkin rolü üstlenenlerden biri olan Ali Demirsoy, olasılıkla ilgili bu sorunu kısa proteinlerden sayabileceğimiz Sitokrom-C’yi ele alırken şöyle açıklamaktadır: “Bir Sitokrom-C’nin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az olasılığa sahiptir denebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir. Sitokrom-C’nin belirli bir amino asit dizilimini sağlamak, bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır; maymunun rasgele tuşlara bastığını kabul ederek.” Demirsoy’un bu yaklaşımı, bir kere daha, Kuhn’un, paradigmalara bağlı olarak bilim yapmanın, bilim adamlarının objektif olarak değerlendirme yapmalarını engellemesine dikkat çekişinin, göz önünde bulundurulması gereken değerli bir uyarı olduğunu göstermektedir. Demirsoy da olasılık hesaplarının “doğaüstü” bir gücün varlığını gerektirdiğini anlamaktadır. Bu yüzden akıllı tasarım modeli canlılar üzerinde her zaman teşekkül etmektedir.evrim hiçbir zaman bu modeli açıklayamaz.

Saygılarımla
Quo vadis?