Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
24 Şubat 2009       Mesaj #6
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Alıntı
A'zel adlı kullanıcıdan alıntı

teknik personel değil oyuncu ıcın katıtlarMsn Happy

Anladığım kadarıyla rutin bir oyuncu alımından ziyade kendi bünyesinde oyuncu yetiştiriyor. metni okuduğunuzda genelde D.T'nin nasıl oyucu aldığını anlayabilirsiniz sanıyorum..

TİYATRO OYUNCULUK SINAVININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yusuf SAĞLAM



Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, yıllar sonra taşra teşkilatlarını güçlendirmek için nihayet oyuncu alımı sınavı yapabildi.(!) Altı gün süren sınavda, başvuruda bulunan 385 adaydan 317 aday sınava girerek; 45 kadrodan birini kapma erincine ulaşmak için ter döktü. Bu yazı yayınlandığı zaman her şey bitmiş, sevinçler ve üzünçler kanıksanmış, yarım kalan umutlar belli olmayan gelecek baharlara ertelenmiş olacaktır. Spot ışıklarının altında akıtılan tere, teknik olarak görevlendirilmem nedeniyle, bir gün de ben şahitlik ettim. Yazacaklarım, o gün, usumda yer eden öznel (!) değerlendirmelerdir.
Adaylar, hazırladıkları sınav parçaları ile türkü ve şarkılarını tek ya da grup olarak geniş bir seçiciler kuru karşısında sunmaktaydılar. Kurulun, adaylar karşısındaki tutum ve davranışları hep aynıydı. Mesafeli, yorgunluklarını kaşlarına dökmemeye çalışarak dinlemeye hazır ve açık, samimi, ön yargısız, resmi ama içtenlikli oluşlarıyla rahatlatıcıydılar. Böyle bir kaygıdan kaynaklanmış olacak ki, sorulan soruların hepsi aynı ve tek düzeydi. Zorunlu olmadıkça farklı bir soruya başlanılmamakta ve sorular, genelde Genel Müdür tarafından yöneltilmekteydi. Sınav parçasına başlamış, ancak, sonunu heyecandan ya da başka bir nedenden getiremeyeceğini kavrayan aday ve adaylara; baştan alabileceği fırsatı verildiği gibi; bırakıp gitme isteğinde olanlara da, tekrar başlaması telkinleri yapılmaktaydı. Adayların, dinlenebilmeleri ve hazırlık yapabilmeleri için; sıradaki başka adayların alınmalarıyla boşluklar yaratılmakta, nefes almaları sağlanmaktaydı. Sınav stresi ve heyecanından, su içmek isteyip, kulise yönelen adaylara; üç seçici kurul üyesinden birden, aynı anda kendi suları ikram etme eylemleri insani ve içtenlikli bir davranıştı.
Görünürdeki hoşluklarıyla taktire değer seçiciler kurulunun seçimleri; inşallah, nesnel kriterler çerçevesinde, adayları hoşnut ettiği gibi; kuruma, yeni bir kan olarak ivme kazandırır.(!) Ancak, söylenmeyecek söz de yok değil. Varlıklarıyla geniş bir seçiciler kurulunun oluşumuna katkı sağlayan her aday, söz söyleme ve oy kullanma hakkına sahip miydi? Şüphelerim var! Bölge müdürleri, bürokrat, bakanlık müfettişleri... Eğer, erkin paylaşımı çerçevesinde, katılımcılık adına, her seçici söz söyleme hakkına sahip ve bu konuda varlık gösterirse buna kimsenin söyleyecek bir sözü olmaz. Erkin, tek odaktan çıkıp, yönetime katılım oranında bölüşümü, kuruma güç katacağı gibi demokrasiyi de getirecektir. Bu bağlamda, alanı olmadığı halde, sırf yönetici sıfatlarından ötürü, kurum elemanlarının seçici kurulundaki varlıklarını anlaşılıra çevirmek, zorlayıcı da olsa kabul edilebilir bir olasılıktır. Ancak, bakanlık müfettişleri için aynı şeyi söylemek söz konusu değildir. Müfettiş, kelime anlamı ve misyonuyla denetleyendir. İşin, yasaya aykırı olup olmadığını kollayan ve gözetendir. Bu sınavda ise, sanki gözetmenlik konumu ile varlıklarını hissettiriyorlardı. Oysa, Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü tüzel kişiliğe sahip bir kurumdur. Bu durum, kurumun tüzel kişiliğine helal getirmez mi? Tabii, kanuna aykırı iş ve eylemler önce yönetmenlikler (idari işleyiş) sonra tüzenin (hukuk) dolayısıyla yargının denetimindedir. Müfettişlerin, tüzenin kendilerine görev tanıdığı aşamada, yetkilerini kullanmaları ve görevlendirilmeleri aykırı bir durum olmayacaktır. Oyunculuk sınavının yapıldığı aşamada, olmamaları gerektiği inancındayım. Belki de, kamunun bilmesinde yararı olmayan başka varlık nedenleri vardır! Kim bilebilir? Ya da; sayın Genel Müdür, daha önce yapılacağı ilan edilip de iptal edilen sınavdan ötürü, yoğurdu üfleyerek yemeyi yeğliyordur?
Görevli olduğum gün, izlediklerimden, yeni bir şey yoktu! Bilinenin tekrarı ve büyük bir kuşatılmışlık... Adaylar, değişik akademilerden mezun olmuş olsalar da; öğretilmiş olan aynı yöntem çerçevesinde, teknik olarak kendilerini var etme savaşındaydılar. Sözün önde olduğu, bedenin neredeyse unutulduğu, dramatik oyunculuk. Oysa, bırakın dünya üzerinde değişik oyunculuk yöntemlerinin varlığını, Anadolu topraklarında her şart altında kendini sezindirebilecek göstermeci oyunculuğun esamisinden, eser yoktu. Hal böyle olunca, yıllarını aynı yönteme bahşetmiş seçiciler karşısındaki adayalar, bir dakika sonrasında tel tel dökülerek kendilerini ele verebiliyorlar. Belki, bu yüzdendi monologa dönüşen sınav parçalarının kesintiye uğramaları. Bu kesilmelerden hiç bir aday mutlu olmasa da, seçiciler heyetinin yerinde kendileri olsa, hiç kuşkum yok, aynı eylemde bulunurlardı. Hemen belirtmek gerekir ki, sınav parçalarının kesilmesi, geneli içine alan bir eylemdi. Kötü oldukları için kesildiklerine inanmıyorum. Ancak, adayların bunu bu şekilde algılamadıklarına dair belirtileri de gözden kaçmıyordu. Adayların, sınavdan çıkan aday ve adaylardan bunu öğrenmemiş olmaları kendi istençsizliklerinin sonucudur. Bu kesintiler tek ağızdan yapılıyor olsa da, sözcü konumundaki Genel Müdür'ün sağlı sollu onay alımından sonra gerçekleştirmiş olduğunu da belirtmek isterim. Ancak, farklı ve iyi olanın arayışındaki seçiciler kurulunun yüzlerinde hiç mi sıkıntı yoktu? Bir çok üye, bu tek düzelikteki bıkkınlığın sıkıntısıyla kendini ele veriyordu. İçtenlikli ve doğru okunan bir türkünün hazzında ise mutluluk yayılıyordu. Ne yazık ki, seçiciler kurulunun çoğu, bu sıkıntının çekiliyor olasında da pay sahibiydiler? Sıkıntı duyan seçiciler, tiyatro eğimi veren akademilerde ya söz sahibi, ya da hocaydılar. Bu tek düzeliğin ve eskimişliğin dönüşmesinde çabaları yetersiz miydi ki, sıkıntıları ve bıkkınlıkları yüzlerine vuruyordu? Sıkıntı veren son, yıllar öncesinde tiyatro okullarına öğrenci alımında yaptıkları beş aşamalı sınavla önlerinden geçmiyor muydu? Yanlışın ilk basamağı, öğrenci seçimi ve öncesiyse; bundan böyle, bir çaba içinde olacaklar mıydı? Öğrenci seçimlerinde; cevheri aramaktan çok, hazır olana yönelimlerindeki yanılgıları mı vardı? Yoksa, çoğu akademide beş aşamalı olarak yapılmakta olan sınavlar göreceli miydi? Öğrenci seçiminde donanımlı olarak ön plana çıkanlar, bölümlere kapıyı attıktan sonra, hiç bir ivme kazanmadan geldikleri gibi mi mezun olmaktaydılar? Yoksa, farklı açılıma gereksinim duymamakla, sürüp giden yöntem başları göğe mi erdirmektedir? Bu yöntemin öğretilmesinde yanlışların yapılabilirliği/yapıldığı kuşkusu yüreklere hiç mi damlamamaktadır? Her hallerinde mutlu olmadıkları sezinlenen çoğu seçici, geleceği aydınlık görmede nasıl bir eylem içinde olacaklar, doğrusu merak içindeyim.
Kuşatılmışlığın diğer bir yönü ise, dil. Ana dilden başka, dil ve diller bilmek, aydınlığa açılan farklı pencereler olarak değerlendirmek gerekir. Bu, tartışmayacak kadar gerçektir. Oyunculuk sınavının yapıldığı bir ortamda, bu literatürdeki parçaları asıl dillerinde doğru söylemek; yadırganacak bir yanının olmaması ötesinde, övünülesi bir durumdur. İkinci ve üçüncü parça olarak algılanan, şarkı veya türküye geçildiğinde, üstelik, Türkçe yapılması esas olan bir sınavda % 80'in üzerinde yabancı dilde (İngilizce) şarkının söylenmesi, övünülmenin ötesinde üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Emperyalizmin kuşatılmışlığıyla at başı giden, sinsi bir hastalık gibi dillerin içine işleyen İngilizce'nin bu denli etkinli yoksa rastlantısal mı? Öykünmecilikle başlayan, kuşatılmışlığın girdabına tutulan gençler oluşturdukları türetilmiş literatürle dillerine yabancılaşmamaktalar mı? Bir çoğumuz, bu dilleri hayranlık, övünç ve gıpta ile taltif ederken; bu topraklardaki dillerin konuşulmasında ise; gözlerimizi yuvalarında fır döndürüyoruz. ( Sınavda, böyle bir durumla karşılaşılmadı.) Kulak arkası edilmemesi gereken bu tehlikeli gidiş, hayatın her aşamasında ve Anadolu'nun en ücra köşesinde kendini göstermektedir. Katılmış olduğum bir köy şenliğinde; vatan, millet, namus, din, iman, yardım, dostluk... gırla giderken, konukların sahneyi terk edişleri mehter marşıyla, programın boşluk anları ise; İngilizce pop parçalarla doldurulmaktaydı.
Yukarıdaki kuşatılmışlığa paralel, verilen bir arada, tiyatroya bulaşmışlığı her halinde belli bir kişi, , (O gün sınava giren adaylardan biri değildi.) türkünün ne olduğu bilmediğini, tanışıklığının ise bir gün önceye rastladığını, gocunmadan ve yüksünmeden anlattı. Başka topraklarda mıyım diye kendime soramadan edemedim. İçi boşaltılmış sanatçı kavramıyla, sanatçılığa aday biri, yaşadığı topraklarda türkünün varlığından bihaberse, kendisine 'sanatçıyım' dediği an, anlında gördüğü ışık, ancak mum ışığı olacaktır. O da yüzünü aydınlatmayacaktır.
İşte bu kuşatılmışlık çemberidir ki, bizi Anadolu topraklardan, Anadolu insanlardan, Anadolu'nun bereketli ekinden (kültür) kısır ve mahrum bırakandır. Seçiciler kurulunun işi bu bağlamda çok zordur. Bir yabancı parçanın söylenişinden (Eğer doğru söyleniliyorsa.), adayın; sesinin yetip yetmeyişini, varsa detoneliğinin ne safhada olduğu, ses tınısının belirgin özelliği ile kapasitesi ve şiddeti... gibi özellikler teknik olarak değerlendirebilir. Ancak, Türkçe söylenmesinde ise, yüreğinin olup olmadığı, içtenliği, samimiyeti, etkilenmişliği ve yaşayabilirliğinin derinliğini de öğrenmek olasıdır. Başka bir söylemle, tanımadığınız bir ekinde koşmaya durmak, tık nefes kalmaya davetiye çıkarmaktır. Bu aşamada, çok iyi donanımlı yardımcı iş kollarına gereksinim vardır. Oysa, kendi ekininde koşmak, gönlünün derinliği ve duyumsamışlığına paralel bir genlenmedir. Başka bir adayın sınav parçasında ise; hükmünün acımasızlığını namlunun ucundaki annesini göz kıpmadan vurmaya erkli ağayı, yerde sürüyerek doğurtmasında yaptığı yanlışa düşmesinde gördük. Ağalık olgusunu, erkinin gücünü, zulmünü, sömürüsünü, acımasızlığını... kavrayamamış birinin; yazarın göstergelerine bağdaşık olmayan anlamlar yüklemesi; işi en başında yanlış adımla başlaması demektir. Böylece, yaptığınız /yapacağınız reji, ilk adımda yanlış olduğu için, kuş kondursanız dahi sonuçsuz kalır. Sürünen ağa, annesini vuracak erke ulaşamayacağı için, ağalık olgusunu bilmeyen kitlelere yanlış aktarmış, aydın olma sorumluluğunu yerine getirmemiş olacaksınız. Bunun üzerine bir de, farklı inanç göstergelerini ne olduğunu bilmeden yorumdur diye eklerseniz, içinde çıkılmaz yanlışlara sapmış olursunuz. Yorumlar tınılarda gizlidir, gerçek olanı bozmada değil. Ben yaptım oldu ile, gerçekler tersyüz edilmez.
Eğitim sistemimizin yanlışlığı, kişileri yanlış seçenekleri seçmeyle karşı karşıya getiriyorsa; üstüne üstlük akademide bünyeye uymayan yanlış eğitim ve öğretim dayatması, iki arada bir derede kalmayı kaçınılmaz kılıyorsa, hazmedilmeden alınan edinimler ya eklektik durmaya mahkum, ya da, doğrularmış gibi yanlışa götürmeye potansiyel olacaktır. Kendisini ve üzerinde yaşadığı toprakları tanımadan, ülkenin ücra bir köşesinde, insanların yaşamlarını kolaylaştırmak adına nasıl bir eylem içinde olunabilir ki? O insanlara nasıl ulaşılır, bağ kurulur ve aydın olmanın normları yerine getirilir. Sonuçta, plan ve programsızlık, fabrikasyon üretim, kendiyle barışık olmadığı için toplumuyla barışık olmayan, mutsuz, küskün, işsiz, umutları kırgın, hayalleri yok olmuş, yılgın, umarsız bireyleri çoğaltmaktadır. Devlet Tiyatroları'nın oyunculuk sınavı, sorunların ip uçlarını ortaya dökmesi ve veri olması bağlamında iyi bir örnek. Tabii, anlayana ve görene...


kaynak
Quo vadis?