Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
26 Ocak 2009       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
insan haklari
10 Aralık insan hakları günü manzaraları: Çizmeden yukarı, belden aşağı
yuksel isikBazen üniversite kılığına girip, açıklanan görüşle açık seçik hesaplaşmak yerine resmi ideolojinin girdabına kapılmayı, insan hakları bildirgesi dahil her şeyin üstünde görüyoruz; bazen de demokrasinin içselleştirildiği bütün toplumlarda ayıplanan bir politik görüş kılığına girmekten çekinmeyip, kürsüden ders anlatan hocanın söylediklerinin hıncını arabasının lastiğinden çıkartıyoruz.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin üzerinden 58 yıl geçti ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu dünya ülkeleri her 10 Aralık’ta Dünya İnsan Hakları Gününü resmi törenlerle kutluyor. İnsan hakları ihlallerine karşı örgütlenmiş çok sayıda derneğin bulunduğu bir ülkede, hakları esas olarak ihlal eden bir kurum olarak devletin de insan hakları gününü kutluyor olması tuhaflığın sadece bir yönünü oluşturuyor. Asıl tuhaflık, bir yandan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden alıntı yapıp, diğer yandan bizim gibi düşünmeyenlere yönelik linç kültürünün iliklerimize kadar işlenmesinde yatıyor.
Kabul edilişinden kısa bir süre sonra TBMM’nde onaylanan bildirgenin hemen tüm ilkeleri, resmi veya özel bir erki elinde tutanlar tarafından rahatlıkla ihlal edilebiliyor. Örneğin “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak din ya da inanç değiştirme; dinini ya da inancını tek başına ya da topluca, açık ya da özel olarak öğretim, uygulama, tapınma ve anma bağlamında açığa vurma özgürlüğünü içerir” diyen 18. maddesini olur olmaz yerde kullanıyoruz; ancak, anne babasından farklı bir dinsel inanca meyleden kişiyi, kökeninden hareketle yerden yere vurmakta hiçbir beis görmüyoruz. Yahut, “Herkesin düşün ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu özgürlük düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve düşünceleri her araçta arama, elde etme ve yayma hakkını içerir” diyen 19. maddesini sonuna kadar savunuyoruz; ancak konu bizim görüşlerimize aykırı sesler çıkaran birinin söylediklerine gelince iş değişiyor.
Akıntıya kürek çekenin vay haline!
Bazen üniversite kılığına girip, açıklanan görüşle açık seçik hesaplaşmak yerine resmi ideolojinin girdabına kapılmayı, insan hakları bildirgesi dahil her şeyin üstünde görüyoruz; bazen de demokrasinin içselleştirildiği bütün toplumlarda ayıplanan bir politik görüş kılığına girmekten çekinmeyip, kürsüden ders anlatan hocanın söylediklerinin hıncını arabasının lastiğinden çıkartıyoruz.
Yayınlanır yayınlanmaz kabul etmekle övündüğümüz İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temelini oluşturan özgür düşünce, tercih hakkı ve demokrasi kavramlarının somutlaşması nedense bazılarını fena halde rahatsız ediyor. Egemenler, ip oyununda olduğu gibi çizdikleri hizanın bozulmasını istemiyorlar ve kim ki, hizanın dışında başka bir hizada durmak isterse onu doğduğuna pişman edecek erk hemencecik harekete geçiyor. Egemenler, “iki nokta arasında tek doğru geçer” anlayışıyla hareket ettikleri için İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edildiği 10 Aralık’ta “insan hakları” nutuğu atmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Oysa hem matematik bilimi hem de toplumsal pratik hayat bize öğretmiştir ki, bahse konu o iki noktanın her birinde sayısız doğru geçiyor.
Bu doğrulardan herhangi birini dile getiren kişi, resmiyetin girdabına karşı durup akıntıya kürek çekiyorsa vay haline! Söylediği sözlerin hiçbir iler tutar yanı olmamasına karşın, kullandığı “o adam, bu adam” gibi sözler nedeniyle üniversitedeki görevine son verilmekle kalmayıp sokağa çıkılamaz hale getirilen Atilla Yayla vak’ası tipik bir insan hakları ihlali örneği olarak karşımızda duruyor. Düşünce özgürlüğü kavramı, toplumsal yapımıza sirayet etmiş olsaydı; “1945 öncesinin gerici, sonrasının ilerici” olduğuna ilişkin ayrımının ne kadar temelsiz olduğunu öğrencileri bile Yayla’ya anlatabilirdi. Ama biz mazruftan çok zarfla ilgileniyoruz ve o zarf, hemen her zaman mazrufu görmemizi engelliyor.
Hizayı bozanın da vay haline!
“Her şeyi devletten beklememek lazım” diye bir siyaset geyiği vardır ya; Gazi Üniversitesi’nin “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” ülkücüleri, öğrencilerine verdiği sosyoloji dersinde, Mehmet Ağar’ın “dağda silahlı gezeceklerine, ovada siyaset yapsınlar” sözüne katıldığını açıklayan Kadir Cangızbay’ın aracının lastiklerini patlatıp, üzerine de, “Üniversite bir kaledir. Senin gibileri sokmayız. Sabrımızı zorlamayın” yazarak “çizmeden yukarı” çıkmışlar. Kimse çıkıp da, bu zorbalara, “çizmeden yukarı çıkmayın” demediği için kimsenin dile getiremediğini dile getirmesiyle gönüllerde taht kuran Cangızbay Hoca, “beni yıldıramazlar” gibi toplumun kanıksadığı cümleleri kullanmak yerine, ezber bozan bir tutum takınarak, “korktum, dersleri bırakıyorum” demiş.
Resmi açıklamalarda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin insanlık tarihi açısından taşıdığı öneme değinip, pratikte bu hakkını kullanan insanın can güvenliğini koruyacak toplumun kültürel kodları dahil maddi ve manevi önlemler alınmazsa olacağı budur! Önce aydınlar susturulacak ve giderek bütün toplum tek tip haline dönüştürülecek; sonra da gelsin insan hakları nutukları!...
Aleviliğin asıl İslam olduğunu savunan, üstelik profesör unvanlı İzzettin Doğan da, “bu ne yaman çelişki” dedirtecek süreçten geri kalmıyor. Etyen Mahçupyan’ın, “Ayrımcılığa uğrayan Alevilerin bölücülükle suçlanmasını resmi söyleme sinmiş olan ahlaki zaafın göstergesi” olarak yorumladığı günlerde, Doğan, Alevilik konusunda kendisinden farklı düşünen Atilla Erden’e yönelik bildik yöntemler kullanarak, “belden aşağı” vurmayı tercih ediyor.
Zira, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanlığı’nı geçtiğimiz günlerde devreden Atilla ERDEN hoca için, “Sünni kökenlidir ; Solculuğu da kamuflaj olarak kullanarak Alevilerin içine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ajanı olarak giren bir arkadaştır... Ama Alevî kesimden görünüp Alevîleri parçalamayı, hiçbir Sünnî yurttaş göze almamıştır. Ama bu Atilla Erden alıyor” suçlaması yapabiliyor.Bildirgenin 18. maddesinin, herkesin “din ve inancını değiştirme” hakkı olduğunu dile getirdiğini anımsatmak beyhude bir çaba olacak; çünkü, Doğan’ın, Alevilik konusunda çizdiği bir hizası bulunuyor ve bu hizanın dışına çıkanı, “belden aşağı” vuruşlarla dize getiren bir geleneği temsil ediyor.
Öte yandan Avukat Behiç Aşçı, 58. yılını kutladığımız 10 Aralık İnsan Hakları Günü, yani bugün itibariyle 250 gündür ölüm orucunu sürdürüyor. Hakkı, hukuku herkesten çok bilmesi gereken bir avukatın, söyleyecek sözün tükendiğini düşünerek, kendisini ölüme götürecek bir yola girmesi, sizi ürkütmüyor mu?
07.12.2006
Yüksel IŞIK
Quo vadis?